KATİLLER VE KURBANLAR PART II

3101 Kelimeler
2 GÜN SONRA... O saatlerde kendi evine yerleşen Doğan kendine yaptığı kahveyle birlikte bahçeye çıkmıştı. Temiz havayı ciğerlerine solurken çitlerin ardında kalan ağaçları izlemeye koyuldu. Aklından hiç çıkmayan düşüncelere esir olurken kalbini ele geçiren düşünceler, zindana kilit atmış gibiydi. Hafif esen tatlı rüzgâr yüzündeki yarayı vururken bir eli yanağındaki ize gitti. Geçmişteki anı canını yakmakla kalmayıp hayatını da mahvetmişti. Yanağına hapsedilen bıçak izi onun tüm yaşantısıydı oysaki. Tüm hayatı bıçak izinden ibaret sanıyordu. Tam o anda her şeyin son bulacağını zanneden Doğan, saniyeler içerisinde bir ışığa rastladı. O ışık, umudun ışığıydı. Gözlerini açtı ve ona umut olan yüzü gördü. Ona gücü göstermişti. Ona kokuyu anlatmıştı. Ona güveni sorgulatmıştı ve en önemlisiyse yaşamın en acı yanını tatmasına vesile olmuştu. Hayatın bir de tatlı yanı vardı. O tatlı yanına ulaşmak içinse acılardan geçmesi gerekiyordu. Tatlı acı yaşamıydı onun hayatı. Zaaflar vardı. Katiller ve kurbanlar gibi. Zaaflar, insanın en tehlikeli gösterisiydi. En zayıf yanlarını bulmaktan çekinmezlerdi. Bir silahın kabzasından çıkan kurşun gibi saplarlardı. Doğan kahvesinden yudumlarken gözlerinin önüne bir çift mavilik belirdi. Bu duygunun adı onun tanımıyla merhametti. Nefes ona merhamet göstermişti hem de hiç tanımadığı kişiye karşı. Belki de bunların hepsi bir oyundu bilemiyordu. Tek bildiği vardı. O da kendisine duyulan merhamet ve şefkat. Derin bir iç çekti. Güçlü dik duruşu bir yerlere saklamış yerine omuzları çökmüş yorulan bir beden belirmişti. Çok yorgundu ve bu yorgunluğu hayata karşı değildi. Bu yorgunluğu bir arada yaşamak zorunda kaldığı hisleriydi. Uzaklara daldı. Ağaçların gölgesi çimene yansırken Doğan'ın bedeni ise arkasına yansımıştı. Kendi gölgesinin yanında bir gölge daha fark etti. Gözleri o gölgeden ayrılmazken tepkisizce izlemeye başladı. Sanki o gölge zihnine hayal gibi ilişti. İnsan çöldeyken susuz kaldığında serap görür ya? Doğan da aynen öyle serap görüyordu. Uzun olan saçlar belinin hemen üstündeydi. Gözleri ona değiyormuş gibiydi. O gölge bir anda yok oldu. Doğan ani bir refleksle arkasına dönüp sertçe yutkundu. O gölge şuan da orada yoktu. İzleri silinmiş gibiydi. Bir beden bir gölgeden bile ürperircesine titriyordu. 'Yorgunluktan.' diye içinden geçirdi. 'Yorgunluktan gözlerim hayal görmüş olmalı? Tamamen hayalden ibaretti.' Doğan hem bedenen hem de ruhen yorgun hissediyordu. Gözaltlarına yerleşen torbalar iyice kabarmıştı. Hisleri bir cehennem gibi can yakıyordu. Kahvesinden yudum aldı. Başını arkaya atıp gözlerini yumdu. Rüzgârla birlikte ağaçların birbirine çarpışı kulaklarına doldu. "Doğan nerede? Kapıyı kırdık ruhu duymadı. Başına bir şey gelmiş olmasın?" "Saçmalama Okan! Bir kere de ağzını hayrı aç." dedi sinirle Alper. Doğan duyduğu kalın ve öfkeli seslerle hızla arkasına döndü. Şaşkınlığı yüzüne yansırken karşısında onları beklemiyordu. "Siz ne arıyorsunuz burada?" Sözü Okan devralarak öne çıktı ve bir kolunu Doğan'ın omzuna attı. Sağ omuzuna yasladığı eliyle giydiği tişörtün üstündeki tozları silermiş gibi yaptı. "Neredesin sen yeni Doğan? Kapıyı kırdık lan sen açmayınca, kapıyı yerinden söktük! Aklın neredeyse geri gelsin!" Endişeli gibi duruyordu. Doğan'a bir şey oldu diye ortalığı inletmişlerdi ama velakin Doğan'ın bedeni burada olmasına rağmen ruhu bambaşka yerdeydi. Kahve ve ağaçlara o kadar çok dalmıştı ki kapının kırıldığını bile duymamıştı. "Farkında değilim." dedi geçiştirir gibi. Yeni yeni çıkan sakallarının üzerine elini gezdirip ardından çenesini hafif sıktı. Yüzünden düşen bin parça çaresizliğini fark eden Okan, diğerleri gibi ciddiye büründü. Kaşlarını sorar gibi havaya kaldırdı. Alper'e dönerken sessizce gözleriyle konuşmaya başladılar. Alper, Doğan'ın yüzündeki ifadenin ne anlama geldiğini biliyordu. Yanına yaklaştı. Ciddileşen yüz ifadesiyle bir anda coşkuyu aratmayacak yüksek sesle bağırırken yerinden zıplamıştı Doğan. "Bunlar hep kahveden oluyor biliyor musun?" dedikten hemen sonra bir sır verecekmiş gibi kulağına doğru eğildi Alper. "Biliyor muydun, kahve kulakları sağır ediyormuş." Doğan, Alper'in ani coşkusuyla gerilirken duyduklarıyla epey hayrete düştü. Okan kendisinin kurduğu şakalardan birini Alper'den duyunca sahte bir kızgınlıkla omzuna yumruğu geçirdi. "Hey! O benim lafım bir kere!" "Doğan, senin için nelere katlanıyorum görüyor musun?" yüzüne acınası bir ifade eklerken dudaklarını gülmemek için düz tutmaya çalıştı. "Lan! Bir gün Okan'a uyacağım aklıma gelmezdi!" Doğan istemsizce kahkaha attı. Okan ve Alper'in didişmesine kahkaha atmadan edemiyordu. "Ha, şöyle gül be kardeşim!" keyfi yerine gelen Doğan'ın güldüğünü gören Alper onun mutluluğuyla haykırarak bağırmıştı. Okan çekingen bir tavırla araya girerken "Yalnız muhabbetinizi bölüyorum ama kapı?" diyerek dış kapıyı kastedince Doğan ciddi bir tavra büründü. Ağır adımlarını tam karşısına atarken ciddi durmaya özen göstermeye çalışıyordu. Okan, Doğan'ın ciddileştiğini anlayınca gerçekten tedirginleşmişti. Alper, Doğan'ın küçük oyununa katılarak yanına ulaşırken Okan kendini açıklamaya çalıştı. "Şey, Doğan kardeşim..." "Kapıyı kırdın?" dedi ürkütücü bir tonla. "Sen duymadığın... Endişelendim." dedi daha da tırsarak. Alper gülmemeye çalıştı. "O kapı eskisinden daha sağlam olacak yo-" sözünü hızla keserek ellerini havaya kaldırdı. "Oldu! Ben kaçtım kapıyı sağlamlaştırmaya." der demez topuklarına vurarak bahçeden ayrıldı. Alper tutuğu kahkahasını dışarıya fışkırınca Doğan da ona eşlik etti. "Yüzü bembeyaz kesildi." "Hak etti." diye yanıtladı Doğan dudak kıvırırken. Daha sonra omuz silkip "Ee?" dedi sabırsızca. "Oturmaz mısın?" diye davet buyurduğunda elindeki kahveyi yanındaki masaya koydu. Alper yan sandalyeye oturarak arkaya yaslandı. "Bunun şerefine bir tatlı kahveni içerim kardeşim. Okan'sız birkaç saat olsa da kafa dinleriz." Doğan hafif tebessüm ederek içeriye geçerken yüzündeki sahte gülüşü kayboldu. Salonda gördüğü manzara onu şoka uğratırken gerçekten duymadığı için kendine kızdı. Bunca gürültüyü nasıl duyamamıştı, farkında bile değildi. Gerçekten o kadar mı soyutlaşmıştı dünyadan? Yer halısının üstüne düşen tahtadan yapılma kapıyla kısa bir bakışma yaşarken başını olumsuzca iki yana salladı. Ardından adımlarını mutfağa yöneltirken kahve için cezve çıkardı. Birkaç dakika içinde kahve pişerken adım sesleri duydu. Ocağı kapatır kapatmaz salona dalarken arkası dönük bir beden fark etti. Sessizce arkasından yaklaştığı gibi bir eliyle boynunu sıkıp diğer eliyle kollarını arkaya kelepçelerken kulaklarına bir acı inleme doldu. "Ah! Doğan boynumu kıracaksın!" duyduğu tanıdık sesle anında serbest bırakırken kaşlarını çatmayı ihmal etmedi. Serkan arkasını döndü. Sinirlenmişe benziyordu. "Misafire böyle mi karşılaşma hazırlıyorsun?" bakışları halının üstündeki kırık kapıdaydı. "Ve bu kapının hali ne?" "Okan kırdı." dedi yüzüne dönerek. "Onun şaheseri." "Niye? Kapı kırma diye hobisi mi çıktı şimdi de?" "Galiba." "Ah!" diye sitem ettikten sonra gözü Alper'i aradı. Doğan, Serkan'ın bakışlarından Alper'in nerede olduğunu sorduğunu anlayarak nefes aldı. "Bahçede. Sen de geç. Ben sana kahve yapayım." Serkan itiraz etti. "Kahve yapma kardeşim. Sen bana soğuk bir şeyler servis et yeter." der demez bahçeye doğru ilerledi. Doğan da mutfağa tekrar geçip kahveyi fincana boşalttı. Ardından buz dolaptan soğuk bir içecek çıkarıp bardağa doldurdu. Tepsiyi eline alıp bahçeye geçerken Serkan ve Alper'in konuşmasına istemsizce misafir oldu. "Kapı kırıldı. Tüm mahalle duydu. Doğan duymadı." "Kendini çok yıpratıyor?" dedi Serkan. Derin bir nefes çekerken bakışları yan taraftaydı. "Bu işe girmek istemesiyle hata mı yaptı acaba?" "Kader diye bir şey var kardeşim. Nefes yenge ne için ona iş sundu anlamadım bile. Belki de hayat bizi farklı bir kaderde yine bir araya getirecekti. Belki de bu yıllar önce olacaktı, bilemiyorum. Ama Doğan bu işlerin adamı değil." dedi Alper dalgın bir sesle. Tam olarak gerçeği Alper de bilmiyordu. Onun yanına Uygar abisinin ricası üzerine geldiği biliyordu ama Nefes'in ne amaçla ona iş sunduğunu öğrenememişti. Gerçekten yanına koruma olarak mı almıştı yoksa başka bir nedeni var mıydı kestiremiyordu. "Hayır." diye itiraz etti Serkan ellerini masanın üzerine koyarken. Gözlerinde geçen duygu silik silikti. Hayatının en çaresiz anında Nefes ona el uzatmıştı. Bir tek Serkan'ın değil, Aytaç'ın, Alper'in, Okan'ın hatta ve hatta Uygar'ın hayatına bile bir ışık olmuştu. "Aslında bakarsan onun hayatı da bizden farksız değil. Nefes yenge hepimizin hayatında bir ders oldu. Ve biz o dersten geçelim diye her şeyi göze aldı. Eminim ki Doğan konusunda da bir dersi mutlaka vardır." Serkan'ın bakışları Doğan'ı buldu. Tepkisizce izlemeye başlarken bir ters tepki bile göstermiyordu. Konuştuklarını duymuş mu ya da duymamış mı bilmiyordu. Duysa da aslında umurunda olmazdı. Boynu hafif sağa kaydı. Alper alnını ovalarken Serkan'ın baktığı yere kafasını döndürünce Doğan'ı fark etti. Duruşunu dikleştirirken doğan da boğaz temizleyerek hiçbir şey duymamış gibi yanlarına ilerledi. "Al kahven?" diyerek tatlı kahveyi Alper'in önüne servis etti. Mandalina suyunu da Serkan'ın yanına koyarken Serkan içecek dolu olan bardağa göz atıp eline aldı. "Bu portakallı mı? Mandalina kokusu geliyor da?" diye sorunca ne olduğunu anlamayan Doğan "mandalinalı." deyince hızla bardağı yerine bıraktı. Anlamayarak "Ne oldu, sevmiyor musun?" diye sordu. "Alerjisi var mandalinaya. İçeceğini bile içemez." Serkan yerine Alper cevaplarken Doğan 'anladım' dercesine başını salladı. Önünden mandalina suyunu alırken "Kola olacaktı, getireyim onu." dedi. "Zahmet et-" demeye kalmadan Doğan çoktan mutfağa geçmişti. Tekrar bahçeye geçerken kolanın yanına çerez de koymuştu. Sağdaki boş sandalyeye oturdu. Ellerini de arkaya atarken kinayeyle gözlerini devirdi. "Ee, ne konuşuyordunuz?" "Hiç öylesine." dedi Serkan kolasından yudum alarak. Okan bu çerezleri görse kırıntılarını dahi süpürür. Aman o gelmeden yiyelim." diyerek bir avuç eline alıp ağzına götürdü. "Doğru dedin. Ama ona müstahak." kahkaha atışıyla Okan yanında biterken bozgun bir ifadeyle Doğan'a bakış attı. "Çerez partisi var ve beni çağırmıyorsunuz!" "Sen cezalısın! O yüzden olabilir mi?" omzu üstünde tersleyerek ona dönen Alper kaşlarını çatınca Okan inlercesine çıkıştı. "Bana diyene bak! Sen demiyor muydun 'Kapıyı kurşunlasak mı?' diye!" "Lan!" diye Okan'ın üstüne atlamak istercesine doğrulurken Okan geriye çekildi. Doğan, Alper'i durduracak harekette bulunmuyordu bile. "Okan?" dedi Doğan sert bir dille. "Kapıyla ilgilenmeye devam et!" "Ama... Ama çerezler?" çerezlere üzgün bir şekilde bakış kaşlarını indirirken bir an önce midesine gömmeyi umuyordu. "Serkan?" diyen Alper'le birlikte Okan korkarak yanlarından kaçtı. "Bir gün öyle bir silkeleyeceğim ki!" diye çıkışıp kahvesinden içti. "Ben de. Ben de kardeşim!" diye katıldığına dair bir nida belirtti Serkan. "Ama iyi çocuk." dedi Doğan. Ne kadar güven konusunda yaralı olsa da yanındaki kardeşleri başkaydı. Yeni yeni tanımasına rağmen içten bir samimiyet kokuyordu. "Öyledir, öyledir. Hakkını yiyemeyiz o konuda ama çekilmiyor. Allah Serçe'ye bol sabır versin." dedi dalgınca Alper. "Sahi ya onlar ne zaman evlenecekler? Gün belirmişler mi?" oturduğu yerde dikleşen Serkan merakla sorarken Doğan da bu sorunun cevabını merak ediyordu. "Yok ya! Daha belirlememişler." "Olmaz öyle! Araya zaman girerse kötü olur. Buraya gelsin bu konuyu konuşalım?" dedi Serkan onaylamazca. "Bu onların kararı evet ama Serkan haklı." diye onayladı. "Araya zamandan daha çok kötü şey girebilir. Ve bu sefer hiç..." "Bak ya!" diye çıkıştı Alper. Doğan'a öfkeyle bakınırken kaşlarını çattı. "Kardeşim sen olumsuz konuşunca negatifleri daha da üstüne çekersin! Pozitif düşün iyi olsun." "Elimde değil." "Gayet de elinde Doğan! Okan gibi boş konuşma yemin olsun sana bir tane çakarım!" elinin tersini göstererek tehditkâr bir tonda tıslayınca telefonunu çaldı. Tüm dikkat bir anda Alper'i buldu. Alper aramayı cevaplayarak kulağına doğru götürdü. "Doğan yanındaysa çaktırma!" diyen Uygar'la kötü bir şey olduğunu sezdi. Alper çaktırmayarak konuşmaya başladı. "Evet?" "Yanında olduğunu bildiğim halde neden bunu dediysem? Neyse, Hastaneye uğraman lazım. Doğan bunu öğrenirse paramparça olur." sesindeki ton hiçte iyiye benzemiyordu. Alper derince yutkundu. Doğan'ın bakışları Alper'deydi. "Tamam. Geliyorum." "Bu arada o gün çatışmayı bitirmeye gelen adamlar? Hiçbir şekilde bir yerlerde bağlantılarını bulamadım. Türkiye'de yok gibiler." "Sahte kimlik?" "Sahte kimliklere rastlayamadım. Nefes bunun için Azerbaycan'a gitti değil mi?" "Cumhurbaşkanı oradaymış? Aslan'ı alıp da gitti." bunu söylerken Doğan'ın yanından uzaklaşmıştı. "Başka bir sebepten de oraya gitti." dedi düşünceli bir ifadeyle Uygar. Alper anladı. Yeşim Bergin'in söylediklerini teyit etmek için gitmek istemişti. "Biliyorum abi." diye fısıldadı Alper. "Tamam, bekliyorum." der demez telefonu kapattı Uygar. Alper kapanan telefonun ardından yanlarına ulaşırken açıklama gereği duydu. "Benim bir işim çıktı beyler. Gitsem kırılmazsınız değil mi?" derken Doğan'ın gözlerine bakıyordu. "Sorun yok kardeşim!" dedi gözlerini yumup açarken. "Beni Okan'la mı bırakıyorsun Alper? Onu da götür gözünü seveyim!" diyen Serkan'a yarım ağız tebessüm etmekle yetindi ikisi de. "Oh be! Kapı eskisinden daha sağlam oldu." yorgunca adım atan Okan bahçeye ulaşırken kendini çimenlerin üzerine bıraktı. "Ben kaçtım!" bahçeden aceleyle kaçan Alper'le, Okan anlamayarak yukardan gidişini izledi. Başını hafif yukarıya kaldırıp kaşlarını sorgular gibi havaya kaldırdı. "Nereye gidiyor benim bebeğim?" Okan'ın sorusunu görmezden gelen Serkan ve Doğan derin bir çekerken Okan başının etlerini yemekten çekinmeyerek aynı soruyu sormaya devam etti. ? AZERBAYCAN Havaalanından Bakü'ye geçen Nefes, yıllar sonra göreceği kardeşiyle içi bir heyecan kaplamıştı. Kaç sene olmuştu görüşmeyeli? Lise sondan sonra bir daha görüşememişlerdi. Ta ki bir gün Nefes ondan bir şey isteyene kadar... Arasta onun çocukluk anısıydı. Yetimhanedeyken tek ailesiydi. Başı sıkıcında yanına gittiği, sığındığı bir kardeşiydi. Nefes, Aslan'ı da yanında götürürken hedef şaşırtmak istiyordu aslında. Alper'i yanında götürseydi hiç istemeyeceği bir belayla karşılaşacaktı çünkü. "Yenge geldik." diyen Aslan'la arka kapıyı açıp indi. Bakü'yü az çok tanıyordu ve Nefes için en güzel ülkelerden bir tanesiydi. Alev Kuleler'in bulunduğu yerin biraz uzandığındaydı Arasta'nın evi. Alev Kuleleri şehre o kadar güzel bir manzara yaratıyordu ki insanın hep burada kalası geliyordu. "Aslan?" "Buyur yenge?" karşısına hızla geçen Aslan, Nefes'i cevaplarken şehrin güzelliğine kapılmamak adına kendini zor tutuyordu. "Sen istersen Bakü'yü gez, dolaş. Üç saate yakın sonra gelir alırsın beni?" Aslan tereddüt edercesine başını hafif eğdi. "Emin misin yenge?" "Hadi, git Aslan. Buranın keyfini çıkar." Aslan başıyla onayladığı gibi tekrar öne bindi ve gaza basar basmaz yanından kayboldu. Nefes derin bir nefes çekerek emin adımlarla binaya doğru ilerledi. Üçüncü düğmeye basıp hafif geri çekildi. Açılan kapıyla binaya giriş yaparken hemen yan taraftaki asansöre bindi. Asansör tam da kapısının önünde durduğunda asansör indi. Kapı ziline tekrardan basıp beklemeye devam etti. Yüzündeki ifade soğukluğu aratmayacak kadar buzdu. "Mən gəldim!" Arasta'nın gür ve coşkulu sesini işiten Nefes omuzlarını dikleştirdi. Kapı bir hızla açılırken karşısında Nefes'i, kardeşini beklemiyordu. "Nəfəs!" Azerbaycan'da uzun süre yaşayınca aksanı da Azericeye dönüşmüştü. Şaşkın bakışlarıyla haykırırken bir anda kollarını Nefes'in omuzlarına doladı. Öyle özlemle kollarını sarmıştı ki biraz daha sıkça kemiklerini kıracak gibiydi. "Sana kavuşmadan öleceğim galiba!" Arasta'nın sıkışıyla nefesi kesilen Nefes acıyla inledi. Arasta hızlı bir panikle geriye çekilirken mahcup dolu dudağını ısırdı. "Mən darıxırdım, çoxdan görüşmürdüm. üzr istəyirəm, qardaşım." "Ben de çok özledim ama senin gibi de insanları boğmuyorum." imayla sırıtan Nefes'e sertçe bakarken hâlâ kapı ağzındaydılar. "Vaxt səni sarcasmdan, qardaşından bir şey itirməyə məcbur etmədi. Yenə bir nəfəs alırsınız." "Sen peki?" dedi dudaklarını iki yana alayla kıvırırken. "Yine çok yiyor musun?" Arasta somurtkan bir tavırla burun kıvırdı. "Görürsünüz, necə qəhqəhə çəkirəm!" "Tamam, tamam bir şey demedim!" "Danışma artıq! xoşbəxtlikdən, qapıya girin və qaldı. sən belə bir yol tutmusan? qapıda sən dayanmalısan." derken eliyle içeriye gösterdi. Nefes ima dolu sözlerine devam ederek içeriye geçti. "Bir an sormayacaksın diye tereddüt ettim. İnsan uzun yoldan seni görmek için geliyor? Kapıda bekletilmeyi değil!" "Sanki cansıxıcılıq daha da artdı. Əvvəllər daha az skripkaçı idin, nəfəs al." kapıyı kapatmadan önce söylenmeden edemedi. "Sen de Bakü'de yaşaya yaşaya bizim dili unutmuş gibisin?" salona geçtiği gibi balkon tarafındaki koltuğa oturunca tüm şehir ayaklarının altında gibiydi. "Unutmadım. Sadece öyle konuşmaya alışmışım o kadar." Türkçe aksanıyla konuşmaya başlarken kendisi de yanına oturdu. Ve bu sefer sıkı sıkıya sarılan Nefes oldu. "Kardeşim!" öyle bir iç çekerek söylemişti ki bir an geçmişe gitmiş gibi oldu. "Tamam, abartma Nefes! Sonunda vuslat bizi buldu. Bu kadar iç geçirmene gerek yok!" alayla fısıldadığı sözlerle kıkırdarken Nefes'ten ayrıldı. "Hiç değişmemişsin Pelin!" diye serzeniş etti. "Pelin Türkiye'de kaldı bebeğim! Artık Arasta'yım!" arkasına yaslanarak söylenirken bacaklarını bağdaş haline getirip koltuğun üstüne koydu. "Sormadım ama kahve içersin değil mi?" kaşlarını havaya kaldırarak elini yana doğru uzatırken "Sonra yaparsın." dedi samimi bir tebessümle Nefes. "Şimdi konuşmamız gereken mühim bir konu var. Cumhurbaşkanlığı..." ? "Yakışıklı bari?" muzip bir ifadeyle göz kırpan Arasta üçüncü Türk kahvesini yudumluyordu. "O kadar şeyden bunu mu sordun?" öfkeyle tıslayan Nefes ayaklarını parkeye uzatırken ensesini ovaladı. "Evet." dedi rahat bir tavırla. "Diğerleri hallolur bebeğim! Ama bu şimdi daha mühim bir konu." hevesle ellerini çırparken Nefes göz devirdi. "Arasta!" diye haykırırken umursamadı. "Olamaz öyle şey!" "Neden? Kızım ya sen onun ayağına gitmişsin bir de! Bu ne demek biliyor musun?" "Ne demekse ne demek! Benim o taraflarda gözüm yok!" Arasta, Nefes'in dibine yaklaştı. Gözleriyle kalbi arasında bakışları mekik dururken işini ciddiyetle yapmaya çalışan patronlar gibiydi. Kulaklarını kalbinin hizasına yasladı. Kalp atışlarını dinlemeye devam ederken Nefes ne yaptığını anlamayarak çatılı kaşlarla izlemeye devam ediyordu. "Doğan?" diyen Arasta'yla kalbi istemsizce anlık hızlandı. Atış hızı anında eskiye dönerken Arasta emin olmuştu bazı şeylerde. Kulaklarını kalbinden çekti ve ağır denilecek bir şekilde omzuna bir yumruk geçirdi. Bir yumrukla geriye ittirilen Nefes hazırlıksız yakalandı. Öfkeyle dişlerini sıktı. "Ne yapıyorsun Arasta?" "Kalbinin külahı varsa beni bulsun. Ancak külahına anlatırım." "Ne?" anlamayarak kaşlarını çattı. "Bebeğim benim! Yanmışsın sen, küle dönüşmüşsün! Bırak bu saf ayakları!" "Kızım kahve sen de kafa mı yaptı? Ne saçmalıyorsun?" sinirleri iyice gerilirken bedeni de bu gerginliğe katıldı. "Kül, diyorum? Yanmak, diyorum? Acı, diyorum?" yüzüne doğru eğilerek bir an bağırdı. Refleksle omzuna geçiren Nefes daha da sinirlendi. "Pelin!" asıl adıyla gürlerken geriye çekildi Arasta. Bacaklarını parkeye indirerek ciddi bir tavra büründü. "Sustum!" "Yarın gece." dedi asıl konuya tekrar dönerek. "Yarın açıklanacak." "Tamam bebeğim. Yarın. O iş ben de!" Kurbanlar bir kez daha seçildi. Katiller yine bir kurbanı ele geçirdi. Bu sır bir gün ortaya çıkacaktı. Ve her şey eskisinden daha zor olacaktı. ? Bir ders vardı. O dersten tam notla geçemezsen hayatının kaybını acı bir şekilde alacaktın. Doğan bir dersin bedelini ödüyordu. Aldığı haberle yıkılan Doğan acıyla haykırırken gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Alper ve Serkan canileşen bedenini zorlanarak tutuyordu ama velakin Doğan o kadar hırsla hareket ediyordu ki gözü kardeşlerini bile görmüyordu. Hastane, Doğan'ın haykırışlarıyla doldu. Hastane bir acı kaybedişin isyanına şahitti. "Kardeşim dur! Kendine zarar vereceksin?" Alper'e sağır olan kulakları hiçbir şey duymak istemedi. Ağzının çıktığı kadar avaz avaz haykırdı. Deliye dönen bedeni acıyla inip kalktı. "Biri sakinleştirici getirsin! Kriz geçiriyor!" koridorda bağıran Serkan acil bir sakinleştirici iğne isterken Doğan ellerinden kurtuldu. Sarsak adımlarla çıktığı kapıya vururken gözyaşları dinmek bilmedi. Bugün onun en acı dolu günüydü. Bir kayıp vermişti hem de çok büyük bir kayıp. Yüreği ateşe değmişçesine yandı. Ayakta durmak bile işkenceydi. "Yapma!" diye çaresizlikle inledi. Okan bile ağlamamak için dudaklarını ısırdı. "Yapma kardeşim!" "Nerede kaldı bu lanet iğne!" öfke ve acıyla gürleyen Serkan etrafında dört döndü. "Kriz geçiriyor diyorum? Duymuyor musunuz?" "Siktiğimin hastanesinde bir iğne yok mu lan!" Serkan bağırmaya devam etti. Alper kolundan tutarak yanına çekti. "Doğan perişan halde zaten bir de seninle uğraşmayalım kardeşim." "İğne getirsinler o zaman lan! Küçücük bir iğne getirecekler am*na koyayım! Dünyanın bir ucundan mı getiriyorlar, ne yapıyorlar lan!" zihni geçmişe takılı kaldı. Boğulduğunu hissetti. Doğan'la başa çıkmak güçken bir de bu krize Serkan da dâhil oluyordu yavaş yavaş. "Serkan tamam! Sakinleş." dedi Okan kaygıyla. Serkan'ın eskiye dönmesini istemiyordu. Serkan bir elini hışımla havaya kaldırdı. "İğne getirsinler o zaman!" "Nefes yenge geldi?" göz radarına yakalanan Nefes, Doğan'ı yanına koştu. Doğan bir anda arkasına döndüğü gibi Nefes'e sarılırken herkes kadar Nefes de şoka uğradı. Ayakları buz kesilir kesilmez yerinde kalırken Doğan başını saçlarıyla örtülen boynuna gömdü. Çaresiz bir acıyla inledi. "Annem beni terk etti... Gözlerini açmıyor Pinhani! Annem gözlerini açmıyor!" kendinde değildi. Ne dediğini bile algılayamıyordu. Nefes'in kolları boşlukta sallandı. Yutkunamadı. Zaman durmuş gibiydi. Yelkovan, akrebin peşinden koşmuyordu. Kolları kendinden izinsiz hareket etti. Doğan'ın omzunu bulan kollarıyla Doğan daha sıkı sarıldı. Şuan kendilerine şaşkınca bakan arkadaşları görmüyordu. Soyutlanmış gibiydi. "Nefes... Annemin kalbi atmıyor. Elleri sopsoğuk! Morga koyacaklarmış narin bedenini. Ardından mezara. Nefes ben onu mezara koyamam ki. Yapamam! Elim gitmez, kalbim dayanmaz." her bir sözle kalbi küle dönen Nefes, nefes almakta zorlandı. Ona sığınan bedenle kaskatı kesilmişti. Kalbi atmayı kesmiş gibiydi. "Benden nefesimi aldılar! Nefes alamıyorum!" der demez omzunda bir sızı hissetti ve sesi kesildi. Ne olduğunu idrak edemeyen Nefes karşısındaki bedene bakarken Alper ve hemşireyi fark etti. Elindeki şırınga onu bayılttığının göstergesiydi. Kriz geçiren bedeni anında özgürlüğe kavuştu. Gözleri son kez mavileri bulurken bakışlarında geçen duygu apaçık ortaya çıkmıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE