bc

HİCRAN

book_age18+
4.1K
TAKİP ET
38.4K
OKU
billionaire
family
HE
powerful
bxg
serious
highschool
addiction
seductive
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Aşkın tutkusu ve engellerin gölgesinde sıkışmış iki kalp...

Yetimhaneden ayrılan Nazlı tek başına kaldığında koca bir çukurun içinde ölümü beklerken her gün yetimhaneye gelen Kenan'ın ona uzattığı eli tuttuğunda hayatı daha mı güzel olacaktı yoksa karanlığın içine mahkûm mu olacaktı?

Kenan'la yaşadığı tutku dolu aşk araya giren zorluklarla ayrı düştüğünde bir gün tekrar bir araya gelebilecekler miydi?

“Lafımın üzerine laf söylenmesinden rahatsız olduğumu hepiniz biliyorsunuz. Zamanında onu bu eve hangi niyetle sokmak istediğinizi de biliyorsunuz. Karımın huzurunu kaçıracak bir davranışta bulunmayacağınızı size başında söyledim. Bu kız burada kalkmayacak, bitti.”

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1. BÖLÜM: Kimsin sen?
Tırnaklarını sürttüğü ranzanın demiri her gece çizilmekten beyaz ince çiziklerle doluydu. Karanlık bir yurdun içinde kimi zaman salonda, kimi zaman odasında uyuyan genç kız bugün son kez yirmi yıldır ona ev olan odanın içinde kalıyordu. Tıpkı beş yaşından bu yana yaptığı gibi ranzasının demirini tırnaklarıyla çiziyor, sıkılan ruhunu biraz olsun rahatlatmaya çalışıyordu. Başarıyor muydu? Hayır. Bunu sürekli, durmadan yapmasına rağmen içindeki sıkıntı biraz olsun azalmak yerine aksine çoğalıyordu. Ruhunu ele geçirmiş karabasan ışık yansa da onu terk etmiyordu, yanına biri gelse de korkup kaçmıyordu. İçine hapsolmuş, gözlerini tamamen kapatıncaya kadar seninle olacağım diyordu kötü kokan nefesiyle. Başını gri yastığın üstünden kaldırıp kırılmış tırnak uçlarını inceledi. Bakımsız elleri kötü gözüküyordu, her zaman olduğu gibi bunu umursamadı. Uyuyan kızların üzerinde göz gezdirip yataktan kalktığında, beyaz pijamasının yukarı çıkan bir paçasını ayak bileğine kadar indirip pencerenin önüne geçti. Simsiyahtı her yer. Yarın buradan ayrıldığında bu siyah gecenin koynunda bir başına kalacaktı. Korkuyor muydu? Aklını kaybedecek kadar korkuyordu. Arkadaşı yoktu yanına gitsin, bir ailesi yoktu sığınsın. Bir başına bu dünyada ayakları üzerinde durmaya çalışacaktı. Yirmi yıldır kaldığı bu yetimhanede ona sesini yükseltmeyi değil susmasını öğreten kişiler korkak bir kız yaratmışlardı. Diğer kızlar gibi gözü açık değil, kötüyü, iyiyi ayırt edemeyecek kadar temiz kalpli bir kızdı. Yaşıtlarının bazıları onun bu haline acısalar da bazıları iyi niyetini suistimal edip devletin verdiği paranın bir kısmını elinden alarak onu savunmasız bırakıyorlardı. Birini gidip şikâyet etmeyi bilmiyordu. Birine sesini yükseltmeyi bilmiyordu. Ona bağırdıklarında susup köşesine çekiliyordu. İç dünyasında ne kadar kavga etse de dış dünyası sağır ve dilsizdi bu kirli dünyaya. Gözünden damlayan bir damla yaşı sildi. Keşke gidecek bir yeri olsaydı. Çalışıp parasını kazanabileceği, ona zarar vermeyecek insanların arasında olmayı isterdi. Gün ağarıncaya kadar karanlık geceyi izlemeye devam etti. Sabah güneşi pencereden odanın içine süzülürken kızlar teker teker kalkmaya başladılar. Kimi “Günaydın,” diyerek lavaboya giderken, kimi insanları umursamadan işlerine bakıyorlardı. Derin bir nefes aldı ciğerlerine. Göğsünün üstünde topladığı kollarını serbest bırakıp yatağının yanına gitti. Kırmızı bir bavulun içinde duran eşyalarını dün akşam toplamıştı. Sadece üstünü değiştirecek, dağınık yatağını toplayarak bu odadan çıkacaktı. Yan ranzada kalan esmer kızın bakışları altında kot pantolonunu ve kısa kollu beyaz tişörtünü üstüne geçirdi. Üstünden çıkardıklarını bavulun içine koyarken, bavulun dibine sakladığı bez cüzdanının içindeki paraları kimseye çaktırmadan kontrol etti. Yıllardır devletten aldığı paranın birazını kenara ayırarak biriktirmişti. Dışarıda kaldığında bu para onun tek güvencesi olacağı için ona gözü gibi bakmalıydı. Onu izleyen kızlara belli etmeden bavulunun fermuarını kapatıp dağınık duran yatağını topladı. Burada işi bitmişti. Gideceği için gözleri dolmuştu ama ağlamıyordu. Dışarıdan bakıldığı zaman ezik bir karakter gibi gözükse de ne kadar acı çekerse çeksin kolay kolay gözyaşı dökmezdi. Onu izleyen kızlara yılların verdiği hissiyatla, “Hoşça kalın,” dedi. Ona acıyarak bakan kızların gözleri dolmuş, bir başına dışarıda ne yapacağını düşünüyorlardı. Asi karaktere sahip olan kızlardan biri yatağından kalkıp yanına doğru yürüdü. “Müdire Hanım’ın dediği kadının yanına git bence. Dışarısı senin gibi masum insanlar için çok tehlikeli.” O kadının yanına asla gitmezdi. İlk başta Müdire Hanım seni bir kadının yanına yerleştireceğim dediğinde çok sevinmişti. Kadınla tanıştığında onun tuhaf bakışlarından huysuz olmuş, mümkün olduğunca uzak durmaya çalışmıştı. Kadını görmediği günler belki yanılıyorum diye kendi kendine konuşsa da bir kere daha kadınla bir araya geldiğinde kadının göğüslerine bariz bakması dikkatini çekince onunla bir daha görüşmeme kararı almıştı. Yanında kalmayacağını Müdire Hanım’a söylediğinde, ‘sokakta bir başına ne yapacaksın?’ diyerek azarlansa da Müdire Hanım’ı umursamamış, o kadının yanına gitmemek adına direniş göstermişti. “Başımın çaresine bakabilirim.” “Sen burada başının çaresine bakamıyorsun, yıllardır paranı elinden aldılar sesini çıkarmadın, kendi çamaşırlarını sana yıkattılar sessizce yıkadın, yemeğini önünden aldılar afiyet olsun diyerek masadan kalktın. Sözde korunduğumuz devletin evinde seni yaraladılar sen bir şey yapamadın. Kötü insanların var olduğu dışarıda başının çaresine bakabileceğini mi düşünüyorsun, Nazlı?” Dilini damağına vurup başını iki yana salladı sarışın kız. “Dışarısı buradan daha tehlikeli Nazlı. Müdire Hanım’ın söylediği kadının yanına yerleş, bir işe girdiğinde çalışır paranı kazandıktan sonra kendi evine çıkarsın.” Asi gözüken ama onun için endişelenen kıza tebessüm edip kolunun üzerinde sağ elini gezdirdi. Yirmi yaşında olan oydu ama on altı yaşındaki kız ona akıl veriyordu. Bazen onun kadar cesaretli olsam asla kendimi ezdirmem diyordu. Neden bu kadar cesaretli değildi ki? Bavulunu tutup, “Kendinize iyi bakın,” dedi. Buruk bakan kızların yüzüne daha fazla bakamadığından bavulunu çekiştirerek yirmi yıldır rahat uyumasını sağlayan odasından çıktı. Her bir adımında arkasını dönüp koridorun sonunda duran odasının kapısına gitti bakışları. Anlatamadığı bir his vardı yüreğinde, ne nefes almasını sağlıyordu ne de ölmesini. Parmağının tersini Müdire Hanım’ın odasının kapısına vurdu. Saat henüz sekiz buçuktu. Normalde dokuzda yerinde olurdu, bugün Nazlı gideceği için erken gelmişti orta yaşlı kadın. “Gel.” Kapıyı açıp içeri giren Nazlı bavulunu önüne alarak ona tebessüm eden kadına dümdüz bir yüz ifadesiyle baktı. “Nazlı’m, benim güzel kızım. Gönül isterdi ki burada bir ömür kal ama maalesef kurallar gereği ayrılman gerekiyor. Biliyorsun yirmi yaşına beş ay önce girdin, normalde on sekiz yaşına girince yurttan ayrılman gerekiyordu. Diğer müdire Hanım seni burada bırakarak diğer arkadaşlara büyük bir haksızlık yapmış. Biliyorsun ben de seni yeteri kadar idare ettim. Kalacağın için iş ve ev buldum sen istemedin. Böyle seni bir başına dışarı bırakmak beni rahatsız ediyor.” Samimiyetsiz konuşan kadının yapmacık sesi kulaklarını tırmaladı. Eski Müdire Hanım başta ona olmak üzere bütün kızlara anne şefkatiyle yaklaşır, bir dertleri oldu mu saatlerce dinlerdi. Karşısında duran bu kadın ise tamamen göstermelik bir kadındı. Sırf adı duyulsun diye gazetecileri buraya toplar, yaptığı yardımları ballandıra ballandıra anlatırdı. Bir kere bile neyiniz var diye sormaz, ağlamak acizliktir diyerek onları sustururdu. Hele ki on sekiz yaşlarını doldurduklarında kızları kimlerin yanına gönderdiğini umursamadan yollardı. Belki bazıları iyi insan olabilirdi ama Nazlı’ya tavsiye ettiği kadın iyi biri değildi. Evet, kötüyü iyiyi çok ayırt edemiyordu ama birinin bedenini sapık gibi izlediğini anlayabiliyordu. “Çokta safsın, başına bir iş gelmese bari.” Başını dikleştirdi. “Kendinize iyi bakın Hümeyra Hanım, ben başımın çaresine bakabilirim.” Başını sağ omzuna eğen kadının yüzündeki gülümseme genişlerken önünde duran geniş defteri parmağının ucuyla iteledi. “Yurttan ayrıldığına dair imzalar mısın?” Tek bir kelime etmedi. Masanın önüne yaklaşıp adının yanındaki boşluğa imzasını attı. Bu kadının yüzünü görmek dahi istemiyordu. Ayağa kalkan kadın kollarını iki yana açtığında, geriye doğru gidip bavulunu eline aldı. Kolları açık, onu bekleyen bu duygusuz kadının kollarının arasına girmek istemediği için, “Hoşça kalın,” deyip odadan ayrıldı. Belki ayıp etmişti ama içinden ona sarılmak gelmemişti. Evet, beş ay burada kalmasını sağlayarak ona iyilik yapmış olabilirdi ama yıllarca ezilip büzülmesini sağlayan kadının da ta kendisiydi. Ağlama Nazlı, konuşma Nazlı, bir yerin ağrıdığı zaman çözümleri kendin bulmalısın bu yüzden yurdun güvenliğini boşuna rahatsız etme Nazlı diyerek onu içine kapanık bir kız haline getirmiş bir kadının kollarının arasına girmek istemiyordu. Sıkı sıkı tuttuğu bavuluyla iki katlı olan yurttan ayrıldı. Beyaz duvarlara sahip olan yurdun üzerinde gözlerini son kez gezdirdi. Omuzları yavaş yavaş öne doğru çökerken ürkek bakışları vızır vızır caddenin ortasından giden arabaları buldu. Sudan çıkmış bir balık gibiydi şu an. Gözleri dolmuş, çenesi titriyordu. Sağ tarafa mı gitmesi gerekiyordu sol tarafa mı? Okula yurdun servisiyle gidip geldiği için sokakları doğru düzgün bilmiyordu. Lise bittikten sonra üniversiteye de gitmemişti. Yetimhanede durup temizlik işlerine yardım etmişti kaldığı süre boyunca. Diğer kızlar gibi gizli gizli dışarı kaçsaydı belki şu an ortada kalmazdı. Öne doğru eğilen omuzlarını dikleştirdi. İnsanların yürüdüğü sağ tarafa doğru yürüdü. Merkeze çıktı mı ilk önce kendine kalacak bir yer bulur, eşyalarını yerleştirdikten sonra da iş bakardı. Sonuçta tek başına dışarıda kalan kendisi değildi. Elbette ki iyi bir insana denk gelirdi. Bavulunu çekiştirerek insanların peşinden yürüdü. Adımları hızlı ya da yavaş değildi. Sanki sürekli dışarıdaymış izlenimi verip kötü insanların dikkatini çekmemeye çalışıyordu. Özellikle adımları kadınların olduğu yerlere gidiyordu. Hoş artık kötülük düşünen insanın kadını erkeği kalmamıştı. Zararın kimden geleceği belli olmuyordu. İnsanların yoğun olduğu işlek caddeye çıktı. Gözleri otel ararken ara sırada restoranların camlarına bakıyordu eleman aranıyor yazısını görmek için. Şu ana kadar görememişti ama ümidi vardı. Henüz saat erkendi, elbet bulurdu. Pes etmeden saatlerce sokakları acele etmeden dolaşarak kendine kalacak bir yer aradı, bulamadı. Bazı dükkânların önünden iki üç kere geçtiği için insanların dikkatini çektiğinin de farkındaydı. Soramıyordu birine kalacak bir yer var mı diye. Birazcık cesareti olsa ona yardım edecek gibi gözüken dükkân sahiplerine yaklaşır sorardı ama bunu yapamıyordu. Artık bacakları da titriyordu. Neredeyse akşam olmuştu, aç ve yorgundu. Eğer bu gece kalacak bir yer bulamazsa en yakın hastaneye gidecek, bekleme salonunda uyuyacaktı. Dışarıda kalmaya cesaret edemezdi. “Sadece bir ışık istiyorum, başımı güvenle sokacağım, küçücük bir yer olsa bile razıyım.” Aydınlık gökyüzü karanlığa saatlerce önce büründüğünde kalan ufacık ümidi de yok oldu. Bacaklarında derman kalmamıştı. Saat onu geçmiş, kalabalık insanlar karınca sürüsü gibi bir anda ortadan kaybolmuşlardı. Işıkları yanan kuytu köşede Mutluluk Pansiyon yazan tabelayı fark ettiğinde gözleri parladı. Kaybolan umudu yüreğini tekrar heyecanlandırırken acele ederek pansiyonun önüne gitti. İçerisi kalabalıktı. Her ne kadar erkeklerin gömleklerinin önü açık, kadınlar neredeyse yarı çıplak olsa da en azından başını sokacak bir yer bulduğu için seviniyordu. Onu süzen birkaç insanın bakışları altında göbeğini kaşıyan adama doğru yürüdü. Görevli gibi duruyordu. Kuruyan dudaklarını diliyle ıslatıp, “Merhaba,” dedi adamın dikkatini çekmeye çalışarak. Başını kaldıran göbekli adam elindeki beyaz mendille kel başını silip, “Merhaba,” dedi onu baştan aşağı süzerken. Gerildi. Bu bakışlardan rahatsız oluyordu. Geriye doğru adım atıp bakışlarını tekrar etrafta dolaştırdı. Üst kata çıkan merdivenin altında müstehcen görüntü sergileyen adamla kızı fark ettiğinde gözleri korkuyla büyüdü. “Kalacak bir yere ihtiyacın var sanırım. Temiz oda 500, kullanılmış oda 300 TL istersen çıkarsın bizim çocuk seni.” Başını iki yana salladı. Adamla konuşma gereği duymadan arkasını döndüğü gibi pansiyondan çıktı. Bir an oradan hiç çıkamayacağını düşündü. Gazete çok okuyordu. 3. Sayfa haberlerinde kızların başına gelen olayları okudukça kendi yaşıyormuş gibi etkileniyordu. Arkasından gelen üç adamın varlığından bir haber ıssız sokaktan çıkmaya çalıştı. İstanbul’un göbeğinde ışıksız sokak mı olurdu? Tamam, dışarı çıkmazdı ama az çok kızlardan İstanbul sokakları hakkında bilgi alırdı. Onlar ona bu tarz sokaklardan bahsetmemişlerdi. “Güzelim, bir dur da konuşalım.” Arkasından duyduğu alkollü ses kafasındaki düşünceleri bir anda yok etti. Adımları sendeleyecek gibi olsa da arkasına bakmadan koşmaya başladı. Bu her ne kadar bavulla zor olsa da gücünün yettiği kadar koşup onlardan uzaklaşmaya çalıştı. “Her türlü seni yakalarız, hadi uğraştırmada bizi, gel yanımıza. Bak sen de eğleneceksin.” Koşmaktan solunum sıkıntısı yaşıyordu adeta. Elini göğsüne bastırıp, “Gelmeyin,” diye bağırdı. “Beni bırakın.” Bir ailesi olmasını, şu an evinde, onların yanında olmayı o kadar çok isterdi ki. Neden kimsesi yoktu? “Sen de kimsin lan?” Arkasından duyduğu bağırış sesleri elini ayağını buz kestirdi. Durup arkaya bakmak istiyordu ama bunun aptallık olduğunu bilecek kadar da bilinçli bir kızdı. Sonunda sokağın başına geldiğinde aydınlık bir sokağa çıktı. Arkasından ses gelmiyordu, içindeki meraka yenilip omzunun üstünden kısa bir an arkasına baktı. Gördüğü görüntü gözlerinin büyümesini sağladı. Üç tane adam yerde ölmüş gibi yatıyorlardı. Durmadı, aynı hızda koşmaya başladı. Adamlar nasıl o hale geldi bilmiyordu, bildiği iyi ki yerde ölü gibi yattıklarıydı. Eğer o adamlar yerde yatıyor olmasaydı onu asla rahat bırakmazlardı. Artık gücü tamamen bitti. Ayaklarının altını yere sürtüyordu. Bir insanoğlu olmaz mıydı sokakta? İyi bir insana ihtiyacı vardı, ona yük olmazdı sadece bir kere yardım etse ona yeterdi. Daha fazla yürüyecek gücü olmadığı için kaldırıma oturup susuz kalmış dudaklarını diliyle ıslattı. Elindeki bavulla nereye gideceğini bilmiyordu. Ara sokaklardan köpeklerin havlama sesleri geliyordu. Bir insanın korkudan bedeni titrerdi ama ruhu titrer miydi? Nazlı'nın bedeni, ruhu, kalbi deli gibi titriyordu. Kimsesiz olmak çok zordu. Ne olurdu sağ tarafında annesi, sol tarafında babası olsaydı. Kimsesizliği bu akşam iliklerine kadar hissediyordu. “Korkuyorum.” Beş saattir Nazlı'yı takip eden genç adam ise bu kelimeyi duyduktan sonra daha fazla onu uzaktan izlemek istemedi. Pahalı olan arabasının kapısını açıp sağ ayağını dışarı çıkardı. Gözleri duvar dibine sığınmış Nazlı'nın yüzündeyken derin bir nefes alarak arabadan indi. Yanına gitmek için beklemedi, lacivert spor ceketinin düğmesini ilikleyip genç kıza emin adımlarla yürüdü. Gölgesi ve ayak sesleriyle onu korkutmak istemiyordu bu yüzden de hafifçe öksürüp, “Nazlı?” diye seslendi. Anında mavi gözlerini ona çeviren genç kadın kalbinde ağrı oluştururken güçlü bedenini dik tutmaya çalıştı. “Burada ne yapıyorsun?” Bu adamı yetimhaneden tanıyan Nazlı onun burada ne işi olduğunu düşünüyordu. Ondan bir cevap bekleyen adama cevap vermedi. Başını eğip bozuk Arnavut taşlarını izledi. “Sonunda seni gönderdiler o ucuz yerden değil mi?” Başını usulca salladı. “Gidecek bir yerin olmadığı için burada oturuyorsun?” Gözleri dolu dolu başını salladı tekrardan. Cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal aldı genç adam. Ardından ürkek serçe gibi titreyen kızın yanına oturdu. Gidecek yeri vardı, onu asla tek başına bırakmazdı. Sigarasını içine çekip başını yıldızlarla dolu olan gökyüzüne çevirdi. “Gidecek bir yerin var.” Bakışlarını anında genç adamın sert yüzüne çevirdi. Gözlerine bakamasa da bakışlarını yüzünden çekmedi. “Kenan ben.” İsmini söyleyen adamı yetimhanede görmüş olsa da onu tanımıyordu. Bu yüzden sıkı sıkı tuttuğu bavulundan destek alıp ayağa kalktı. Kenan’ın yüzüne bakmadan koşar adım sokak lambaların daha fazla olduğu yola ilerlerken arkasından derin nefes alan adama bakma gereği duymadan hızlandı. Eli ayağı birbirine karışmış bir vaziyetteydi. Sokak Arnavut taşlarıyla döşendiği için bavulunu çekmekte zor oluyordu. Bu gece yaşadıkları bitmemiş miydi? “Nazlı, dur.” Durmadı. Yanağının içini ısırıp ağlama istediğinden kurtulmaya çalıştı. Buraya en yakın hastane neredeydi? Bir anda önüne geçen adamdan kurtulmak adına geriye doğru kaçmak isterken kalçasının üstüne düştü. O an gözünden bir damla yaş süzüldü. Anında önünde diz çöken Kenan, “Nazlı!” dedi boğuk sesiyle. “Dokunma bana!” Alt dudağı titriyor, deminden beri tuttuğu gözyaşları korkudan akıyordu. Bu görüntü karşısında anında ellerini geri çekti Kenan. “Dokunmuyorum. Benden korkma, sana zarar vermeyeceğim.” Kenan’dan yardım almadan ayağa kalktı. “Lütfen beni takip etmeyin.” Kenan’ın yanında duran bavulunu tutup koşar adım uzaklaşmaya çalışırken Kenan’ın kolundan tutmasıyla adımları bıçak kesiği gibi durdu. “Seni tek başına bırakmam Nazlı. Dışarısının ne kadar tehlikeli olduğu hakkında hiçbir fikrin yok. Sana burada saatlerce benden sana zarar gelmeyecek diye açıklama yapsam da biliyorum ki sen bana inanmayacaksın. Benimle geleceksin, asla burada seni bırakmam.” Gözleri korkudan büyürken, “Hayır,” diye bağırdı. “Sizinle gelmeyeceğim, lütfen beni bırakın gideyim.” “Bırakmayacağım.” Elinden bavulunu alan adamın bileğini tutup, “Bırak!” diye bağırdı. Ani hareketinden dolayı kızıl saçları Kenan’ın yüzüne doğru savrulmuş, kısa bir an gözlerinin kapanmasını sağlamıştı. Bu an çok kısa sürmüştü. Geriye doğru çekilmek isteyen Nazlı’yı zorlanmadan yanından çekerek arabasının yanına getirdiğinde, “Yardım edin,” diye bağıran Nazlı’ya kısa bir an göz atıp arabanın ön kapısını açtı. “Lütfen bırakın beni, sizi tanımıyorum.” “Adımın Kenan olduğunu, sana zarar vermeyeceğimi söylüyorum. Bana güven Nazlı, herkesten zarar görsen de benden asla görmezsin.” “Bırak beni.” Arabaya binmeyen kızı kaçırıyor gibi olsa da onu sapıkların olduğu sokakta bir başına bırakmayacağı için belinden tutarak ön koltuğa oturttu. Kapıyı kapatıp bavulu bagaja yerleştirirken Nazlı arabadan indiği gibi koşmaya başladı. Üst dudağı çok hafif kıvrıldı. Nazlı’nın kan kırmızısı olan saçları gecenin rüzgârına karışarak geriye doğru uçuşurken, üzerindeki lacivert ceketini çıkarıp arka koltuğa bıraktı. “Nazlı, sokağın başında köpekler var dikkatli ol.” Adımları yavaşlayan Nazlı korkuyla sokağın başını görmeye çalıştı. Koşuyor ama temkinliydi. Adımlarını hızlandıran genç adam ise beyaz gömleğinin kollarını dirseklerine kadar katlayıp koşmaya devam eden genç kıza yaklaştı. Zorlanma belirtisi bile göstermeden sağ kolunu onun ince beline dolayıp geriye doğru çevirdi. “Seni gerçekten korkutmak istemiyorum. Bana güvenmeni sözlerimle anlatmaya kalksam da dinlemeyeceksin biliyorum. Sana zarar vermeyeceğimi kendi gözlerinle gör diye seni zorla götürüyorum. Unutma herkes sana zarar verir ben vermem.” “Sen kimsin ki?” “Kenan Korhan ben. Yetimhanenin arka bahçesinde sallanırken gördüm seni. Kimsesiz olduğunu biliyorum, bu dünyada çok kötü insan var Nazlı. Ailesi olana zarar vermekten korkmayanlar kimsesiz olanın etinden, kemiğinden faydalanıncaya kadar kullanırlar. Sen ne kadar itiraz etsen de ben seni bırakmam.” Neredeyse küçük dilini yutacak kadar korkuyordu Nazlı. “Yardım edin,” diyerek boş sokağı inletse de kimseler sesini duymuyordu. Az önce kaçtığı koltuğa zorla oturtulduğunda, kırılmış tırnaklarını Kenan’ın yanaklarına batırdı. Hiçbir acı belirtisi göstermeyen Kenan kemerini takıp oyalanmadan arabanın etrafından dönerek yerine geçti. Hâlâ kaçmak için çırpınan Nazlı’nın omzunu nazik olmaya çalışarak tutup onu geriye yasladı. “Biraz sakinleş.” Nereye götürüldüğü hakkında hiçbir fikri olmayan Nazlı arabanın içinde sesi kısılıncaya kadar bağırmaya devam etti. Sakinleşmek istemiyordu. Şu an kaçırılıyordu, sakin olamazdı. “Bırak beni yalvarırım. Ben kimsesiz değilim ki, dedem var benim onun yanına gidiyordum. Lütfen durdur arabayı yanına gideyim, beni görmezse korkar.” Yalan söylediği anlaşılıyor muydu? Duygusuz bir vaziyette onu izleyen adam yalan söylediğini gözlerinden okuyordu sanki. “Lütfen!” dedi kaçıncı kez olduğunu bilmeyerek. “Bırak beni.” Bakışlarını yola çeviren Kenan derin nefes alıp parmakları arasındaki direksiyonu sıktı. Durmayacaktı, en başında karar vermişti. Zorla ya da isteyerek Nazlı onun yanında kalacaktı. ** Bizden güçlü olmamızı bekleyenler, güçsüz olmamız için ayaklarımıza çelme takmaktan geri durmuyorlardı. Yetimhanede kaldığım günden beri, bana her zaman, her şeye ağlamamam gerektiğini söyleyenler beni en çok ağlatanlar olmuştu. Bana kötü insanlardan korunmamı söyleyenler bana kötülük yapmıştı. Yanlışı susarak kapatmamı, başka birinin sesimi duymaması için susmayı öğretenler bugün hayatımın en çaresiz anlarından birini bana yaşatıyorlardı. Eğer bana güçlü olmayı öğretselerdi belki bugün ki gibi savunmasız olmayacaktım. Kendimi korumasını bilecektim. Tanımadığım bir adam, bilmediğim bir yere götürüyordu beni. Ne gözyaşlarım onu durduruyordu ne de bağırıp çığlık atmalarım. Taştandı sanki, sayısını hatırlamadığım kadar omzuna vurmuş, kahverengi saçlarını çekiştirmiştim kılını bile kıpırdatmamıştı. Ayaklarımı torpidoya vurduğumda gözleri kısa bir an bana değse de yine de sert duruşundan taviz vermemişti. Defalarca kez cama vurduğum ellerimin izleri oradan hiç silinmeyecek gibi durduğunda kimse benim bağırışlarımı fark etmemişti. Çaresiz hissediyordum. Ağlamak ve bağırmaktan sesim kısılmış, uyumadığım için gözlerimin içi yanıyordu. Bedenim bitkin, ruhum yerlerde can çekişiyordu. Buna rağmen kapanmak isteyen gözlerimi kapatmıyor, nereye gittiğimizi anlamaya çalışıyordum. Bir yaprak parçası gibiydim. Anne babamdan ayrı düşüp rüzgârın esintisine kapılıp savruluyordum. Sığınacağım kimsem yoktu, beni koruyacak, bana sarılacak kimsem yoktu. Ölsem cenazemi kaldıracak kimsem yoktu, bana zarar verseler benim için endişelenecek kimsem yoktu. Annem, babam olsaydı belki şu an bir adamın arabasında bilmediğim bir yere gidiyor olmazdım. Başıma gelecekleri tahmin ediyor, onları yaşamaktan korkuyordum. Isırarak kanattığım alt dudağımı serbest bıraktım. Kurak bir yolun ortasında bizden başka araba yoktu. İki yanımız sarı tarlalarla doluydu. Ne bir insan vardı ne de bir hayvan. Issız bir yere götürüyordu beni. Yüreğim korkudan sıkışırken bitkin düşen bedenimi zorlukla koltukta doğrulttum. Gözlerini bana çeviren adam beni incelerken susuzluktan çatlayan dudaklarımı dilimle ıslattım. “Lütfen bırak beni. Ben seni tanımam sen beni tanımazsın. Ne istiyorsun benden?” Gözlerini yola çevirdi. Uzun kemikli parmaklarını alnının üzerinde dolaştırıp çalan telefonuna kaydı bakışları. Ondan önce uzanacağım an bileğimi anında yakalayıp kucağımın üstüne bıraktı. “Rahat dur.” Durmayacaktım! Bana ne yapacağını bilmediğim adam tarafından zorla kaçırılıyordum, susup buna boyun eğmeyecektim. “Söyle kardeşim.” Koluna yapıştım anında. “Yardım edin!” Sesimin çıktığı kadarıyla bağırdığım an zorluk göstermeden tek koluyla bedenimi koltuğa oturtup arabayı kenara çekti. “Evet, yanımda. Başka yolu yoktu Ali, böyle olması gerekiyordu. Bir süre İstanbul’a gelemeyeceğim restoran sana emanet. Eyvallah kardeşim.” Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı sildim. “Nefes alamıyorum.” Camı araladı. “Kapıyı aç, dışarı çıkmam gerekiyor.” Kilidi açtı. Beklemeden kapıyı açıp dışarı çıktım. Akşamdan beri bir kere bile durmadan araba sürüyordu. Bacaklarım oturmaktan uyuşmuş, dün sabahtan beri bir şey yemediğim için midem bulanıyordu. Kötüydüm, hem ruhen hem de bedenen bitkin hissediyordum. Omzumun üstünden arabanın içine baktım. Kollarını göğsünün üstünde toplamış, yüzünde hiçbir mimik göstermeden beni izliyordu. Önüme döndüm. Bomboş tarla vardı sadece. “Lavaboya gitmem gerekiyor.” “İşini hallet bekliyorum seni.” Tekrar omzumun üstünden ona baktım. Ne yani tarlaya mı yapmamı istiyordu? “Sapık mısın?” Bakışları diğer tarafa dönüktü. Bir tane araba geçmez miydi buradan? Tellerin üstünden tarlaya geçtim. Beyaz spor ayakkabılarım toprakla buluştuğunda çıkan toz bulutu hapşırmamı sağladı. Parmağımla burnumun ucunu kapatıp arkama döndüm, hâlâ diğer tarafa bakıyordu. Adımlarım ilk önce bir adım, iki adım olarak çoğalsa da gücümü toplayıp koşmaya başladım. Nereye gittiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu, karşıma ne çıkacak bilmiyordum, bildiğim bu adamdan kaçmaktı. Arkama bakmadan bomboş tarlayı koştum. Ne sağıma döndüm ne de soluma. Bir çıkış yolu yok muydu buranın? “Nazlı!” Gür sesi bacaklarımı titrettiğinde adımlarım sendeledi. Öne doğru savruldum an kollarımı iki yana hareket ettirerek düşmekten kurtulup daha hızlı koşmaya çalıştım. “Tellerin oraya gitme, mayın vardır.” Umursamadım. Tecavüze uğrayıp parçalara ayrılacağıma mayına basıp parçalanmayı isterdim. “Nazlı!” “Defol git. Gelme peşimden.” “Dur orada!” Arkamı döndüm. “Gelme,” diye çığlık atıp nemden yüzüme yapışan saçlarımı hırsla gözlerimin önünden çektim. “Sakın kıpırdama.” Belinden silah çıkardığında gözlerim korkuyla büyüdü. “Ben sana ne yaptım? Ne adını bilirim ne de kim olduğunu. Bir iki kere yetimhanede gördüm seni, bir kere bile konuşmadık. Neden beni öldürmek istiyorsun? Söyle ne yaptım ben sana?” Silahını bana uzattığında başımı iki yana salladım. “Ölmek istemiyorum.” Her şeye rağmen yaşamak istiyorum. Geriye doğru adım attım. Hissettiğim sıcaklık canımı acıtırken silah patlama sesi kulaklarımı çınlattı. Dizlerimin üzerine düştüm. Bacağım yanıyordu. Beni mi vurmuştu? Gözyaşlarımdan bulanık gören gözlerimi bacağıma çevirdim. Yılan sokmuştu. Kalçamın üzerinden geriye doğru kayıp başından vurulmuş olan yılandan uzaklaşmaya çalıştım. “Sana dur diyorum, neden sözümü dinlemiyorsun? İnat etme de dinle beni!” Bileğimdeki acı her dakikada artıyordu. Kulaklarım uğulduyor, onun sesini boğuk duyuyordum. “Ah ulan Nazlı.” Ayak bileğimi sımsıkı tutup cebinden çıkardığı bıçağıyla beklemeden bileğimi kesti. Tarlanın tepesindeki uçan kargaları kaçıracak kadar çığlık attım. Azrail canımı alıyordu sanki. Bileğimi dudakları arasına aldı. Kanımı soluksuz emerek tükürdüğünde gözleri gözlerime mıhlandı. Sinirliydi bakışları, bir o kadarda endişeli. “Hepsi senin yüzünden, başıma ne geldiyse senin yüzünden geldi. Bıraksaydın beni kendi başımın çaresine bakardım ben. Lanet olsun sana, keşke o yılan seni soksaydı.” Söylediklerimin birine bile karşılık vermedi. Başım sıcaktan ve açlıktan dönüyordu. Daha fazla ayakta duramıyordum. Bu halimi hissetmiş gibi sırtımı sağ dizine yasladı. Son kalan gücümle kalkmaya çalıştım başaramadım. Başım taş kütlesi gibi baldırına düştü. “Beni dinlemezsen daha çok canın yanacak, Nazlı.” Ondan duyduğum sözlerle gözlerim karanlığa mahkûm oldu. Biri omuzlarımdan tutarak bir girdabın içine bedenimi fırlatmıştı. Kollarımı iki yana açıp yukarı çıkmaya çalıştığımda ayak bileğime dolanan siyah yılan beni geriye doğru çekiyordu. Benim yüzümden öldüğü için tıpkı ruhum gibi bedenimin de boğulup ölmesini istiyordu. Ben istemiyordum. Deli gibi korkmama rağmen yaşamak istiyor, ışığa doğru çıkmak istiyordum. “Uyanmalısın.” Kulağımın dibinde fısıldayan ses derin bir uykudan uyandırdı beni. Yüzüme vuran gün ışığı gözlerimi kamaştırdığı için bir süre gözlerimi kapatsam da yanımda oturan adamın soluk alışverişlerini duydukça gözlerimin kapalı olmasının tehlikeli olduğunu bildiğimden gözlerimi açtım. Bu ani açış her ne kadar gözbebeklerimi yaksa da tekrar kapatmadım. Daracık bir sokağın ortasında duruyorduk. Koyu siyah kapının önünde iki tane dev gibi adam bekliyordu. Gözlerimi kıstım, neresiydi burası? “Evime geldik, fazlasıyla yorgun düştün uyuman lazım.” Başımı acele etmeden ona çevirdim. Şok geçirsem de yüzüme ifadesiz yüzle bakıyordu, kaçsam da beni yakalıyor, tekrar yanına oturtuyordu. Konuşmayacağımı anlamış olacak ki arabadan indi. Kapımı açmak için gelen adamı eliyle durdurup kendi açtı kapıyı. İnmek istemedim. Kalçamı koltuğa yapıştırma imkânım varmışçasına bastırdım. “Zorluk çıkarman senin zararına.” “Gelmeyeceğim. “Geleceksin. Duş alıp dinlendikten sonra seninle konuşacağız.” “Ben seninle konuşmak istemiyorum.” Sabrı tükenmiş olacak ki arabanın içine uzanıp kemerimi çözdü. Ellerini koltuk altlarıma yerleştirerek bedenimi dışarı çıkardığında dişlerimi sıktım. “Bagajda kırmızı bavul var getirin.” İri yarı adamlardan biri başını sallayıp bagaja yöneldiğinde aklım bavulumdaydı. Yıllarca biriktirdiğim param vardı içinde. Eğer onu kaybedersem tamamen savunmasız kalacaktım. Bavulumu alan adama doğru sendeleyerek adım attım. “Bırak onlar getirir.” Bırakmadım, adamın elinden bavulumu aldım. Burnundan nefesini bırakan Kenan denilen adam elimden bavulumu aldığı gibi sağ elimi tuttu. Bu dokunuş bulanan midemi daha fazla bulandırdı. Elimi geriye çekmeye çalıştığımda elini sıkılaştırarak buna engel oldu. Beni değim yerindeyse zorla siyah kapının arasından geniş bir avluya soktu. “Hoş geldiniz Kenan Beyim.” Bize doğru hızlı adımlarla gelen beyaz saçlı adam ellerini önünde birleştirip yanımda duran kaba adamın önünde başını eğdi. Bu görüntü ona daha fazla öfkelenmemi sağladı. Kimdi ki bu? Kimdi de insanlar onun önünde pervane oluyordu. “Misafirimiz var Haydar abi, hanımına söyle benim odanın içindeki diğer odayı onun için hazırlasın.” “Emredersiniz Beyim.” “Bize yiyecek bir şeyler hazırlasınlar.” Başını kaldırmayan yaşlı adam, “Aileniz şu an yemek yiyor,” dediğinde burnundan soludu. Elimden çekiştirerek merdivenlere çıkardı beni. Hızlı hareket ettiğinden bileğime ağrı saplanıyordu. Dur demek istiyordum ama ondan yardım istememek adına dilimin ucunu ısırıyor, ayağımı yere zorla basarak adımımı atıyordum. Farkındaydı canımın yanıyor oluşundan. Sırf bunu ona söylemem için bekliyordu. Söylemezdim, acıdan ölsem de asla söylemezdim. Aşağıdakinden daha büyük geniş bir avluya girdik. Uzun bir masanın etrafında oturan insanlar bakışlarını bizim olduğumuz bölgeye çevirdiklerinde başında beyaz yazması olan yaşlı kadın çenesini kaldırıp, “Hoş geldin Kenan,” dedi. Başını salladı sadece. “Misafirimiz kimdir, Kenan?” Yanımdaki adama benzeyen adam gözlerini üzerimde dolaştırdı. Bedenimi hafifçe arkasına alan Kenan, “Benim misafirim,” dediğinde burnumdan soludum. “Misafiri değilim beni buraya zorla getirdi. Kendisini tanımıyorum, şu an nerede olduğumu bilmiyorum.” “Ne diyor bu kadın oğul?” Yüzü kırış kırış olan yaşlı adam bastonundan destek alarak ayağa kalktı. Elimi sıkan Kenan tek bir kelime etme der gibi bana gözdağı verirken önüne geçtim. Şu an iliklerime kadar korkuyordum ama susamıyordum. Eğer susarsam bu adamın yanında sonsuza kadar kalacakmışım gibime geliyordu. “Nazlı benim misafirimdir, saygıda bir kusur istemiyorum. Acı yiyemiyor bu yüzden ona ayrı yemek yapın. Şu an burada olduğu için bocalıyor, zamanla buraya ve bizlere alışacak bu sürede ona yardımcı olun.” Burada olmamdan rahatsız olan insanlar kaşlarını çatarken, “Siz de burada olmamı istemiyorsunuz değil mi?” dedim. “Bu adam beni buraya zorla getirdi, lütfen yardım edin gideyim.” Tek bir kelime etmediler. Gözleri beni görüyor, kulakları yanımdaki adamı duyuyordu. Çıldırmak üzereydim. Ben evime gitmek istiyorum bırakın beni! Ne kadar çırpınsam da tek eliyle bedenimi kendine çekip dudaklarını kulağıma doğru eğdi. “Evine hoş geldin Nazlı. Bundan sonra senin yuvan benim yanım.”

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.9K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
223.0K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
519.4K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook