20

1514 Kelimeler
"Ne yapıyorsun burada bir başına?" dedi Can. Simya hiç der gibi başını salladı, ayağa kalktı. Etrafına bakındı tekrar Tibet'i görmeye çalışıyordu. Bir süre sonra Tibet kapının önünde gözüktü. Yanlarına geldiğinden Simya daha iyi hissediyordu. İki arkadaşı da yanındaydı, artık yalnız hissetmiyordu. Tibet'in koluna girdi. Can'ın tuhaf bakışlarını fark etmedi. Tibet yine bir tanıdığını görmüş gibi el salladı. El salladığı kız diğerlerine göre daha somurtkan bir yüz ifadesiyle yanlarına geldi. Simya gelen kızı tanımıştı. Birkaç zaman önce kasabadaki Çılgın Bitkiler ve İksirler dükkânında tanıştığı Beliz'den başkası değildi. Tibet her zamanki sululuğu ile elini Beliz'in saçlarına soktu. "Naber ufaklık?" dedi. Kız ufaklık demesine bozulduğu belli bir şekilde sinirli bir el hareketiyle Tibet'in elini itti. Gözü bir an Tibet'in koluna girmiş Simya'ya takıldı ama yüzüne bile bakmadı. "Hiç büyümeyeceksin değil mi?" diye tersledi sert bir tonda "Bana ufaklık demekten vazgeç. Senden küçük değilim!" Beliz bir hışımla Profesör Elena'nın odasına doğru giderken kalabalığın arasında kayboldu. Belki de sinirden gözü Simya ile Can'ı görmemişti. Belki de bile isteye Simya'ya selam vermemişti. Tibet, Can ve Simya'ya dönerek hadi gidelim diye işaret yaptı. Hep birlikte Öğrenci Salonuna doğru yürümeye başladılar. İçeri de şöminenin yanındaki büyük koltukta oturan Beliz'in yanına geçtiler. Tibet kızlardan bir kaçına göz kırptı. Birazdan geliyorum diyerek ilerdeki kız grubunun yanına gitti. Simya tuhaf tuhaf Can'a bakıyordu. Can hiç bana bakma der gibi kafasını salladı. "Bu onun her zamanki halidir. Yani Tibet birazcık çapkındır" dedi. Sert bir sesle Beliz araya girdi. Simya sonunda onları fark ettiğini anlamıştı."Biraz mı? Tam bir s...." dedi ama lafını bitirmeden elini ağzına kapattı, kendini tuttu. Simya, onun neden bu kadar Tibet'e kızdığını çözmeye çalışıyordu. Can ikisinin tanışıp tanışmadığı sordu. Simya dükkânlarına gittiğini orada ayaküstü tanıştıklarını anlattı. Can, Beliz'i över şekilde "Beliz'in bitkilerle arası çok iyidir, hatta bitkileri çabuk büyüten bir iksir bile keşfetti " dedi. Simya oldukça etkilenmişti ama Beliz çok büyük bir şey değilmiş gibi ukalaca bir tavır sergiliyordu. Ama yaptığı iksiri de övmeden geçemedi. "Gerçekten çok güzel bir şey bu tebrik ederim" dedi Simya. Can ve Beliz Profesör Öker'in yanına yeni ders kayıtlarını almak üzere salondan ayrıldı. Simya'nın da dersleriyle ilgili Profesör Elena ile görüşmesi gerekiyordu. Ne kadar büyükte olsa yeni kayıt sayılırdı. Tibet hala birkaç aydır görüşmediği arkadaşlarıyla hasret gideriyordu. * Gün sonuna doğru Simya ders programını almış, hayvan barakasındaki işlerini halletmişti. Yaz güneşi yavaşça gözden kaybolmaya başlarken, koridorlardaki mumlar kendiliğinden alev almıştı. Hayvan barakasından çıkıp küçük asma köprüden geçip taş merdivenlerden odasına doğru yorgun adımlarla yürüyordu. Yatakhane katı şimdi daha kalabalık ve daha gürültülüydü. 15 yaş ve üstü kızların olduğu katta iki kız öğrenci aynı odayı paylaşıyordu. Daha küçük öğrenciler dört kişilik veya altı kişilik odalarda kalıyordu. Ortalıkta koşuşturan küçüklerin olmadığı kat daha büyük mevzular dönüyordu. Odasının kapısına yaslanmış iki kız yazın yaptıkları tatilden ve yaz aşklarından bahsediyor, koridorun ucundaki iki kız ise yeni öğrendikleri sihirlerden bahsediyordu. Simya o anda aslında hiç kız arkadaşlının olmadığını fark etti. Ne bu dünyada ne de daha öncekinde kız arkadaşı olmamıştı. Eskiden William vardı şimdi ise Tibet ve Can. Yorgunluğun verdiği etkiyle ayaklarını sürte sürte odasının kapısına geldi. Kapının kulpunu çevirdi ama kapı açılmadı. Birkaç kez daha denediğinde kapıyı tanıdık bir yüz açtı. Simya önce şaşırmıştı odasında başka birini görmeyi beklemiyordu. Tibet daha geldiği ilk gün söz verdiği gibi Beliz ve onu oda arkadaşı yapmış olmalıydı. Odaya girdiğinde içinde tuhaf bir his oluştu. Bu kadar aksi bir kızla anlaşabilecek miydi? İçeriye yavaşça girdi, odası artık iki kişilik görünüyordu. Beliz yatağın üstünde açtığı koca valizinden kıyafetlerini ve iksir şişelerini çıkarıyordu. "Kapıyı sürgülemişim" dedi Beliz sertçe "Her zaman yaptığım gibi" Yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Simya daha ilk dakikadan sorun yaşayacaklarını düşünmemişti ama Beliz pek de arkadaş canlısı biri değildi. "Sorun değil" dedi sessizce. Onu biraz daha yakından tanımak istiyordu, oda arkadaşı olacaklarına göre zamanın çoğunu birlikte geçireceklerdi. "Nasılsın Beliz?" dedi. Kıyafetlerini dolaba yerleştirmeyi bitirmiş olan Beliz yatağının karyola başına eliyle mor zambaklar koyuyordu. "İyiyim" dedi. Yine tek ve kısa cevap veriyordu. "Oda arkadaşı olmuşuz sanırım" Simya muhabbet konusu açmasına sevinmişti. Buradan devam edebilirim diye düşündü. Birazdan pişman olacağı bir şey üzerinde hazırlandı. "Evet, Tibet sağ olsun" Beliz çalışma masasının üstüne farklı renkteki iksir şişelerini dizerken hızlıca arkasını döndü. Kalın çerçeveli gözlüklerini düzeltti. Yanakları biraz kızarmıştı ama suratı da sanki ölü bir balık kadar mavimsiydi. Hiç bir şey demedi, büyük kahverengi gözlerini daha belertti. Tekrar şişeleri dizmeye döndü. Simya onun bu suratsız tavrından dolayı kendini açıklamak zorunda hissetti. Yatağına oturdu, ellerini birbirine kenetledi. Kendisiyle iletişim kurmayan biriyle konuşmaya çalışmak çok zordu. Bir süre Beliz'i izledi. Yatağının tarafın yerden tavana kadar beyaz güllerle kaplamasını, duvara sarmaşıktan çıkıntılar yapmasını, şöminenin yanına büyük pofuduk bir yastık yerleştirmesini sessizce izledi. "Kendimi yalnız hissetmeyeyim diye özellikle seninle oda arkadaşı olmamı istiyordu" dedi. Tekrar konu Tibet'e dönünce Beliz elindeki işi bıraktı. "Kendisinin de tanıdığı bir kızla oda arkadaşı olmamın daha iyi olacağını söyledi" diye ekledi Simya. Ama hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Beliz yatağının üstüne oturdu. Kısa kahverengi saçlarını yukarıda küçük bir topuz yaptı. Ciddiye almaz bir ifadeyle gülmeye başladı. "Kendisinin tanıdığı mı..." dedi. Hala gülüyordu. Ama bu gülüşün sinirden olduğu aşikârdı. "O okuldaki bütün kızları tanır" Simya daha fazla Tibet'ten bahsetmemesi gerektiğini anladı ama iş işten geçmişti. "Tibet çok çapkındır. Herkese mavi boncuk dağıtır" dedi Beliz masadan aldığı kitabın sayfalarını karıştırarak. Tibet'e olan bu kindarlığının sebebi birbirlerini sevmemeleri olabileceğini düşünüyordu Simya ama durum biraz daha farklıydı. "Ama Can iyidir, en azından olgun biridir " dedi Beliz kitaptan kafasını kaldırarak. "Yani Tibet yerine Can ile arkadaşlık yapman daha sağlıklı." Sohbetin yönü değişmişti. Simya konuyu Tibet'ten uzaklaştırabildiği kadar uzaklaştırdı. Beliz'in güçlerini ve kolundaki mavi gül dövmesinin anlamını sordu. Beliz şimdi biraz daha insancıl gözüküyordu, demin ki karanlık her an saldırabilecek tavrı kaybolmuştu. Simya konunun sadece malum kişiye gelince böyle davrandığını düşündü. "Benim gördüğün gibi toprakla ilgili güçlerim var" dedi Beliz duvardaki çiçekleri göstererek. Kitaptan kaldırdığı elini salladı. Avucunun içinden küçük pembe elma çiçekleri yerlere döküldü. "Dövmem de en sevdiğim çiçek olan gül. Mavi rengi de ayrı bir severim." Beliz'le bir süre sakince sohbet ettiler. Beliz geri kalan güçlerinden, dövmesinin anlamından, okul bitince kendi dükkânlarında çalışmak istediğinden bahsetti. Simya herkesi sevebilecek derece sıcakkanlı biriydi. Kendisine kötü davranılmadığı müddetçe herkesle iyi anlaşabilirdi. Beliz'in ilk baştaki gıcık tavrı hoşuna gitmese de şu an karşısında onunla konuşan Beliz'den hoşlanmıştı. Ama bu kibarlığının sebebi konuyu istediği noktaya getirme çabasından dolayıydı. Beliz neden okula geç geldiğini konularına girdi. "Bu okulda bazı şeyler çabuk yayılır. Okul tatildeyken özel ders alıyormuşsun" dedi. Ses tonu o kadar kuşkuluydu ki Simya sanki yanlış bir şeyler yapmış gibi hissetti. Yatağından kalkıp pencereye yöneldi. Sıkılmış bir ruh hali içindeydi, sanki karnına sert bir yumruk yemişte kusmak üzeri. Kendisinin devamlı sorgulanmasından, insanların içinde aşağılanmasından bezmişti. Birkaç aydır bu duyguları hissetmediği için unutmuş olacaktı. Ama Beliz'in bu iç gıcıklayıcı şüpheci tavrı karşısında diyeceğini şaşırdı. "Aslında bu konu hakkında pek konuşmak istemiyorum" dedi sadece. Sanki bu dediği Beliz'i ikna eder diye düşündü. Beliz tekrar soru sormaya niyetlenmişti ama uzun bir zil sesine benzer bir ses duyuldu. Simya bir an yerinden hoplar gibi oldu, ilk defa duyduğu sesin ne olduğunu kestirmeye çalışır gibi etrafına bakındı. "Akşam yemeği saati" dedi Beliz ve odadan çıkmak üzere kapıya yanaştı. Kapıya yanaştığında kısa saçlarını savurdu, arkasını döndü "Açılış konuşmasını kaçırmamalıyız" * Simya odada bir süre Beliz'in uzaklaşmasını bekledi, aynı yolu kullanacaklarından dolayı peşinden çıkmadı odadan. Geçen birkaç anlamsız dakikadan sonra merdivenlerden aşağı beş katı hızlı adımlarla indi. Öğrenci Salonundan içeri girdiğinde sabahki gördüğü kalabalıktan eser kalmamıştı. Bütün öğrenciler çoktan açılış konuşmasını dinlemek ve yemeklerini yemek için yemekhaneye inmişlerdi. Salonunun yan tarafındaki kapıdan Tibet'in gösterdiği kısa yoldan yemekhaneye indi. Mumların aydınlattığı taş koridordan geçti, ortalıkta kimse gözükmüyor olsa da yemekhaneden büyük bir gürültü çıkıyordu. Eski külüstür kapıyı iterek içeri süzüldü. Daha önce burayı hiç bu kadar kalabalık görmemişti. Bütün öğrenciler görmediği bir coşkuyla gülüşüyor, sohbet ediyordu. Bu sefer yemekler çoktan masalara yerleştirilmiş, herkes on kişilik masalara toplamış iştahla yemeklere bakıyordu. Simya böyle bir açılış konuşması olacağını önceden biliyor olsaydı çok daha çabuk yemekhaneye inerdi. İçinden Tibet ve Can'a bir sürü şey saydırarak kapıyı kapattı. Profesör Arel büyük yuvarlak masanın en baş kısmına oturmuştu. Elindeki kadehi kahkaha atarak yukarı kaldırıyordu. Profesör Elena ve Profesör Ulaş iki yanına oturmuş eşlik ediyorlardı. Oturacak yer seçmek için etrafa göz attı. Tibet ayağa kalkıp kocaman ellerini salladı, buradayız diye ağzını oynatıyordu. Simya profesörlerin masasına başıyla selam verdi. Dosdoğru Tibet'in olduğu kalabalık masaya geçti, kendisi için ayrılmış yere oturdu. Geç kaldığı ve arkadaşlarının ona haber vermediği için sinirinden yanakları kızarmıştı. Can sağ tarafında, Tibet ise tam karşısında oturuyordu. Can kulağına neden geç kaldığını fısıldar şekilde sordu. Simya şimdi hepten sinirlenmişti. Kafasını sağa sola salladı. Uzun kızıl saçlarını arkasında örgü yapmıştı. Tibet'e doğru gözlerinden alev saçarak baktı. Siniri karnının aç olmasından dolayı bir nebze durunca masanın üstündeki yemeklere baktı. Biftekler, fırında tavuk, pilav, makarna, meyveler, içecekler, börekler, kekler... Herkesin önünde gümüşe benzeyen yemek tabakları duruyordu. Simya bunların daha önce yemek yedikleri tabaklara benzemediklerini hemen fark etti. Ters bakışları altında ezilen Tibet anlamamış gözlerle ona baktı. "Bana neden haber vermediniz?" diye çıkıştı Simya masaya yapışmıştı etraftakiler duymasın istiyordu. Can'da yanaştı konuştuklarını duymaya çalışıyordu. "Neyi?" dedi Tibet mahcup şekilde. Simya gözlerini devirdi, öğretmenleri ve öğrencileri gösterdi. "Açılış konuşmasını mı? Ama senin bildiğini sanıyordum" Simya daha fazla uzatmak istemedi kafasını öğretmenler masasına çevirdi. Henüz yemeğe başlanmamış olmasına rağmen masadaki öğretmenler şişelerdeki kokteylleri bitirmişlerdi bile.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE