TELAFİ

1642 Kelimeler
Kerim(ATEŞ) Bütün yolculuk boyunca Duru’yu düşündüm. Her hâli tek tek gözümün önünden geçiyordu: gülüşü, bakışı, neşesi, güzelliği, masumiyeti… Henüz onu kızarken görmemiştim; o hâlini bile merak ediyordum. Evet, Duru içimde bir yer edinmişti. Bunu artık kendime inkar edemiyor, kendimi kandırmıyordum. Ama bu, intikam planlarımı hiç değiştirmedi; aksine, annemin yaşadığı krizden sonra daha da bilenip kökleşti. İntikamımı almadan asla durmayacaktım. Ve artık bir şeyi çok iyi biliyordum: bu işin sonunda üzülen tek taraf olmayacaktı. Ben de bir şey yitirecektim; ama ben zaten bu uğurda çok şey feda etmiştim. Bundan sonra feda edeceklerim beni korkutmuyordu. İntikamımı aldığımda, babamın mezarına başım dik bir şekilde gidebilecektim.Bu, hayattaki tek gayemdi. Her şeyi düşünmüştüm; planımı en ince ayrıntısına kadar kurmuştum. Artık dönüş yoktu. Sadece Duru’nun yanında, onun varlığında kendime nefes almak için izin veriyordum, çünkü biliyordum ki işler bitince o nefese muhtaç olacaktım. Uçak, Finlandiya semalarında süzülüp inişe hazırlanırken son kez Duru’nun gözleri geldi aklıma. Birkaç saat sonra o gözlerde kaybolacaktım. Uçaktan indik, arabaya bindik. “Tan, evdeki hazırlıklar tamam mı?” diye sordum. “Tamam abi. Çocuklar evi ayarlamış,” dedi, gülümseyerek. “Duru bayılacak.” “Sen bu kızı bayağı benimsedin ha.” “Abi, yalan yok; yanlış anlamada, bu kızla bir bağım varmış gibi hissediyorum. Çok temiz, iyi bir kız. Hâlâ onun o piçin kızı olduğuna inanasım gelmiyor.” “Ben de istemezdim Esat’ın kızı olmasını, ama ne yazık ki duru onun kızı ve ne yazık ki bu gerçeği hiçbir şey değiştiremiyor..” Abi çok üzüle… Tan’ın cümlesini bitirmesine izin verdim. Bunları konuştuk; Tan yeniden başlama diye kestirip attım. “Tamam abi, sustum,” dedi. O sırada telefonumu çıkarıp Duru’yu aradım. “Güzelim, nasılsın?” dedim. “Kerim, iyiyim,” diye cevapladı neşeli sesiyle. “Sadece seni çok özledim.” “Birkaç gün, Duru. İşlerimi toparlayıp geleceğim. Bana biraz müsaade et.” “Özür dilerim, seni sıkboğaz etmek istemiyorum ama seni çok özlüyorum.” “Ben de, güzelim. Ben de.” “Duru, senden bir ricam var,” dedim, gönlüm titreyerek. “Bizim evimize gelebilir misin?” bu cümleden sonra bir süre sessizlik oldu. Kurduğum cümleye şaşırdığını tahmin edebiliyordum. “ Bizim ev dedi kekeleyerek. Sonra kendini toparlayıp, Olur, ama neden?” “Çok önemli bir dosyayı evde unutmuşum. Yarın toplantım var ve dosyanın bir kopyası da mevcut değil. Bana birkaç saat içinde fotoğraflarını atabilirsen çok yardımcı olursun.” “Tamam, hemen eve geçerim ama anahtarım yok,” dedi masum prensesim. “Ben tam bir aptalım, sana anahtar bırakmayı unuttum. Ama sen yine de eve geç; güvenliği arayıp sana giriş kartı vermelerini söyleyeceğim.” “Tamam Kerim, hemen çıkıyorum. Seni seviyorum,” deyip telefonu kapattı. Tan bana baktı: “Abi, pes çok rahat yalan söylüyorsun.” Elimle ensesine bir şaplak attım. “Bunlar pembe yalanlar, abartma,” dedim ama kalbim şimdiden hızla atmaya başlamıştı. Duru’yu çok özlemiştim; çok kısa bir süre sonra onun beni büyüleyen kokusunda nefes alacaktım. Duru Babam gittikten sonra kendimi inanılmaz derecede yalnız hissettim. Artık onlardan uzakta olmayı asla istemiyordum. Kerim gideli neredeyse on gün olmuştu, ve ben bu on günde onu deli gibi özlemiştim. Hatta bir çılgınlık yapıp yanına gitmeyi bile düşündüm ama şu sıralar çok yoğun olduğunu bildiğim için, kafasını daha fazla karıştırmak istemedim. Babamdan sonra Anna yanıma gelmişti.. Dünden beri onunlaydım, iyi ki de vardı. Efkarlanıp üzülmeme hiç fırsat vermiyordu. Anna harika bir arkadaştı… Ama onun da ailesinden yana yaraları olduğunu biliyordum. Bu konuları hiç açmak istemediği için, tam olarak ne yaşadığını asla öğrenemedim. Yine de biliyordum; bir gün bana her şeyi anlatacaktı. Sadece zamana ihtiyacı vardı. Onunla televizyon izlerken telefonum çaldı. Bu, Kerim’in aramasıydı. Çünkü ona özel bir arama melodisi seçmiştim. Kalbim hızla çarpmaya başladı, heyecanla telefonu elime aldım. “Kerim!” dedim büyük bir mutlulukla. Karşıdan onun sesini duyunca, kalbim sanki koşuya çıkmış gibi hızlandı. Bu adam kilometrelerce uzakta olsa bile beni benden alabiliyordu. Kerim, evinde unuttuğu bir dosyayı bana gönderir misin diye rica ettiğinde, hemen kalkıp hazırlanmaya başladım. “Hey, nereye gidiyorsun? Beni evde bırakıp?” dedi Anna gülerek. “Kerim’in evinde unuttuğu bir dosya varmış, onu gönderip hemen döneceğim. Çok uzun sürmez.” “Ne zaman geliyormuş senin taş?” dedi muzip bir ifadeyle. Gülümsedim. “Birkaç gün içinde geleceğini söyledi.” “Birbirinizden ayrı kalamıyorsunuz.” “Anna, onu çok seviyorum,” dedim içtenlikle. “Ve inan, artık Türkiye’ye en kısa zamanda dönmeyi eskisinden çok daha fazla istiyorum. Ama…” dedim gözlerimi ona çevirip, “beni üzen tek şey, sizi burada bırakacak olmam.” “Üzülme,” dedi Anna. “Sık sık gelip gideriz. Mesafeler engel değil.” “Duru, senin taşın yanındaki kayada gelecek miymiş?” diye sordu, göz kırparak. Bir kahkaha attım. “Anna, ciddi misin?” “Evet güzelim, harika bir parça o, tadına bakmak istiyorum,” dedi şakacı bir şekilde. “Bence gelecektir ama Kerim Tan’la ilgili bir şey söylemedi,” deyip yanağından öptüm ve hızlıca evden çıktım. Yol bu defa çok uzun geldi. Trafik vardı ama asıl neden bu değildi… Sanki eve değil de Kerim’e gidiyormuşum gibi heyecanlıydım. Onun kokusunun sindiği o eve gidecek olmak bile içimi kıpır kıpır yapıyordu. Kerim’le ilgili her şey beni heyecanlandırıyordu zaten. Oturduğu rezidansa vardığımda girişteki görevliye durumu anlattım. Hemen yedek giriş kartını verdiler. Kerim yirminci katta oturuyordu. Asansördeyken içimde anlamlandıramadığım bir telaş vardı. Kapıyı kartla açıp içeriye yavaşça girdim. Zifiri bir karanlık karşıladı beni. Işığı yakmak için elimi uzattım ve o anda arkamı dönünce nefesim kesildi. Salonun her yerinde canlı papatyalar vardı… Beyaz ve sarı balonlar havada süzülüyordu. Harika hazırlanmış bir masa… Ve beni en çok büyüleyen şey, masanın hemen önünde beyaz gömleği ve krem pantolonuyla, bana gülümseyen Kerim’di. Bir an hayal gördüğümü sandım. Kendimi toparlayıp gördüklerimin gerçek olduğunu anlayınca, yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı ve koşup boynuna sarıldım. O da aynı özlemle beni kollarına aldı. “Kerim…” dedim, başımı boynuna gömüp kokusunu içime çekerken. Burada olduğuna inanabilmek için gözlerimi kapadım. “Güzelim… Seni çok ama çok özledim,” dedi ve saçlarıma öpücükler kondurdu. “Doğum gününde yanında olamadığım için özür dilerim,” dedi sonra, “bu da telafisi olsun, güzelim.” Ve dudaklarıma kapandı. Büyük bir açlıkla öpüyordu beni. Ben de aynı arzuyla karşılık verdim. Dili ağzıma girip dilimle dans etmeye başladığında, içimden bir kıvılcım geçti sanki. Her saniye öpücüğü daha da derinleşti. Bir süre sonra dudaklarımdan ayrılıp alnını alnıma dayadı. Nefesi titrek ve sıcaktı. “Duru… Seni çok özledim, güzelim. Sensizliğe, mesafelere artık dayanamıyorum,” dedi içten bir sesle. “Ben de seni çok özledim, Kerim,” dedim ve gözümden bir damla yaş süzüldü. Kerim o yaş damlasını dudağıyla yakalayıp gözlerimden öptü, sonra yeniden sarıldı. Uzun bir süre, sadece birbirimizi hissettik. Sonra beni kendinden ayırıp sordu: “Beğendin mi sürprizimi?” “Kerim… Beğenmek ne kelime, bayıldım! Her şey harika görünüyor.” Gülümsedi. “Aslında kafamda farklı şeyler vardı ama benim güzelim çiçeklerin koparılmasını sevmiyor,” dedi ve saksılardaki papatyaları gösterdi. Hiçbiri koparılmamıştı. Sonra etrafa bakıp devam etti: “Gösterişi, abartıyı da sevmiyor,” dedi. Ev o kadar sade ama bir o kadar da zarif süslenmişti ki, resmen bayıldım. “Ve son olarak,” dedi Kerim, “o kadar masum ki, onu anlatacak en güzel renk beyaz olurdu.” Etraf bembeyazdı. Beyazın saflığına, sarının sıcaklığı karışmıştı. Hatta Kerim bile konsepte uygun giyinmişti; beyaz gömleği ve krem pantolonuyla mükemmel görünüyordu. Her şey kusursuzdu benim için. Uzanıp üzerimdeki ince montumu çıkardı. Artık havalar iyiydi, nisan ortalarıydı. Aceleyle çıktığım için beyaz bir şort ve üzerine beyaz bir crop giymiştim. Kerim beni baştan aşağı süzüp hafifçe kaşlarını kaldırdı. “Harika görünüyorsun… ama bu şort biraz kısa değil mi?” dedi gülümseyerek. “Evden apar topar çıktım, arabayla geldiğim için rahat giyindim,” dedim utanarak. “Kerim, her şey harika. Gerçekten çok güzel…” dedim ve sarılıp bu kez ben dudaklarına uzandım. “Biraz acele oldu, güzelim,” dedi mahcup bir sesle. “Saçmalama,” dedim gülerek. “Senin buraya gelmen zaten benim için en büyük hediye. Bir de üstüne bu güzellikleri benim için hazırlamışsın… Sen harika bir adamsın. Kerim Beni masaya yönlendirip oturmam için sandalyemi çekti. Masadaki her şey enfes görünüyordu. Kerim, karşıma oturmadan önce romantik bir müzik açtı, ışıkları kıstı ve ardından mumları yaktı. Her şey bir hayal gibiydi… Ve en önemlisi, Kerim yanımdaydı. “Nasıl geçti yolculuğun?” diye sordum. “Güzel,” dedi, gülümseyerek. “Sana gelen bütün yollar bana hep güzel geliyor.” Gülümsedim. “Annen nasıl, her şey yolunda mı?” “İyi, güzellim. Merak etme, her şey harika gidiyor. Ve çok kısa bir zaman sonra… hayatımız da çok büyük değişiklikler olacak,” dedi, göz kırparak. Bir süre sessizlik içinde yemeklerimizi yedik. Yalnızca fondaki müziğin sesi, mum ışıklarının dans eden gölgeleriyle birleşiyordu. Bir süre sonra Kerim, üzerinde beyaz papatya figürleri olan küçük bir doğum günü pastası getirdi. Mumları birlikte üfledik. Bu yılki dileğim, Kerim’in hep yanımda olmasıydı. O, benim masalımın kahramanıydı. Ellerini bana uzattı. “Benimle dans eder misin, masum prensesim?” dedi. Hemen ellerini sımsıkı tuttum. “Büyük bir zevkle,” dedim. Ve dans etmeye başladık… Birbirimize sıkı sıkı sarılmıştık. Müziğin ritmiyle değil, kalplerimizin aynı anda atan sesiyle hareket ediyorduk. “Kerim…” dedim. “Söyle, güzelim,” dedi yumuşak bir sesle. “Sen benim masalımın kahramanısın… ve iyi ki varsın.” Gözlerinin içine baktığımda bir anda içlerinden bir hüzün geçti. Hiçbir şey söylemedi. Sadece beni daha sıkı sardı. “Duru,” dedi kısık bir sesle, “sen benim için çok özelsin, bunu bil. Bir gün seni üzersem…” “Kerim,” dedim, sözünü keserek. “Sen beni üzmezsin. Ben senin yanında hayatımın en güzel günlerini yaşıyorum.” Bir an durdu. “Duru… gözlerini kapatır mısın, güzelim?” dedi. “Tamam,” dedim ve yavaşça gözlerimi kapattım. Saçlarımı bir kenara topladığını hissettim. Ardından arkamdan boynuma bir şey taktığını fark ettim. “Şimdi gözlerini açar mısın, güzelim?” dedi. Gözlerimi açtığımda boynumda zarif, ışıl ışıl bir kolye parlıyordu. Bugüne kadar gördüğüm en güzel şeydi… Kolyeyi tutup fısıldadım: “ATEŞ…” Kerim başını kaldırdı. “Efendim?” dedi. Bir an göz göze geldik. İkimizin yüzünde de aynı şaşkınlık vardı….
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE