Episode -16-

1292 Kelimeler
Bölüm16 "Hangisini istersin bebeğim?" İki tane elbise arasında kalmıştı ve seçim yapmakta baya zorlanıyordu. "Ya da boş ver. İkisini de alalım." Sonuçta para vermeyecektim. Elimde bir düzine kıyafet ile kasaya gittim. Sıra beklerken her ne kadar önümdekilerden arkaya geçmelerini isteyebilecek olsam da, Ursula buraya bakıyordu. O bakarken başkaları ile konuşmam garip kaçardı ama düşüncelerim ile hareket ettirebilirdim. Hepsini arkaya doğru kaymasını ve bunun normal bir şey olduğunu düşünmelerini sağladım. Önümde tek bir kişi kalmıştı. O ödeme yaptığı için onu da arkaya almam komik olurdu. Ne kadar zekiyim. Kadın ödemesini yaptıktan sonra sıra bana geldi ve elimdeki bütün kıyafetleri resmen kasaya fırlattım. Hepsini okuduktan sonra fiyatını söyledi. Gülümsedim ve ona parayı verdiğimi düşündürttüm. Fişini uzattı, iyi günler diledikten sonra poşetlerimi alıp Ursula'nın yanına gittim. Ödemekte çok ısrar edince aramızda küçük bir tartışma yaşamıştık. Ne yazık ki sonradan, ona emir verebileceğim, aklıma geldi. Dört yüz yıldır ayakta olan birine göre cidden, fazla zekiyim. Aslında ona kendimi anlatıp inandırabilir ve kimseye söylememesi için emir verebilirdim ancak bu onda güvensizlik oluştururdu. Bunun için de emir versem, bu sefer içten içe onu kullandığım için üzülürdüm. Şaka. Üzülmezdim ama böyle eğlencesi kalmıyor. Almak biraz fazla ayıp olur diye kiraladığım arabanın bagajına poşetleri koyup, yemek yiyecek bir yer bulmak adına arabayı sürmeyi başladım. "Ne yiyelim bebeğim?" Dudağını 'bilmem' dercesine büzünce elini tuttum. Sadece şakaklarından değil, bütün bedeninden anılarını, isteklerini görebiliyordum. Sadece normalden biraz daha zor oluyordu. "Sushi yiyelim mi?" Sushi istiyordu, görebiliyordum. Dişlerinin tamamı görününceye kadar açıp gülümsedi ve kafası ile beni onayladı. "Aklımdan tam da o geçiyordu, biliyor musun?" Biliyorum tatlım. Heyecanlı yüzüne bakıp gülümsedim. "Aslında bana bugün yemek yapma sözün vardı." Doğru ya, yemeklerimi övüp, şov için ona yapacağımı söylemiştim. Aptal kafam. Bir anda gerilince gözlerimi yola geri çevirdim. Ben ölmezdim ancak o ölebilirdi. Eve gelebildiğimizde, içimdeki gerginlik de sona erdi. Onun ölümü, daha doğrusu onu öldürme düşüncesi beni ciddi anlamda germişti. Derin bir nefes alıp sakinleştim. Aslında şuan Lavinia olarak yaşamam benim ve etrafımdakiler için sıkıntıydı. Beni geren sebep aslında buydu. Kameralara yakalanmış olabilirdim. Beni arayan insanlar olabilirdi. Bu da etrafımdakileri ve kendimi tehlikeye atmak oluyordu. Ancak biraz eğlenmek istiyordum. Özgür bir şekilde yaşamak ve özlediğim bu bedenin bir süreliğine tadını çıkarmak... "Hey! Bagajdaki malzemeleri unuttuk." Elimi alnıma vurarak geri döndüm. Bu kadar yıl yaşayan birinin ne kadar zeki olması gerekir? Dünyanın en güçlü ve zeki varlığı olarak bu kadar basit şeyleri unutabiliyordum. Can sıkıcı bir durumdu. Eşyaları alarak eve girdim ve kendimi koltukların birisine fırlattım. Buradan uzaklaşmak ve tadını çıkarmak isteyebilirdim ancak Alicia ne kadar bu sıralar Carlo'yu görmek istemiyorsa, benim de o kadar umurumda değildi. Ne de olsa ona aşık olan ben değildim ve aynı şekilde aldatılan da ben olmuyordum. Yine de sonuçta benim kullandığım, ayakta tuttuğum kişiye yapmıştı bu iğrençliği ve içimden bir ses onu öldürmemi söylüyordu. Tabi bu sefer Alicia üzülecek, ona da unutturma ihtimalim olmayacaktı. Neyse ne! Ben bir şekilde bu yaptığına onu pişman edecektim. Yaşamak için yalvarmasını sağlayacaktım. O zaman gerçekten keyifle gülebilirdim. Dediğim gibi buradan gidip, sakin ve güzel bir tatil yapabilirdik Ursula ile. Ama o istemiyordu nedense. Bende pek üstüne durmadım ve neden istemediğini araştırmadım. Şu an onun, bir artı bir evindeydik ve olabildiğince rahattım. Öz güvenim sağ olsun, istediğim her yerde, istediğim gibi dolaşmamı sağlıyordu. Bu yüzden biraz olsa da gerilsem de, insan içindeyken kendimi saklama gereksinimi duymuyordum. "Tatlım, bugün yemeği sen yapıyordun, hatırlıyorsun değil mi?" Bana doğru eğilip yanaklarıma teker teker öpücük kondurdu. Gülümsedim. Yapmak istemiyordum ama yine de kalktım ve mutfağa geçtim. "Aslında... hala sushi yiyebiliriz." Güzel bir kaçış yöntemiydi. Gözlerini devirince, pek de işe yaradığını söyleyemem. "Ben senin yemeklerinin tadına bakmak istiyorum ama..." Nazlı nazlı yanıma yaklaşıp yakalarımdan tuttu. Beni kendine çekip dudaklarımı ıslak öptü. Dudağımın bir kenarı ile gülümsedim. "Yemeği erteleyebiliriz aslında." Alttan, tatlı ve seksi olduğunu düşündüğüm bir bakış attım. Aynı şekilde bakarak tekrardan öptü ama sonradan ellerini çekti ve beni mutfağa doğru ittirmeye başladı. "Hayır, kaytaramazsın!" Bunun için söylememiştim ama... "İyi be!" Kollarımı sıvadım. Aslında üzerimde sıfır kollu bir tişört vardı ve bunu neden yaptığımı düşünmeyecektim. Bakışlarım makarna paketine doğru kayınca başını sağa, sola salladı. "Kolaya kaçmak yok." Derin bir nefes aldım ve telefondan tarif aramaya koyuldum. En sonunda hoşuma giden bir şey olunca durdum. Alicia güzel yemek yapabilme özelliğini genlerinden değil, benden alıyordu. Uzun uğraşları sonucunda çıkarttığım sonuç ağzımdaki bütün suların akmasına sebep oluyordu. Keyifle gülümsedim ve masayı hazırladım. Bir an önce yemek yeyip, orijinal yemeğim için ava çıkmalıydım. Aslında ihtiyacım yoktu ancak keyfim bunu yapmak istiyordu. *** "Gel pisi pisi!" Önümde bacağını yaraladığım, elinden geldiğince koşmaya çalışan ama acısından sadece tekleyen bir adam vardı. Kadın cinayetinden aranıyordu. Hapishanede çürüyeceğini ben çürüteyim onu, değil mi? Hem uzun sürmez. "E hadi ama... yoruyorsun beni." Terk edilmiş bir inşaat alanındaydık ve arkasında sadece yürüyordum. Koşsam, onun tek adımı ile bütün binayı turlardım ancak bu şekilde daha da korku veriyordum. "Bebeğim, sen kadınları öldüren bir adamsın. Benden korkamazsın." Sesli bir kahkaha attım. Dediklerimi duyuyor, ancak cevap vermeye korkuyordu. Kendisi de biliyordu yaptığının ne kadar büyük bir şey olduğunu ve yalvarsa işe yaramayacağını anlamıştı belki de. "Yeter bu kadar!" Önüne doğru hızla koştum ve durdum. O hızımı göremeyecek kadar aciz bir yaratıktı ve beni gördüğü an yerle bir bütün olması saniyeler sürmemişti. Her yeri kan doluydu ve ilk defa kandan iğreniyordum şu an. O kadar iğrençti ki, hayatım boyunca gördüğüm en berbat şey olabilirdi. Ne de olsa insanın içi, dışına da yansırmış. "Anlat bakalım. Nasıl yaptın?" Sustu. "ANLAT!" Ağlamaya başladı ve sonunda siktiğimin çenesini açmaya karar verdi. "Ben işsiz güçsüz bir adamım. Bir ailem var. Karım hayatının en büyük hatasını yaparak benimle evlendi. Ona çok güzel vaatler verdim, mutlu edeceğimi söyledim. İnandı. Evlendik. İlk bir kaç ay boyunca sadece tartışmalarımız vardı. Çünkü işsizdim ve eve her gün sarhoş geliyordum. Sonra o kafayla küçük sebeplerden dolayı onu dövmeye başladım. Bir kızımız oldu. Nefret ettim ondan." Sustu ve derin bir nefes aldı. Bunları emrim ile anlatıyordu. Bu yüzden ne kadar korktuğu yüzünden belli oluyordu. "Sonra bir gün, ev yine sefil bir şekilde, eşim bir şey olmadığı için makarna yapmış. Benim kafam çok iyi. Evin bu halde olması benim yüzümden olmasına rağmen, onu dövdüm. O da bana karşı çıktı. Dayanamadım ve mutfaktan aldığım bir bıçak ile her yerinden bıçakladım. Lanet olsun ki pişman olmadım! Hoşuma gitti ve kızımı da öldürdüm. Bu şekilde kadınları kandırıyor, evime alıyor ve onları öldürüyordum." Gözlerim doldu. Bende öldürüyordum, ancak dünyayı sadece kirletmek isteyen, bu adam gibi insanları. Masum insanlara, bir de kadınlara, bebeklere, çocuklara nasıl kıyabilirdi ki bin insan. "Nasıl yaptın lan vicdansız?" İçimdeki öfke o kadar çok büyümüştü ki, onu öldürmemek için elim ayağım titriyordu. "Gözümü kırpmadan." Bu artık benim için son cümle olmuştu. Kendimi sakinleştirdim. Göz yaşlarımı silip, karşısında dimdik bir şekilde durdum. Gözlerim altın sarısı rengini aldı, damarlarım belirginleşti ama her zamankinden daha çok. Tırnaklarım ve parmaklarım uzadı. Saçlarım yavaş yavaş havalanırken, bedenimde ona ayak uydurmaya başladı. Ten rengim de koyulaştıktan sonra ifadesiz bir şekilde adama baktım. Ellerimi ona doğru uzatıp, vücudundaki bütün kılların teker teker yerlerinden çıktığını düşündüm. Çığlıkları gürültülü ama derin değildi. Daha fazlası lazımdı. Elimi ellerine doğru uzatıp, tırnaklarının teker teker ve yavaş yavaş çıktığını düşündüm. Derinleşti ancak yeterli değildi. Kenarda gördüğüm bir demir çubuğa doğru uzattım elimi ve onun penisine saplandığını düşündüm. Bu sefer gerçekten derindi çığlıklar ama bununla yetinmeyecektim. Derilerinin bedeninden ayrıldığını, kemiklerinin kırıldığını, kalbinin sıkıldığını, nefesinin kesildiğini düşündüm. Hepsini sırayla ve yavaşça. Ölmemesi için yavaşça. En sonunda ölüm için yalvardı. Son dileğini gerçekleştirmekten zarar gelmezdi. Etrafında ateşler çıkmaya başladığında, "hayır, HAYIR!" diye bağırmaya başladı. Gülümsedim ve kendi halime geri döndüm. Arkamı dönüp çıkışa doğru yürümeye başladım ve her adımımda alevleri ona yaklaştırdım. Çığlıkları binada yankılanırken, çıkışa geldiğimde kesildi ve siyah kelebekler, benimle birlikte çıktı. Bitmişti. Bir piç kurusu daha dünyadan yok olmuştu. İz bırakmadan. Alevler o ölünce yok oldu. Sadece gösteriydi. Ateş yoktu ve psikolojik olarak yandığını hissederek, ölmüştü. Hadi ama, üstüm is kokabilirdi. Gülümsedim ve sweetimin şapkasını takarak yürümeye devam ettim. BölümSonu
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE