Uykusundan uyandırdığı için kızgınca Okan'a bakarken bir yandan da ağrıyan başını tuttu. "Ne bağırıyorsunuz ya sabah sabah. Zaten akşamdan kalmayım!"
Okan bir şey demeden bahçeye çıkarken arkasından söylenmeye devam etti. "Aman! Herkeste bir triplerde. Erkek milleti değil misiniz? Soyunuza tüküreyim!"
"Sana da günaydın Arasta?" salona giriş yapan Alper imayla söylenirken, Arasta görmezden geldi. "Bir erkek ırkının kulak tırmalayan sesi geliyor ama nereden? Çıkaramadım. Neyse bu baş ağrıyı yok edecek bir ACI KAHVE yapayım?" acı kahvenin üstünü çize çize söyleyerek mutfağa doğru ilerledi.
Arkasından homurdanan bir Alper bırakırken söylenmesi bitmemiş olacak ki mutfakta devam etmişti.
"Sabahın köründe geldim, misafire azıcık saygı duyulur be! Yok ama! İnat ya, inadıma yapıyorlar hepsi. Yüksek sesle illa bağıracaklar, ayyy!"
Arasta'nın çığlığı duyan Alper telaşlanarak mutfağa koştu. Gözleri Arasta'yı ararken kalbi boğazında atıyordu. "Ne oldu?" diye sorarken gözleri bu sefer Arasta'nın baktığı yere döndü. Yerde baygınca yatan Serçe'yi fark eder etmez hizasına eğilirken Arasta hâlâ çığlık atıyordu.
"SUS ARASTA!"
"Bana 'sus' diyeceğine neyi var, ona bak?"
"Neyim ben doktor mu?" göz devirerek lafını esirgemezken yanaklarına hafifçe vuruyordu.
"Bana laf yetiştireceğine bir şey yap?"
"Ya sabır!" sinirle sabır çekip kucağına alırken Arasta önünden çekildi. Arabaya doğru ilerlerken Arasta da peşinden yetişmeye çalıştı. Korumalar aceleyle ön kapı ve arka kapıyı açarken Yıldız Sultan görüş açılarına girdi. Elindeki poşetler markete gittiğinin kanıtıydı. Endişeyle poşetleri çimene bırakarak Serçe'nin yanına ulaştı.
"Serçe'ye ne oldu?"
"Bilmiyoruz Yıldız Sultan. Hastaneye yetiştirmemiz lazım." Serçe'yi arkaya yatırıp yanına Arasta'yı bindirdi. Öne geçerken Yıldız Sultan da öne geçmişti.
Hastaneye vardıkları an kapının açılmasıyla beraber sedye yanlarına geldi. Serçe'nin bedeni sedyeye taşınırken arkalarından koşmaya devam ediyorlardı.
"Neden baygındı bu kız? Kız ölse, kimsenin ruhu duymayacakmış anasını satayım! Normalde Okan peşinden ayrılmaz..."
"Okan'la kavga ediyorlardı zaten." diyen Arasta'yla, Alper afallayan bir ifadeyle "Ne?" dedikten hemen sonra yüzüne en sert ifadesini taktı. "Ulan Okan! O yüzden bahçede öyle davranıyordun, puşt herif! Hele bu kıza bir şey olsun, ben sana ne yapacağımı bilirim!"
Telefonu cebinden çıkardığı gibi Okan'ı aradı. Karşı tarafın konuşmasına müsaade vermeden ağzı çıktığı kadar bağırdı.
"ULAN İT HERİF! DERHAL HASTANEYE GEL VE BANA BU KIZIN NEDEN BU HALDE OLDUĞUNU ANLAT!"
"Serçe'ye mi bir şey oldu?" endişe dolu sesi telefonda yankılanırken Alper, telefonu yüzüne kapattı.
"Ne yapıyorsun sen ya?" şaşkınlıkla bağıran Arasta, Okan'la konuşma biçimine hayretle izliyordu.
"Ne yapmışım?" ters bir cevap vererek diklenen Alper burnundan soludu.
"Okan'ın yüzüne telefon kapatmakta ne oluyor? Çocuğun sesi ne kadar endişeli geliyordu, duymadın mı aptal!" ani bir bağırışla rastgele ellerini savururken gözleri öfkeyle kısılmıştı.
"Lan bu mu sorun? Bu mu Arasta! Telefonu yüzüne kapatmam mı? O, ibne kim bilir kızı nasıl üzdü!"
"Bundan sana ne? Sana ne Alper? Bu kadar abilik taslaman, onların ilişkisine karışma anlamına gelmiyor!"
"Ha, şimdi suçlu ben mi oldum?" diye kükredi koridorda elini öfkeyle göğsüne götürürken. "Tamam, Arasta Hanım, tamam. Suçlu yine benim." Arasta'yı ardında bırakarak Yıldız Sultan'ın yanına volkan patlaması gibi oturdu.
?
"Yıldız Sultan yok mu?" derken gözleri mutfağın diğer tarafını aradı ama Yıldız Sultan'a dair bir gölge bile göremezken Serçe'nin olmayışı da gözüne çarpmıştı.
Bir diğer yardımcıları Nefes'e doğru dönerken "Yok, efendim." dedi. "Neden yoklar onu da bilmiyorum." derken, Nefes başıyla onayladı.
"Sana zahmet bana sade bir kahve yapar mısın? Başım fena halde ağrıyor." saçlarına yazmayı sıkıca bağlasa da dünden beri baş ağrısı dinmemişti.
"Ilık bir duş alın isterseniz? Hem kahvaltını yaptınız mı siz sofrada?" bir anne gibi kaygıyla sorarken kahve yapmadan önce başka bir çözüm üretiyordu.
"Ilık bir duş aldım. Kahvaltı edemedim çünkü daha yeni uyandım Makbule." yüzünün aldığı şekille gözlerini acıyla kapatırken "Olmaz öyle!" diye itiraz etti Makbule. "Kahvaltınızı yaptıktan sonra mavi olanı içersiniz. Ben size kahvaltıyı hemencecik hazırlarım. Çay var zaten." der demez buzdolabın kapağını araladı.
Hızlıca kahvaltılıkları masaya dizerken Nefes itiraz dair edemiyordu. Çünkü baş ağrısı o kadar keskindi ki konuşacak hali bile yoktu.
"Anne masaj yapmamı ister misin başına?" mutfak kapısının dibinde dikilen Aden masum bir ifadeyle sorarken Nefes gülecek gibi oldu ama baş ağrısı yüzünden gülememişti.
"Oy bebeğim, benim. Senin ellerin şifa zaten gel yanıma?" dizinin dibine gelmesini isterken Aden küçük adımlarla yanına koştu. Kucağına oturduğu gibi minik elleri annesinin yazmalı başını buldu. Minik minik hareketlerle başını ovalarken "Dün uyumadın mı sen, anne? Gözaltların çökmüş bu yaşında?" dedi kaşlarını hafif çatarcasına.
"Uyudum bebeğim ya? Sen de yanımdaydın."
"Yo anne. Ben yanından ayrıldım ya beş dakika sonra! Büyük kızlar annelerin yanında uyumazlar."
"Bak sen?" diye hayretle gözlerini kısarken tombul yanaklarını ısırası gelmişti. Gözüne o kadar tatlı geliyordu ki yanakları. Az daha tatlı tatlı konuşursa yiyebilirdi.
"Sen büyüdün mü? Benim bebeğim büyümüş de yalnız mı yatıyormuş?" önüne bir çay da koyulunca kısa bir bakış atarak Makbule'ye teşekkür etmişti.
"Ne zaman bu tavırlarından vazgeçeceksin anne?" 'hangi tavırlardan' dercesine anlamsızca yüzüne bakarken, Aden huysuzca söyleniyordu. Yaş olarak belki de küçük olabilirdi ama annesinin ne zaman ne yaptığını da algılayacak akıldaydı.
"Hangi tavırlardan bebeğim?"
"Bu işte! Konuyu değiştiriyorsun yine. Gözlerin niye kıpkırmızı anne? Ağladın mı yoksa?" kızının bu denli yüzünü incelemesine şaşırırken ne kadar dikkatli olduğunu bir kez daha anlamıştı. Kızının, bu kadar düşünceli olması nedense Nefes'in boğazını düğümlüyordu.
"Anneler ağlamaz bebeğim. Hiç gördün mü benim ağladığımı? Sadece başım çok ağrıyordu sen odana gittikten sonra ilaç içtim. Bütün gece uykum kaçtı. O yüzden gözlerim kıpkırmızı olmuş olabilir."
Anneler de ağlardı. Ama bu kişi Nefes'se ağlamak yakınından bile geçemezdi.
"Sana bir şey söyleyeyim mi anne? Eğil, eğil!" derken dudaklarına kadar eğilmesini istedi. Annesi, kızının ricasını kırmak istemeyip eğilirken küçük elleri annesinin kulakların arasına gitti. Sır paylaşmak istercesine sessizce fısıldadı.
"En çok anneler ağlar. Sadece bunu çocuklarına belli etmezler. Çünkü ağladıklarını görürse Gargamel ortaya çıkarmış ve çocuklarını korkuturmuş." Nefes, kızının söyledikleriyle dudaklarını iki yana kıvırdı. Onun ilacı ne mavi haplardı ne de ılık bir duş. Onun ilacı kızıydı. Aden'di.
Aden sır paylaşmayı bitirir bitirmez annesinden hafif uzaklaştı. Saçlarını arkaya atarken, Nefes; kızının gözlerinin içine şefkatle baktı.
"Anneler..." dedi söze başlarken. Sesinin titremesini engelleyerek konuşmaya devam etti. "Kızlarının varlığıyla hiçbir kötü karaktere karşı ağlamazlar. Çünkü kızları onun meleğidir, bir gülüşüyle dünyalarını renklendirirler." baş ağrısı hafiflerken kızına sıkıca sarılmıştı. O an aklına evde hiç kimsenin olmayışını fark ederken telefondan Alper'i aramıştı. Alper cevap vermeyince merakı daha da artınca bu sefer de Okan'ı aradı.
Okan telefonu açar açmaz "Neredesiniz?" diye kısaca sorarken, Okan sesini ayarlamaya çalışarak konuştu.
"Serçe bayıldı yenge. Hastanedeyiz."
Kaşları çatıldığı gibi "Ne zamandır hastanedesiniz ve neden bana haber verilmiyor Okan?" diye öfkeyle çıkışırken diğer taraftan nefes alma sesi çoğaldı.
"Bir saatten fazla oldu sanırım. Hem... Sen de epey yorgundun yenge. Bir de bunun için yorgunluk çekmeni istemedik."
"Ben de geliyorum." ayaklanır gibi olurken Okan hemen itiraz etti.
"Biz birazdan çıkarız zaten yenge. Boşuna gelmiş olursun. Ve merak etme ciddi bir şeyi yokmuş." içini rahatlamak adına gelmemesini sağlarken "Emin misiniz?" diye sordu Nefes.
"Eminim yenge. Gelince fırçanı bir güzel atarsın. Hadi, görüşürüz." sesi yorgunca çıkarken telefonu kapatmıştı. Nefes gitmek istese de Okan birazdan burada olacaklarına dair sözler söylerken içinden homurdana homurdana yerine tekrar oturdu.
"Görüyor musun kızım? Anneye bile sormadan iş yapıyorlar. Ne yapayım ben onlara?" kızına şikâyet eder gibi söylenirken Aden kıkırdadı.
"Serçe abla iyi miymiş?"
"İyiymiş galiba bebeğim. Baksana, beni kovmaktan beter ettiler."
"Cezaları idam olsun o zaman. Koskoca Nefes Güneş'i kovmanın cezası büyüktür."
"Gel buraya minik çıkarcı." der demez karnını ısırırken gür kahkahaları mutfakta yankılanıyordu. Anne kızın kahkahalarını gizlice izleyen Doğan bu manzarayı bozmamak adına nefes bile almıyordu.
"Ya! Anne bırak beni! Yoksa seni çocuk haklarının ihlalinden şikâyet ederim!" annesinden kurtulmaya çalışırken bir yandan da kıkırdamaya devam ediyordu.
"Kime edecekmişsin kime?" hayretle kızına dönerken ısırmaya devam etti.
"Çocuk haklarına! Gıdıklama şiddeti görüyorum burada ben! Ve ısırılıyorum da!"
"O hak ihlaline şunu da ekle o zaman minik bebek. Birazdan o kiraz yanaklarını ısıra ısıra pembeleştireceğim." oyunbaz bir şekilde göz kırparken, Aden sahteden gözlerini korkuyla açtı.
"Pembeye hayır!"
"Pembeye evet!"
"Doğan abi kurtar beni!" Doğan'ın adını duyan Nefes kaskatı kesilircesine dudaklarını kızının yanaklarından çekerken, Doğan ise fark edilerek ifşa olduğu an adımlarını Nefes'e doğru atmak zorunda kaldı.
Aden, annesinden ayrıldığı gibi mutfaktan kaçarken baş başa kalmışlardı. Mutfakta sadece Makbule ve ikisi olmasına rağmen Makbule varlığını hatırlatmıyormuş gibi köşedeki tarafa geçmişti.
"Yazma yakışmış." konuşmaya nasıl başlayacağını bilemeyerek saçına bağladığı yazmayı fark ederek konu açarken karşısına oturdu. Nefes saçlarına bağladığı yazmayı bir çırpıda açarak masanın boş tarafına koyarken ifadesi yine donuklaşmıştı.
"Başın mı ağrıyordu?" diye sorarken annesinden biliyordu bu çözüm yolunu.
"Hayır." diye buz gibi yanıtlarken çayını içti.
"Peki, diğerleri nerede?" gözleri etrafı tararken Yıldız Sultan ve Serçe'nin yokluğu belli oluyordu.
"Gelirler birazdan." der demez oturduğu yerden doğruldu. Arkasına döndüğü gibi bileğinde büyük el hissederken bakışları bileğini tutan eldeydi. Doğan boğazını temizlediği gibi elini çekerken söze nasıl başlayacağını bilmiyordu. Oysaki Nefes bileğini tuttuğu için eline bakmıyordu. Elindeki sargı bezine odaklanmıştı.
Doğan nereye baktığını sonradan idrak edince yutkundu zorlukla. Ardından kolunu bırakırken doğrulmuş Nefes'in hizasına gelmişti. Göz göze geldikleri an "Özür dilerim." dedi. Ama Nefes'in yüzünde bir milim bile değişiklik olmadı.
Doğan o an daha iyi anladı. Ne kadar ağır sözler ettiğinin ağırının pişmanlığını kalbinde taşırken bir kez daha özür dilemeye kalkacaktı ki Nefes anında konuşmasına engel oldu.
"Neden özür diliyorsun? Senin söylediklerin yüzünden mi? Eğer öyleyse benim için bir ifade etmiyor zaten senin söylediklerin benim canımı yakmadı, yakamaz da. Çünkü sen sıradan bir kişisin. Yani benim için bir değerin yok gözümde. Sadece yanımda çalışmanı istedim, o kadar." diyemedi asıl sebebinin Uygar olduğunu. Diyemedi 'Uygar'ın yaşadığına emin olmak için seni yanıma aldım.' diye. "Boşuna vicdan yapıp da benden özür dileme. Yaptığın şeyin arkasında dur, yeter."
Sözlerin ağırlığı Doğan'ın, boğazındaki yumrunun daha sert olmasına neden oldu. Mavilerinde bir belirti aradı. Bir duygunun yaralanışını. Velakin Nefes duygularını ve yaralarını öyle iyi saklıyordu ki, bakışlarında bir kırıntısı dahi bulamıyordu.
"Annesini kaybeden tek sen değilsin bu dünyada. O kadar çok çocuk var ki, senin yaşından daha küçük. Onlar bile öldüklerini kabullenip hayatlarına bir şekilde devam ediyorlar. Senin gibi cenazesine katılamazlık yapıp da hastanenin koridorunda üç gün boyunca duvarı izlemiyorlar." son sözleri söyleyip onu bu ağırlıkla baş başa bırakırken işine dönmek için mitinge geri dönmüştü.
Hastanede olanlar ise birbirine bakmaktan kaçınırken havada hüzün bulutları artmıştı. Alper, Arasta'dan olabildiğince en uzağındaki sandalyeye otururken Okan ise koridorda yüreğindeki korku filizleriyle boğuşuyordu.
O an nişanlısına o kadar çok öfkeliydi ki Serçe'nin ne halde olduğunu bile görememişti. Bunun için kendine çok kızarken kafasını duvara sürte sürte koparmak istiyordu adeta.
"Aldıysa aldı anasını satayım! Kızı üzmeye değer miydi be! Ah, ulan ah! Kafamı sikselerdi de o sözleri ona söylemeseydim. Aptal, beyinsiz kafam!"
"Neden kavga ettiniz oğlum? Geldiğinden beri tek kelime etmedin? Ne oluyor, bir şey mi yaptın kıza?" annesinin kendisini suçlamasıyla kafası daha da attı. Öfkeyle annesine dönerken bağırmaktan vazgeçmiyordu.
"Bir kere de ben haklı olayım ha, anne? Bir kere de beni haklı bul! El oğlu muyum ha, söylesene anne?"
"Anneye bağırma!" diye kızarken kaşları da çatıldı.
"O zaman bir kere de benden yana ol anne!"
"O kıza bir şey olsun hele. Hele bir şey olsun Okan!" Alper sinirle üzerine yürüyecekken ikisinin arasına Arasta girdi.
"Benim can parem o Alper! Ne dediğini farkında mısın sen? Aklın alıyor mu?" üzerine doğru bu sefer Okan yürürken Arasta ikisini zar zor zapt ediyordu.
"Bilmem artık!" ellerini iki yana öfkeyle savuran Alper'in göğsünden itmeye çalıştıkça aralarında daha çok eziliyordu Arasta.
"Alper! Söylediklerine dikkat et." parmağını tehdit vaki bir şekilde savururken Arasta susturmaya çalıştı. "Okan bebeğim sakin ol hele. O bana sinirli, bilmiyor musun bu kaz kafalıyı. Seni suçlar mı yoksa?"
"Ona bebeğim deme, deme!" duyduğu hitapla daha çok deliye dönerken içerden doktor çıktı.
"Serçe Duman'ın yakınları!" diye bağırınca doktor, öne ilk Okan çıktı. Doktorun karşısına çıkarken "Neyin var?" diye sordu.
"Stresten bayılmış ve sanırım bir süre aç kalmış. Ben Serçe Hanım takviye hazırlayacağım ona göre yediklerine dikkat ederseniz çok iyi olur." doktorun söyledikleriyle koridordaki herkes şoka uğrarken Okan donakaldı. Dudakları şaşkınlıkla aralanırken idrak edemiyordu bir türlü.
"Ne?" diye küçücük bir fısıltı dudaklarının arasından dökülürken baygınlık geçirecek gibiydi.
"Okan!" diye bağıran diğer herkesle ne tepki vereceklerini şaşırmışlardı.
"Aç kalmış da ne demek doktor?" söylediği cümleye kendisi dahi inanmakta güçlük çekiyordu. Çünkü mümkünatı olamazdı. Her gün kendi elleriyle besliyordu.
"Serçe hanımı görebilirsiniz ama tabii teker teker görmek şartıyla." doktorun sözü biter bitmez odaya dalan Okan'la kapıyı yüzlerine kapatmıştı.
Serçe'nin bakışları Okan'ı bulduğu an doğrulacakken Okan eliyle engel oldu. İki adımla yanında biterken dudaklarını ilk önce ellerine sonra karnına ve en son da dudaklarıyla buluşturdu.
Yaşlı gözlerinden yeni bir yağmur akıtırken Okan her bir damlasını özenle siliyordu. "Okan..."
"Sen nasıl aç kalırsın Serçe? Sabah ben seni doyurdum? Bu imkânsız!" Serçe'yle değil de sanki kendi kendine konuşuyor gibiydi.
"Aptalın tekiyim ben Serçe. Hem de en aptalından. Senin bayılışını göremeyecek kadar körmüşüm. Özür dilerim Serçe'm, sana bağırdığım; kızdığım için özür dilerim." avuçların arasına buse kondurup alnına dudaklarını değdirdi. Hâlâ idrak etmekte zorlanır gibiydi.
"Ben bilerek istemedim Okan. Benim tek ailem sensin. Sana söylemeliydim ama korktum. Çok korktum."
"Tamam, tamam can parem. Geçti hepsi geçti. Unuttum sen de unut." alnını alnına yaslayarak fısıldadı.
"Annen çok kızacak aç kaldığım için." endişeyle dudaklarını ısırırken annesinin azarlayışı şimdiden kulaklarına dolmuştu.
"Annenden önce ben kızacağım. Ama kendime. Senin yemek yememenin suçu bana ait. Daha dikkatli olmalıydım."
"Yapma! Bunu da kendinde suç olarak görme! Aç değildim yemedim o kadar."
"Ne dedim ben az önce?" Okan konuşmasını bıçak gibi kestiği gibi yanından ayrılıp odadan çıkarken Doğan ve Nefes'in de burada olduğunu fark etti.
Yıldız Sultan anında Okan'ın yanında bitip elini havaya kaldırıp yüzüne geçirdi. Çıkan sesle Okan'ın başı yana düşerken bunu bekliyordu. Gözlerinin yumuşu tokat yiyişinden değildi. Gözlerini annesinin yüzüne bakamamaktan yummuştu.
Nefes, Yıldız Sultan'ın kolundan tutarak kendine doğru çekerken Yıldız Sultan öfkesini üstünden atamamış olacak ki diğer yanağına da vurmak için elini tam kaldırmıştı ki Nefes anında müdahalede bulundu.
"Yıldız Sultan!" diye adını seslenirken Nefes, diğerleri de olayın şokuyla dehşetçe Okan'a baktılar. Arasta tereddütle dudağının alt kısmını ısırırken Yıldız Sultan üzgünce oğluna baktı.
"O kız bize emanetti Okan! Ona böyle mi sahip çıkıyorsun sen?" iki kelime. Sadece iki kelimeyle insanın kalbi kor ateşe değer miydi? Okan'ınki değmişti. Cayır cayır kor ateşte yandığını hissediyordu. Başını kaldırmaya çekinse de annesine dönmesi lazımdı.
"Anne..."
"Bana anne deme! O kızdan özür dileyeceksin. Ne oldu da kavga ettiniz bilmiyorum ama yapacaksın bunu..." lal kesilen dudakları birbirine kenetlendi. Dile getirmeye bile yüreği varmıyordu.
"Aynen öyle." Alper'in dediğine katıldı Yıldız Sultan. Başının hafif öne eğerek salladı. Okan öfkeyle Alper'e doğru dönerken bunun hesabını ondan da soracağından emindi.
?
Serçe'nin tabucu oluşundan sonra Okan üstüne daha çok titriyordu. Bir an olsun yalnız bırakmazken Serçe bu durumdan bunalmışa benziyordu. Birkaç gündür aç kalmış gibi annesi gibi gördüğü Yıldız Sultan bir yandan, Okan bir yandan hiç peşinden ayrılmıyorlardı.
Çok yakınları olmasa da davet edildiği nikâha yetişmek adına hazırlık yaparlarken Okan yine nişanlısını güldürmeye çabalıyordu. Çünkü sabahtan beri yüzü bir gram olsun ifadesiyle değişmemişti.
"Gelmek istemiyor musun yoksa?" diye soran Okan boynundaki kravatı bağlamaya çalıştı. Serçe'nin ifadesi 'mecburiyetten' dercesine değişirken yatağın kenarında oturmaya devam ediyordu.
"Evet Okan. Gerçekten gelmek istemiyorum ama Nefes Hanım rica etmiş. Kabul etmemek yakışmaz."
Yanına doğru yaklaşıp yüzünü avucunun arasına aldı. Öyle narince dokunuyordu ki sevdiği kadına küçücük bir acının varlığına şifa olmaya inat. Okan genelde hep şakacı bir yanı olurdu ama konu sevdikleri oldu mu işte o zaman kimse Okan'ı tutamazdı. Adeta bir aslana dönerdi. Gözü hiçbir şeyi görmezdi.
Serçe'nin, hayatına dâhil olduğu yıllarda abisinden eziyet gördüğünü fark ederek yardıma koşmuştu. Daha yeni yeni tanışmalarına rağmen Okan daha ilk gördüğünde anlamıştı Serçe'nin gözlerinde esir olacağını...
"Bizlik bir şey yok Serçe'm. Bir iki kişi eksik gitseler bir şeyler kaybetmezler. Yanlarında Alperler de olacak. Sen iyi değilsen ya da kendini halsiz hissediyorsan gitmeyiz."
"Gitmeyelim!" diye hızlıca cevapladı. Sanki bir anda cevaplamasa her şey değişecek gibi düşünüyordu. "Nefes hanıma söyleriz, anlayışla karşılar."
Okan ağır ağır dudaklarını alnına doğru bastırdı. Gözlerinin önüne Serçe'nin abisi gelir gibi olsa da sakinleşmesi zaman almamıştı. Onun da hesabını görecekti. Tıpkı her şeyin bir zamanı olduğu gibi.
Ayaklandı ardından. "Ben haber vereyim?" dedikten hemen sonra Serçe'yi odada yalnız bırakırken elleri yumruk haline döndü bir süreliğine.
Nefes'in yanına doğru ulaştığında sıkıntıdan parmak uçlarını parkeye vurduğunu fark etmişti. Birini beklemenin sıkılmışlığı vardı üzerinde.
Aslan ve Alper iki yanında beklerken hafifçe öksürdü ve tüm bakışlar bir anda Okan'ı buldu. "Yenge?" dedi boğaz temizleyerek.
"Ne var Okan?" sabırsızlığı ifadesine yansıyarak sorarken bakışları bir şahin kadar sertti. "Serçe yorgun olduğunu söylüyordu hastaneden çıktığından beri. Diyorum ki bir mahsuru olmazsa biz o nikâha gelmesek?" utana sıkana söyledikleriyle Nefes başını olumluca iki yana sallamış bir mahsuru olmayacağını dile getirmişti.
"Hadi git sen Okan. Öyle önemli bir şey yok. Son dakika bir şey çıkmasa tabi. Aslan ve Alper yanımda zaten." Okan rahatlamışçasına nefes alıp verirken başıyla onaylayıp ardından yanından ayrıldı.
"Arasta hadi! Geç kaldık zaten! İki saat süslenmesen olmuyor mu?" beklemekten sıkılan Nefes, gerginlikle huysuzlanırken daha gür bir şekilde yukarıya doğru bağırdı.
"Geldim, geldim!" aşağıya inen Arasta'yla, Alper şiddetlice öksürürken gözleri kocaman olmuştu. "Az yavaş, yavaş bebeğim. Daha ilk basamak merdiven indim." alayla sırıtan Arasta'ya kötü bakışlar yollarken Aden de Arasta'ya katılmıştı. Aslan oralı bile olmamıştı.
Öksürükleri son bulunca kaşlarını iyice çatmış ve bu sefer de Nefes'e dönmüştü. "Yenge, nikâha gelmeyin siz. Zaten bir nikâh kıyılacak o kadar. Yani hiç boş yere tantana yapmaya gerek yok." bunu söylerken Arasta'ya hitaben imada bulunuyordu.
"Bir nikâhsa nikâh! Gideceğiz. Hem sana ne? Sen gelme daha iyi kafamızı dinleriz!" diye çıkışan Arasta'ya göz devirdi.
"Yenge..."
"Alper, Arasta! İkinizde susun yoksa ikinizi de burada bırakır kızımla giderim! Çekemem sizin tartışmanızı şuan!" tehdit vaki bir şekilde konuşurken önden ilerlemişti bile.
"Evet, Alper'ciğim! Biz gideriz siz de avucunuzu yalarsınız!" Aden son noktayı koyarken, Alper homurdanarak Arasta'nın giydiği elbiseye baştan aşağıya süzdü.
"Bari üzerine bir hırka alaydın! Akşamları soğuk oluyor?"
Aslan bıyık altından gülümsemekle yetindi. Kardeşinin kıskançlığını bildiği için de ne söylerse söylesin kulak asmayacağını biliyordu.
"Ah, bebeğim. Ne kadar da ince düşüncelisin ama merak etme, tamam mı? Üşürsem hırkamı giyerim. Aklım var benim." bir çocuğa zor bir şey anlatır gibi Alper'e ağır ağır açıklarken elbisenin eteklerini tutarak peşlerinden çıkmıştı.
Alper yine de ne olur olmaz diye koltuğun üstünde duran şalı eline alırken kendisi de evden ayrılmıştı. Serkan, herkesin bindiğine emin olduktan sonra arabayı çalıştırırken Alper'in gözleri Arasta'nın üzerinde gidip geliyordu.
"Şalı tak bari?" dediğinde ise sinirle ofladı Arasta.
"Alper, şalı benim omuzlarıma örtebilirsin? Ben, Arasta abla gibi söz dinlemezlik yapmıyorum." hafif kıkırdayarak söylerken önde oturan Nefes "Aden!" diye uyarmıştı.
"Örteyim fıstığım. Doğru dedin bazı kadınlar çok katır inatlı olabiliyor?" Arasta'ya göz kırparak imayla sırıtırken yanına aldığı şalı Aden'in omuzlarına örtmüştü. Fakat bu Arasta'nın umurunda olmamıştı. Bakışlarını karşısındaki cama çevirirken Alper hâlâ uğraşma derdindeydi.
"Arasta sen de hırkanı giy bence? Hava baya soğukmuş, ciğerlerini üşütürsün maazallah."
Arasta 'ya sabır' çekerken bir hışımla Alper'e döndü. "Mayıs ayında ne soğuğu bu Alper? Söylesene bana bi'!"
"Kısa giyinenlere özel bu soğukluk Arasta Hanım. Öyle herkes bu soğuğu almaz, hissetmez."
Birkaç dakika içinde araba nikâhın olduğu mekânda park edilirken arabadan ilk inen Arasta oldu. Ardından Nefes, Alper, Aslan ve Aden inerken en son Serkan indi. Doğan ve diğerleri arkadaki araçla yanlarında biterken ilk inen Doğan olmuş ve göz göze gelmişlerdi. O günden sonra hiç konuşamamışlardı.
"Mekân harika bebeğim! Müthiş bir atmosferi var, ay Nefes ben galiba âşık oldum!"
"Bir şeye de âşık olma be Arasta, olma!" ağzı içinde bir şeyler gevelerken çoktan içeriye geçmişti. Alper yine sinir küpüne dönerken arkasından sertçe ilerliyor sağa sola zıplayarak yürüyen Arasta'yı arada azarlıyordu.
"Biz de gidelim? Burada dikilmenin anlamı yok!" Doğan'ın konuşmasıyla başıyla onaylayan Nefes, kızının elinden tutarak yürümeye başladı.
"Anne, Yaman beni beğenir değil mi bu halimle?" cilveli bir şekilde şakırdayarak sorarken elleri eteklerindeydi. Nefes kızına yan bir bakış atarken adımlarını durdurmuştu.
"Bebeğim benim, aşk için yaşın çok küçük daha. Senin ki belki de sadece hevestir bebeğim?" kızını incitmemeye çalışarak açıklamaya çalışırken boyuna kadar inip ellerini yanaklarına götürdü. Arkalarında kalan Doğan, anne ve kızı izlerken Aden'in inatçı sesini işitti.
"Aşk, acı diye mi böyle diyorsun anne?" derken bakışları Doğan'daydı. Nefes'in bakışları değişti. Zorlukla gülümsemeye çalışırken kızının kollarını sıvazladı.
"Aden bir kez açıklayacağım ve sen de o güne kadar bu söylediklerimi unutma, olur mu?" anında başıyla onaylarken bu Doğan'ın da ilgisini çekti ve onları dikkatle dinlemeye başladı.
"Aşk... Bir karadır. Kara sevdadır diğer tanımıyla aslında. Çok güzel hisler yaşatır sana ama acısı öyle can yakar ki nefesini senden kesiyormuşlar gibi hissettirir. Kalbine çöker bir hançer gibi. Ama şöyle bir şey de vardır ki; gözleri sana öyle bir anlamla bakar ki için titrer. Kimseye tavsiye etmem, neden, biliyor musun bebeğim?"
"Neden?" diye sorarken gözleri boncuk gibi büyüdü.
"Aşkın en güzel duygusu acısıdır. Senin bu yaşta acı çekmeni kalbim dayanmaz. Sen, en güzel yaşlarında çocuk yaşlarında bu acıyı çekme istiyorum. Çünkü çocukların yüreği, yetişkinlerinden daha sağlamdır. Aşk acısı çekelerse bunu bir ömür kalbinde yaşatırlar. Yetişkinler bir süre sonra unutur. Ama çocuklar ebediyen bu acıyla baş başa kalıp mücadele etmek zorunda kalırlar. Âşık olma, demiyorum sana ama bu yaşında o kadar güzel duygular varken, tatmak varken acı duygusunu tatmana asla izin veremem. Hani, serçeler ağladığında ölürlermiş ya? Sen de eğer acı çekersen ben ölürüm bebeğim, ölürüm." çenesini başının üstüne yaslayarak sıkı sıkıya kızına sarıldı.
Serçeler belki acıdan ölmezmiş ama anneler acı çektiklerini görürse ölürlermiş. Belki bedenen değildir bu ölüşleri. Ruha saplanan bir hançer gibiydi beki de ölüşleri...
Doğan'ın bakışları acıyla kavururken çoktan bu acıyı tatmıştı sadece haberi yoktu. Bilmiyordu çünkü bu acının sevdaya yanma acısı olduğunu...
"Tamam annem! Söz bu yaşta aşkın acısını tatmayacağım. Yaman'a duyduğum duygu sadece sevgi olarak kalacak. Yeter ki sen ölme. Seni de babam gibi kaybedemem." Aden'e her zaman bir yetişkinmiş gibi yaklaşırdı Nefes. Çünkü Aden kendi yaşıtlarından bazen daha çok olgun davranırdı.
"Ah, bebeğim ah! Ben ne yapacağım seninle?" buruk bir ifadeyle dudak kıvırırken "Böyle hep bana sarıl, bir şey istemem annem." annesinin yanaklarını öptü ardından Nefes doğrulurken kızının elini tuttu. Doğan'ın hâlâ kendilerini dinlediklerini bilmiyordu.
Nikâh alanına giriş yaparlarken Arasta huysuzlanarak Nefes'in yanına ulaştı. "Ben niye şahit olmadım Nefes? Ya resmen şey gelmiş! Şu yeni açılan partinin Milletvekili Serdar Bey!" bir çocuk gibi ellerini gövdesinde çiçek yaparken, Nefes gözlerini gelen Milletvekiline çevirdi.
"Seni tanıdı mı?" diye ciddiyetle sorarken "Hayır!" diye homurdanarak itiraz etti.
"Ben niye buraya geldim Nefes? Aradan bir buçuk hafta geçti! Ve hâlâ plana geçmedik. Sırf senin için yeminimi bozup geldim buraya! Sen bu plandan vazgeçtiysen bu nikâhtan sonra gitsem iyi olacak." yıllar önce ettiği yeminiyle Azerbaycan'a taşındığını, göğsüne giren acıyla yeniden hatırlamak zorunda kaldı.
Lanetlenmiş bir acı olur ya? Acısı çok keskindir. Arasta o acıdan kurtulmak adına kaçmıştı. Çünkü biliyordu nefesinin acı dolu kesilişleri. Biliyordu kalp yarasının anında açık yara az kaldığını.
"Mən nəfəs yaşaya bilməz! Mən bilməz. Mən bunu yaşaya bilmərəm. Mənə zərər verir, buna dözə bilmirəm! Nəfəs almağa gücüm yoxdur. Məndə zəhər kimi qüvvələr tükənir." ("Atlatamıyorum Nefes! Yapamıyorum. Atlatamıyorum. Canım yanıyor, kaldıramıyorum! Gücüm kalmadı Nefes. Gücüm tükeniyor bir zehir gibi.")
Azerice söylediği acı sözlerle gözleri dolu dolu oldu. Yan tarafa başını çevirip üzgünce Alper'i izlerken yutkunmak acı bir şeye dönüşüyordu. Nefesi acı bir şekilde dışa vurdu. Onun gülüşünü gördükçe yüreği kanla doluyordu. Sanki yüreği kan kusuyordu. Dikenler batmışçasına kan kusuyordu.
Açık bir yaraya tuz basmak ne kadar yakıcıysa Arasta için de Alper'in gülüşü o kadar can yakıcıydı.
"Evet!" diye bağıran gelinin mutlu çıkan sesiyle Nefes'in bakışları nikâh akdime başlayan çifte döndü. Damat da gür bir 'evet' dedikten sonra şahitler de sakin bir sesle onayladı.
"Aşk..." diye fısıldadı Nefes, bakışları Alper'in yanında duran Doğan'ı bulurken. "Nefesini kesmez Pelin. Seni bulutların üzerine çıkarmaz, mutlu etmez. Sevindirmez... Öldürür insanı... Bile bile yaşarken öldürtür. O kitaplardaki mutlu sonlar olmaz. Kitaplarda nasıl vuslata kavuşurlarsa gerçek hayatta kavuşamazlar. Gerçek aşk kavuşamayan iki acı kalptir aslında. Acıyı iliklerine kadar yayar bir zehir gibi yavaş yavaş ölümünü seyreder."
Arasta kendisine dönen bakışlara sahte gülüşler yolladı ve el salladı. 'Mutluyum' havası vermeye çalışıyordu. 'Mutluyum, sahte gülüşlerim acımı saklıyor. Çok mutluyum hem de.'
"Uyanıkken seni ameliyata aldıklarında bedenine batırılan her iğne kadar acılıdır. Bedenine her yediğin kurşun kadar... Bir binanın en üst katından kendini bırakmak kadar, astım hastası olup da astım ilacını almadığın her dakika kadar acıdır."
Pist alanına çifter çifter gelirlerken dans için son ses müzik açılmıştı. Herkes sanki ruh eşini bulmuş gibi dansın akışına bırakırken Arasta ve Nefes'in yanına iki ayrı genç geldi. Bronz tenli olan genç, Arasta'nın yanına ulaşırken "Benimle dans etmenizi istersem, had aşmış olur muyum?" diye nazikçe sordu.
Arasta yüzüne neşeli bir kadın maskesini takıp elini uzattı. "Had aşmış olmazsın bebeğim. Memnuniyetle kabul ederim dans teklifinizi." genç, mutlu olurken uzatılan eli tutup dans edenlerin arasına karıştı.
Alper'in gözüne sokmak istercesine inadına göz hizasında dansa kalkarken Nefes ise oralı bile olmuyordu.
"Böyle zarif hanımefendiyi biri dansa kaldırmadığına göre yalnız olmalı?" bir diğer genç, Nefes'i gözüne kestirirken, Nefes tepkisizce yüzüne bakmaya devam etti. Genç, bir tepki vermediğini fark ederek tekrar edecekti ki yanına Doğan bir hışımla geldi.
Keskinleşen bakışlarını gence yönlendirirken Nefes'in bel oyuğuna elini geçirip sahiplenircesine kendisine yasladı. Bu tepkiyi Doğan kadar Nefes de beklemiyordu. Ardından bakışlarını Nefes'e çevirirken yüzüne tebessüm yerleştirdi.
"Cüneyt Ergün'ün 'Bilinmeyen Saati Uygulaması' şarkısı çalıyor. İstersen sevdiğin şarkıya dansımla eşlik ederim." dedikten hemen sonra kulağına doğru fısıldadı. "Belki dans etmeyi bilmiyorum ama kendimi affettirmenin yolunu bulana kadar sana, benimle dans etmeyi teklif ediyorum..."
Nefes'in ifadesi değişmedi. Ama dengesinin afalladığını sezebiliyordu. Kaskatı kesilen ifadesine zorlukla tebessüm yerleştirip Doğan'dan ayrıldı. Asıl afallayan bu sefer Doğan olurken, genç bir anlamayarak izlemeye devam etti.
Doğan'ın ifadesi bozgunluğa uğrarken Nefes kendi adına konuşmaya başladı. "Dans etmeyi sevmiyorum. Ayrıca kızım Aden daha fazla yalnız kalmasın, izninizle." İki erkeği ardında bırakarak Aslan'ın neşesiyle eğlendiren kızının yanına ilerledi.
Bu gece herkes kadar Doğan için de uzun olacak gibiydi. O sözlerin ağırlığı hiç geçmeyecekti ve bir ömür omuzlarında taşıyacak gibi hissediyordu.
Kelimelere yenildi. Kelimeler yüreğine cam misali battı...
"Çok güzelsiniz?" iltifat eden bir diğer genç, Arasta'yı sağa doğru itip tekrar kendine doğru yasladı. Arasta neşeli bir ifadeyle göz kırparken "Ah, bebeğim! O sizin gözlerinizin güzel görüşü." derken sesli bir kahkaha patlattı.
Sol elini tutan elle geriye çekilirken ne olduğunu anlayamadan onun sesini işitti. "Al o yavşaklığını ve buradan defol!" diye öfkeyle kovmaktan beter ederken burnundan soluyordu. Yüz çehresi haddinden fazla seğirirken olay çıkarmamak adına sessizce işini görmeye çalışıyordu. Genç, Alper'e baktı. Ardından Arasta'ya. Arasta'nın olaya dahi olmasını beklerken gözlerini gözlerinden çekemiyordu.
Oldukça yapılı olsa da Alper'in öfkesinin yanında un ufak gözüküyordu. "Ya sana ne Alper! Sana ne, sen git başka yerde adamlık tasla. Benim yanımda gösterdiğin adamlık eğrelti duruyor, anlıyor musun?" artık tahammülü kalmamıştı. Sabrı haddinden fazla azalmıştı ve kan beynine sıçramak raddedeydi.
Kolunu Alper'den kurtardığı gibi karşısına dikilirken nefret dolu bakışlarını yakalamıştı Alper. "İster bu gençle." derken yanlarında duran genci kastetti. "İster şu gençle?" gözleri geldiklerinden beri üzerinde duran genci gösterdi bir hışımla. "Dans ederim. Anla şunu anla Alper! Biz diye bir şey yok, hiç olmadı da! Sen buna izin vermedin, vermedin Alper! Ben buraya Nefes için geldim. Sırf onun hatırına buraya gelip yeminimi bozdum. Sırf bu yüzden Türkiye'ye geldim. Ve gelir gelmez yine hiçbir şey olmamış gibi yanıma geldin sanki biz uzun zamandır gurbetteyiz de birbirimizi özlemişiz gibi. Hayır, Alper!" parmaklarını göğsüne doğru ittirerek birkaç adım gerilmesini sağladı. Düğün devam ediyordu. Müzik değişmişti. Herkes yerine oturmuş sadece piste dans eden gelin ve damadı izliyordu. Kimse kavga eden çifti duymuyordu ya da bilerek duymazlıktan geliyorlardı.
"Ne ben seni görmek için ta buralara kadar geldim ne de sen... Beni özlediğin için buradasın. En yakın arkadaşının nikâhına davetliyiz o kadar. Bundan ötesi yok. Olmazsın da. Artık ne bana karış ne de bu sahte umursama ayaklarına son ver!"
"Koşun koşun! Buradalar! Milletvekili Serdar Bey de burada! Bu büyük buluşmayı bir daha bir arada bulamayız!" içeriye destursuz bir dalışla dalan gazetecilerle büyük şoka uğrayan Arasta, gözlerine tutulan flaş ışığından kaçmaya çalışıyordu.
"Ne oluyor lan?" bir şokla Arasta'yı arkasına siper edercesine önüne geçerken Nefes keyifli bir edayla yanlarında bitti. Yüzüne yansıyan zafer mutluluğu dudaklarına bulaşırken "Bu zamandan daha iyi zamanlama olamazdı." diye şakıdı.
"Azerbaycan da sır gibi gizli tutulan Cumhurbaşkanı sonunda meydana çıktı arkadaşlar! Adınız tam olarak nedir Cumhurbaşkanım! İsminiz gerçekten de Arasta mı? Peki, Arasta'nın anlamı nedir?" Arasta'ya doğru yaklaşmak istedikçe önlerine bir orduyu devirecek güçte olan Alper, gazetecilere engel oluyordu.
Milletvekili olan Serdar Bey de yanlarına ulaşırken bu sefer gazetecilerin yeni kurbanı seçilmişti. "Merhabalar efendim? Serdar bey bir çiftin nikâh şahitliğini yaptığınıza dair duyumlar aldık? Bu çift sizin tanıdıklarınız mı yoksa özel bir davetli misiniz?" Serdar beyin konuşmasını engelleyen ne müzik oldu ne de davul zurna çalışları.
Serdar beyin konuşmasına engel olan Arasta ve Nefes oldu.
"İsterseniz nedenini Cumhurbaşkanımız açıklasın. Velakin çok yormamak şartıyla." Nefes'in yanına ulaşan Arasta gür bir sesle gülümseyip kollarını en yakın kardeşi olan Nefes'in beline doladı. İkisi de kazandığı bir hediyeye gösterdikleri bir mutlulukla karşılık verirken Arasta, gazetecilere doğru döndü.
Dilinden hiç eksilmediği o sözle göz kırparak dudaklarının mührünü bozdu. "Ah, bebeğim... Serdar bey bizim özel davetlimizdir." dedi yalan söyleyerek. Oysaki Serdar Bey, Arasta'yı gazetecinin söyledikleri ana kadar tanıyamamıştı bile. "Kendisi, en yakın olduğumuz dostlarımızın mutluğuna şahit olmak için buyurmuştur."
Her bir yanından fotoğraflarını çeken gazeteciler ilgiyle Arasta'yı dinliyorlardı. Öndeki bir gazeteci herkesin merak ettiği o soruyu dile döktü.
"Peki, artık Türkiye'de mi kalacaksınız Cumhurbaşkanım?"
Nefes ve Arasta birbiriyle göz teması kurdu. Birkaç dakika geçti geçmedi Arasta yeniden konuştu. "Ölene kadar Ankara'da olacağım. Artık tatil bitti. Artık iş zamanı."
13 EKİM 2007
Kollarıma batırdıkları iğnelerde ne var bilmiyorum. Ama her iğne canımı öyle yakıyor ki anne... Baygınlık geçiriyorum, nefesimi kesiyorlar, yutkunamıyorum. Kan kusuyorum adeta. Anne? Benim adım gerçekten Nefes mi? O yüzden mi nefesimi kesmek istiyorlar? Ya da insanları adım gibi nefeslerini kesmem için mi bu işkence? Sana hâlâ öfke doluyum ama bu değildir sana yazmamam.
Yazacağım! Ve sen de her bir kelimesini canın yanıyormuşçasına okuyacaksın. Okuyacaksın ki beni nereye emanet ettiğini gör ve canın yansın. Pişman olacak raddeye getirecek kadar yazacağım. Ölmeyi yeğleyecek kadar yazacağım anne. Ben nasıl her gün kat be kat ölüyorsam sen bin kat öleceksin.
15 EKİM 2007
O iğneler de ne varmış öğrendim. Zehirmiş anne. Bana zehir veriyorlarmış. Bana zehri alıştırıp panzehirlerini yok etmeye çalışıyorlar. Benim zehrim bizzat senmişsin anne. Bana, senin zehrini naklediyorlarmış. Beni, sen öldür istiyorlarmış.
Kollarımı diğer çocuklardan saklamak için boyuyorum artık. Benimle dalga geçiyorlar. Kollarımın her tarafı boya olduğundan dalga geçip gülüyorlar. Sırf senin yaraladıklarını anlamasınlar diye böyle bir çözüm ürettim. Varsın dalga konusu olayım. Varsın kendi isteğimle yaptığımı sansınlar. Ben bu yüzden bile seni hep suçlayacağım. Çünkü senin suçun anne.
Senin suçun...
Eserinle gurur duy. Bana zehir verirlerken de gurur duy, dalga geçtikleri için de... Ben nefes aldıkça kendi yarattığın enkazla gurur duy...