BÖLÜM 45- SAVAŞIN KALBİNDE

1014 Kelimeler
Kamp sessizdi… ama o sessizlik, yaklaşan bir fırtınanın habercisiydi. Gökyüzü bulutlarla doluydu, rüzgar çadırların arasından geçerken soğuk bir uğultu bırakıyordu. Elif, elindeki telsizi sımsıkı tutmuş, gözlerini uzak tepelerdeki karanlığa dikmişti. Cem biraz ilerideydi; haritayı dizlerinin üstüne yaymış, gözleri bir noktaya kilitlenmişti. “Burada olmamız gerekmiyor,” dedi Elif, fısıltıyla ama kararlı bir tonda. Cem başını kaldırmadan yanıtladı. “Eğer burayı boşaltırsak, sınır hattı tamamen savunmasız kalır. Üsse giden ikmal hattı buradan geçiyor.” Elif sessiz kaldı. Yüreğinde bir sıkışma hissediyordu. Artık sadece görev değil, Cem’in varlığı da onun için her tehlikeyi büyütüyordu. Rüzgar bir anda yön değiştirdi, uzaktan bir motor sesi duyuldu. Cem başını kaldırdı, gözleri kısıldı. “Yaklaşıyorlar…” dedi alçak bir sesle. Serdar koşarak geldi, elinde dürbün vardı. “Üç araç, hızlı ilerliyor. Tahminen yirmi dakika.” Cem hemen ayağa kalktı. “Pozisyon alın! Bu sefer hazırlıksız yakalanmayacağız.” Elif, silahını aldı ama elleri titriyordu. İçinde korku değil, garip bir endişe vardı — Cem’e bir şey olacağına dair. Oysa Cem her zamanki gibi soğukkanlıydı, asker kimliği yüzüne yansımıştı. Ama o da farkındaydı… Elif’e baktığında artık sadece bir görev arkadaşı görmüyordu. Motor sesleri giderek yaklaştı. Çamurun, rüzgarın ve nefeslerin içinde zaman ağırlaştı. Ve ilk mermi sesi duyuldu. Cem yere eğilerek karşı ateşe geçti, Serdar pozisyon değiştirdi. Elif’in kulağına mermilerin ıslığı doldu. O an, bir şey oldu — Cem’in hemen yanında bir el bombası düştü. “CEM!” diye bağırdı Elif. Cem refleksle onu kendine çekti, yere yatırdı, patlamanın şiddetiyle ikisi de çamura savruldu. Kulağında uğultu, gözlerinde bulanıklık… Elif nefes almaya çalıştı. Cem’in kolu, hâlâ onun başının altındaydı. “İyi misin?” dedi Cem, sesi kısık ama panik doluydu. Elif başını kaldırdı, yüzleri birbirine çok yakındı. Yağmurla, kanla ve toprakla karışmış bir anda zaman durdu. O an, savaşın ortasında bile dünyanın sessizleştiği bir andı. Elif’in dudakları titredi, gözleri Cem’in gözlerine kenetlendi. “Bir daha böyle bir şey olursa… seni kaybetmeye dayanamazdım.” dedi. Cem hiçbir şey demedi. Sadece elini Elif’in yanağına koydu. “Artık hiçbir şey için korkmana gerek yok,” dedi yavaşça. “Çünkü seni bırakmam.” Ve o anda, çevredeki kaos yok oldu. Cem, başını hafifçe eğdi. Dudakları Elif’in dudaklarına dokundu — kısa, ani ama sarsıcı bir an. Yağmur o an biraz daha hızlandı, sanki gökyüzü bile tanık oluyordu bu sessiz itirafa. Elif’in kalbi, savaşın ortasında ilk kez bu kadar güçlü attı. Onlar hâlâ tehlikenin tam ortasındaydı, ama artık yalnız değillerdi. Birkaç saniye sonra Cem geri çekildi, gözleri hâlâ onun gözlerindeydi. “Şimdi kalk,” dedi hafif bir tebessümle. “Savaş bitmedi, ama artık bir nedenimiz var.” Elif ayağa kalktı, yüzünde hem korku hem umut vardı. Cem, tüfeğini omzuna taktı, gözlerini ufka çevirdi. Ve o anda Elif fark etti — artık sadece bir savaşı değil, hayatı da onunla paylaşmaya başlamıştı. Patlamanın yankısı hâlâ ormanın içinde dolaşıyordu. Yağmur, her şeyi sessizce yıkıyor gibiydi — kanı, korkuyu, hatta az önce yaşanan o kısa ama sonsuz anı. Elif ve Cem, çamura bulanmış halde nefeslerini dengelemeye çalışırken, Serdar telsizden gelen sesi duydu. > “Birlik üç, konum bildir. Sinyaliniz karışık geliyor.” Cem hemen toparlandı, sesi sertti. “Buradayız. Temas sağlandı. Düşman geri çekiliyor.” Elif hâlâ onun yüzüne bakıyordu. Kalbinde tuhaf bir sarsıntı… Kısa bir anlık öpücük, bütün dengelerini bozmuştu. Cem, bakışlarını ondan kaçırdı, sanki o an hiç yaşanmamış gibi davranmaya çalıştı. Ama gözlerinin kenarındaki titreme, içindeki fırtınayı ele veriyordu. Serdar, sessizce onları izliyordu. Yüzündeki ifade anlam doluydu. “Ne zamandır böyle?” diye sordu, sesi yorgun ama ciddi. Cem dondu. Elif’in gözleri büyüdü. “Ne demek istiyorsun?” Serdar, silahını temizlerken devam etti. “Gözleriniz, sesiniz, dokunuşlarınız… Savaşın ortasında bile birbirinize nasıl baktığınızı görmemem imkânsız.” Cem’in çenesi kasıldı. “Bu konunun sırası değil, Serdar.” “Tam da sırası,” dedi Serdar sertçe. “Çünkü bu, sadece senin meselen değil. Bu görev tehlikede, Cem. Eğer komutanlık bu durumu fark ederse ikinizi de sahadan çeker.” Elif nefesini tuttu. “Bizi çekemezler,” dedi. “Bu görev bizim elimizde. Kimse—” Serdar sözünü kesti. “Onlar çekmezse bile, ben rapor etmek zorunda kalırım. Bu bir emir zinciri meselesi. Senin duyguların, onun hayatına mal olabilir.” Cem, bir an sustu. Rüzgâr uğuldadı, uzaklarda gök gürledi. “Serdar…” dedi sessizce, “Eğer bu görevden sonra hâlâ hayattaysak… ne istersen yaz raporuna. Ama şimdi o kadın, benim korumam altında. Ve bu, sadece görev değil.” Serdar başını iki yana salladı. “Bu, sonun olur Cem.” Cem’in gözleri karardı, sesi alçaldı. “Sonum olsun. Yeter ki onun başına bir şey gelmesin.” O anda telsizden bir ses daha geldi: > “Birlik üç, ana merkez. Konumunuzu tespit ettik. Üsse dönün. Emir bu.” Serdar cevap vermeden önce Cem, telsizi kapattı. “Dönmüyoruz,” dedi. Elif şaşkınlıkla ona baktı. “Ne demek dönmüyoruz? Cem, eğer geri dönmezsek—” “Bizi ayıracaklar, Elif!” diye patladı Cem. “Onlar bunu fark etti bile. Merkeze gittiğimiz anda, seni güvenlik gerekçesiyle başka bir birliğe aktarırlar. Ve bir daha seni göremem.” Sessizlik ağırlaştı. Elif’in boğazı düğümlendi. “Ya bu yaptığın seni mahvederse?” Cem başını eğdi. “Belki de çoktan mahvoldum. O patlamadan önce… senin adını düşündüm. O anda anladım, seni kaybedersem bu savaşın hiçbir anlamı kalmayacak.” Serdar öfkeyle yere bir taş fırlattı. “Aşkınızın zamanı mı şimdi? Burada hayatlarımız pamuk ipliğine bağlı!” Elif gözlerini kapattı, bir damla yaş yanağından süzüldü. “Belki de tam zamanı,” dedi yavaşça. “Çünkü yarın olmayabilir.” Rüzgâr, ağaçların arasında uğuldadı. Cem ona yaklaştı, parmaklarını Elif’in eline geçirdi. “Ben dönmeyeceğim,” dedi. “İstersen sen git, ama ben o sinyalin geldiği yere gideceğim. Cem’in bıraktığı her iz, bizi bir sona götürecek. Ve ben o sonu görmek istiyorum.” Serdar gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. “Peki,” dedi sonunda. “O zaman bu, artık sadece bir görev değil.” O gece, kampın ateşi sönmedi. Ama alevler sadece ormanı değil, üç insanın kaderini de aydınlatıyordu — biri görevine sadık, biri aşkına tutkun, biri ise ikisinin arasında sıkışmış. Ve uzaklarda bir yerlerde, siyah bir aracın içinden bir göz, dürbünle onları izliyordu. Bir kulaklıkta soğuk bir ses yankılandı: > “Onlar çizgiyi aştı. Artık sadece asker değil, hedefler.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE