8.BÖLÜM
FEDA EDİLİŞLER
17 EYLÜL 2012
Gözlerini zar zor aralayan Kanter Akın dudaklarını aralamakta güçlük çekiyordu. Herkes etrafında pervane olmuş telaşla çığlık atarken Kanter Akın hiçbir çığlığı duyamayacak raddedeydi. Kendinden geçmiş gibiydi. Dudaklarının arasından fışkıran soluklarla birlikte oluk oluk kan akarken tek düşündüğü oğlu Doğan'ın bu halini görmemesiydi.
"Kanter abla beni duyabiliyor musun? Bak, şimdi seni hastaneye nakledeceğiz, tamam mı?" yanı başına oturan kadın, Knnter'in koğuştaki tek sırdaşıydı. Kanter Akın zar zor araladığı gözlerini sesine doğru sırdaşına çevirdi. Söyledikleri ona çok buğulu bir şekilde yankılanıp duruyordu.
Nefesi bir kez daha daralırken öksürüklere boğuldu. Daha şiddetli bir şekilde dudaklarının arasından her öksürükle kan fışkırırken zamanının geldiğini sanmıştı. Dudaklarına kilit vurduğu o sır bu sefer mezarı olacağını sanıyordu.
"Abla!" diye haykırdı sırdaşı. Dudaklarının arasından şiddetle akan kanlarla gözbebeklerinin daha da büyümesine neden oldu. "Bu kanlar..." gördükleriyle dehşete düşmüştü. Bu sefer daha şiddetli bir şekilde bağırırken ambulansın gelmeyişiyle bakışlarına yansıyan korku artmıştı.
"Oğlum... Doğan'a bir şey demeyin. O şimdi... Burayı ayağa kaldırır, çıldırır." bilincini yitirmeden önce söyledikleriyle nabzı atmayı keserken koğuşun demir kapısı aceleyle aralanmış ve içeriye sedyeyle birlikte iki sağlık görevlisi girmişti.
Herkes korku içinde yere bir anda düşen kadına bakarken nefesleri donmuş gibiydi. Asuman, Kanter Akın'ın dibinde kalktığı gibi sağlık görevleri bedenini sedyeye taşırken Asuman da peşlerinden ilerleyecekti ki gardiyan tarafından durduruldu.
Asuman yalvarırcasına gardiyanın gözlerine bakarken "Ben de gelmek istiyorum." dedi. Gardiyan, Asuman'ı yanıtsız bırakarak koğuşun kapısını kilitlerken arkasından haykırarak bağırıyordu. "Gardiyan! O benim kardeşim, ahretliğim... Yanında olmam gerek."
Asuman, gardiyanın gittiğini anlayarak bağırmayı keserken Doğan'a nasıl söyleyeceğini kestirmekte güçlük çekiyordu. Çıldıracağını adım kadar emindi.
ŞİMDİKİ ZAMAN
Doğan duyduklarıyla yerinden hızla doğruldu. Üzerine doğrulan şaşkın ve meraklı bakışları umursamadan telefondaki cezaevi müdürünü dinlerken yer, ayaklarının altından kayacak gibiydi.
Her sözde üzerine kaynar kazanlar dökülürken telefon birden zemini boyladı. Alper ani bir refleksle telefonu tutmaya çalışırken yeri boyladığını görüp vazgeçmişti. Bakışlarını yeniden yerinde donakalan Doğan'a çevirirken telefonda ne duyduğunu merak ediyordu. Kendisini bu denli korkutacak şeyin nedenini bulmaya çalışırken Doğan'a endişeyle seslendi.
"Doğan! Ne oldu kardeşim?" omuzlarından sarsa da tepki göstermeyen Doğan ani bir hızla mekânın terk etti. Arkasından bağıran Alper'i bile duymamıştı. Doğan'ın peşinden yetişmeye çalışarak hızlı hareket ederken sokağın başından geçen taksiyle birlikte arka tarafına binmiş ve mekânın önünden kaybolmuştu. Az öteye park ettiği aracına hızlıca binerek arkasından takip ederken bir delilik yapacağından endişeliydi.
Taksinin hız arttığını fark ederek kornaya basıp dururken kaşları öfkeyle çatılmıştı. "Bu geri zekâlı kendini öldürmek mi istiyor, anlamıyorum ki? Ne bu hız merakı?"
Gecenin bir vaktinde ne haber, Doğan'ı bu kadar korkutabilirdi ki, bilmiyordu. Doğan üzerine bastırdığı duyguyu bir anda dışa yansıtırken güç bir anda arka plana atılmıştı. Kalbine yerleşen korku tohumları bir bir filizlenirken köklerinden kazıtmak bir hayli zor olacaktı.
"Bize kaza yaptıracak puşt herif! Telefonunu da halletti tabii! Şimdi peşinden koş, dur! Lan Doğan yavaşlat!" son anda hız daha da artarken duyamasa bile arkasından bağırdı. Direksiyonu önüne kırmaya çalışsa da taksi bir adım daha öndeydi. Yol boş olduğu için hızı umursamamıştı.
"Lan taksicinin bu denli hız yaptığı nereden görülmüş! Tamam, yol boşta. Bu kadarı da ölüme koşmak olur!"
Alper sakin kalmaya çalışarak taksinin nerede duracağını takip ederek öğrenmeye çalışırken söylenmeleri dur durak bilmiyordu.
Taksi sonunda bir hastanenin önünde dururken Alper de hemen ardında durdurdu. Anahtarını araba bırakarak inerken kapıyı bile kapatmayı umursamamıştı. Tek düşündüğü şuan da Doğan'ın neden burada olduğu?
Doğan'la birlikte içeriye geçerken nefes nefeseydi. Doğan'ın fevrice danışmanın oraya doğru koştuğunu görürken tıkanmıştı. Sonunda yanına ulaşırken duyduklarıyla neye uğradığını şaşırdı.
"Annem! Annemin durumu nasıl?"
"Adı nedir, annenizin?" diye soran sekreter bilgisayar ekrana döndü.
"Kanter. Kanter Akın." elleri masanın üzerinde titremeden duramıyordu. Annesinin hastanede olduğu haberini duyunca kalbinde bir ağrıya neden olmuştu.
"Doğan!" diye bağıran Alper'i duymuyordu şuan da. Tek odağı annesiydi. Sekreter tuşlara bastı ve önünde beliren listeden adı söylenen hastayı aradı. Kısa sürede adını bulurken durumunu okudu. Ardından tekrardan Doğan'a dönerken sabırsız olduğunu bedeninin titreyişinden anladı.
"Şuan da 342. odada testleri yapılıyor?" hiçbir şey anlamayan Doğan kaşlarını çattı. "Yani?" derken sesindeki kızgınlık ortaya döküldü.
"Durumu ile ilgili bilgiyi doktordan alsanız daha iyi olur." sekreter soğukkanlılıkla konuşurken Doğan'ın bakışları soğuklaştı. Aldığı nefesleri öfkeyle bırakırken çıldırmak üzereydi. Sekreteri umursamayarak söylediği odaya ilerlerken asansörü kullandı.
Peşinden Alper de gelirken son anda yetişmişti. "Doğan..." dedi. Sesi bu sefer kısık ve acıyla doluydu. Doğan bir cevap bile veremeyecek kadar çaresizken boğazını delen yutkunma hissiyle daha kötü oldu.
"Sekretere bak!" diye hiddetlendi. "Biz bilmiyoruz sanki doktordan bilgi almayı. Senin işin ne lan, o zaman?"
"Doğan kardeşim, sakinleş lütfen! Annenin her nesi varsa atlatacak, tamam mı?" Alper'in söyledikleriyle irkilen Doğan sanki Alper'in varlığından habersiz gibiydi. Kendine yeni gelen Doğan gözlerindeki anlık afallamayla "Alper!" diye bağırırken ağzı hafif açık kaldı.
"Kendine geldin sonunda!" homurdanarak göz devirdi. Yeni yeni kendine geldiğini anlarken çıkışmadan edememişti. "Lan kalın kafandan ne geçiyordu da taksiyi hızlandırdın? Ölmek mi istiyorsun oğlum, sen! Ha, niyetin oysa ben seve seve yaparım!" asansörün içinden ikisinden başka kimse olmayışıyla rahatça gürlerken sinir kat sayısı daha arttı.
Doğan bir hiddetle başını kendisine çıkışan Alper'e döndürdü. İfadesi kıpkırmızı olurken burnundan solumamak için zor duruyordu. "Annemin hastaneye kaldırdığını bir gece vakti köründe öğreniyorum ve sen hız yapmak istediğimi mi sorguluyorsun!"
"Oğlum annenin durumunu öğrendiğin için hız yaptırdığını anlıyorum. Ama ya kaza olsaydı Allah korusun?" Alper haklıydı ama Doğan şuan da bunu algılamayacak kadar korku içerisindeydi. Asansör istedikleri katta dururken içinden aceleyle çıktı ve sağ tarafta bulunan danışmanın önüne ilerlerken 342. numaralı odadan bir doktor çıktı.
"Kanter Akın'ın yakınları!" diye bağırırken ikilinin bakışları koridorda bağıran doktoru buldu. Üç adımda yanında biten Doğan endişeyle sordu.
"Benim!"
"Kimi oluyorsunuz?" diye sordu doktor.
"Oğluyum."
Doktor derin bir nefes çekti. Nasıl söyleyeceğini kestiremiyordu. Bakışları tereddütle dolarken bir çırpıda söyleme kararı aldı. "Annenizi hastalığı nüksetmiş. Bundan emin olmak için de birkaç test daha yapılması gerekiyor."
Doğan duyduklarıyla zelzele gibi sarsılırken gözleri kocaman oldu. Dudaklarının titremesine engel bile olamıyordu. "Ne?" yeni öğrendiği gerçekle bir kez daha sarsılırken doktorun şaşkınlığı da ön plana çıktı.
"Siz bilmiyor muydunuz?" diye çekinerek söylerken Alper, Doğan'ı zar zor tutuyordu.
"NEYİ!" diye adeta koridorda kükredi. "Neyi bilmiyorum doktor?"
"Anneniz verem hastasıydı."
Dünya durdu. Yelkovan, akrebi kovalamayı bıraktı. Doğan boğazının acımasıyla kalakalırken donmuş gibiydi. Duyduğu gerçekle derinden sarsılmıştı. Kulakları doktorun söyledikleriyle uğuldadı. Ve bir kez daha sarsıldı.
'Nüksetti?' dedi kendi kendine içinden. 'Annem daha önce de mi hastaydı?'
Bu gerçeğin gerçekliğine bir türlü inanmak istemiyordu. Annesi bunu kendisinden saklamazdı değil mi? Yapmazdı değil mi? Gözünün önündekini görmezden gelemezdi değil mi?
Kafayı yemek üzereydi. Gözü önündekini görememişti. "Ne di-yorsun doktor?" kekelemeden edemedi. Güç ve korku arasındaki galibi korku kazanmıştı.
"Dokuz, on yıla yakın önce anneniz kan kusmasıyla buraya gelmişti. O zaman müdahale etmiştik. Erken teşhis edebilmiştik ama sonra..." devamını dile getiremeden bakışlarını kaçırdı. Alper ne yapacağını şaşırmışçasına öylece Doğan'ı izlerken "Ama sonra, ne doktor?" diye bir kez daha bağırdı Doğan.
Doktor sıkıntıyla iç geçirdi. "Ama sonra hastalığı nüksetmiş. Galibi olduğu hastalığa bir kez daha yenilmiş gibi görünüyor."
Doğan aklını kaçıracak gibi ellerini saçlarının arasına götürdü. Annesinin hastalığını bilemeyecek kadar kör mü olmuştu? Nasıl böyle bir şeyi bilmezdi ki bir insan?
"Ne yapın edin o lanet hastalığından kurtulmasını sağla doktor! Nasıl yıllar önce galip ettiyseniz yine edin!"
"Emin olun daha iyi olmasını sağlayacağız. Anneniz gerçekten çok güçlü bir kadın. Galip olduğu hastalığını yine yenecek. Şimdi görmenize izin veremem. Testlerden sonra izin verebilirim, geçmiş olsun." deyip yanlarından ayrılırken Doğan kendini ani bir şekilde yere bıraktı. Duvara yaslanıp dizlerini kendine doğru çekerken yine o güne gitti.
Reşit olduğu gün annesinin yakarışlarına dayanamayıp yere çökerken yine aynı anı yaşıyordu. Tek fark annesinin bu sefer hastanede olmasıydı.
"Ben ne diyeceğimi bilmiyorum..." dedi kesik kesik konuşurken Alper.
"Ben de bilmiyorum." diye fısıldadı Doğan. "Annemin hasta olduğunu bile bilmiyordum. Tam 27 sene! Koskoca 27 sene yanından 8 buçuk yıl ayrı kaldım. Ve bunca senedir eridiğini görememişim! Hiç hissettirmezdi de. Yüzüme acıyla bakardı ama bu acı hastalığıyla ile ilgili değildi. Bu acısı pişmanlıktan ve çaresizliğindendi. Hoş neden öyle baktığını bile anlamazdım. Her gün ağlardı. Her gün bana çaresiz bir acıyla bakardı."
Bakışları acıyla doldu. Ciğeri parçalanıyormuşçasına haykırmak istiyordu. Annesinin gün be gün ölüşünü anlamayarak vicdanı sızlıyordu.
"Anneler hissettirmez." dedi Alper buruk bir edayla. "Acı çekişlerini anlamak gerçekten zordur. Kaybetmemek adına bile kan kussa bile kan kusmadığını iddia eder." Alper acıyla tebessüm etti bu sefer.
"Güç ve korkuyu dengede tutmak zorunda kalan ben şimdi dengeleyemiyorum. Korku gün yüzüne çıkmış gücü yok etmiş gibi." küçücük bir çocuk duruyordu sanki karşısında. Korkuyla yüzüne bakan çocukluğuyla aynı bakıyordu.
Saatler geçti. Geceden gündüze geçseler bile hala bir haber yoktu. Sabaha kadar gözünü bir kez bile kırpmadan çöktüğü yerde duruyordu. Yanlarından gelip geçen insanları bile aldırış etmiyordu. Gözaltları kan çanağına dönen Doğan ve Alper'i kendine getiren telefon olmuştu. İkisi de ani bir irkilmeyle yerlerinde sıçrarken çalan telefonun Alper'den geldiğini ilk başta idrak edemediler.
Alper cebinde titreyen telefonu çıkarırken saati de gördü. Gördüğü saatle yerinde doğrulurken mahur bir şekilde gözlerini ovaladı. "Saat dokuz olmuş." diye mırıldandı. Dur durak bilmeden çalan telefonu cevaplarken Doğan ifadesizce yüzüne baktı.
"Efendim yenge?" derken Doğan güçlükle yutkundu. Uykusuz kalan gözleri acımaya başlarken ifadesini korumaya çalıştı.
"Dünden beri neredesin sen! Sabah da yokmuşsun, bir şey mi oldu?" hafif sinirle telefonda bağıran Nefes'in sesiyle derin bir iç çekti.
"Şey yenge..." ne diyeceğini şaşırmış gibi lafı dolandırırken sıkıntıyla yüzünü ovaladı. "Doğan'ın annesi... Biz hastanedeyiz."
Nefes'ten uzun bir süre cevap gelmeyince merakla kaşlarını çattı. Nefes'in hatta olup olmadığını anlamayarak adını tekrar seslendi. "Nefes yenge?" içeriden çıkan doktorla beraber tüm bakışlar doktora dönerken Doğan bir adımla dibinde bitti.
"Annem iyileşebilecek bir durumda mı doktor? Sonuçlar nasıl?"
Doktorun üzgün ifadesinden anladığı tek şey olmuştu.
Olumsuzluk...
"Ben de geliyorum." kesin bir dille söylediklerini Doğan duymamıştı. Nefes'in sesi koridorda yankılanmasına rağmen Doğan sesine kulak asmamıştı.
"Maalesef." dedi doktor sıkıntıyla. "Anneniz hiçbir teste olumlu yanıt veremedi."
"Yani?" doktorun cevabını duymaktan korksa da sordu.
"Tedaviye geç kalmış. Bu onun son günleri olabi-lir." Doğan dengesini yitirecek gibi oldu. Alper, Doğan'ın dengesini kaybettiğini fark eder etmez yanına koşarken sessizliğine gömüldü. Hayatta kalan tek dayanağıydı annesi. Onu da kaybederse ayakta durabilir miydi belirsizdi.
Gözlerinde beliren ifade Alper'i korkutan cinstendi. Doktorun son dediklerini bile duyamayacak kadar kendinden geçmişti. Doktor yanından çekip giderken Alper, Doğan'ı arkasında bulunan sandalyelerden birine oturttu. Doğan'ı hiç böyle görmemişti.
Kendini gizlemeye çalışırdı ama gözlerindeki korku onu hep ele verirdi. Fakat şimdi çok farklıydı. O gözlerde korkudan çok ruhunun ölüşü mevcuttu.
"Doğan kendine gel, kardeşim. Bak, beni de korkutuyorsun." diye azarladı. "Okan gibi seni de silkelerim!"
"Annem söylememiş." diye kendi kendine fısıldadı Doğan. "Hastalandığında bile bana hissettirmemek adına çabalamış... Meğerse her gün ölüm döşeğindeymiş? Bir de ben ona bağırdım. Hak etmeyen bir baba yüzünden anneme bağırdım. Benim hiçbir zaman yanımda babam yoktu. Nankör biri gibi davrandım. Benim bir babam olmasa da olurmuş zaten. Annem bana yetiyormuş!"
"Öyle deme oğlum! Sen nankör falan değilsin!"
"Annemi göreceğim!" yerinden bir anda kalkıp odaya geçerken yalnız bırakmak istemedi. Odaya girdiği gibi kendini annesinin dibinde bulurken hizasına doğru eğildi. Kızgın bir tonda "Bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun anne!" diye çıkışırken, Kanter Akın babasıyla ile ilgili gerçekleri öğrendiğini zannetti.
Bir kolu kelepçeliyken diğer kolunu oynatmaya çalışarak Doğan'a kendini açıklamaya çalıştı. Korku bir anda gün yüzüne çıkarken dudağını güçlükle araladı. "Sana anlatmaya ça-"
"Verem hastalığına yenik düştüğünü ne zaman söyleyecektin?"
"Ne?" diye anlamayarak sordu. Gözlerinde beliren şaşkınlık büyürken derin bir rahatlama çökmüştü üzerine.
"Oğlunum ben senin ya, oğlun! Nasıl saklarsın böyle bir şeyi?" kendini kaybetmişçesine bağırırken ellerini duvarlara vurmamak için zor tutuyordu.
"Doğan kardeşim, sakinleş karşındaki annen." dedi onu durdurmaya çalışan Alper. Kanter Akın odadaki yabancı sese dönerken kim olduğunu merak etti.
"Siz?" diyerek eliyle Alper'i gösterdi. Alper kendine doğru çevrilen bakışlara karşı kendini tanıttı. "Ben Alper efendim. Doğan'ın kardeşi sayılırım."
"Anne." diye mırıldandı. Sesi boğuktu. "O her ne sırrıysa umurumda değil! Sen yeter ki iyileş ben onun hakkında hiçbir şey öğrenmesem de olur. Bunca zaman yanımda sen vardın şimdi de tek sen varsın. Seni de kaybedemem." diyerek omuzlarından sarıldı.
Kanter Akın da oğluna sıkıca sarılırken kokusunu içine çekti. "Doğan'ım."
"Özür dilerim." diye af dilerken Doğan, annesi onu susturdu.
"Dileme yavrum. Dileme." ondan ayrılarak konuşurken bakışları tekrardan kenarda dikilen Alper'i buldu. "Bu yakışıklı çalıştığın yerden mi?"
"Evet." diye yanıtladı Doğan. Bakışları Alper'i bulurken burukça tebessüm yolladı.
"Çok sevindim. Sonunda biriyle tanışabildik." dedikten hemen sonra Alper'e döndü. "Böyle tanışmak istemezdim oğlum."
"Estağfurullah efendim. Tanışma şekillerini önemsemem açıkçası. Karşımdaki kişi nasıl biri ona göre davranırım." dedi mahcup ve çekingence.
"Doğan oğlum? Pek de çekingen bu?" dedi tebessümle gülümserken. Doğan hinlikle Alper'e bakarken gözlerini kıstı. "Sen onun öyle olduğuna bakma anne. Çekingenliği sana bize esip gürler."
Alper kaşlarını çatmadan zor duruyordu. İmayla göz devirirken "Ya, ya." diye dişlerinin arasından sertçe tısladı.
Kanter Akın, oğlunun arkadaş yaptığını görünce o kadar rahatlamıştı ki... Artık gözü arkada kalmayacağını biliyordu. Doğan kendini sonunda açıyordu. O sert kabuğunu kırıp yavaş yavaş özgürleşiyordu. İkilinin sessiz diyalogunu keyifle izlerken dudaklarına yerleşen gülümseme büyüdü.
"Alper de böyle işte. İnsanı sinir eder durur."
"Doğancığım?" dedi dudaklarının arasında tıslayarak. "Hani ortamı değil ya!" tehdit eder gibi gülümsedi.
Doğan da Alper'e katıldı. "Tamam, sustum çekingen Alper."
Odada yankılanan kahkahalarla az da olsa kafaları dağılırken bundan sonrasını sonraya saklamak istemişti.
?
"Sizin ne işiniz var burada?"
"Böyle bir günde seni yalnız bırakmamızı düşündüren ne dostum?" odaya dan diye giriş yapan Okan'ı fark edince gözlerine inanamamıştı. Hemen ardından Serkan, Aytaç, Serçe giriş yaparken bakışları hâlâ kapı önündeydi. Sanki birini bekler gibi bakıyordu.
Doğan bozgunluğunu hiçe sayarak Okan'a döndü. "Geleceğinizi düşünmüyordum açıkçası."
"Nasıl gelmeyelim lan!" diye çıkıştıktan sonra yatakta uzanan Kanter Akın'ı görünce ses tonunu azattı. Hâl hareketlerine çekim düzen vererek başıyla selamlarken yarım ağız gülümsedi. "Geçmiş olsun efendim."
Doğan'ın annesi hafif tebessüm ederken şimdiden onlara ısınmıştı. Daha sonra tekrardan Doğan'a döndü Okan. "Dün geceden beri buradaymışsınız ve bize haber veren yok! Neden? Biz neciyiz lan?"
Doğan sıkıntı içinde iç geçirirken araya Alper girdi. "Aklımıza mı geldi o an sanki?"
"Ha, Alper hadi Doğan haber vermiyor? Sen niye haber vermiyorsun hırt!" Alper'e doğru bağırarak söylerken, Alper'in gözleri seğirdi. Okan'a doğru ters bir bakış atarken sakin durmaya özen gösteriyordu.
"Dua et hasta ziyaretindeyiz! Yoksa seni şu pencereden silkelerdim!" elinin ağzının kenarına götürerek yarım ağız söylenirken bakışlarını Doğan'ın annesine döndürdü.
"Bunlar kim oğlum?" yorgun çıkan sesiyle sorarken gözleri odada bulunan diğerlerini buldu. Serçe sessiz bir şekilde kenara otururken Okan ve diğerleri hâlâ ayaktaydı.
"Diğer iş arkadaşlarım anne." diye cevapladı Doğan, bakışlarını herkesin üzerinde gezdirirken. "Serçe, Okan, Aytaç ve Serkan." teker teker isimlerini söylerken bakışları bir süre Serkan'da durdu. Çünkü her zaman ki sessizliğin yanında başka bir duygu vardı gözlerinde. O duyguyu çözmeye çalışsa da Serkan o kadar iyi gizliyor ki anlamak imkânsızdı.
"Gelin yok mu?" Doğan ani bir kriz gibi öksürmeye başlarken Okan gür bir kahkaha patlattı. Elini karnına yaslayarak kahkaha atmaya devam ederken bunu demesini beklemiyordu. "Gelin mi? Ne yaptınız efendim? Doğan gibi somurtkan, soğuk birine gerçekten katlanmak zordur."
Doğan öksürüklerin arasından Okan'a öldürücü bakışlar atarken işlemiyordu bile Okan'a. Alay etmeye devam edip duruyordu.
"Okan!" diye tıslayan nişanlısıyla kahkahasını sonlandırırken bir bakışıyla yerinde mıh kesildi. "Sustum Serçe'm." dercesine ağzına fermuar çekti.
"İyi edersin!"
"Anne!" diye seslenen Doğan kendine gelerek annesine uyarı dolu bakışlar attı.
"Ne var oğlum? Az bir ömrüm kalmış, senin birini sevdiğini görmeden mi göçeyim?"
Bir kez daha "Anne!" diye çıkışırken odada sessizlik hâkim oldu. Herkes bakışlarını kaçırırken Doğan da onlardan farksızdı.
"Hiç gözlerini kaçırma!" gözlerini kaçırdığını hissetmiş gibi kızarken sesi git gide kısılmıştı. "Gerçek bu! Acı gerçeğin ta kendisiyim."
"Bence de efendim. Oğlunuzun mürüvvetini görmek sizin de hakkınız." odadaki tüm herkes kapıdan içeriye adım atan Nefes'i bulurken şaşırmadan edememişlerdi. En başta da Doğan şoka uğrarken geleceğine umut etmiyordu.
"Yenge?" diye dudaklarını aralayan Alper'le, lafı yanlış anlayan Doğan'ın annesi hemen araya girdi. "Yoksa bu mu?" diye sevinerek sorarken bu yanlış anlaşılmayı Doğan düzeltecekken Nefes herkesi şoke edecek cümleyi kurdu.
"Evet efendim. Doğan'ın sevdiği kadın Nefes'im ben." Nefes kendinden emin bir şekilde yanıtlarken hiçte pişman görünmüyordu. En hassas noktasıydı anne sevgisi ve kendisi bu sevgiden mahrum kaldığı için başkasının da kalmaması için elinden geleni yapıyordu.
Kanter Akın'ın son isteğini yerine getirmek yerine tekrar ederken çoktan Doğan'ın yanına geçti. Doğan put kesilmişçesine Nefes'e bakarken bedeni donmuştu. Kahvelerini mavilerden çekmeden yerinde durmaya devam ederken aklından geçenleri bilmek istedi.
"Öpeyim elinizi." diyerek ellerinden öpen Nefes'le daha da çıkmaza girdiğini hissetti Doğan.
"El öpenlerin çok olsun kızım. Bizim oğlan senden hiç bahsetmedi. Yeni mi ilişkiniz kızım?" Doğan bakışlarını boşluğa çevirirken elleri yumruk halini almıştı. Tir tir titreyen bedeni kendisine yararı olmazken bu gerçeğin yalan olduğunu açıklamak istemişti.
"Anne?" diye söze başlarken Nefes, Doğan'ı durdurdu. "Yeni sayılır efendim."
Okan ağızını açıp tek kelime etmemek için dudaklarını düz tutmaya çalışırken herkesten daha şaşkındı.
"Efendim deme bana. Kanter teyze diyebilirsin?" hafif kızgın çıkan sesle konuşurken Nefes tepkisizce onayladı. "Peki, Kanter teyze."
Doğan hızla bakışlarını Nefes'e çevirirken çenesi seğirdi. Kahvelerinin yanında hafif kıvılcımlar oluşurken bunu fark eden tek kişi oldu, o da Alper.
Kargaşa çıkma ihtimali yüksekken bunu engellemeye çalıştı Alper. Ayağa kalkarak kendini silkeledi. "Hasta ziyareti kısası makbuldür. Kanter teyzeyi daha fazla yormayalım. Önemli bir şey daha olursa Doğan bize haber verir."
"Kalsaydınız." üzgün bir ifadeyle ikna etmeye çalışırken Doğan bu sefer sert ama sakin bir şekilde dudaklarını araladı. "Fazla kalabalık olmasın anne. Sen de dinlen. Birazdan kapıdaki memurlar bizi kovacak yoksa."
Herkes çıkarken Doğan da arkalarından çıktı. Nefes hariç diğerleri çıkışa ilerlerken Doğan tam karşısında durdu. Öfkesine hâkim olmaya çalışarak nefes alıp verdi. "Bu yaptığınız da ne oluyor?" çıldırmak üzereydi. Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirdi aklı, mantığı almıyordu.
"Bu yalanın nelere mal olduğundan haberiniz var mı sizin Nefes Hanım? Hasta bir kadına bunu söylemek ne kadar kötü, hiç mi bilmiyorsunuz?"
Nefes sessizdi. Yüzünde tek bir ifade belirmezken Doğan'ı sadece dinlemekle kaldı.
"Şimdi bu saçmalığa son verip içeriye geçiyoruz ve oradaki kadına gerçeği anlatıyorsunuz? Bizim aramıza hiç yalan girmedi bu saatten sonra da girmesine izin veremem. Ömrü azalsa bile ona bu kötülüğü yapamam. Boş yere ümitlendiremem." elini bir sinirle çıktıkları odanın kapısına savrulurken öfkeden deliye döndü.
Nefes hâlâ sessizliğini bozmadan yerinde duruyordu. Buna daha çok köpüren Doğan derin bir soluk bıraktı. Gözlerini sakinleşmek adına yumup açtı. Nefes'in hâlâ tepkisiz durduğunu fark ederek kendi işini kendi yapma kararını verdi ve arkasına döndüğü gibi odaya geçecekken adımları Nefes'in söyledikleriyle yerinde dondu.
"Sen de kendi ağzınla söylüyorsun? Az bir ömrü kalmış? Bırak da son günleri huzurla geçirsin. Dört duvar arasında kalmanın çaresizliğini ve karanlığa tutsak kalmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum! Bunu ona yapma Doğan. Bir gün bile olsa onu mutlu et, gülümsesin. Bu onun en büyük hakkı."
Doğan bir hışımla arkasına döndü. "Size ne! Siz kimsiniz Nefes Hanım? Benim annemden size ne! Onun iyiliğini bir tek ben düşünebilirim! Başkasına lüzum yok!" bağırışı koridorda yankı yaparken kaskatı kesildi.
"Konu anneyse ben her zaman orada bulunurum. Kişisel algılama kim olsa bunu yapardım. Sana özel değil yani." Nefes'in ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Sanki karşısında bir duvar vardı ve o duvar en soğuğuydu.
Hayretle gözlerini büyüttü. Neden bu harekette bulunduğuna dair bir fikir üretemiyordu. Zihninden geçen onlarca düşünce vardı ki ve her bir düşünce zihnini allak bullak ediyordu. Kim böyle bir şeyi teklif ederdi ki?
Kim hayatını bir hiç uğruna mahvederdi ki? Aslında en başından böyleydi. Uygar'la velayet için evlenen Nefes Güneş bunu mu yapmayacaktı? Konu aileyse kendini unuturdu. Bir çocuğun hayatı için kendini feda etmişti. Şimdi ise bir annenin son günlerini huzur dolu geçirmesi için kendini feda etmekten çekinmemişti.
"Kendi hayatını feda ettiğinin farkında mısın?" yine bizli sizler kalkmış resmiyetsiz konuşmuştu Doğan. Gözlerinin içine, derinlere daldı. O bakışlarda hiçbir duyguyu göremedi yine. Donuktu, ifadesizdi. Neden öyle olduğunu kestiremiyordu.
"İlk değil." dedi kısa ve öz. Sesindeki tını toktu. "Sonda olmayacak."
"Sen... Sen-" durdu. Dudaklarının arasından kelimeler çıkmıyordu. Şaşkınlığı diline lal vurdurtmuştu. Kafasını olumsuzca iki yana salladı. Yüzünü istemsizce buruştururken derin nefes alma ihtiyacıyla doldu.
"Evet, ben?" dedi Nefes, 'devam et' dercesine. Duruşunu hiç bozmadan durduğu yerde Doğan'ın gözlerine bakıyordu.
"Senin gibi birine hiç rastlamadım. İnsanlar sırtını döndüğün an bıçaklar, zayıf anı kollar arkadaşlığına önem vermez ama sen... Hiç tanımadığın birinin hayatını güzelleştirmeye çalışıyorsun? Kendini hep feda edip durur musun?"
İçerden çıktığı gibi iki kazık yemişti sırtından. Hem de tanıdığı zannettiği arkadaşlarından. Gözü kapalı bir şekilde hiç düşünmeden bir kez daha ateşe atmışlardı Doğan'ı. Sırf kendilerini kurtarmak adına bencilce hareket etmişlerdi.
"Şaşkınlığı üzerinden atmayı dene. O zaman anlarsın, feda edip etmeyeceğimi." dedikten hemen sonra Doğan'ın yanından geçti. Tam omzunun yanında durup bir kez daha kahvelere baktı.
Doğan da mavilere göz atarken dudakları düzleşmiş çenesi sertleşmişti. Ardından içeriye geçen Nefes, Doğan'ı ardında bırakırken kapıyı açmış odaya giriş yapmıştı. Kapının önünde nöbet tutan iki memur kaşlarını haddinden fazla çatmış odaya giren çıkanlara ters bir edayla bakmıştı.