7. BÖLÜM
HİSLER DUVARI


~Hisler, insana doğrultulmuş bir mermiydi. Silahtan çıkan kurşunlar bedenimizi yaralardı. Velakin ruhumuza değen kurşunlar bizi yaralamakla kalmaz enkaza çevirirdi.~
Hislerin en güzeli gözlere yansıyan duygularda olurdu. Bakışlar her zaman doğruyu gösteren bir pusula gibiydi. Her neyden kaçarsan o senin pusulanın doğru yönü olurdu.
Pusula hiçbir zaman yön şaşırtmazdı velakin o yön sevgiye vurgun olursa işte o zaman yönünde şaşırırdı, pusulan da...
Nefes'in pusulası bin bir parçaya bölünmüş gibiydi. Kalbini ne tarafa çevirirse çevirirsin bir başka hissi acıyordu.
Korkuları, endişeleri birbirine karışmış gibiydi.
Uygar'ın emanetleri riske girmekle kalmamış aralarına yeni aldığı Doğan'ın hayatını da riske atmıştı. Ve bunun için nedene kendini suçluyordu.
Uygar öldükten sonra ya da Nefes öyle sanırken hayatı çok az riskliydi. Ama sonra yedi sene önce Uygar'ın ölüm haberiyle hayatı iki kat riske girmişti.
Nefes her ne kadar Uygar'ın ölmediğini bilse de gerçeği açıklayamıyordu. Alper'in ağzından hiçbir zaman öldüğüyle ilgili bir söz çıkmamıştı. Nefes bundan güç alarak sessiz kalmak zorunda kalıyordu.
Ve Uygar'ın ölüm haberini Alper'den duymadıkça da inanmayı düşünmüyordu.
Bazı sırlar Nefes'i ölüme sürüklese de içlerindeki haini ortaya çıkarmadan da açıklamayı düşünmüyordu.
Zihnini ele geçiren duygular bas bas göğüs kafesindeki kalbinde çığlık atıyordu. En baskını öfkeydi. Canına kasteden çok düşmanı vardı bu umurunda olmasa da, oklardan biri canından daha çok değer verdiklerine saplanırsa işte o zaman kimse onu tutamazdı.
Gözlerindeki hırs daha büyüdü. Sıkça verdiği nefesleri sertçe havaya bıraktı. Bu tuzağı Yeşim Bergin'e çok pis ödetecekti. Karagüz Dernek'in sahibi değildi aslında. Asıl sahibi öldürdüğü kardeşi Neşe Bergin'e aitti. Gözü kinle dolmuş bir kadındı.
Yeşim Bergin camiada iyi, yardımsever biri olarak görünse de asıl yüzü bu değildi tabi ki.
Yeşim Bergin şeytanın ta kendisiydi.
"Alper hemen Karagüz Dernek'ine ambulans ve birkaç kişi yolla! Doğan, Okan ve Aslan oradan sağ salim çıkacak!" Nefes en sert ses tonuyla salonda kükrerken ses telleri neredeyse kopacaktı. Bedeni elektrik santralleri gibiydi.
"Siz?" diye yutkunurcasına sordu Alper. Bakışları korku ve tedirginle dolmuştu.
Nefes karşısındaki aynanın yansımasından Alper'e baktı. Gözleri nefret ve hırsla kısılırken zihnini ele geçiren şeytanın fısıldayışı oldu.
"Ben... Yeşim Bergin'in icabına bakacağım!"
"Nefes yenge!" der demez dehşetle gözleri büyüdü. "Olmaz!" diye itirazda bulundu.
"Bana bir şey olmaz Alper, korkma!" derken yüzünde sinsi bir gülümseme peyda oldu. "Unuttun mu patlamak üzere olan bir binadan kurtulan kadınım, ben."
"Aynı şey mi yenge!" vazgeçirmek için elinden geleni yapmaya çalıştı. "Bırak yine biz halledelim?" Nefes'in hala öfkeyle harlanan bakışlarını gördükçe yapacaklarını tahmin bile edemiyordu.
"Alper! O sır gibi sakladığın, bana bile söylemediğin ama bildiğimi bile itiraz etmediğin adam, onları kurtarmadan git kurtar. Görevi riske girecek!"
Alper sertçe yutkundu. Ne yapsa etse de öldüğüne inandıramıyordu. Kendisi de söyleyemezdi. Eğer söylerse gerçekten öldüğünü sanırdı. Ve bu sefer gerçekten Nefes'i kaybederdi.
"Ama yenge..." diyebildi sadece.
"Yengen değilim Alper! Bunu kaç defa daha söyleyeceğim sana? Ve bana Uygar'ın öldüğüyle ilgili tek bir kelime bile itirafta bulunmazsan asla öldüğüne inanmam. Zamanında bununla ile ilgili bir söz vermiştik, sen de yanımızdaydın."
"Yanınızdaydım." kısa bir duraksadı. İkna edemeyeceğini anlayınca asıl konuya geri döndü. "Yeşim Bergin'in cezasını siz değil de bununla ilgili kişiler verse?" dedikten hemen sonra ambulansı aramıştı.
Nefes hâlâ burnundan soluyordu. Alper'e doğru döndü. Sert ve soğuk bakışlarını gözlerine hizalayıp keskin bir dille konuştu. "Sadece konuşacağım. İki insan gibi medenice konuşacağım."
Alper o konuşma anlayışını biliyordu. Tabiri caizse sert dilini kullanacaktı.
"O konuşmayı biliyoruz da neyse." göz devirmemek için kendini zor tuttu.
"Azerbaycan'la yapacağımız antlaşmanın dosyası kayıp Alper! Büyük ihtimalle bu dosyayı Yeşim Bergin aldı ama nasıl aldığıyla hiçbir fikrim yok!" diye bağırıp yemek sofrasının yanına duran sandalyelerden bir tanesine sertçe tekme attı.
İçlerindeki hain yine yapmıştı yapacağını.
"Gizli odada sakladığınız dosya?" diye teyit etmek isteyerek sordu. Bakışlarından geçen şaşkınlık çoğalmıştı.
"Evet, o!" bir kez daha sinirle sandalyeye tekme atarken salonda gürültü kopmuştu. Ellerini saçlarının arasına sertçe geçirdi. Tahammül edemiyordu. İçlerinde bir hainin olmasına katlanamıyordu. Hepsi gerçekten güvenilir kişilerdi.
Ne yazık ki güvenini sarsacak bir darbe yemişti. Kim olduğunu bilmiyordu. Kendini öyle bir gizliyordu ki hainin içlerinden biri olmaması mümkün değil gibi gösteriyordu.
Fakat Nefes o kadar akıllı bir şeytandı ki. İçlerine sızanın güvendiklerinden biri olduğunu anlamıştı. Bu belki de Alper de olabilirdi. Çünkü Nefes'in en yakınlarından biriydi. Yaptıkları işi çok az kişi biliyordu.
"Kimden şüpheleniyorsunuz?" tedirginlikle sordu. Kendisinden de şüphe duyması Alper'i az da olsa korkutuyordu. Herkes ihanet edebilirdi ama asla Kendisinden şüphelenmesini istemezdi. Çünkü Nefes'e bir tek Alper asla ihanet etmezdi.
Sakladığı sırlar olabilirdi ama asla Nefes'e ihanet etmezdi.
"Herkesten." dedi gözü kararırken. Bakışları boşluğa takılı kaldı. "Bu evde yaşayan herkes olabilir."
Alper de bundan korkuyordu işte. Herkesten kastı kendisi de dâhil miydi?
"Öyleyse..."
"İlk önce Yeşim Bergin'le ilgileneceğim ardından o dosyayı bulacağım. Haini ise tuzağıma gelmesi için oyunlar oynayacağım." kafasında kurduğu oyunlar yavaş yavaş can buldu. Alper'e bakarken tekmelediği sandalyeye en vurucu darbesini vurarak evden ayrıldı.
Serkan, Karagüz Dernek'in bulunduğu yere gitmişti. O yüzden de garajdan siyah renklerden birini seçerek yönünü Yeşim Bergin'in evine doğru ayarladı.
İki saat içerisinde yanında hiçbir güvence almadan elini, kolunu sallaya sallaya Yeşim Bergin'in malikânesinin önünde frenle duraksarken araba çitle kaplı bahçeyi ezip geçmişti. Bahçede bulunan korumalar ani bir refleksle geriye giderlerken bakışlarında geçen şaşkınlık boyut atladı.
Nefes, korumaları umursamadan yanlarından sert adımlarla ilerlerken içlerinden biri Nefes'e silah doğrultmuştu. Nefes, üzerine doğrultulan silahı umursamayarak adım atmaya devam etti. Önüne geçen bir başka izbandutu tek bir hareketiyle yere devirirken arkasından başka bir izbandut daha belirdi.
Nefes arkasından yaklaşan izbandutun sağ bacağına ters tekme atarken yere serilmemişti ama geriye doğru savsaklamıştı. Kendini toparlayarak tekrardan arkadan saldıracakken Nefes, yukarıya kalkan elini ters çevirdi.
"Birine saldıracaksan arkadan değil önden saldıracaksın!" diye bağırırken adamın elini sıkmaya devam ediyordu. Adam acıyla inlerken Nefes'in bacaklarından düşürmeye çalışan bir başka izbandutla, Nefes elini kırdığı adamı hızla bırakarak bacaklarından tutmaya çalışan adamın yüzüne sertçe tekme attı. Adam yere hızla kapanır kapanmaz yüzüne bir tane daha tekme attı.
Nefes nefese kalırken dinlenme ihtiyacı duydu. "Üstümde hiç silahtı veya çakıydı olmamasına rağmen yere sermeyi beceremediniz. Yeşim Bergin gerçekten güçsüz olduğu kadar korumalarını da güçsüz bulmuş. Ee, başka yok mu beni yere serebileceğini zannedecek bir şeytan?" etrafında dönerek bağırırken söylerken ellerini alayla havaya kaldırdı.
Kibirli gülüşü dudaklarında can buldu. hâlâ nefes nefese kalsa da gücü tükenmemişti. Kimseden cevap alamayan Nefes bir kez daha gür bir şekilde kahkaha attı.
"Nefes Güneş ben de seni bekliyordum? Buyurmaz mısın?" bahçenin sessizliğini kapıyı ardına kadar açan Yeşim Bergin oldu. Yüzüne yansıyan zafer sevinci Nefes'in karşısında bir gram bile küçülmemişti. Aksine salonun penceresinden Nefes'in performansını izledikçe daha da arttı.
Nefes arkasına sertçe döndü. Karşısında duran Yeşim Bergin'le öfkesi daha arttı. Ağır adımlarla yanına ulaşırken gözlerinin içine kinle baktı. "Korumaların baya zayıf çıktı Yeşim Bergin! Sana tavsiye, koruma seçerken en iyisini seç." lafını esirgemeyen bir tavırla içeriye geçti.
Yeşim Bergin öfkesini dizginlemeye çalışarak salona doğru ilerlerken Nefes çoktan kendi evindeymiş gibi baş koltuğa geçmişti. Omzunun arkasından Yeşim Bergin'e seslendi.
Alayla dudak kıvırdı. "Hiç misafirperver olduğun söylenemez! Sen ne biçim ev sahibisin ya. İnsan bir şeyler ikram eder değil mi? Gerçi izbandutların üstüme saldırırken anlamıştım da, yine de içinde bir yerlerde misafir sever olduğunu sanmıştım. Yanılmışım."
Yeşim Bergin sinirinden yerinde duramıyordu. Tam karşısındaki koltuğa otururken yüzüne sahte bir samimiyet ekledi. Dudakları iki yana kıvrıldı. "Hım... Mutfakta fare zehri var en güçlüsünden. İster misin?"
Nefes yalandan dudak büküp eliyle mutfağı gösterdi. "Gidip ben mi alayım? Hani ev sahipliliğin? Getir de birlikte içeriz. Dur, dur hatta en keskini olan zehir varsa onu getir? Ama hiç cimriliğini gösterme ha, bol bol koy!"
Yeşim Bergin'in yüzü öfkenin verdiği duyguyla kıpkırmızı kesildi. Kendisiyle alay etmesi epey öfkelendirmişti ama Nefes'in oyununa gelmeyecekti. Sakin kalmalıydı. Derin bir nefes alarak yapmacık bir kahkaha attı.
"Bu kadar ölmek istediğini bilmiyordum Nefes Güneş?" derken yüzüne doğru eğildi. Soğuk bakışları karşısında buza dönüştü. Ardından ayağa kalkarak mutfağa geçerken Nefes arkasına rahatça yaslanarak sırıttı.
"Öğrenmiş oldun sayemde. Hadi, yine iyisin Yeşim Bergin. Sana, beni şimdi öldürmen için bir şans veriyorum. Ha, yok dersen de bu fırsatı bir daha yakalayamazsın, bilesin."
"Seni hemen öldürmeyi planlamıyorum Nefes Güneş. Yavaş yavaş, canını yaka yaka öldüreceğim seni." mutfaktan elinde bir sürahi ve bir bardak soğuk suyla gelirken tam karşısında durdu. Soğuk suyu Nefes'e doğru uzatırken "Vay! İnkâr da etmiyoruz, bakıyorum?" derken elindeki bardağı almadı.
"Al iç. Soğuk su seni kendine getirir." dedi yapmacık bir sesle.
"İçine zehir koydun değil mi?" derken sırıtıyordu.
"Misafirperverliğimi konuştururum. 'Misafir umduğunu değil bulduğunu yer' lafı var ya? Benlik değil, biliyor musun? Ben misafirlerime her zaman ne istediğini sorarım."
Elinden suyu alarak dudaklarına götürdü. Son damlasına kadar içerken gözlerini gözlerinden bir saniye olsun ayırmıyordu. "Adam dövmek çok yordu beni. Soğuk su iyi geldi. Ellerin zehir görsün inşallah." bilerek damarına basıyor, kışkırtmaya çalışıyordu.
"Âmin." dişlerini sıkarak elinden boşalan bardağı alırken kenara koydu. Yerine geçerken bacaklarını üst üste yaslayarak arkasına yaslandı. "Zehirli suyum sana şifa olsun."
"Bana şifa olacağı kesin de? Bakalım sana şifa olacak mı?" yüzündeki sahte sırıtışı sildiği gibi sert ifadesini ekledi. Bakışları çakmak çakmak oldu. Başını öne doğru eğdi. "Azerbaycan için hazırlanan antlaşma dosyamı geri ver!"
"Ben de olsa neyse ama ben de değil, be tatlım!"
"Biliyor musun çok yalancısın! Sen de olduğunu biliyorum. Yoksa neden kendini bile bile ateşe atarsın ki, değil mi? Ah, be tatlım." dedi onaylamayan bir tavırla.
"Hadi, diyelim bende? Ne yapacaksın?" bu sefer kışkırtan taraf Yeşim Bergin oldu. Dudaklarının arasına yerleştirdiği şeytan tebessümüyle derin bir iç çekti.
"Sen de olduğunu adım gibi biliyorum. Yoksa neden kendi derneğine pusu kurarsın ki? O dosya eline ulaşmazsa bu kadar rahat davranamazsın sen. Biliyorsun tabi ne kadar önemli olduğunu? Üstüne oynuyorsun."
"Doğru, rahat davranamam ama ben de değil."
"Bırak bu ayakları Yeşim Bergin!" Nefes bu sefer cidden sinirlenerek çıkışmıştı. Mavi gözleri daha da koyulaşırken "Okan, Doğan ve Aslan'ın oraya geleceğini biliyordun. Beni evden yollayamadın... Ve haini içimizden birini seçtin, dosyanın nerede olduğunu bilen birine yaptırdın. En zayıf noktasından vurarak hem de. Sonra da eline dosya geçince de aklındakini uygulamaya geçtin." dedi bedeni kaskatı olurken.
"Güzel taktik ama ben de değil." dedi Nefes'i daha çok öfkelendirerek. Nefes sakinleşmek adına gözlerini saniyelik yumdu.
"Canımı sıkmaya başladın!" sesi yükselerek çoğaldı. Mavi hareleri daha çok koyulaştı. Şeytanın inine girmiş kurbanın celladı gibi bakıyordu "Bilirsin, ben gerçekten öfkelenirsem seni o koltuğa gömerim!" nefes alışverişleri haddinden fazla hızlanmıştı.
Yeşim Bergin ağır hareketlerle yanına ulaştı. Kulağına doğru eğilirken herkesten sakladığı, kimsenin bilmediği o sırrı kulağına doğru fısıldadı. Nefes'in bedeni duyduklarıyla kaskatı oldu.
Söylediği İspanyolca sözlerle geriye çekilirken Nefes ani bir refleksle yakasından tuttuğu gibi sıkmaya başladı. Gözlerinin içine şeytanın inine girmiş kurbanın celladı gibi bakarken "Seni öldürmemem için bir neden söyle!" diye gürledi.
"Kulağına fısıldadığım sırrın yeterli diye düşünüyorum. Sonuçta iyiler adam öldüremez, hele ki senin sahip olduğun sırrın buna katiyen müsaade etmez." eğlenir gibi kahkaha atarken yakasındaki elleri yavaşlıkla çekti.
"O yüzden de boşuna dil dökme." derken kenara koyduğu sürahiyi eline alıp yanındaki bardağa su doldurdu. Nefes'in bakışları donuklaştı. İfadesi tepkisiz olurken asıl oyunun Nefes'in başlattığını bilmiyordu.
Yeşim Bergin dudaklarına doğru götürdüğü bardağı içinden keyifle izlerken yüz ifadesine yansıtmıyordu.
"Haklısın." dedi Nefes, yalan bir yenilgiyle. "Boşuna dil dökmem mantıksız olurdu. Sen de değilse gerçekten değildir." her hareketini kaçırmadan izledi.
Yeşim Bergin kazandığını zannederek bardağın kenarıyla gülümserken suyu son damlasına kadar içmişti.
"Bu arada misafirperverliğin hiç iyi değildi. Senin evine gelene sadece su mu veriyorsun? İnsan bir mükellef sofra hazırlardı! Yakıştıramadım."
"Mükellef sofra hazırlamam için benim için önemli olman gerekir. Ama maalesef benim için bir hiçsin Nefes Güneş." yalandan üzülmüş gibi yaparken başına geleceklerden habersiz alay ediyordu.
"Kim 'hiç' göreceğiz şimdi!" gözleri zaferle ışıldadı. "Bana o dosyayı vermiyor musun?" üzerine yürümeye devam ederken ifadesi buz gibiydi.
Yeşim Bergin rahat tavrını bozmadı. "Ben de olsa niye veremeyim, canım! Ama dediğim gibi ben de de-" sözü boğazının yanmasıyla kesilirken yüzündeki gülümseme soldu. Nefesi bir anda kesilir gibi olurken ayaklanmaya çalıştı ama kalktığı gibi koltuğa düşerken güçsüzleşmişti.
Ne olduğunu anlayamadan alnından akan soğuk terlerle nefesi iyice boğuklaştı. Gözleri yavaş yavaş kararırken Nefes'e tutunmaya çalışıyordu. Fakat Nefes tutunmasına müsaade etmeden ayaklanınca iyice koltukla bütün olmuştu.
Zafer sırası Nefes'e geçti. Yeşim Bergin'e yukardan bakarken nasıl acı çektiğini keyifle izliyordu. Yeşim Bergin başını zorlukla yukarıya doğrulttu. Elini uzatmaya çalışsa da beceremedi.
"Ne yap-tın bana?" sesi yavaş yavaş giderken dudaklarını güçlükle araladı.
"Senin dediğini." dedi kahkaha eşliğinde. "Boşa dil dökmüyorum."
"Nefes alamıyorum." sesi iyice kısıldı. Yüzü kıpkırmızı kesilirken Yeşim Bergin'in hizasına doğru eğildi.
"Böyle de nefes keserim!" dedi alay dolu bir tınlamayla. "Umarım adımın hakkını verebilmişimdir. İnsanların nefeslerini kesmekle profesyonelleştim sayılır. Duyamıyorum! Daha sesli konuş." yapmacık bir tavırla onu duyamıyormuş gibi davranarak dudaklarına doğru kulaklarını eğdi.
"Yardım et..." zayıf bir edayla nefes almaya çalışırken vücuduna yayılan her neyse Yeşim Bergin'in daha kötüleşmesine sebep oluyordu.
"Bol bol zehir koy derken şaka yapmıyordum, Yeşim Bergin." ciddi bir ifadeyle söylerken Yeşim Bergin'in gözleri büyüdü. Vücuduna yayılan bir zehirdi. Bunu duyar duymaz daha da çırpındı. Yavaş yavaş öleceğini hissediyordu.
Nefes Güneş gerçekten ciddiydi, hiç şakası yoktu. Peki ya, ne ara suyuna zehir koymuştu ve o zehir nereden gelmişti?
Nefes, Yeşim Bergin'in çırpınışlarını fark ederken çok sakindi. Sanki ona istediğini verirse panzehrini verecek gibi bir his vardı üzerinde.
"Panzehir istiyorsan o dosyanın yerini söyleyeceksin!" sesi bir anda salonda yükseldi. Az bir zamanı vardı ve bu kısa süre zarfında dosyanın yerini söylemese Yeşim Bergin'in kötü bir sonla göçüp gidecekti.
"Ben de değil!" hâlâ inkâr ediyordu. Sonuna kadar gitmeye ümit etmişti.
Nefes'in sabrı git gide tükendi. Öfkeyle harlanan bedeni gerilirken "O zaman niye pusu kurdun? Neden 'Sürprizimi beğendin mi Nefes Güneş.' dedin! Bunların hepsi o 'dosya' için değil miydi?"
Yeşim Bergin hissizce kahkaha attı. Rengi git gide beyazlaşıyordu. "İnan, o dosyayla alakam yok. İçinde ne var onu da bilmiyorum. Senin için bu kadar önemli bir dosyaysa, ben çalmak isterdim. Yalan yok. Benim sürprizim bambaşkaydı."
Nefes ani bir atakla boğazına sarıldı. Mavilerdeki öfke hiç dinmek bilmiyordu. "Gerçek kimliğimi öğrenmen seni pusu kurmaya yönlendirmez."
"Zehir gibisin Nefes Güneş. Senin hakkında öyle şeyler öğrendim ki, senin bile ağzın açık kalacak. Biliyor muydun Güneş?"
'Neyi?' dercesine kaşlarını çattı.
Vücudunda zehir olmasına rağmen dik başlığından esir yoktu. "Babanın mafya olduğunu biliyor muydun?"
Nefes'in gözleri kocaman oldu. Duyduğu gerçekle deprem gibi sarsılırken bakışları şaşkınlığın verdiği ifadeyle dehşete düşmüştü.
Hisler bir duvardı. Ve bir acı gerçekle duvarda bir çatlak oluşuna neden oldu. Gizlediği hisleri bir kilitle yeniden açtı. Gözlerinde geçen birçok his vardı. Şaşkınlık, yutkunma, yıkılış en üstünü ise acıydı.
Terk ediliş sebebini az çok tahmin edebiliyordu ama babasının mafya olacağını hiç hesaba katmamıştı. Yeşim Bergin'in nefesinin iyice tükendiğini bile fark edemedi. Bakışları kaymaya başlamıştı.
Boğazına takılan acı bir yutkunma hissi daha çok körüklenirken yutkunmayı becerememişti. Zihnini ele geçiren ses kendisine aitti.
'Kızım, kendine gel! Şimdi şaşırmanın sırası değil. Şu kadının işini hallet sonra ne yapacaksan yaparsın!'
Nefes ani bir silkelenmeyle kendine gelirken üstündeki şaşkınlığı atmaya çalıştı. "Yalan bir ithamda bulunurken kafanda ne geçiyor BERGİN? Veya bu yalanı söyledin diye sana inanacağımı mı sanıyorsun?"
"Bence su içer gibi inandın. Gözlerinde geçen saliselik his bunu gösteriyor?" sesi boğuk çıktı. hâlâ direnmekte ısrarcıydı.
"Bilir misin hisler bir duvara benzer. İlk başta sert ve soğuk tarafıyla karşılaşırsın. Daha sonra o duvar bir çatlağa dönüşür, samimiyetin bulunduğu tarafı gördüğünü sanırsın ama o çatlayan yer iyice açılır ve bir bakarsın o çatlayan yer gibi sen de yıkılmışsındır." bunu derken yüzüne doğru eğilmişti.
Kasıldığını gördükçe daha çok keyifleniyordu. "Ama ben ne bir duvar gibi yıkılırım ne de bir çatlağın meydana gelişi olurum." dedikten hemen sonra ön cebinden küçük bir şişede bulunan panzehiri yüzüne doğru fırlatıp evden ayrıldı.
?
Bir insanın gitmesi için nedenleri olur. Kiminin sevgisi, aşkı biter, giderdi. Kiminin nedenleri mecburiyet olurdu. Hayatına alacağın kişinin sana nasıl yaralar bırakacağını bilemezdin. Bazen tanıdığın zannettiğin kişi aslında hiç tanımadığın yönünü öyle bir anda çıkarıyordu ki, sen bile bazen kalakalıyordun.
Göksel, Uygar'ın en ihtiyaç duyduğu anda terk edip gitmişti. Uygar'ın kucağına bir yaşına yakın bebeği bırakıp gitmişti. Göksel sadece Uygar'ı bırakmamıştı aynı zamanda da canından, kanından olan bir parçasını da terk edip gitmişti.
Bir evliliği bitirmekle kalmamış Uygar'a olan aşkını da silmişti zihninden.
Uygar'ın yaptığı mesleğe katlanamıyordu. En kötüsü ise bir hafta yanında kalırken bazense geri gelmesi altı aydan fazla oluyordu. Göksel bu bekleyişlerin sonu olmayacağını anladığı an dayanamamıştı ve bir mektup bırakarak çekip gitmişti.
'Özür dilerim Uygar. Ben artık dayanamıyorum. Senin sağ salim eve gelmeni beklemektense uzun ama upuzun bir ayrılığı tercih ederim. Kapıma her an ölüm haberinin gelecek diye kalbim boğazımda atışıyla bekleyemem seni. Anla ne olur? Beni anla, olur mu? Ben, seni hep sevdim hep de seveceğim.
Hoşçakal sevdiğim...
Beni affet.
Seni seven karın Göksel Karamel...'
Uygar, mektubun son satırlarını okudukça kalbi acı çekiyordu. Boğazını delen o yutkunma hissi hiç dinmek bilmiyordu. Adam yıkılmıştı. Kadın ise terk etmişti. Gözleri acıyla kavrulduğu halde ısrarla zihnine inkâr ediyordu.
Zihni ona bas bas bağırıyordu. 'Yaptı! Terk etti işte seni.' Uygar zihnindeki sesi duymamaya çalışıyordu ama velakin zihni daha da çok bağırıyordu.
Uygar bu ayrılığa tam alışmıştı ki uzun zaman geçtikten sonra tekrar karşısına çıkmıştı. Tam altı ay sonra... Ama bu sefer Uygar için değil, kızı Aden için gelmişti.
Aden'in velayetini üzerine alınacağını duyunca deliye dönmüştü Uygar Karamel. Ailesini terk edip giden birine asla bir daha kanmazdı ve bunun için elinden geleni yapıyordu.
Uygar aylar önce Göksel mevzunu kapatmıştı ve kendini sadece kızına adayan bir babaya bürünmüştü.
Uygar kamufle olduğu alanda gizlice Karagüz Dernek'in bulunduğu binaya göz attı. Gizlice izlemesinin nedeni Karagüz Dernek'in sahibi Yeşim Bergin'di. Çünkü bugün buraya konuk olacak olan üç kişinin hayatını mahvetme planını haberini almıştı. Okan'a, Aslan'a ve yeni kardeşi Doğan'a saha dışı etmeye çalışsa da çok geç kalmıştı.
Yeşim Bergin yine yapmıştı yapacağını. Binadan yayılan gaz bombasıyla herkes dışarıya hücum ederken binadan sadece üç kişi kalmıştı. Uygar bu duruma daha çok endişe ederken ne yapacağını bilemez haldeydi.
Sokak çığlık çığlığaydı. Birileri ambulansı aradı. Bazıları ise polisi. Uygar derin bir nefes aldı ve kapüşonlu ceketinin şapka tarafını kafasına yasladı. Ceketin fermuarını boğazına kadar çekerken dikkat çekmemeye çalışıyordu.
Herkes bir yere odaklı kaldığı için kolayca içeriye geçmişti. Hemencecik davetin olduğu salona ilerlerken hızlı hareketlerde bulunmaya çalışıyordu. Görüş açısı sisliydi ve bu durum Uygar'ı epey zorluyordu.
Başını yere eğerek yürümeye devam etti. Sağ taraftan gelen inlemeye benzer seslerle adımlarını o tarafa doğru yöneltti. Karşılaştığı manzara karşısında güçlükle yutkunurken tanınmamaya özen gösteriyordu.
Doğan gördüğü yüzle gözlerini zorlukla aralarken neden burada olduğunu sorgular gibiydi. Uygar tanınmamaya çalışarak sesini de kalınlaştırdı.
"Hadi, yaslan koluma da çıkarayım sizi?" bir eliyle Doğan'ı kaldırmaya çalışırken diğer eliyle de Okan'ı kaldırmaya çalıştı. Aslan ise bir kenara yaslanmış nefes almaya çalışıyordu. Doğan sessiz bir tınıyla "Abi!" diye inlediğinde kimse olayın şokundan duyamamıştı.
"Tamam, kurtaracağım hepinizi." bakışları koyulaştı. Güçlükle ikisini binanın dışına çıkarırken az ötede park halinde duran tanıdık arabayı fark etti. İçinden Alper'in çıktığını görünce kısa bir an göz göze geldiler.
Alper gördüğü kişiyle hem şaşırmış hem de paniklerken hızlı hareketlerde bulunmaya çalışıyordu. Doğan ve Okan'ı ferah bir alana bırakırken tekrar içeriye geçti. Ardından tekrar içeriye girerken yandan yandan ilerlemeye çalışan Aslan'ı fark etti. Aslan hepsinden fazla zehirlenmişe benziyordu.
"Omzuma yaslan! Kendi gücünü bana yasla." derken sesi bu sefer gerçek ses tonuyla çıkmıştı. Aslan öksürüklerini azaltmaya çalışırken bakışlarını Uygar'a doğru doğrulttu. Tanıdık simayı görür görmez zihninin bir oyunu zannediyordu.
Hayal meyal gördükleriyle gözleri dayanamayarak kapandı. Uygar öfkeyle "Allah kahretsin!" diye kükrerken hızlanmaya devam etti. Aslan'ı da dışarıya çıkarırken arkasından beliren uzun bir gölgeyle yerinde buz kesildi.
"Sana kaç defa demem gerekiyor abi? Görevini riske atmaya çalışıyorsan buyur gel, iyice at! Herkes yaşadığını öğrensin. İstihbarat, MİT, Komutanın hepsi!"
Uygar, Alper'in sözleriyle kaskatı kesilmeye devam etti. Kendisi de biliyordu görevinin tehlikede olduğunu ama kendini bazen o kadar kaptırıyor ki. Şu bir, iki yıl çarçabuk bitse de artık kızına kavuşayım, istiyordu.
"Seni de anlıyorum abi ama dayanmak zorundasın. Kızını en son velayetten sonra gördün aradan kaç sene geçti? Son anına kadar ilerlemişken mahvedemezsin!"
Haklıydı, hem de sonuna kadar. Uygar hâlâ arkasına dönmedi. Sık sık nefes alıp verirken Alper dinlediğini nefes alışverişlerinden anlıyordu.
"Biz hastaneye gidiyoruz ve sen abi? Ne olur bir daha bizimkileri kurtarma. Biz hallederiz." sözleri o kadar can yakıcıydı ki, her bir kelimesi kalbine saplanıyor gibiydi. Alper son sözünü söyleyip kalabalığın arasına karıştı.
Uygar ise kıpırdamadan durduğu yerde sakinleşmeye çalıştı.