ALTINCI BÖLÜM

4656 Kelimeler
 Sabah erkenden Demirhan malikânesine gitmiştik. Dünden beri hiçbir şey yememiştim ama tuhaf bir şekilde aç da hissetmiyordum kendimi. Geç vakitte kadar orada kalmış ancak gece eve geri dönmüştük. Bu gün cenaze defnedilecekti. Bu yüzden erkenden yardıma gitmek için hazırlanmıştık. Aynen hissettiğimiz gibi simsiyah kıyafetler giyerek yasımızı gün yüzüne çıkardık. Gözlerim sızlıyordu. Kızarmış hatta şişmiş olduğuna bile emindim. Ancak bu henüz başlangıçtı. Ferhat Beyin yokluğu her geçen gün daha fazla hissedilecekti. Hala kimse doğru dürüst öldüğüne inanmıyordu. Bu yüzden tam olarak acımızı yaşayamıyorduk. Babam araba kullanmayı bilmezdi. Şimdiye kadar hiç ihtiyacı olmamıştı. Ancak ilk defa bu gün araba kullanmadığı için kendine kızdığını görüyordum. Bunda geç gelen taksinin büyük etkisi vardı. Sonunda malikâneye vardığımızda, düne oranla büyük bir karabalığın bizi beklediğini görmüştüm. Ferhat Beyin artık aramızda olmadığını duymayan kalmamıştı. Bu durumu biraz daha gerçekçi kılmıştı. Gözümü zorlayan gözyaşlarını geri göndererek açık bırakılmış kapıdan içeriye girdik. İğne atsa yere düşmezdi. Öğleyin cenazeyi aile mezarlığına defnedeceklerdi. O zamana kadar eş dost, akraba eve gelip taziyelerini iletmek istemişti. Geniş salona girdiğimde gözlerim onca karabalık arasında babaanneyi arıyordu. Ona dikkat edilmesi gerekiyordu. Bu karmaşa içinde onu unutmaları olağandı. İlaçlarını almamış olabilirdi. Bu acının içinde ona bir şey olmasına kimse dayanamazdı. Bir eve iki acı fazla gelirdi. Sağa sola bakınıp durdum. Ancak onu burada görememiştim. Ağlamaktan bitap düşmüş Elif ablanın yanına gidip, onunla görüştükten sonra babaannenin yerini öğrendim. Mutfaktan on yemesi için bir tepsi hazırladım ve ilaçlarıyla birlikte odasına çıktım. Bu kez yatağında uzanmıyordu. Yatağın kenarına oturmuş elinde tuttuğu resme bakıp duruyordu. Sesli olarak ağlamasa da sessizce gözyaşı döktüğüne emindim. Kapıyı tıklatarak onun dikkatini çekmeye çalıştım. Ama bana bakmamıştı bile. “ Babaanne.” Dedim bu kez dikkatini çekebilmeyi umarak. Bu kez işe aramıştı. Baktığı resimden başını kaldırıp nemli gözlerle bana bakmaya başladı. “ Yakutum, sen mi geldin?” diye sordu acılı bir şekilde. Ağlamadığını düşünmek hataydı. Aksine o kadar çok ağlamıştı ki, biraz daha ağlayacak yaşı kalmamıştı. Yanına yaklaşıp tepsiyi komedinin üzerine bıraktım ve önünde diz çöktüm. “ Sana demiştim değil mi? Benden kurtuluşun yok. Şimdi birkaç lokma yiyecek ve ilaçlarını içeceksin. Tamam mı?” diye sordum ağlamaklı bir sesle. Bu gün ağlamayacağıma dair kendime verdiğim sözü tutmak oldukça zor olacaktı. Özellikle ağlayan insanların yanında. Titreyen elini bana doğru uzatıp yüzüme dokundu. “ Güzel kızım benim…” dedi elleri gibi titrek çıkan bir sesle. “ Tamam, ver yiyeceğim.” Gülümsemeye zorladım kendimi. Sonrada uzanıp tepsiyi elime aldım ve yatağa hemen yanına oturdum. Dün yaptığım gibi birkaç lokma yemesini sağladıktan sonra zorlandığını anladığım yerde bıraktım. İlaçlarını uzatıp içmesini bekledikten sonra, tepsiyle birlikte ayağa kalktım. O da yeniden Ferhat Beyin resmine bakmaya başlamıştı. Bundan sonra onu görebilmek için bakabileceği resmine…  Boğazıma oturan yumruyu yok saydım.“ Ben alt kata iniyorum babaanne. Misafirler oldukça fazla. Diğerlerine yardım etsem iyi olacak.” “ Beni de alt kata indirir misin?” diye sordu. Elimdeki tepsiyi komedinin üzerine bırakıp, yatağa yaklaşıp koluna girdim. Bana zorluk çıkaracak kadar kendini bırakmamıştı. Bu yüzden onu alt kata indirmem de kolay olmuştu. Kabalık babaanneyi gördüğünde, ilk toparlanıp babaanneye ver veren Sevgi teyze olmuştu. Aile bireyleri arasında en iyi durumda olan oydu. Ferhat Bey için üzüldüğünü biliyordum ama babaanne gibi, Ahmet amca gibi, Evren gibi, Elif abla gibi değildi. Annem kadar üzgündü. Dışarıdan biri gibi… Onu görünce kan bağının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görmüştüm. Ve o an aklıma Ferhat Beyin kan bağıyla bağlı olduğu ama henüz ortalarda görünmeyen biricik oğlu gelmişti. Kim bilir ne haldeydi? Dün ki konuşmamızdan sonra ne yaptığını deli gibi merak ediyordum. Üzülmüş müydü? Gelmek için çabalamış mıydı? Yolda olabilir miydi? Birçok soru aklımda dönüp duruyordu. Ancak düşüncelerimi doğrulayacak bir hamlede henüz bulunmamıştı. Ben onu aradıktan sonra geri aradığını duymamıştım. Arasaydı muhakkak lafı geçerdi. Ama kimse onun adını bile ağzına almamıştı. Babaanneyi emin ellere bırakıp bahçeye çıktım. Ferhat Beye bu kadarını borçluydum. Onu ebediyete uğurlarken oğluyla son kez vedalaşma hakkı vermek istiyordum. Bu yüzden Evren’le konuşmam gerekiyordu. Ona dün Yiğit’i aradığımı söylemem gerekiyordu. Eminim aklına gelseydi kendisi de bunu yapardı. Ancak acısı yüzünden hiçbir şeyi umursayacak halde değildi. Bahçede onu bulup kenara çektim. Gözünde kocaman çerçeveli siyah gözlükler vardı.  Bunu sırf gösteriş olsun diye yapmadığına emindim. Zaten yanıma gelir gelmez çıkarmasından nedenini de anlamıştım. Kızarmış gözlerini yüzüme çevirdiğinde kötü hissetmiştim. O ne derdindeydi ben ona ne söylemek istiyordum. Ancak bunu yapmam gerektiğini hissediyordum.  Ama yine de söylemem gerekiyordu.“ Söylemem gereken bir şey var. Zamanı değil farkındayım ama…” “ Söyle Yakut… Önemli bir şey gibi görünüyor.” Dedi düz bir sesle. “ Ben dün Ferhat Beyin telefonundan oğlunu aradım.” İfadesiz yüzü aniden şok olmuş bir şekle girerken bir süre durup ona bunu sindirme izni verdim. İki parmağıyla burnunun kemerini tutup yere doğru baktığında, fazla ileriye gittiğimi bile düşünmüştüm. Bu yüzden biraz pişman olmuştum. Yapmasa mıydım acaba? Yüzündeki elini indirip kolumdan aniden kavradığında kendimi bir anda ona yaslanmış bir halde bulmuştum. Azar bekleyen biri olarak bu hareket oldukça garipti. “ Yakut gerçekten iyi ki varsın. Biz telaşla her şeyi unuttuk. Çok iyi yaptın. “ Rahat bir nefes almıştım. Bunu duyduğum için mutlu olmuştum. “ Bir an kızacaksın sanmıştım” diye itiraf ettim. “ Her şeye burnumu sokma huyum yüzünden yine bir çuval inciri berbat ettim diye düşünmüştüm.” Kendine yasladığı gibi aniden geri çekildiğinde ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. “ Seninle konuştu mu? Büyük olasılıkla konuşturmamıştır bile. Konuşturmadı değil mi?” diye sordu ceketinin cebinden bir şeyler çıkarmaya çalışırken. Konuşmamız aklıma gelince gayet net bir şekilde konuştuğumuzu hatırladım. Hatta bana… Bu kelime için onu öldürebilirdim. “ Konuştuk sayılmaz pek.” Diye itiraf ettim. Normal bir şekilde konuştuğumuz söylenemezdi. Kendi kendine uydurduğu düşünceleri ve ithamları arasında ona olan biteni anlatmaya çalışırken oldukça zorlanmıştım.  Başını anladığını gösterecek şekilde salladı. O kibirli adam için normal bir davranış gibi duruyordu. Beni konuşturmadığını ben söylemeden tahmin ettiğine göre normal hali o şekildeydi. “Sana geleceğini söyledi mi?” dedi telefonu kulağına götürürken. Bu soruyu bir süre düşündüm. İthamları arasında geleceğine dair bir cümle çıkmamıştı ağzından. Babasının öldüğünü söylediğimde sadece susmuş ve beni dinlemişti. Sonrada bir şey söylemeden yüzüme kapatmıştı. Buna cevap olarak başımı iki yana salladım. “ Ulaşılamıyor. Sanırım telefonunu kapatmış. Lanet olsun böyle bir durumda yapılacak iş mi bu?” “ Geliyor olamaz mı?” diye sordum merakla. Babası ölmüştü. Yolda olması kadar doğal bir şey olamazdı. Ancak Evren’in ifadesine bakılırsa öyle bir şeyin olması pek de olası değildi. Nasıl bir adamdı hala anlayabilmiş değildim. Ben yakınları babasının vefatına bile gelme olasılığı olmadığını düşünüyordu. “ Bu anca mucize olur Yakut. Sadece mucize…” Diyecek bir şey yoktu. Evren’den iyi tanımıyordum onu sonuçta. Hatta hiç tanımıyordum. Telefonda bir kez konuştuk diye tanışmış oluyorduk. Bu yüzden başka bir açıklama yapmadan yeniden eve döndüm. Öğle vakti geldiğinde cenazeyi defnetmek için aile mezarlığına gidildiğinde ben babaanne ile birlikte evde kalmıştım. Babaanne son anda rahatsızlandığı için gidememiş ve yanında biri kalması gerektiği için geride kalmıştım. Zaten gömülme anını görmek istediğim de söylenemezdi. Ferhat Beyi en son gördüğüm şekilde hatırlamak istiyordum. Keyifli, güler yüzlü halde. Beyazla içinde görmek istemiyordum. Çünkü bu ani ölümü hala kabullenebilmiş değildim. Hala şaka olduğunu, birazdan eve döneceğini düşünüyordum. Ama en mantıklı yanım bunun bir şaka olmadığını söyleyip duruyordu. Babaanneye yemeğini yedirip ilaçlarını içirdikten sonra odaya çıkması için eşlik ettim. Yaşlı bedeninin bu kadar büyük bir acıya dayanması kolay değildi elbette. Dinlenmesi, hazmetmesi gerekiyordu. Bu yüzden karabalık eve geri dönene kadar dinlenmesi için yalnız bıraktım ve mutfağa giderek hazırlıklara yardım ettim. Bir anda gözümün aniden kararmasıyla mutfak tezgâhına tutunup düşmekten kurtulmuştum. Ancak bu kısa sürdüğü için toparlanmam da ona göre kısa sürmüştü. Yardımcı kızların uzattığı suyu alıp içmeye başladığımda, aç olduğumu bir kez daha hissetmiştim. Ancak yemek de istemiyordum. Böyle bir durumda bir şeyler yemek çok bencilce geliyordu şu an bana. “ Yakut hanım, bir şeyler yemelisiniz. Sabahtan beri hiç durmadınız. “ dedi kızlardan biri. Başımı olumsuz anlamda salladım. “ Gerek yok. Şimdi iyiyim. Siz helvayı hazırlamaya devam edin.” Dedim ancak yürümek için atmaya çalıştığım adım boşa çıktığında onarın haklı olduğunu anladım. Dünden beridir hiçbir şey yememiştim. Bedenim buna dayanamıyordu gördüğüm kadarıyla. Ancak onun için yapabileceğim bir şey yoktu. Tek lokma yeme isteğim yoktu. Üst kata çıkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra biraz daha kendime gelmiştim. Bu şekilde biraz daha idare edebilirdim sanırım. Alt kata inmeden babaannenin odasına uğrayıp durumunu kontrol ettim. Hala uyuyordu. Bu yüzden kapıyı sessizce kapatıp alt kata indim ve mutfağa girerek yardımcı oldum. Birazdan tüm karabalık gelecekti ve her şeyin sorunsuz bir şekilde hazır olmasını istiyordum. Bunlar, Ferhat Beyin ruhuna gidecekti. O yüzden daha fazla üzerine düşüyordum. Bana emek veren, bu günlere gelmemi sağlayan adam için hiç yoktan bu kadarını yapmayı kendime borç biliyordum. Bir saat geçmişti ki aradan dışarıdan araba sesleri gelmeye başlamıştı.  O zaman Ferhat Beyin defnedildiğini, artık bir daha aramızda olmayacağını tamamen anlamıştım. Bunlar şaka değildi. Gerçekten artık aramızda değildi. Buna alışmam biraz zaman alacaktı. Kızlardan biri kapıyı açmak için koştuğunda, ben de diğer kızla tabakları hazırlıyordum. Gümüş tepsiyi tezgâhın üzerine yerleştirip üç tabağı içine yerleştirip çatalları da yanına bıraktım. Sora da boynuma astığım şalı başıma kaldırıp düzelttim ve hem gelenleri karşılamak hem de helvaları dağıtmak için içeriye doğru yürümeye başladım. Annem Sevgi yengenin kolundayken ablam da Elif ablanın koluna girmiş bir şekilde salona giriyorlardı. Ancak giderken olduklarından daha iyi göründükleri de bir gerçekti. Onların ardından ben de salona girip,  oturmalarını bekledim. Sonrada elimdeki tepsiyi Sevgi yengeye doğru uzattım. “ Yenge bir tabak al. Ferhat beyin ruhuna gitsin.” “ Bu varoş adetlerini burada yapmasan olmaz mıydı? Bu evde şu an kimler var biliyor musun?” diye sordu dişlerinin arasından. Diğerlerinin duymaması için sessiz söyleme çalışmıştı ancak şu an içeride olan ona yakın kadın tüm söylediklerini duymuştu. Kendimi biraz kötü hissetmiştim evet ama Ferhat Bey için bu kadarına göz yumabilirdim. “ Sevgi!” diye seslenen güçlü sesi duyduğumda olduğum yerde şaşkınlıkla doğrulmuş ve arkama bakmıştım. Babaanne uyanmış ve tek başına salona gelmişti. Uyumak mı iyi gelmişti ilaçlar mı emin değildim. Ancak onu en son gördüğüm halinden daha güçlü görünüyordu. Bu beni mutlu etmişti. “ Söylenmeyi kes de oğlumun helvasını al. Bunlar sandığın gibi varoş adetleri değil. Bunlar bizim adetlerimiz. “ Sesindeki ton itiraz etmeye müsait değildi. Sevgi yenge de akıllı kadındı. Böyle bir zamanda babaanneyle ters düşmek istemezdi elbette. Bu yüzden itiraz etmeden tepsiye uzandı ve tabaklardan birini eline aldı.  Babaanne de yan tarafa gelip oturduğunda, gülümseyerek ona da bir tabak uzattım.  İkiletmeden uzanıp almıştı. Gözünün dolduğunu görebiliyordum ama ağlamamak konusunda kararlı görünüyordu. Bana sıcak bir gülümseme sunduğunda başımla ona karşılık verdim. İşte böyle olması gerekirdi Ferhat Beyin annesini. Son tabağı da Elif ablaya uzattım. Oda aldığında, yeni tabaklar için mutfağa yönelmiştim ki, annem önüme geçip yürümemi engelledi. “ Sen bir şeyler yedin mi? Dünden beridir bir lokma yemedin. Düşüp bayılacaksın şimdi?” Yalan söylemek için açtığım ağzımı “ Ayfer hanım, Yakut hanım hiçbir şey yemedi. Bir ara mutfakta gözü kardı. Söyledik ama… “ Sizi dinlemedi değil mi?” diye tamamladı annem delici bakışlarıyla beni süzerken. Beni iyi tanıyordu. “ Kızım, git bir şeyler ye. Zaten perişan oldun dünden beri koşturmaktan.” Babaannenin önüne geçip diz çöktüm. “ Şu servisi yapalım söz gidip bir şeyler yiyeceğim.” Dedim ve ayağa kalkıp itiraz etmelerine izin vermeden yürümeye başladım. Yeniden dolduğum tepsiyle salona gelip misafirlere kaldığım yerden devam ettim. Diğerleri de tepsilerle dağıttığından kısa sürede bitmişti. Sıra dışarıda duran erkeklere gelmişti. Ablam da bize eşlik etmek için mutfağa geldiğinde, kılardan birinin tepsisini alıp peşimizden bahçeye çıktı. Daha önce karşılaşmadığı onlarca yüzle karşılaşsam da aşina yüzleri de görmüyor değildim. Şirketten gelenler, Ferhat Beyin iş yaptığı kişiler hep buradaydı. İkinci tepsiyle dışarıya çıkarken birkaç saat önce yaşadığım göz kararması yeniden kendini göstermişti. Son anda kapıya tutunmayı başarmıştım. Bu tepsiyi de dağıttıktan sonra gidip bir şeyler yesem iyi olacaktı. Yoksa düşüp bayılacak gibiydim. Kendimi zorlayarak yeniden dışarıya çıktığımda,  almayanlara uzattığım tepsiye bir anda yan taraftan başka biri uzanmıştı. Gözlerim Murat’la karşılaştığında bir an şaşırmıştım. Ama bu bir taziye ziyareti olduğundan anormal bir durum olarak görmeme gerek yoktu.  Bu yüzden üzerinde durmadan kala tabakları başkalarına uzattım. Kapıya doğru yürürken Evren’in tanında daha önce görmediğim bir siluet görmüştüm. Hemen hemen Evren kadar uzun ve kalıplıydı. Buradan bakınca görünüş olarak birbirine oldukça fazla benzediklerini görebiliyordum. Ama yüzünü göremediğim için sima olarak da benzeyip benzemediği hakkında fikir yürütemiyordum. Ancak aynı koyu saçlar ve düzgün fiziği görünce sanki biri onu fotokopi makinesiyle çoğaltmış gibi hissetmişti. Üstelik aynı şekilde siyah takım elbiseler içinde gerçekten birbiriyle benzer görünüyorlardı. Onun kim olduğuna dair teoriler üretmeyi çok isterdim ancak kendim kötü hissederken bunu yapmam çok akıllıca görünmüyordu. Bu yüzden durmadan yürümeye devam etmiş ve içeriye girmiştim. Ancak mutfağın kapısında içeriye girme fırsatı bulamadan aynı göz kararması yeniden ortaya çıkmıştı. Ancak bu seferki geçici de durmuyordu. Çünkü sırtımdan aşağıya kayan soğuk terleri hissediyordum. Ayakta durabilmek için el yordamıyla duvarı bulmuştum. Ancak elimdeki gümüş tepsi parmaklarım arasından kaymıştı. En son duyduğum şey, gümüş tepsin yere düşen tok sesi ve annemin ve başka kim olduğunu anlamadığım birinin endişeli sesiydi. Kendimi sert bir yere çarpmayı beklerken yumuşak bir zeminde hissetmiştim ancak bilincim yüzünden ne olduğunu anlayamadan karanlığa gömülmüştüm. ***** “ Yakut…”  annemin sesini yeniden duyduğumda, gözlerimi açmaya zorladım. Bu sefer zor olmamıştı. Kolaylıkla gözlerim aralandığında, duvara yaslanmış bir halde değil de yatağa uzanmış bir halde bulmuştum kendimi. Hızla doğrulup beni izleyen meraklı yüzlere bakmaya başlamıştım. “ Bana ne oldu?” diye sordum misafir odasını incelerken. Buraya ne ara geldiğimi hatırlamıyordum. “Seni deli kız. Sana demedim mi bir şeyler ye diye?  Ne diye dinlemezsin beni?” annem endişeli tavrından sıyrılıp, kızgın haline bürünmüştü. Ona bu kez diyecek bir şeyim yoktu. Beni uyardığı ve onu dinlemediğim bir gerçekti. Yani suçluydum ve suçluyken susmam gerektiğini çok iyi biliyordum. Gözlerim ablama oradan da endişeli görünen Elif ablaya kaydığında suçluluğum bir kat daha artmıştı. “ Üzgünüm. Bunu tahmin etmemiştim.” Diyerek suçumu kabullendim. “ Korkuttun bizi Yakut.” Elif abla azarlamadan uzak bir sesle söylemişti. Zaten azarlamak isteseydi de bu haldeyken kızgın çıkmazdı sesi. “ Üzgünüm…” dedim. Sonra buraya gelme durumum aklıma geldiğinde “ Ben buraya nasıl geldim?” diye sordum. Yanımdaki kadınların beni buraya taşıyabilmesi kolay değildi. Ablam ayakucumdan kalkmış ve annemin yanına geçmişti. Onun sorumu yanıtlayacağını sanmıştım ancak o Elif ablaya bakmakla yetinmişti. “ Yiğit getirdi seni. Düşmeden önce oradaydı. Ne kadar büyük bir şans biliyor musun? Başını vurabilirdin.” Söylenen isim beni hazırlıksız yakalamıştı. Yiğit… Yiğit Demirhan... Ferhat Beyin oğlu… Bana metres diyen adam… Buraya geleceğine kimsenin ihtimal vermediği kişi meçhul evlat… Nezaketsiz züppe… O an Evren’in yanında ona tıpatıp benzeyen adamı hatırladım. Yüzünü görmemiştim ama fiziksel olarak ne kadar benzediklerini hatırlıyordum. O olmalıydı. Beni düşmeden önce kurtaran, buraya taşına kişi o olmalıydı. Ne yalan söyleyeyim bu ona olan merakımı arttırmıştı. Onu her daim merak ederdim ama bunca şeyden sonra üstelik beni taşıyan kişi olduğundan daha çok merak ediyordum. “ Ben iyiyim. Hadi inelim artık.” Ablam hemen yanıma gelip koluma girmişti. Yeniden düşmemden korktuğu çok açıktı. Bu yüzden daha fazla şansımı zorlamadan ona izin verdi. “ Önce bir şeyler yiyeceksin Yakut Hanım. Aksi takdirde seni eve yollarım duyuyor musun beni?” Çekingen bir şekilde Elif ablaya baktım. Böyle bir zamanda onlara daha fazla iş çıkarmaya hakkım yoktu.“ Tamam, iner inmez bir şeyler yiyeceğim. Benim için endişelenme sen.” Başıyla onayladığında, ona gülümsedim. Sonrada ablamın kolunda alt kata inerek doğrudan mutfağa girdim. Kızlar hiçbir şey sormadan önüme hazırlanmış bir tepsi koyduğunda, zaten benim için önceden hazırlıklı olduklarını anlamıştım. Onlar servis için içeriye gittiğine, ablam da annemin yanına gitmek için içeriye geçmiş ve beni mutfakta tek bırakmışlardı. Önüme konulan yemeği zorlukla yemeye çalıştım. Ancak yarısını bile yiyememiştim. Pes ederek sürahiye uzanıp bir bardak su doldurdum kendime. Ancak içmeme fırsat kalmadan başka bir el tarafından parmaklarım arasından alınmıştı. Ne olduğunu anlayamadığımdan şaşkınca yan tarafa dönüş ve bana sormadan bardağımı elimden alan kişiye baktım. Söylenmek için açtığım ağzım kısa bir görüntüyle kapanmıştı. Evren ve Murat da mutfağa giriş yapmışlardı. Bu gün daha fazla tuhaf olabilir miydi acaba? “ Yakut,” dedi Evren hemen yanıma gelirken. “ İyi misin?” Gözlerimi Murat’tan ayırmayı başardığımda, ona dönebilmiştim. “  İyiyim Evren bir şeyim yok.”  Yeni bir bardak almak için tezgâhın diğer tarafına geçtim ve çekmeceden başka bir bardak çıkardım. Sürahiden yeniden su doldurup dudaklarıma doğru götürdüm. Ancak içmeden önce durup beni izleyen üçlüye baktım. “ Su mu istiyorsunuz?” diye sordum. “ Aslında Murat susamıştı. Onun için gelmiştik buraya.” Diye açıkladı Evren. Elimdeki suyla dolu bardağı ikinci kez başka birine vermem gerekecekti. Ancak ikincisi kendi rızamla olacaktı. Bardağı Murat’a doğru uzattığımda, gülümseyerek aldı. “ En son ki konuşmamızdan sonra elinden su içeceğimi düşünmezdim.” Dedi sudan yudumlar alırken. Kendime yeni bir bardak çıkarıp doldurduğumda, bu kez de Evren’e uzattım. Ancak o başını iki yana sallayıp istemediğini belirtince memnuniyetle sudan bir yudum aldım. “ Bence şansını fazla zorlama. Şayet bu gün bir istisna.” Diye yanıtladım. İçtiğim bardağı tezgâhın üzerin bırakıp yürümeye başladım. Ancak o adamın gözlerini üzerimde hissettiğimden olsa gerek gerilmiştim. Yabancı biri tarafından bu denli açık bir şekilde süzülmek hoş bir durum değildi. Böyle bir zamanda misafir bile olsa bu kabalıktı. Yanından geçmek üzereyken durdum. Ancak bir saniye olsun gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Ne bakışlarını üzerimden çekiyordu ne de elindeki bardağı bırakmak için harekette bulunuyordu.” Yakut, seni amcamın oğluyla tanıştırayım.” Dedi Evren durumu yanlış anlayarak.  “ Yiğit Demirhan” “ Bu o mu?” diye sordum bakışlarım yumuşarken. Ferhat beyin oğluna dik dik bakmam doğru değildi. Özellikle babasını yeni kaybetmişken. Elimi kaldırıp ona uzattım.” Yakut Eren. Memnun oldum. Her ne…” Bir anda bana sırtını dönüp elindeki bardağı tezgâha bıraktı.  “ Evren çıkalım mı?” diye sordu ve hiçbir şey söylemeden elimi havada bırakarak mutfaktan çıktı.  Evren özür dileyen bakışlarını bana yönelttikten sonra bir şey söyleyemeden o adamın peşinden mutfaktan ayrıldı. Sinir ve şaşkınlık karışımı bir duyguyla havada kalan elime bakıyordum. Bu kendini beğenmiş adam fazla oluyordu artık. Ve benim sabrımı zorlamaktan keyif alıyor gibiydi. “ Sanırım yine baş başa kaldık.” Elimi indirip Murat’a baktım. “ Sen öyle san.” Dedim ve be de mutfaktan çıkmak için hamlede bulundum. Ancak mutfak kapısına benden daha yakın olduğu için yolumu kesmek konusunda oldukça hızlı davranabilmişti. Onunla oynamak için yeterli sabrım yoktu. Üstelik hala içerisi karabalıktı ve Ferhat Beyi defnetmemizin üzerinden kısa bir zaman geçmişti. “ Yolumdan çekil. Hiç havamda değilim.”  Cevap olarak omuzlarını silkelemekle yetindi. Sonrada ceketinin cebine uzadı. Gözlerini yüzümden ayırmıyordu. Sonunda aradığı şeyi bulmuş olacak gülümseyerek elini ceketinden çıkarıp küçük bir kartı bana doğru uzattı. Bir kaşım istemsiz havaya kalkmıştı bile. “ Gördüğüm kadarıyla yeni patronun senden hiç hoşlanmadı. Bunu al değerlendirmek isteyebilirsin.” “ Şaka mısın sen?” diye sordum bunu yamasına hayret ederek. Böle bir günde, böyle bir yerde iş teklif edecek zaman mıydı yani? Uzattı karta bakma gereği görmedim. Aramızdaki kısa mesafeyi kendim isteyerek kapatıp tam önünde durdum ve gözlerini içine doğrudan baktım. “ Beni iyi dinleyin Murat Bey. Sizin teklifinizle ne geçmişte, ne bu gün, ne de yarın ilgileneceğim. Bunu bir daha tekrarlatmayacağınızı umut ediyorum. O yüzden bu söyledikleri kayıt altına almanız sizin için daha faydalı olacak.  Ben asla Demirhan mücevherden ayrılmayacağım. Kimin beni sevip sevmediği umurumda değil. Orası Ferhat Beyin emaneti. Bu nedenle bir kez daha bana bu teklifle gelmeyeceğini umut ediyorum. Zira sizi reddetmekten çok sıkıldım.” Biraz ağır olabilirdi ancak daha önce ret etmem rağmen ısrarla üstelik böyle bir günde bunu yinelemesi hiç hoşuma gitmemişti. Bunu yapmayacağımı anlamalı ve bir daha bu iş teklifi için karşıma çıkmamalıydı. Bu nedenle biraz fazla sert konuşmak durumunda kalmıştım. Aşka türlü anlamayacak gibiydi.  Kart tutan elini geri çekip ceketinin cebine daldırdı. “ Şimdi böyle düşünüyor olabilirsin. Ancak yakın zamanda fikrini değiştireceğine eminim. Henüz Yiğit Demirhan’ın kim olduğunu bilmediğin ortada. Yakında kartı almadığın için pişman olabilirsin. Ama sorun değil. Yine de sana seve seve iş vereceğim.” “ Ne istiyorsan ona inanabilirsin. Seninle burada saatlerce sohbet edecek değilim.” Diye yanıtladım ve onun durduğu kapıdan zorlukla da olsa çıktım. Ne laftan anlamaz biri çıkmıştı. Nasıl ona gideceğime karşı bu kadar emin olabiliyordu? Üstelik Yiğit Demirhan hakkında ne söylemişti? Onu tanımıyor muşum mu? Ben zaten aksini iddia etmedim ki? Onu tanımıyordum ve böyle bir niyetim de yoktu. Eve geri döndüğümüz de gece yarısını çoktan geçiyordu. Her birimiz yorgunduk. İki gündür durmadan koşturmuştuk. Bedenim artık isyan bayrağını çekmeye hazır bir haldeydi. Onu daha fazla zorlamak istemiyordum. Zira ona ihtiyacım vardı. Ancak ne kadar çabalarsam çabalayayım bir türlü uykuya dalamıyordum. Aklımda Murat denen adamın sözleri dolanıp duruyordu. Ona gideceğime o kadar emin konuşmuştu ki, kendimden şüphelenmiştim. Ben ki asla bana bunca şey veren Ferhat Beyin işinden ayrılıp başka birine, üstelik başka biri de değil rakibine gidip çalışacaktım. Bu söz konusu bile değildi. Bunu yapmaktansa işi bırakmayı ve babamın yanında çalışmayı tercih ederdim. Ancak yine de Doğan Mücevherde çalışmazdım. Ama çok emindi… Hayır Yakut… Onun saçmalıklarına inanmana gerek yok. O adam kim oluyor da benim ne yapabileceğime karar verebiliyordu. Yiğit ya da her ne haltsa, beni sevmezse sevmesin. Benim de ona bayıldığım söylenemezdi.  Ben sadece her tasarımcı gibi işimi yapacaktım hepsi bu. Bunu büyütüp olay haline getirmeye gerek yoktu. Uyumak için gözlerimi kapattım ancak Murat denen adamın sözleri beynimin içinde izinsiz dolanmaya devam ediyordum. Düşünmemek adına çekmeceden mp3 çıkarıp kulaklıkları kulağıma takıp sesini açtım. İşte bu düşünmemi biraz olsun engellemeyi başarmıştı. Yorgun düşen bedenim yavaş yavaş uykuya teslim olurken kendimi rüyaların gizemli kollarına bıraktım. *****  Evden ayrıldığımda saat dokuza geliyordu. Önce babaannenin yanına uğrayacak sonra da şirkete uğrayacaktım. Böyle bir zamanda iş kimsenin aklına gelmedi ancak katalogların dağıtılması için onay gerekiyordu. Ve Evren’in bunun için yeterli vakti yoktu. Bizim cenazemi vardı ancak şirketin de bir ilkesi vardı. Biz bir kez olsun program dışına çıkmamıştık. Her şey önceden planlandığı gibi yapılır ve sorunsuz bir şekilde halledilirdi. Ferhat Beyin yokluğunda bu düzenin değişmesine izin veremezdim. Taksiden inip malikânenin önün geldiğimde, bu kez kapıyı çalmam gerekmişti. Dün tüm gün neredeyse açık duran kapı bu gün tüm yabancılara kapatılmıştı. Zili çalıp beklemeye başladım. Birkaç dakika içinde açılan kapıdan içeriye girdiğimde, beni ilk sessizlik karşılamıştı. Gerçekten yas evin tüm havasına işlemişti. Ferhat Beyin yokluğu zaten kolay kola hazmedilecek bir şey değildi. Zaman gerekecekti elbette.  Unutulmayacaktı ancak yokluğuna alışacaktık. Bu tüm gidenlerin kaderiydi. Acılar ilk gün olduğu gibi kalsaydı zaten yaşayamazdık hiç birimizin. İnsan yaradılışı gereği nankör ve unutkandı. Ben bile şimdiden iş peşine düşmüştüm. Oysa onu ne çok severdim. İkinci babam dediğim insanın ölmesinin üzerinden iki gün gömülmesinin üzerinden üç gün geçmişti. Ancak ben üçüncü gün iş peşinde koşturmaya başlama niyetindeydim. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu şu an ki hislerimle söylemek zordu. Bu yüzden düşünmeyi bir kenara bıraktım. Üzerimdeki ceketi ve çantayı çıkarıp yanımda bekleyen kıza verdim. “ Babaanne nerede?” “ Salonda Yakut Hanım. “ başımla onaylayıp onun ardından salona doğru yürümeye başladım. Babaanneyi tekli koltukta tek başına otururken bulmuştum. Elinde dünden kalma bir resim çerçevesi vardı. Ağlamıyordu ancak iyi de görünmüyordu. Yanına yaklaşıp önünde diz çökmeme rağmen beni fark bile etmemişti. Çerçeveyi tutan elini uzanıp tuttuğumda nemli bakışlarını yüzüme çevirmişti. “ Yakut kızım. Sen ne zaman geldin?” diye sordu şaşırmış bir şekilde. “ Biraz önce geldim. Ancak çok dalgın olduğundan fark bile etmedin.” Elindeki çerçeveyi yan tarafa bırakıp belli belirsiz bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Diğer elini de elimin üzerine koymuştu. “ Hala yokluğuna alışamadım ne yapayım Yakut kızım. Sanki şu kapıdan gelecek, anne diyecek gibi geliyor.” Başını hafifçe yan tarafa çevirip resme kaçamak bir bakış attı. “ O zaten burada.  Bunu en iyi sen biliyorsun babaanne. O bizi hiç bırakmaz ki. Ferhat Beyi biliyorsun. Sevdiklerini asla bırakmaz. Hep yanlarında olmak ister. “ yüzünden süzülen yaşa uzanıp daha fazla akmasına izin vermeden sildim.“Bizi bir yerlerden izliyor. Ve şu an ağladığını görüyor. Hadi toparlan da Ferhat Beyi üzme. Sevdiklerinin ağlamasını hiç istemezdi. Hatırlıyor musun hep ne söylerdi. Ağlamak için harcadığınız enerjinizi gülmek için kullanın. Bakın o zaman her şey nasıl değişecek. Şimdi onun için ağlayıp onu üzmek ister misin?” diye sordum. Cevap olarak başını sağa sola sallamakla yetinmişti. “ İstemezdi. O kimsenin üzülmesini istemezdi. Altın gibi kalbi vardı.” Bunu benim kadar iyi kim bilebilirdi ki. “  O zaman kalk bakalım ayağa. Bundan sonra bu evde ağlamak yok. Bundan sonra Ferhat Beyi gülümseyerek hatırlayacağız.  Tam da onun istediği gibi. “ “ O adamı çok iyi tanıyormuş gibi konuşmayı kes.” Diye kükredi arka taraftan bir ses. Ne olduğunu anlamasam da bir anda gelen bu öfke içerikli cümle beni korkutmayı başarmıştı. Babaanne sessiz sohbetimize o kadar adapte olmuştum ki birinin geldiğini anca bağırdığında anlamıştım. Ayağa kalkmadan başımı geriye doğru çevirdiğimde iki öfkeli gözle karşılaşmıştım. Yiğit denen adam salonun girişinde durmuş öfkeli bir ifadeyle benim olduğum yere doğru bakıyordu. Neden bu denli öfkeli olduğunu bilmesem de öfkenin adresi olduğum ortadaydı. Yutkunma gereği hissederek yavaşça ayağa kalmış ve yüzümle beraber bedenimi de ona doğru çevirdim. “ Neyden bahsediyorsun?” diye sordum kekelemeden. Bir anda azar işitmek hem de hiç beklemediğim birinden oldukça şaşırmıştı beni. Önündeki basamakları teker teker ve hılı bir şekilde inerken geriye doğru adımlar atmamak için zor duruyordum. Ancak bir adım bile geri atmadan olduğum yerde durmayı başarmıştım. Öfkesi beni gerçekten korkutuyordu. Ne yaptığıma dair hiçbir fikrimin olmaması daha fazla korkmama neden oluyordu. Bu adama ne yapmış olabilirim ki bu kadar kızgın ve beni bir kaşık su da boğacak gibi bakmasına neden olmuştu? Tam önümde durmuş ve gözlerinden taşan öfkesini tavırlarıyla da destekleyerek işaret parmağını havada sallamaya başlamıştı. “ Bir daha o adam hakkında tek kelime konuştuğunu duyarsam kendini kapının önünde bulursun” diye tehdit etti.  Aklım o adam lafında takılı kalmıştı. “ O adam dediğin kim?” ” Sen kim oluyorsun da benimle samimi bir ifadeyle konuşuyorsun?” diye bağırdığında artık sabrım tükenmişti. Ben bu muameleyi hak edecek hiçbir şey yapmamıştım. Henüz şirkete bile gitmemişken bana kızabilecek bir hatamı da görmüş olamazdı. Eve geldiğimde bile ilk gördüğüm babaanneyken ne hala bana bu denli muamele yapabiliyordu anlamıyordum. Ancak buna izin vermeyecektim. “ Asıl sen kim oluyorsun da bana bu şekilde bağırma hakkını kendinde buluyorsun? Dün gelmiş olabilirsin, Ferhat Beyin oğlu olabilirsin, acın olabilir ancak ben senin öfkenin hedefi değilim. Bana bu şekilde muamele edemezsin.” Diye bağırdım onun gibi. Kim olduğu umurumda değildi. Bu şekilde bana davranamazdı. Hiçbir suçum yoktu benim. “  What.” Dediğini duydum. Sonrada bana doğru bir adım attı.  “ Ben bu evin sahibiyim ve bu saatten sonra seni bir daha evimin etrafında görmek istemiyorum. Okey… Bir daha o adam hakkında saçma sapan düşüncelerini bu ev içinde konuşmayacaksın. “ Evren ve Ahmet amca koşar adım salona gelirken babaanne de hemen arkamda ayağa kalmış bize bakıyorlardı. Dün cenaze çıkan bir evde bu denli bağırtılar hoş durmuyordu evet ama bu adam yüzünden bu haldeydik. Benim durduk yere bağırmak gibi bir niyetim yoktu. “ Senden emir alacağımı mı sanıyorsun? Sen anca kendi evinde patronluk yapabilirsin. Farkındaysan bu eve en az benim kadar yabancısın. Dün gelip bu gün beni kovamazsın. Buna hakkın yok.” Diye meydan okudum. Dudaklarının seğirdiğini, gözlerinin öfkeden bir ton daha koyulaştığını, ellerini yumruk yaptığını görebiliyordum. Hiç olmadığı kadar korkutucu görüyordu. Ancak korkmama rağmen geri adım atmak istemiyordum. Çünkü şu an geri adım atarsam bir daha bu eve giremeyeceğimi biliyordum. Babaanneyi bir daha göremezdim. “ Seni kovamam öyle mi?” dedi dişlerinin arasında. Öyle düşünmesem de başımla onayladım onu. “ Kovamazsın.” Bir anda yakamdan kavrayan el öyle güçlüydü ki, beni direnmeme rağmen sürüklemeye başlamıştı. Herkes şok içinde bizi izliyordu. Ancak kimseden en küçük bir hareket göremiyordum. Biri de dur ne yapıyorsun bir kızı nasıl sürüklersin demiyordu. Bu biraz olsun kırılmama neden olsa da, öfkem daha ağır bastığı için şimdilik geri planda kalıyordu. Ahşap basamakları zorlukla çıktığımda, beni sürüklemekten vazgeçmiyordu. Ta ki dış kapıya yaklaşana kadar. Kapıya yaklaştığımızda, omzumdaki tutuşu biraz daha sıklaştı ve bir anda beni kapıya doğru savurdu. Metal kapıya başımı vurmaktan son anda kurtulmuştum. Görünmese de oldukça güçlü olduğunu beni sorunsuz savurmasından anlamıştım. “ Bir daha bu evin kapısından bile girmeyeceksin. Seni bir daha burada görürsem buna pişman ederim.” Diye bağırdı ve arkasını dönerek oradan ayrıldı. Gözyaşlarım gözlerimi zorlarken sinirden sıktığım parmaklarım sızlamaya başlamıştı. Bu şekilde bir muamele görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Üstelik ne yaptığımı bile bilmiyordum. O deli adamın bir anda neye bu kadar kızdığını bil anlamamıştım.  Babaanneyle konuşuyordum en son. Üstelik kimseyi de kötülememiştim.  Bana böyle davranmasını gerektiren bir şey olmamıştı ki? Ancak sormaya da niyetim de yoktu. Kovulduğum yere yüzsüzce geri dönemezdim. Yardımcılardan biri çantamı ve ceketimi getirdiğinde, bir şey söylemeden aldım ve açtığım kapıdan kendimi dışarıya attım. Soğuk hava tenime değer değmez üşümeye başlamıştım. Hızla ceketimi giyinip çantamı yeniden başımdan geçirdim. Taksi çağırsam o gelene kadar soğuktan burada donabilirdim. Bu yüzden yürümeye karar verdim. Zaten dolmuş durağı çok uzak da değildi.                                
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE