Odanın içinde korkuyla beklerken, kapı çalmıştı. Kapının o tıklama sesini sanki kalbimde hissetmiştim ve bu benim korkumu iki katına çıkarmıştı. Normalde asla kimseye boyun eğen, ya da her şeyden korkan biri değilim ama bu adam beni kardeşlerim ile vurmuştu ve kendimden çok onlara bir şey olacak diye korkuyordum. Yavaş adımlarla kapıya doğru gidip, kapıyı açtığım da onu gördüm. Sanki şuan ecelimi görüyor gibiydim ama ona zere kadar korkumu belli etmiyordum. Ondan korktuğumu belli etmek istemiyordum çünkü. Oda özenle hazırlanmış bir şekilde beni baştan aşağı süzerken benim bakışlarım ise onun arkasında ki boş koridordaydı. Yüzünü görmek istemiyordum, hatta ve hatta ben bu adamın varlığını bile yanım da istemiyordum.
"Ben sana fazla dikkat çekecek şekilde hazırlanma demedim mi?" diye sert bir şekilde söylediğin de koridorda olan bakışlarımı kısa bir an ona çevirdim. Kaşlarını çatmış ve sinirli bir şekilde bana bakıyordu.
Bu adam benim gerçekten sabrımı zorluyordu. Hem gönderdiği elbiseye, hem de gönderdiği kızların yapmış olduğu makyaja laf ediyordu.
Gerçekten bu adam dengesizdi ve benim sabrımı çok fazla zorluyordu.
"Ben sen ne gönderdiysen giydim. makyajı da ben yapmadım" sert bir şekilde bende konuştuğum da bir anda Demir beni içeriye iteleyip kendi de odaya girip kapıyı sert bir şekilde kapattı. Bu tavrıyla sanki daha da mümkünmüş gibi çatılı olan kaşlarımı daha çok çattım. Bu kendini ne sanıyordu böyle? Bir kez dediğini yaptım diye beni kölesi falan sanamazdı.
"Olmaz bu böyle değiştir üzerini böyle gidemesin." diye bu kez az öncekine nazaran daha sakin bir üslupla söylemişti. Ama ben bu kez kesin emin olmuştum bu adama gerçekten dengesiz olduğuna. Bu kıyafeti gönderen oydu ve şimdi giymememi isteyen de oydu. Neydi bu tavırların sebebi böyle? İçimden sabır çektim. Şuan çok fazla diklenmek istemiyordum. Çünkü biran önce şu lanet davete gidip ve hemen evime dönmek istiyordum. Yoksa biraz daha burada kalırsam kesin katil olacağım.
"Başka kıyafet yok" diye sakin bir sesle söyledim. Kıyafet değiştirmekle falan uğraşmak istemiyordum. Zaten canım burumdaydı bir de adam bana gelip kıyafet diyordu. Benim sözüm ile sıkıntılı bir ses verip sağ elini ensesine götürüp, sanki bir şeyle düşünüyor gibiydi. Bir süre sonra saatine bakıp yeniden bana baktı.
Anlaşılan vaktimizin olup olmadığına bakmıştı. Umarım yoktur.
"Neyse, böyle geleceksin, hadi gidiyoruz" deyip bir anda kolumu tutup beni çıkışa doğru götürecekken hızlıca kolumu elinden çektim.
Bu adamda ki bu rahatlık nereden geliyordu böyle. Tamam ben bir dediğini yapmış olabilirim ama bana bu şekilde dokunmasına izin veremezdim. Zaten yeterince onunla aynı odadan yalnız olduğum için günaha girerken birde böyle dokunması beni deli ediyordu.
Benim hareketim ile durup bana baktı. Yine o hiç düzelmeyen çatık kaşları ile tabi ki.
Neden gelmediğimi ve onu durdurduğumu anlamaya çalışıyor gibi bakmıştı.
Gidecektim elbette ama iki şartla gidecektim onunla. Hem her şey onun istediği gibi olacak değildi. Eğer beni bir şeylere zorladıysa oda belirli şeylere mecbur kalacaktı.
Gerçi bu şekilde düşününce biraz saçma olmuştu. Sonuçta adam beni kardeşlerim ile tehdit etmişti ve ben adama şart koşma peşindeydim. Ben söylesem şartımı ve adam hayır yapmayacağım dese ne diyeceksem. Sanki bende onu tehdit edebileceğim güce sahibim de. "Geleceğim seninle ama iki şartım var" dediğim de kaşının biri merakla havaya kalktı. Daha sonra bana doğru bir adım daha atarak ellerinin kumaş pantolonunun cebine koydu. Sanki şart koşacak bir şansın mı var dermiş gibi bakıyordu. Ben ise onun o yüzünde ki aptal ifadeyi boş geçerek konuşmaya devam ettim.
"Bu gece sorun çıkarmadan geleceğim ama sende bana hiç bir şekilde dokunmayacaksın. Elin dahi bana değmeyecek" diye konuşurken güldü. Ama bu gerçek, samimi gümüşten çok uzak bir gülüştü. Bu alay eden bir gülüştü.
"Fazla kendini önemsiyorsun karagöz. Sana dokunmaya meraklı değilim. Diğer şartına geç"
Ukala ve kendinden emin bir şekilde konuştuğunda bir kez daha bu adamdan nefret etmiştim. Çok fazla rahat ve kendini beğenmişin tekiydi. Sanki ben ona çok meraklıyım. Birde bana karagöz demesine çok başka sinir olmuştum şuan.. Ona neyse benim gözümün renginden. Onun o ukala tavırlarına bir şey demeden diğer şartıma geçtim.
"Kardeşlerim ile konuşmak istiyorum. Onları merak ediyorum" dediğim sadece bir süre yüzüme baktı. Garip bir bakıştı. Onun bu bakışlarından rahatsız olup olduğum yerden kıpırdayınca, benden bakışlarını çekip ve cebinden telefonunu çıkartıp bana uzattı.
"İki dakikan Var "dediğin de şaşırmıştım. Şartımı kabul edeceğini asla düşünmüyordum ama şuan bunu düşünmek istemiyordum. Hiç bir şey söylemeden hemen elinden telefonu alıp ve ezbere bildiğim kardeşimin numarasını tuşlayıp aradım. İlk çalışta açılmayan telefon nihayet ikinci aramam da açılmıştı. Hızlı bir şekilde onlara bir şeyi belli etmeden konuşup ve iyi olduklarına emin olduktan sonra telefonu kapatmıştı.
"Tamam çıkabiliriz" diyerek arkası bana doğru dönük olan adama söylemiştim. Benim sesimi duyunca bana doğru döndüğün de telefonunu ona uzattım. Bir şey denden elimden telefonunu alıp çıkışa doğru gitmeye başladığın da bende arkasında yürümeye başladım. Benimle hiç bir şekilde temasta bulunmaması bu ilk şartımı da kabul ettiğini gösteriyordu. Buna da sevinmiştim. Birlikte otelden çıkıp oldukça lüks siyah bir araba bindik.
Biz arkada yan yana otururken şoför de yerini almıştı ve arabayı sürmeye başladı. Bakışlarımı bir an olsun dışarıdan çekmiyordum. Gergindim ve dilimi tutamayıp yanlış bir şey demekten ve bu adamın yine delirmesini istemiyordum. Biran önce bu davet bitsin ve bir daha bu adamın yüzünü görmek istemiyordum. Zaten halen neden bu davete gitmek zorunda olduğumu da bilmiyordum. Aptal bir borç yüzünden bunları yaşıyor olamazdım. Arada onun bakışlarını üzerinde hissediyordum ama yine dönüp bakmıyordum. Zaten sessiz geçen yolculuğun sonunda nihayet araba durmuştu. Ben geldiğimiz yere bakarken Demir'in sesini duymuştum. "Araba dan inerken kafanı yerden kaldırma etrafta magazinciler var. yüzünü saklamaya çalış" dediğin de gergin olan ben daha fazla gerilemiştim. Nasıl magazincileri düşünememiştim. Sonuçta tanınan bir adam var ve illaki etrafta magazinciler sürekli vardır. Ama ben şuan çıkamazdım çünkü eğer magazincilerden birine yakalanıp ve resmimi çekerlerse bu benim ölüm sebebim olurdu. Babam beni öldürürdü.
"Magazinciler mi? Olmaz ben inemem. Fotoğrafımızı çekerlerse ve babam bunu televizyonda görürse, hiç hoş karşılamaz." diye direkt söyledim. Lafı şuan dolandırmaya gerek yoktu.
Çünkü sebebini söylemeden gelmem dersen inada zorla götürürdü.
Bir şey söylemeden öylece yüzüme baktı. Bir şey düşünüyor gibiydi, yada düşünmüyor. Boş gözlerle bakıyordu ve ben anlayamıyordum onu. "Korkma ben gerekli tedbirleri aldırmıştım" sakin bir sesle söyleyip ve daha sonra benden olan bakışlarını ön camdan dışarıya çevirdi.
"Çekemezler fotoğrafını sadece tedbir amaçlı sana başını kaldırma diyorum" diye az önceki sakin sesi anında sinir almıştı... bunu nasıl yapıyor? Ya da bir insan gerçekten bu kadar dengesiz olabilir mi? Bir sakin, bir sinirli oluyordu.
Bu dengesiz haline çok takınamaya çalışarak söylediğini dikkate aldım.
Önlem aldığını söylemişti ve inanıyordum. Kötü biri, cani biri olsa da bir kez bile yalan söylediğini görmemiştim ve bu konuda yalan söyleyeceğine inanmıyordum. Tamam anlamında başımı salladığımda oturduğu tarafın kapısını açtığın da, benim oturduğum kapıyı da şoför açmıştı. İkimiz yana yana büyük ve oldukça lüks bir otele giriş yaptık. Tıpkı kendimi şuan bir kukla gibi hissediyordum. Her şeyimi Demir'e göre ayarlanmış bir kukla gibi. O durunca duruyordum o yürüyünce yürüyordum. Tamamen ona ayak uyduruyordum.
Otelin davet salonuna geldiğimiz de yukarıdan, aşağıya inen uzun bir merdiven bizi karşılamıştı.
Sanki herkes bizim geldiğimiz anlamış gibi bütün bakışlar aynı anda bize döndü. Herkesin gözünde aynı bakış ifadesi vardı. Hayranlık dolu bakışlar erkeklerde, kızlarda ise kıskançlık dolu bakışlar vardı. Bu beni rahatsız etmişti, bu şekilde dikkat çekmek istemiyordum.
Zaten şuan böyle beni öldürmek istermişçesine bakan kızlara ayrı sinir olmuştum. Yani ne diye öyle bakıyorlar ki? Kesin beni bu yanımda ki duran, insan görünümlü öküz ile sevgili sanmışlardır. Bu hayata isteyebileceğim en son şey bu uyuz herifle sevgili olmak Ben böyle gerilirken Demir'in de yanımda oldukça gerildiğini, elini yumruk yapmasından almamıştım. Sanki şuan birini ve ya birilerini parçalamak istiyormuş gibiydi.
"Kafanı yerden kaldırdığını görmeyeceğim" Kısık ama sinir dolu bir sesle söylediğin de yine tek kelime söylemedim. Şuan burada bir olay çıksın istemiyordum. Buraya kadar gelmiştim ve artık biran önce bitsin istiyordum. Kendimi sakinleştirmek için derin bir nefes verip ve Demir ile o uzun merdivenlerde ağır adımlarla aynı anda inmeye başladık. Ben bir elimde çantamı tutarken, bir elimle de elbisemin etek ucunu afif kaldırmış gibi tutuyordum. Demir ise sol eli cebinde, sağ eli ise serbesti ama havalı bir şekilde iniyordu merdivenler den. Sanki yıllarca böyle yürüye bilmek için eğitim almış gibi oldukça karizmatik ve kendini beğenmiş bir şekilde iniyordu. Onun kendini beğenmiş hallerini görmezden yine gelip bizim için ayrılan masaya geldiğimizde, bizi bir adam karşılamıştı. Sanki daha önceden görmüş gibiydim. Siması oldukça tanıdık geliyordu.
"Hoş geldiniz abi" diye konuştu.
"Hoş bulduk Selim. Durumlar nedir? Her şey tamam mı?" diye ona karşı konuşan Demir'di. Selim' iş demek ki bizi karşılayan adamın adı. Ama ben halen nerede gördüğümü çıkaramıyordum.
"Her şey tamam abi. İstediğin gibi, çıkışta takip edeceğiz ama istersen sende gel bir bak" dediğin de bu kez Selim denen kişi, garip bir şekilde aralarında geçen bu garip konuşma dikkatimi çekmişti. Neyden bahsediyorlardı ki bunlar böyle? Demir, Selim den olan bakışlarını hızlı bir şekilde bana çevirdi ve "Buradan ayrılma sakın. Ben birazdan geleceğim ve sağa sola bakma sadece önüne bak." Diye yine emirler yağdırmıştı. Bu adamda ki bu rahatlık, kendini beğenmişlik, ukalalık beni artık patlatacak raddeye getiriyordu. Bu kendini ne sanıyordu ki bana böyle emrede biliyordu? Artık onun bu tavırlarını da görmezden gelebilecek sabrım da kalmamıştı. Sıkıca elimde tuttuğum küçük çantayı sert bir şekilde masaya vurup ve ondan bakışlarımı çekip, karşımda ki sahnede keman çalan kadına çevirdim. Öyle güzel, naif ve sakin bir şekilde çalıyordu ki o an Demir'e kulak tıkadım. Oda bana bir süre her zaman ki gibi sinirli bakışlar atarak Selim ile yanımdan ayrılmışlardı. Şuan olanları ve en önemlisi Demir'i unutup sahnede keman ile şov yapan kadını izliyordum. Resmen kemanı çalmıyor onun ile yaşıyor gibiydi. Ben onu izlerken masaya biri gelmiş ve bir süre oda sahneyi izliyordu. Bakışlarımı sahneden kısa bir an çekip yanımda duran kişiye baktım., Tanımadığım bir adam ve benim baktığımı anlayınca bana baktı. Uzun boylu, esmer, hafif kirli sakallı ve koyu kahverengi gözlere sahip biriydi.
"Merhaba ben Taner" diyerek tıpkı Demir gibi kendini beğenmiş bir gülümseme ile bana doğru elini uzattı. Ah bu zenginler sanırım hepsi böyle ukala ve kendini beğenmişler. Ya arkadaş birinizde böyle olmayın. Gerçi şuan haksızlık ettim galiba. Hepsi böyle değillerdir yaa. "Merhaba" diye soğuk bir şekilde söyleyip uzattığı eli tutmadan bakışlarımı yeniden sahneye çevirdim. Ben elimi uzatmayınca oda erkeksi bir gülme ile gülüp ve elini geri çekti.
"Senin gibi birini burada görmek, oldukça şaşırtıcı" diye konuştuğun da kaşlarım çatılmıştı. Benim gibi biri derken? Kapalı olmamı mı onların ortamına şaşırtıcı geliyordu.
Tabi ya kesin yakıştıramıyorlardır beni zengin ve her biri boya küpüne düşmüş kızların içinde. Çokta umurumdaydı. Zaten isteyerek bu saçma yere gelmemiştim. Ama yine de soracaktım bunun nedenini.
"Neden?"
"Etrafına bir baksana, buraya ne kadar yabancı ve sanki bir o kadarda buraya ait gibisin. Garip bir şey"
Dediğin de hiç bir şey anlamamıştım. Zaten bu adam kimdi ve ne diye buraya gelmişti onu hiç anlamamıştım. Buradan gitmesini tam söyleyecekken bir anda rakamdan ismimin seslenmesini duydum.
"Vera!" Arkamı dönüp baktığım da hızlı ve sert adımlarla bize gelen Demir'i gördüm. Gözleriyle yine sanki beni öldürmek istercesine bakıyordu. Hızlı adımlarla yanımıza gelip bir süre sinirli bir şekilde bana baktıktan sonra bakışlarını karşım da duran adama çevirdi.
"Taner, Taner, Taner. Döndün ha sonunda yurtdışından?"
Diye kendini sakin olmaya zorlayan ama birazdan adamın üzerine atlayacakmış gibi bakan Demir konuşmuştu. Bu arada adını merak dahi etmediğim bu adamın adının da Taner olduğunu öğrenmiş olmuştum.
"Döndüm ya Demir. Malum iyi biliyorsun almam gerek iki can var" diye anlamadığım bir şekilde konuştuğun da benim bakışlarım da ikisi arasın da gidip geliyordu. İkisinin de gözlerin de ayni ifade vardı. Büyük bir nefret. Taner, Demir den olan bakışlarını bu kez bana çevirdiğin de Demir'in kilerde bana dönmüştü.
"Pardon şimdi görüyorum da bu can sayısı 3 olmuş" diye tekrar konuştu. Neyden bahsediyordu bu adam böyle. Ne canı? Kimin canını almaktan bahsediyordu bu böyle? "Senin alman gereken can sayısını bilmem ama benim almam gereken 1 can var Taner. Onu da sen çok iyi biliyorsun" dişlerini sıkarak kısık ama ürkütücü bir sesle söylemişti. Eğer benim ile bu şekilde konuşmuş olsaydı kesin o ana ölmek isterdim.
"Göreceğiz KORHAN, göreceğiz. O bir can dediğin bütün canını alacak senden" demişti bu kez de Taner.
Şimdi her şeyi daha iyi anlamıştım. Belli ki düşmanlar bunlar ve birbirini öldürmek ile tehdit ediyorlardı.
Ama gerçekten salaklık bu. Ne sanıyorlar kendilerini, öyle kolay mı can almak?
"Siz ne canından bahsediyorsunuz bir can almak o kadar kolay değil. O canı sizlere, bizlere Rabbim verdi ve ondan başkası da alamaz!" Bağırarak söyledim. Kendimi tutamamıştım ve konuşmuştum. Böyle insanların olduğuna gerçekten inanamıyordum ve şuan iyi ki böyle insanlar gibi olmadığım için şükür ediyordum. Benim bağırmam ile davet alanında olan bir çok kişinin bakışları da ayni anda bana dönmüştü. Yani Demir ve Taner de şuan bana bakıyordu.
"Kes sesini!" O da aynı benim gibi bağırmıştı ve bu kez bütün davetliler bize bakıyordu. Kemancı da durmuştu. Ortamda büyük bir sessizlik olmuştu. Bir süre bu sessizlik öylece devam ettikten sonra Taner bir şey demeden çıkıp gitti. Onun gitmesiyle ve Demir'in kemancıya işaretiyle salonda müzik sesi devam etmeye başladı. Herkes yeniden bir biriyle konuşmaya devam etmeye başlamıştı. "Ne konuştun onunla? Ne dedi sana?" peş peşe sorularını sorduğun da sıkıntı dolu bir nefes verdim. Artık bu davetten ve Demir den gerçekten sıkılmıştım. Biran önce şu gecenin bitmesi için dua ediyordum.
"Ne diye tanımadığım adamlar ile konuşuyordun" dişlerini arasından. Oldukça sinirle konuşmuştu. Şuan kendini zor tutuyordu belliydi. Onun cümlesi ile dudaklarım da alaycı bir gülümseme oldu. Yabancı adamlar diyordu, sanki kendisi çok tanıdıktı. "Sende yabancısın ama bak bu davette senin ile geldim. Demek ki bir yabancı ile konuşmamda da sıkıntı yok." diye ona bakmadan alaycı bir sesle söyledim. O ise tek kelime etmeden sustu. Bu cevabı vermemi beklemiyordu herhâlde? Arada ki sessizliği, ilk geldiğimiz de, bizi karşılayan Selim gelerek bozmuştu. Hızlı adımlarla yanımıza gelip, hızlıca konuştu. "Abi hemen çıkıyoruz" telaşlı bir sesle konuştuğun ben ise korkulu gözlerle onlara bakmaya başladım. Ne oldu böyle ve neden bu adam böyle telaşlıydı?
"Tamam" diyerek Selim'in aksine oldukça rahat bir şekilde ve sorgulamadan söylemişti Demir. Nereye gidiyorlardı ve neden bu kadar çok acele ediyorlardı? "Yürü sende geliyorsun benimle" bana bakarak söylemesiyle, Selim hemen araya girip konuştu. "Abi saçmalama o gelemez bırak kalsın burada"
"Olmaz Selim kalamaz burada oda gelecek" İkisi öyle konuşuyorken ben ise anlamaz gözlerle onları izliyordum. Nereye gideceğiz ve neden ben tedirgin olmuştu böyle?
"Hadi gidiyoruz" bir kez daha bana doğru konuştuğun da Demir, masanın üzerin de duran çantamı alıp onlar ile birlikte otelin arka kapısın dan çıktım. Hızlı adımlarla arabaya bindiğimiz de bir yanım gitmek istiyordu bir yanım ise gitmek istemiyordu. Ama en iyisi biran önce bunların yanından kurtulmak. Çünkü belli ki bu şekilde pek iyi bir yere gidiyor gibi değillerdi. Zaten beni şuan, korkutan bir başka şeydi. Biz buraya bir araba olarak gelirken şuan 5 araba peş peşe gidiyordu. Neydi bu böyle sanki televizyonlarda ki mafya filmlerinin içine düşmüş gibi hissediyordum. Demir'e doğru dönüp kısık bir sesle konuşmaya başladım.
"Demir bey ben müsait bir yerde insem" dedim. O davette kendine güvenen kızdan eser yoktu. Şuan yalan söyleyip korkmuyorum diyemezdim, çünkü korkuyordum. Ve ben onlar ile gitmek istemiyordum. Benim konuşmam ile yine o benim öldürmek isteyen bakışlarla karşılaştım. Bu kez bende yutkunma isteği oluşturmuştu ve hemen başımı önüme eğdim "Sen etrafına baktın mı? Ormanlık bir alandayız burada bu saate inmek istediğine emin misin!?" diye bağırarak konuştu hemen cama doğru kafamı çevirdiğinde gerçekten de ormanlık bir yoldu bu. Ama neden bu saate buradayız ki? Allah'ım ben neyin içine düştüm böyle? Yardım et bana. Etraf zifiri kanlıktı ve kurtların uğultu sesi geliyordu dışarıdan. Nerde olduğumuzu anlamak için etrafa bakarken araba durmuştu bir anda. Geldiğimiz yer ise 50 metre ötede bir deponun önüydü. Bura da olmamız beni daha fazla korkutmaya başlamıştı. Hemen bakışlarını yan tarafımda oturan Demir'e çevirdiğinde oda bana bakıyordu.
"Korkma Vera. Sana zarar verilecek bir durum yok." Şimdiye kadar sesinde hiç duyamadığım bir tını vardı. İlk kez benim ile böyle konuşuyordu. Öldürmek isteyen bakışları da yoktu bu kez. Aksine şefkat vardı o gözlerde.
"Şimdi gideceğim ama hemen geleceğim yanına" dediğin gözlerim kocaman açıldı. Gidecek miydi? Ama ben burada tek başıma korkarım. Zaten şuan yeterince korkuyorken. "Korkma hemen geleceğim ama sen sakın arabadan çıkma" korktuğumu anlamıştı ve korkma diyordu. Ama elimde değildi ve korkuyordum böyle bir yerde olmaktan.
"İçerde birazdan silah sesleri olacak korkma tamamı çok kısa bir süre sonra yanına geleceğim ben" bir şey olacağını anlamıştım ama ne silahı? Ne diyordu bu adam böyle? Yok ben kalamazdım burada? "Be....ben gitmek istiyorum lütfen burada kalmak istemiyorum" korkudan kekeleyerek konuşmuştum. Gerçekten gitmek istiyordum şuan.
"Korkma sana zarar verilecek bir şey olmayacak. Söz veriyorum, sen bekle beni burada" diye güven veren bir şekilde söylemişti. Gözleri ise şuan burada kalmam için sanki yakarıyordu. Kalmaktan başka çarem yoktu zaten. Hem söz demişti Demir ve ben onun sözünde duracağına inanıyordum "Sözü mü?" diye bir kez daha duymak istediğim için sordum.
"Söz"