bc

Adı Gibi

book_age16+
1.2K
TAKİP ET
4.2K
OKU
love after marriage
badgirl
tragedy
mystery
realistic earth
betrayal
first love
friendship
punishment
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Bu benim değil, kaderin suçu. Ne olur kızma bana. Yokluğuna alışmayı hiç istemedim. Seni unutmayı hiç istemedim. Tütün gözlüm. Sana hiç veda etme fırsatım olmadı. Belki de senden gitmek istemeyişimdendi bu ama... Çok geç artık... Bu yüzden kendine iyi bak olur mu? Hoşça kal...

Yiğit KARACAN'ın gözünden anlatılan hikayeme şans verin.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Bakma Öyle
Beynimi kemiren düşünceler arasında yürümeye çalışıyordum. Attığım her adım kulağıma daha büyük bir gürültüyle dönüyordu. Ellerim ceplerimde başım önde aheste aheste gidiyordum. Düşüncelerim beynimi esir almış beni yakarken hava tenimi ısırıyordu. Nereye gittiğimi bilmeden ilerliyordum. Benim aksime daha emin adımlarla karşıdan bir kız yürüyordu bana doğru. Attığı her adımda sokağı topuklarından çıkan tık tık sesleri sallıyordu. Onu ayağındaki bej topuklulardan tanımıştım. Başımı usulca yüzüne doğru kaldırdığımda yeşil gözleri benim kahvelere geçti. Endamı, bir manken edasıyla podyumda gibi salına salına yürüyüşü, dalgalı siyah saçları; bir çok erkeği baştan çıkaracak cinsten bir kadındı. Yanımdan geçerken göz ucuyla bakıp gülümseyerek yüz çevirdi. Savurduğu saçlarından geriye rüzgarın getirdiği kokusu kalmışken öylece geçip gitti dibimden. Durup geçişini izledim. Mahalledeki delikanlıların gönlünü çalan fırfırlı Ayşegül'dü bu. Gülmüştüm ardından. Başımı önüme alıp yeniden devam ettim. Kuytu mahallemin yokluğa rağmen huzur saçan kaldırımlarında öylece ilerliyordum. Önüme çıkan küçük bir çakıl taşına top gibi vurup, yürürken sekişini seyrettim. Eve yaklaştıkça da yüzüme sahte bir gülümseme asmıştım. Beni bekleyen annem suratsızlığımı görüp mutsuz olur diye zaruri hissetmiştim kendimi. Dilime neşemi yansıtan kısık bir de ıslık takmış yol alıyordum. Hayat tüm zorluklara rağmen rağmen devam ediyordu. Tam o sırada çıkmıştı karşıma. Dilimdeki melodi kesilmişti usuldan. Boğazımı delen keskin bir nefes gırtlağımdan aşağı kaydı.  Yavaşlamıştı adımlarım lakin durmamıştı. Hayal görmeyecek kadar kendimdeydim. Yüreğimin üstüne kaynar sular dökülmüş de pişmişti sanki. Öyle kavruluyordu şimdi. Göz göze gelmiştim onunla. O gözleri yeniden görme ihtimalimi kaybedeli yıllar olmuştu. Bütün mutluluğumu o an bir hırsız gibi istemsizce çalarken, bana baktı. Ay yüzlüm. Canımı canına kurban ettiğim... En azından bir zamanlar diye acı acı iç geçirirken, canı sağ olsun dedim. Dudağının kenarında küçük bir yara vardı. Yutkundum o an. Yumruğum titredi. Gözlerim dolmak istedi fakat izin vermedim. Veremezdim. Hakkım yoktu ki. Bakışlarımı içim yana yana çektim üzerinden. Ne işi vardı burada? Ne zaman dönmüştü? Başımı, cevap veremediğim boynu bükük yalnız sorularımla sokağın ıssız kaldırımlarına çevirip iki adım atmıştım. Arkamda kopan çığlıklara gözlerimi sımsıkı kapatıp, yumruğumu sıkmıştım. Deli başım götürüyordu beni yine de. İçime mefret bir acı çökerken kolumdan tutup önüme geçen kadın, nedamet dolu bakışlarıyla yalvarıyordu sanki bana içinden. Onu bu hayattan söküp almam, kurtarmam için. Zaafım olduğunu bildiği için. İşte o an boğazımdaki tükürük kurumuştu.  Göz bebekleri titriyordu. 'Yapma bana bunu Algül. Bakma böyle yüzüme. Dayanamam.' Göğsüme inmiyordu soğuk hava. İnse de ciğerlerimi yakacak gibiydi. Kısa sürmüştü bu bakışma. Kocası gelip çekiştirdi kollarından. O ise benim pazılarıma sıkı sıkı sarılmış yardım nidaları koparıyordu. Hiç tanımadığı bir yabancıymışım gibi. Belki de öyleydim artık onun için. Çatılmış kaşlarım suratımın sertliğiyle bütünleşmiş, yüzümü onlara dönmüştüm. Elleri tam kollarımdan kurtulmuşken sol bileğinden kavrayıp kocasının yüzüne baktım. Korkusuzdum, gözü kara. Adım gibiydi karakterim. Yiğit... Fakat yokluğa boyun eğiyordum. Bu yüzden kaybediyordum hayatta. Beni yoksulum diye terk eden sevdiğim, şimdi bu zenginin elinden kurtarmam için büyüttüğü irisleriyle yalvarıyordu. Ama o bileği, yüreğimde ki gizli sevdam olduğu için değil, benden medet umup yardım dileyen bir kadın olduğu için tutmuştum. Peki ama bu mahallede ne işi vardı? Kaçamak bakışla bir saniyeliğine ona kaymıştı gözlerim. Hâlâ 7 yıl önceki gibiydi. Onu nitelendirebileceğim çok kelime vardı ama o kelimelerden bile daha güzeldi. Sadece şakakları tel tel yaşına göre biraz akça duruyordu. Sıralanmıştı beynime o an yalan ama gönül verdiğim sözleri. Kulağımda yankılanıyordu. "Ben seni neden çok seviyorum biliyor musun Yiğit? Ben nerede olursam olayım zorda olduğum zaman bir gün çıkıp gelecek ve beni asla terk etmeyecek olan tek insan olduğun için." "Peki ya bir gün seni bulamazsam?" Güldüğümü hatırladım. "Burası varya burası" diyerek kalbime dokunmuştu. "İsmimi buraya kazıdım ben. Nereye gidersen git, beni bulursun. Silemezsin de." Son kelimesi defalarca çınladı kulağımda. Üç beş harften oluşsada hayatımın kara lekesiydi. Haklıydı... Silemiyordum. Çizgi çekiyor, karalıyordum bazen lakin silemiyordum. Adını yüreğime öyle bir kazımıştı ki, silemiyordum. Ah yüreğim! Helal et hakkını. Ben seni bir vefasız yüzünden çok yordum... Kocasının gür ve kalın sesiyle yüreğime buz basmıştım. Sert suratıma eşlik edecek olan, kendinden emin ve cesur çıkan tok sesimle konuştum. "Utanmıyor musun lan sen bir kadına vurmaya?" Sözlerim hoşuna gitmemişti. Ukala bir tavrı vardı. "Sana ne hemşerim? Sen kimsin?" dedi. "Karım o benim." Kalbimi diline alıp çiğnemişti. Kokusunu içime çekmeye kıyamadığım kadın onun karısıydı. Sahi, ben kimdim ki yanlarında? Çarkına tükürdüğümün kaderi! "İster döverim ister severim. Bak işine. Belanı arama gece gece." diye devam edince kafam atmıştı. "Farzı misal belamı arıyorum. Ama farzı misal ha! Açarsa..." onu işaret ettim. "Sonu iyi olmaz. Meşgule atarsa, konuyu kapatır giderim. Şimdi ne yapacaksın, belam? Seni arıyorum işte. Farzı misal yani. Açacak mısın, kapatacak mısın?" Kısa bir sessizlik olduktan sonra dişlerini sıkarak Algül'ü kakıştırıp içeri geçmesini söyledi. Bakmamıştım yüzüne lakin az önceki o bakışta içim kalmıştı. Bir ömür yakmaya yeterdi beni. Kocası da yüzüme bakmıştı sessizce. Sert duruşumdan taviz vermeyince tek kelime etmeye cesaret edememiş, o da ardından gidip sertçe kapıyı çarpmıştı. Peki ya şimdi? Ya içeride devam ederse, o zaman ne yapacaktım? Bugün kurtarsam bile yüzüme kapanan o kapıyı nasıl delip geçecektim? Köhne sokağımın karanlık taşlarına döndüm. Düştü yine başım önüme. Ellerim, boş ceplerimde yol alıyordum. Kafamın içinde susmak bilmeyen aciz sorular kemiriyordu beynimi. Tıpkı minik bir farenin peynir yemesi gibi. Küçük küçük, acıta acıta tüketiyordu etimi. Neden buradaydı? Ne zaman gelmişti? Derince içime çektiğim kasvetli havayı daha da hüzne boyadığım nefesile geri bırakmıştım. Şu kirli atmosfere benim de dert kokan soluğum karışsın, ne olur sanki?... Biraz daha yürüyünce ait olduğum viraneye gelmiştim. Kapıyı yavaşça açmıştım. Kısa koridorun ışığını yakmadan doğruca odama gitmekti niyetim fakat koridorun üç adım ilerisindeki odadan çıkan anneme yakalanmıştım. "Geldin mi oğlum?" Onu görünce omuzumdaki dertlerimi bir atkı, beynimdeki düşüncelerimi ise bir bere gibi düşünüp zazuri olarak kapının yanıbaşında duran askılığa asıp dudaklarımı tebessüme ikna ederek: "geldim annem." dedim. "Seni bekledim ben de yemeği birlikte yiyelim diye." dedikten sonra odaya döndü. Arkasından girmiştim. Üzerinde kare fayansların olduğu küçük bir orta sehpa bizim odanın yemek masasıydı. Ekmeğimizi bölüşüp, derdimizi çorbaya karıştırıp içtiğimiz soframızdı. İki karşılıklı boş tabak beni bu saate kadar aç bekleyen annemin göstergesiydi. Masaya oturmadan önce ellerini avuçlarımın arasına alıp önce kokladım sonra nazikçe öpmüştüm. "Niye bu saate kadar bekledin annem? Yeseydin ya sen." "Birlikte yiyelim istedim." Şüpheyle yaklaştım sözüne. Canını sıkan bir şey vardı sanki. Dudakları gülmek istesede o güneş saçan güzel yüzü asıktı. Belli etmemeye gayret göstersede farkındaydım bunun. "Anne bir şey mi oldu?" diye sordum. Yüzüm düşmüştü. Moralinin bozuk olduğu belliydi ve bu katlanamadığım tek şeydi. Hayatta sahip olduğum en değerli varlığı üzgün görmeye dayanamıyordum. Masaya oturdu burukça. Yanına yaklaşmıştım. Annem dedim. Başını kaldırıp gülümsemişti. 'Bir şey yok oğlum' desede belliydi o gül yüzündeki hüzünden. "Otursana ben sana yemek koyayım." diyerek kalktı yeniden. "Acıkmışsındır." dedi. Aşikardı bir şey olduğu lakin bana bir türlü söylemiyordu. Başımdan geçirmiştim ellerimi. Of çekerek derin bir nefes aldım. Masada boyun büken 5 dilim bayat ekmekten başka bir de biri beni içse de kurtulsam diye yarım doldurulmuş sular vardı. Acaba diye düşündüm. Sebep bu olabilir miydi? Dudaklarımı ısırdım. Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana derken bu kadar beni anlattığını bilmeden söylermişim meğer türküyü. Annem girmişti yeniden içeri. Uzattığı tabağı alırken elime değen sıcaklıktan yemeği ısıttığını anladım. Sessizce eğip başımı yemeye başlamıştım ki beni üzgün görünce masada duran elime uzanıp oğlum dedi. "İş bulamadığın için mi canın sıkkın? Durma böyle boynu bükük Yiğit'im. Bulursun elbet. Üzme şu garip ananı." "İyiyim ben annem. Sen hâlâ karşımda sağ salimsin, bana o nefis yemeklerinden hazırlamaya devam ediyorsun. Bundan daha büyük saadet olur mu hiç?" Bir yalancı gülücük kondurmuştum yanağıma. "Hem söyle bakalım senin canın neye sıkkın sultanım?" Çevirmişti başını tabağına. "Bugün ev sahibi geldi." dedi. Sonbaharda kuruyan çiçekler gibi solmuştu gülüşüm. Yutkunuşum boğazıma bir kılçık gibi takılırken "3 aylık kirayı peşin istiyor. Bir hafta mühlet verdi. Ödediniz ödediniz. Ödeyemezseniz kapı orada deyip bastı gitti. Nasıl bulacağız oğlum o kadar parayı bir anda. Ben dedim. Çalıştığı dükkan kapandı işsiz kaldı oğlum hâlâ iş arıyor diye ama dinletemedim Yiğit" diyerek devam etmişti. Dolmuştu o deniz gözleri boncuk boncuk. Yanağını avuçlayıp sen üzülme annem dedim. "Ben halledeceğim. Sıkma canını." Bana hep güvenirdi lakin bu defa o gözlerle bakmadığını sezmiştim. Göğsüme kallavi bir acı çökmüştü. Kaçmıştı iştahım. Kaşığı bırakmıştım elimden. Ayağa kalkıp kapıya doğru adımlarken 'nereye oğlum?' diye sordu telaşla. "Hava alacağım" dedim. "Hem belki ev sahibine de uğrar bir de ben konuşurum." Atmıştım kendimi gecenin kesif karanlığına. Ağlamak istesem de yakıştıramadım kendime. Boğuluyordum sanki. Bir el sen nefes alma dercesine çökmüş gibiydi boğazıma. Dizlerimin üstüne iki büklüm olup derin derin soludum havayı. Sersem adımlarım götürüyordu deli başımı. Nereye gidecektim? Ev sahibine ne söyleyebilirdim ki? O bahaneyle çıkmıştım sadece evden. Adam da haklıydı kendince. Babasının oğlu değildim ya sonuçta. Saatlerce yürümüştüm bir ayyaş gibi sallanarak. Gide gide uçurumun kenarına varmıştım. Niyedir, nedendir bilmem lakin her göğüs kafesime sığmadında ruhum çıkar gelirdim bedenimden bihaber. Yine kendimi burada bulmuştum. Aşağı doğru naralar saçmak istedim denize. Hey koca Yigit! Ne bahtsızmışsın bee. Dalga seslerini dinliyordum. Daha hırçın gibiydi bugün. Derin yaralarıma çarpıyordu sanki keskin kayalar yerine. Bir keresinde annemden duymuştum. Deniz suyu açık yaraları iyi eder demişti. Doğruydu. Tuzlu suları iyileştiriyordu sanki kesik ruhumu. Şu herkese dönen dünya niye bana gelince olduğu yerde duruyordu? Eğilip elime aldığım avuç içi büyüklüğünde ki taşı var gücümle fırlatmıştım gecenin karanlığında kaybolan denizin ben gibi yalnız dalgalarına. Çaresizlik dizlerimi bükmüştü. Çökmüştüm yere. Buz gibi ayaza aldırmadan güneşe çekilen siyah perdenin olduğu sahneye bakıyordum. Yıldızlar parlaktı. Güldüm kendi kendime o an. "Şu gökteki yıldızlar kadar bile parlak olamadı kaderim bana." Bu yaşıma kadar dayanmıştım, zorluklara, acılara göğüs germiştim. Fakat şimdi kumar masasında kaybeden bir kumarbazdan farksızdım. Hayata karşı hep yenilgi alıyordum. Umutlarımı, kurmaya çekindiğim halde inatla yeşerttiğim hayallerimi, sevdamı, neşemi... Hayata olan inancımı kaybetmiştim ben o masada. Elimde yalnızca nur yüzlü, deniz gözlü anam kalmıştı. Yaşamak için tek sebebim, yek dayanağım. Derin derin çektim siyahın içinde kaybolsada bana hep mültefit olan denizin kokusunu. Sessizce dinliyordum. Huzuru fısıldıyordu kulağıma. Rahatlatıyor, gevşetiyordu vücudumdaki kasları. Onun dilini yalnızca kalbi kırıklar anlardı. Ahraz olan deniz değildi, onu duyamayan insanlardı. Ne vakittir buradayım Allah bilir. Evden de ecele gider gibi çıkmıştım. Annem daha fazla telaşlanmadan dönsem iyi olacaktı. Yavaşça doğruldum oturduğum kenardan. Ayrılmak istemesem de denizden, veda edip sırt dönmüştüm ona. Usulca birkaç adım atmıştım ki gecenin kesif karanlığını delen keskin bir ses yankılanmıştı. Hayat; kime sorarsan sor, hep zordur ya. Bağırmak da öyleydi. Sabrın son noktasında çıkagelirdi ağızdan. Derdin ağırlığınca uzadıkça uzar, semaya karışırdı. Derinden duyulan her ses acı verici bir tınıyla kaplıydı. Tıpkı duyduğum bu çığlık gibi. Ama öyle böyle değil, yüksek bir naraydı bu kulaklarıma dolan. Genç birinin sesi. Bir kadının ses tellerinden süzülüp fırlamıştı sanki. Duyduğum bu sedaya koştu bacaklarım lakin onu göremiyordum. Uçurumun kenarında bir kadının ne işi olurdu ki, hem de bu saatte? Gözlerim etrafı tararken aynı çığlık bu defa 'neden?' diye veryansın ediyordu. Sesin geldiği yöne odaklanmaya çalışarak yürümüştüm. Ayakta denize karşı öfkesini kusan uzun boylu bir kadın iki büklüm şekilde bağıra bağıra ağlıyordu. Yanına gitmem doğru olur muydu emin olamayınca öyle ayakta kalmıştım. Dönmem gerekti fakat tanımasam bile bir kadını bu halde bırakarak, sırt dönüp çekip gidecek bir karakterim yoktu. Neden böyle iç çeke çeke ağlıyordu acaba? Onu yaşlara boğan derdi neydi? Hıh! 'Şu dünyada dertsiz beşer var mıydı, zenginler dışında?' diye düşünürken biraz sakinlediğini hatta bir şeyler mırıldandığını işitmiştim. Derin derin nefesler alırken katlanamadığını söyledi. Usulca ve sessizce yaklaşmıştım. "Artık dayanamıyorum. Boğuluyorum... Allah'ım, boğuluyorum." Ayakları yavaşça ilerlemeye başlamıştı. Üstünde sarhoşları andıran bir sersemliği vardı. "Ben artık çok yoruldum. Ağır geliyor tüm bunlar. Yaşamak..." Derince bir nefes verdi. Bayılacak gibi güçsüz görünürken uçurumun kenarına daha çok yaklaşmıştı. "Artık ağır geliyor..." Kollarını açmıştı yana. "İstemiyorum..." O an gözlerim büyümüştü. Aklıma gelen şey diye fırladım ona doğru. Uçurumdan aşağı atlayacaktı. Tam bırakmıştı boşluğa kendini ki çevik bir hareketle tutmayı başarmıştım. İkimiz de yana düşmüştük. Daha çocuk sayılacak kadar küçüktü. Gözlerine baktım o an. Çok korkmuş ve şaşkın görüyordu. Şeytanın ona hazırladığı tuzağın bir anlık gafletine düşmek onu canından edebilirdi. Hızla ayağa kalkıp tanımadığım bu genç kıza derdi ne olursa olsun yaptığının yanlış olduğunu söylemek için sesimi yükseltmiştim. "Ne yapıyorsun sen? Hah, delirdin mi?! Ya ben tesadüfen burada olmasaydım da ölseydin!..." "Kurtardın diye sana minnet mi duyacağım sanıyorsun? Niye yaptın böyle bir şeyi ha, niye?! Sana kahramanlık yap diyen oldu mu? Neden döndürdün beni bu hayata yeniden? Bir daha buna cesaret edebileceğimi mi sanıyorsun? Ya sen bana sordun mu yaşamak istiyor musun diye?" "Sormadım. Ama yerdeyken yaptığın cesaretin aptallık olduğunu anladığını gördüm. İyi ki sormamışım." Sırtımı dönüp sessizce uzaklaşmak için adımlarımı büyütmüştüm. "Ölümden korktuğumu mu sanıyorsun ha? Ben yaşamaktan daha çok korkuyorum." Duyduğum sözler beni ürpertmişti. Yüzümü tekrar ona dönmüştüm. "Çünkü yaşamak cesaret ister. Her tökezleyişinde hayattan vazgeçmek daha cazip gelir." dedim. Sesi yükselmişti. "Sen! Benim hayatıma dair ne biliyorsun ki bana nasihat veriyorsun be adam?! Sen yaşamaktan korkmanın ne demek olduğunu biliyor musun?!" Bir adım attım ona doğru. Kaşlarım çatılmıştı. "Önce o sesini bir alçalt. Ölümden korkmayıp yaşamaktan korkan biri hayattan çok yorulmuştur. Ölümün soğuk nefesi içindeki yangınları söndürecek sanıyorsun değil mi?" Sessizce beni dinliyordu ama her hücresi öfke doluydu. Bunu görmek için karanlığı delen bir ışığa gerek yoktu. "Ne oldu pek bir şaşırdın?" dedim. "Nereden bildiğimi mi merak ediyorsun? Bu okuduğun o ders kitaplarında yazmaz küçük hanım. Hiçbir okulda sana bunu öğretmezler. O hâlde nereden öğrendiğimi soracaksın. Hayat okulunda kendi çabaların yetersiz kalınca sen keşfedersin. Bunu tecrübesi olanlar bilir. Yaşamaktan korkan yalnızca sen misin sanıyordun? Fakat farkımız ne biliyor musun? Ben senden daha cesurum. Çünkü pes etmedim, etmiyorum. Ama belli ki yaşamak seni çok yıpratmış. Bitap halin ve içki kokan nefesinden anlaşılıyor. Fakat anlayamadığım şey bu yaşta ne gibi bir derdin olduğu?  Şu haline bak. Yazık değil mi annene babana?" Sesi alçalırken hüzne boyanmıştı sanki. "Annem yok benim." dedi. Mahcup olmuştum. Hatamı telafi etmek için ondan özür dileyecektim. "Kusura bakma. Özür dilerim." Sesi havadan daha soğuk çıkarken "Dileme, alışkınım ben." dedi. "Bak kardeşim..." "Ben senin kardeşin değilim." Sözleri ne kadar soğuk ve sertti. Tıpkı suratı gibi. "Bak bayan. 20 yaşında ya varsın ya yoksun. Gençliğine yazık. Derdin ne senin ya bu yaşta? Yani ne olabilir, sevgilinden falan mı ayrıldın?" Bu küçük yaşına göre fazla asabi, hırçındı. Bir o kadar da yaralı görünüyordu. "Hadi git evine artık. Bir daha da böyle bir şey yapma" dedim. "Ölmek için çok gençsin." Son lafımı da edip gitmek için sırtımı dönmüştüm ki "ben zaten öleceğim." dedi.Ağzından çıkan ok gibi keskin sözle vurup yaralarken, ayaklarımın altındaki çakıllar betona dönüşmüştü sanki. Ne ileri ne geri, bir santim bile hareket edememiştim o an. Yutkunamamıştım. Yavaşça çevirdim başımı yeniden. Ne diyordu bu kız böyle? Sözlerinde gizlenen tokat esen rüzgardan daha sert vurmuştu yüzüme. Aynı soğuklukta devam etti konuşmasına. "Anladın mı?" Harf harf kalbimi kesen bu cümleyi anlamak istemiyordum. Ölümün elbisesini üstüne giyemeyecek kadar küçük duruyordu. "Tebrik ederim kahraman" dedi sitem edercesine. "Beni acı hayatıma geri döndürdüğün için. İçki kokmayan her anımda ilaç kokuyor benim nefesim. Haa..." Rüzgar saçlarını savuruyordu. Sesinin titrediğini anlıyordum.  "Unutmadan söyleyeyim." Yutkundu. "Bana bir gün bile ayrılık acısı çektirecek bir sevgilim olmadı. İğneler hariç. Ya da serumlar, acil servisler... Onlar bir ayrılık acısından daha çok yaktılar canımı. Ben o hayat okuluna doğduğum gün başladım. Herkes annesinin kucağındayken ben soğuk bir küvözde hayata dönmek için mücadele veriyordum. 1 saat öncesine kadar bu mücadeleden hiç vazgeçmedim. Ama yoruldum. Anlıyor musun? Çok yoruldum. Her sabah bugün de ölmedim diye sevinip, her akşam yatağa girince bir daha uyanamama korkusunu çekmekten yoruldum. Sen yorulmak nedir bilir misin? 19 yaşımdayım ben." Boğuk boğuk olmuştu sesi. Lakin hâlâ sertti. Burnunu çekmişti. "Ölmek için çok gencim..." Son cümlesi kalbimi dağlamıştı. Gözümden küçük bir yaş süzülmek istedi o an. Ama kolay kolay akıtamıyordum bu küçük damlaları. Dolmuştu nazarlarım be, dolmuştu işte. Duygusuz muyum sanki ben? Ağlamanın cinsiyeti olmaz oğlum derdi annem. İçine atma böyle, içinde dertlerin yeşereceğine, toprağa akıt çimenler yeşersin. O zaman dayanacağın bir yer olur, diğer türlü için çürür sen yıkılırsın Yiğit derdi. Haklıydı, ama... Kendimi toplayıp ne diyeceğimi bilemeden mahzunca konuşmuştum. "Bilmiyordum. Ben..." "Bilsen ne değişecekti? Kurtarmaz mıydın o zaman beni? İzin verir miydin bu hırçın dalgalar beni yutsun?" Susuyordum karşısında. Ağızdan çıkan hangi kelam ona teselli vermek için yeterli olurdu ki? "Hah! İzin verir miydin, konuşsana?!" Hayata olan kızgınlığını benden çıkarıyor gibi bağırıyor, sesi kayalara çarpan dalgalar kadar öfkeli geliyordu. Ben yine de susuyordum. Asi rüzgar, koyu deniz ve gencecik bir çocuğun ağlamaktan yorgun düşmüş zebun(güçsüz) sesinden başka araya giren ufacık bir çıtırtı duyulmuyordu. "Artık biliyorsun" dedi. "Bakalım izin verir miydin?" Uçurumun eşiğine doğru koşmaya yeltenmişti tekrar. Birkaç adım sonra kolundan tutup kendime çevirirken bağırdım. "Yine de izin vermezdim!" Hıçkırıkları geceyi deliyordu sanki. Yumruk yaptığı elleri göğsümü hedef almış vururken "bırak beni, bırak! Bu gece bitsin bu acı. Bırak!" diye hunharca bağırıyordu. Bileklerinden tutup onu kendime çekmiştim. Çaresizce kollarımda titrerken bağıra bağıra ağlıyordu. Dayanamamıştım daha fazla ve sessizce yutkunuşlarıma karışan damlalar akıtmıştım yanağıma. Bir süre sonra sakinleşmiş aklı başına gelmişti. Olduğumuz yere çöküp yan yana gecenin kesif siyahında kaybolan denizi dinliyorduk. Görmesek bile sesi kulağımıza türkü yakıyordu. Derdimizi bizim yerimize sanki o üflüyordu semaya. Derin bir nefes alıp "adın ne?" dedim. Sessizdi. Hâlâ düşüncelerinden arınamamış, karanlığı seyre dalmış hâlde duruyordu. Güven vermek için önce kendi adımı söylemiştim. "Benim adım Yiğit. Yiğit KARACAN." Hâlâ susuyordu. Bu böyle kısa bir süre devam etmişti. "Buraya insanlar pek uğramaz, özellikle bu saatlerde? Onların denizi farklıdır. Sahil kenarını sever çoğu." Bekledi bir an. Sonra bana bakıp sordu. "Ne işin var burada Yiğit KARACAN? Buraya gelenin mutlaka bir derdi vardır. Senin derdin ne?" Küçük bir tebessümde bulundum ona. "İsmini bile bilmediğim bir yabancıya derdimi mi anlatayım?" Önüne döndü yeniden. Uçurumun bittiği noktayı işaret etti. Denizi... "Eminim ona anlatmışsındır." "Evet." diyerek gülümsedim. "En iyi sırdaşımdır. Seninde öyle sanırım." "Öyle. Ama..." Bekledi. "Sadece dinliyor." Aldığı derin nefesi vermişti hızla. "Cevap vermiyor bana." "Ya sen anlamıyorsan?" Bana bakmıştı. Ekşitmişti suratını. "Nasıl yani?" diye sordu. "Deniz diyorum. Ya seninle konuşuyorsa? Sağır olan sensen?" Omzunu çekti. "Bilmem, belki de. Ama nasıl anlayacağım bana söylediklerini? " "Elini kalbine götür, ve gözlerini yum. Dalga seslerini duyuyor musun?" Birkaç saniye sessizce dinledikten sonra evet dedi. "Şimdi o sesi kalbinde hisset. Hissettiğin an yavaşça gözlerini açıp ona bak. Eğer gerçekten seninle konuşuyorsa anlayacaksın." Dediğimi yapıp bir süre öyle kaldıktan sonra burnunu çekerken usulca gözlerini açtı. Titreyen sesinin ardından "hiçbir şey olmadı" dedi. "Benimle konuşsa bile anlamıyorum." "Öyleyse niye ağlıyorsun?" Beklemişti konuşmadan önce. Şaşırmıştı da. Kekeleyerek konuştu. "Bilmiyorum. Belki de güçsüz olduğum için." Önüme dönmüştüm. Bacaklarımı kollarımın arasına alıp konuştum. "Sence insanlar güçsüz oldukları için mi ağlar?" Sessizdi. "İnsanlar güçsüz oldukları için ağlamaz." dedim. "Aksine uzun süre güçlü kalmaktan yoruldukları için ağlarlar." Başını bana çevirmişti. Hırçın denizin dalga sesleri eşliğinde, gökyüzünün kesif karanlığı arasında tanımadığım bir suratta parlayan gözlere baktım.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

AŞKLA BERDEL

read
79.1K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
523.4K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
224.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook