CEYLAN- 17

3187 Kelimeler
CEYLAN’DAN 14 ŞUBAT GÜNÜ Bekliyordum. Tekneye gidecektim. Beni orada bekliyordu. Kendi evime geçmiştim. Hazırlık yapacaktım ve her saniye dibimde olması bunu engellerdi. Üstelik ufak bir de sürprizim olacaktı. Bu nedenle zor ikna etsem de sadece bir seferliğine izin vermişti. Yarın yine evimizde olacak onun koynunda uyanacaktım. Bugün sevgililer günüydü. Önce biraz tekne ile dolaşacak sonra da eve geçecektik. Şu hayatta yaşadığım her ne varsa ödülü galiba bu adamdı. Murat. Adı bile gülümsememe neden oldu. Aslında kendi alacaktı ama benim de ona hediye almam lazımdı bu nedenle önce Novada’ya uğrayıp onun için beğendiğim saati ve kravat iğnesini alacaktım. Dolanırken gördüğümde ona almak için aklıma not etmiştim. Bu nedenle ben gelirim taksi ile demiştim. Çağırdığım taksiyi kaldırım kenarında beklerken içim kıpır kıpırdı. Kendi kendime “Helal olsun be Ceylan. Tüm çektiklerine değen bir adamla birliktesin.” Derken gülmeden edemedim. Delirmiş gibi görünüyordum büyük ihtimalle dışarıdan ama umurumda değildi. Köşeyi dönen taksi ile heyecanım biraz daha arttı. Hediyelerimi beğenecek miydi bilmiyordum ama ona en güzel hediyeyi koluma taktığım büyük çantayla yapacaktım. Eve gittiğimiz de. Onun için özel bir gecelik sipariş etmiştim. Karşısında ekstra güzel olmalıyım diye bir haftadır Cansu ile deli gibi gecelik seçip sonra beğenmeyip eliyorduk ama bu muhteşemdi. Taksi önümde durduğunda yüzümdeki o aptal sırıtışla bindim. “İyi günler kolay gelsin.” “İyi günler abla. Nereye?” “Novada’ya.” Baka bir şey demedi. Bende mesajla daha evden çıkmadığımı söylüyordum. Zaman kazanmam lazımdı. Sahilden ilerleyip dört yol ağzından sola girdiğimiz de köprü başından gideceğimizi anladım. Ara sokaklardan birine girdiğimiz de taksi kenara çekti. “Abla lastikte az sorun var galiba iki dakika bakayım.” Diyerek indiğinde saati kontrol ettim. biraz beklemekte sorun olmazdı. Yaklaşmıştık zaten. O sırada taksinin iki kapısı da açıldı ve içeri iki adam bindi. Panik olmuştum. Taksici biraz ileride bekliyordu. Bağırmaya başladım. “Sizde kimsiniz? Neler oluyor?” Telefona sarıldım ama elimden aldılar. İnmek istediğimde kapıyı kilitlediler. “Bırakın ne olur ben sizi tanımıyorum” dediğimde yanıma oturan kişi “Korkma Ceylan. Sana bir şey yapmayacağız.” Dedi. Sesim içime kaçmıştı. Adımı biliyordu. kimdi ne istiyordu asla bir fikrim yoktu. “Kimsiniz?” “Senin gözünü açacak olan bir dost diyelim.” “O da ne demek?” Elim usun usul çantamın içine kayıyordu. Biber gazıma ulaşabilirsem onları etkisiz hale getirebilirdim. Yanımdaki adam bunu fark etmiş olacak ki “Aklından geçeni yapmaya yeltenme yoksa zarar görürsün” dediğinde yutkundum. Önde oturansa silahını gösterdi. Karadeniz kızıydım anlardım az biraz silahlardan ve bu gerçekti. Kuru sıkı ya da oyuncak değildi. Benim sakin ve kımıldamadan kaldığımı görünce başını sallayıp tatmin olmuşcasına gülen adam konuştu. Sesi pürüzlüydü. Yandan görebildiğim yüzünde iz oluşuydu. Cebinden bir zarf çıkardı. “Aferin. Söz dinleyen bir kadınsın. Sana yalan söylenmesine gönlüm razı gelmedi. Böyle bir günde seni aydınlatmak içinde olduğun oyunu sana göstermek istedim.” “Ne oyunu ne gerçeği? Bakın ben hiçbir şey anlamıyorum lütfen açık olun. Sevgilim beni bekliyor. Telaşlanacaktır. Gitmem lazım.” “Bekleyebilir. hem öğrendiklerinden sonra sevgilim diyebilecek misin orası bile muamma.” “Nasıl yani?” “Sana sevgilinin aslında kim olduğunu göstermeye geldim.” Zarfı uzattı. Sözleri fazla kendinden emindi. Ellerim titriyordu. Bir an önce bu saçmalık bitsin istiyordum. Zarfı aldım ve açtım. İçinden resimler çıktı. Murat’a aitti hepsi ama yalnız değildi. Gazete küpürü kucağıma düştüğünde elime alıp baktım. Büyük harflerle “DAĞHAN MURAT YASARİ KAZANDIĞI İHALE İLE ORTADOĞUYA AÇILDI” yazıyordu. “Dağhan mı? Ama bu?” “Evet. Senin Murat Keskin diye bildiğin adam aslında oldukça zengin üstelik yeraltı işleri ile uğraşan İstanbul da ASLAN lakaplı bir mafya babası. Yasari ailesinin ortanca oğlu. Ondan büyük iki abisi iki de kız kardeşi var. Senin iş yaptığın firma sadece şirketlerinin bir kolu hatta koca ağacın yaprağı desek daha doğru olur. Ama senin için esas sürpriz burada. Bak.” Nefes almanın zor olduğunu şimdi hissediyordum. Bir şeylerin içine düşmüştüm ama çözemiyordum. Bir resim daha uzattı bana ve ben gördüklerimle şok oldum. “Aslında Dağhan senden beş yaş kadar küçük. Erkek kardeşin Mehmet ile aynı dönem askerlik yaptı ve onun düğününe geldiğinde seni görüp gözüne kestirdi. Neden direkt gelip de sana yanaşmadı da bunca şeye gerek duydu bilmiyorum ama sağlam kullandı seni. Hatta aldığım duyumlara göre annesi ve kız kardeşleri seni istemiyormuş. Hem yaşlı olduğun hem de çocuklu dul bir kadın olduğun için. Sana işinin olduğunu söylediği günlerde aslında İstanbul’a gidiyor oradaki birkaç kumarhanesinin işlerini toparlıyor geri geliyordu.” Sussun istedim. Sussun ve beni rahat bıraksın. Susmadı. Anlatmaya devam etti ama ben duymadım. Tek bir şeye odaklıydım. Üzerinde askeri kamuflajı yanında erkek kardeşimle poz veren Murat yani Dağhan’a. Tansiyonum yine beni yoklarken dişlerimin dahi uyuştuğunu hissettim. “Benden bu kadar küçük hanım. Gerisi sende. İster kollarına koş yatağına gir ister hesap sor.” Gittiler. Kucağımdaki resimleri çantama tıkıştırırken küçük gözünden ilacımı çıkardım. Ellerim zangır zangır titrerken ilacı ağzıma atıp su şişemden içmeye çalıştım. Taksinin kapısı açıldığında binen adam “Abla valla kusura bakma silahlıydı herifler bir şey yapamadım. Zarar vermeyeceğiz dediler. Allah aşkına şikayetçi olma.” Diye yalvarırken onu duyacak ve düşünecek halim yoktu. Kendime gelmeye çalıştığımda adam hala bir şeyler söylüyordu. “Sus. Allah aşkına sus.” Adam sesini kesmişti. Benimse kafamın içinde büyük bir savaş vardı. kaç dakika geçti bilmiyorum ama kendimi online bilet alma uygulamasında buldum. Robot gibiydim. Hislerim an be an uyuşuyordu. Biletlere baktığımda birkaç saate bulabileceğim bir tanesi gözüme ilişti. Hangi firma ya da tek çift fark etmiyordu. Tek derdim bir an önce gitmekti. Bileti aldığımda geri sayım başlamıştı. Adama dönüp “Eğer seni şikayet etmemi istemiyorsan önce alışveriş merkezine gireceğim ve sen bekleyeceksin. Sonra tekne kafeye rıhtıma geçeceğiz yine bekleyeceksin. En son otogara gideceğiz. Merak etme taksimetre de ne kadar yazıyorsan fazlası ile alacaksın başın da belaya girmeyecek.” Dediğimde başta yok diyecek gibi oldu ama sonradan “Tamam abla.” Demekle yetindi. Birkaç dakika sonra Novada’nın önündeydik. Karşı sokağın girişini gösterdi. “Orada olacağım abla.” “Tamam. Ama olur da gidersen plakayı falan aldım başını yakarım.” “Yok abla gitmem bekliyorum seni.” İndim ve içeri girdim. Hediye alacağım ne varsa aldım paketlettim. Sürekli neredesin diye mesaj atıyordu. Ona belli etmeden “On dakikaya oradayım hayatım” yazıp yanına kalp koyarak yolladım. Yüz yüze gelene kadar hiçbir şey anlamamalı bildiğimi bilmemeliydi. Geri çıktığımda taksi oradaydı. Bindiğimde ağlamamak için kendimi o kadar sıkıyordum ki kaslarım acıyordu. Cansu’yu aradım. “Efendim yavrum. Vardın mı tekneye bir şeyler yapmış mı? Ne almış?” Soruları sıralıydı. Başta ona söylemek istedim ama konuyu ondan önce başkasına açarsam ağlardım. Ağlamak istemiyordum. Bu nedenle tüm sorularını es geçip “Yavrum bana bir çanta hazırlar mısın? Bilgisayarım şarj aletim işte iç çamaşırı pantolon kazak falan doldur. Birkaç gün idare edebilecek şekilde. Bir saate kalmaz gelir kapıdan alırım.” Dediğimde duraksadı. “Hayırdır lan.” “Dediğimi yap tamam mı sonra konuşuruz.” “Yoksa, lan. Bir yerlere mi götürecek? Hediyesi kısa süreli de olsa tatil mi?” “Cansu. Can suyum lütfen.” “Senin sesin neden bir tuhaf geliyor? Ceylan, sorun ne?” Burnumdan aldığım soluğu bırakırken canım acır gibi “Adı Dağhan’mış. Firma müdür falan da değilmiş bildiğim iş adamı ensesi kalınlardan. Üstüne üstük mafyaymış. Son bomba benden beş yaş küçük ve Mehmet’in asker arkadaşıymış.” Dediğimde “Sonunda söyledi mi?” deyiverdi. Bazı anlar vardır ki kırılırsın. Öyle bir kırılırsın ki aklın çıkar. “Sen? Cansu sen biliyor muydun?” “Sana kendisi söyledi değil mi?” Biliyordu. kardeşim dediğim yediğimin içtiğimin ayrı olmadığı her anımda yanımda olan kadın aslında aylardır bir yalana hapsolduğumu biliyordu ve sustu. Bana söylemedi. “Bana söylemediydin.” “Ceylan, eve gel konuşalım olur mu? İzah edeyim sana bacım.” “Gerek yok. Sakın ona haber vereyim deme. Eğer yaparsan işte o zaman silerim seni.” Telefonu kapadığımda soluk almaya çalıştım. Sahile inerken camı açıp şubat soğuğunun içeri dolmasını sağladım. On dört şubattı. Sevgililer günü. İlk kez mutlu geçirmeyi arzuladığım karşılaşacağım sürprizler şaşırmayı umacağım gün aslında tam bir ahmak olduğumu kanıtladığım gündü. “Abla iyi misin?” “İyiyim. Çok iyiyim hem de.” Derin soluklar aldım. baktım olacak gibi değil “Durdur arabayı” dedim. Adam kenara çekip durdu. “Bana beş dakika ver.” Sonra gideceğiz dediğimde adam bekledi. Esinti sertti. Yüzüme çarpan rüzgar hem bana soluk oluyor hem de soluğumu kesiyordu. Hiç beklemediğim bir yerden darbe yemiştim. Fazla yükselmiştim. Birinin beni yalansız dolansız sırf sadece benim diye sevebileceğini düşünmüştüm. Yanılmıştım. Göğsüme sanki kocaman bir köz bırakmışlardı da ben yakıyordum. İçim kavruluyor dışım alev alıyordu. Bir dakika sonra telefon çaldı. Ekrana baktığımda Cansu’ydu. Ona kızıyordum evet çünkü arkadaşımdı. Beni böyle bir durumdan koruması gerekirdi. Aynı şey olsaydı o adamı parçalar asla yanına yaklaşmasına izin vermezdim. Uyarırdım. Bu senin bildiğin gibi bir adam değil derdim. Şimdi? Şimdi olan tek şey benim aylarca mal yerine konmamdı. Yeniden aradı. Bir kez daha ve bir kez daha. Kıyamadım. Sonunda açtığımda ağlıyordu. “Vallahi kötü niyetle susmadım. Aşık oldum dedi. Kim olduğumu söylersem korkar kaçar benden istemez yaş farkını kafaya takar deyip ikna etti beni. Sana söyleyecekti ama aylardır araya saçma sapan olaylar girdi yapamadı. Sen benim kardeşimsin. Mutlu ol isterim. Dağhan seni mutlu ediyor seviyor. Ne olur kızma bana küsme.” “Küsmedim. Kızmadım da. Ama öyle bir kırıldım ki hala sağa sola savrulan kırıkların yere çarpış sesi kulaklarıma doluyor. Olsun. Canın sağ olsun. Ne diyebilirim ki. Kanımdan canımdan insanların bana yaptığı ortadayken çok da bir şey diyemiyorum. Sıkma canını. Bir şey de hazırlama uğraşma yani boşver. Kendine dikkat et.” “Yo, hayır hayır yapma. Ceylan, lütfen böyle konuşma.” “Olur. Konuşmam. Zaten konuşacak neyim kaldı ki.” Telefonu kapadım. Taksiye doğru yürüdüm bindim ve buluşacağımız tekne kafenin önüne geldi. kenara park eden adama “Bekle bak sakın gitme.” Derken sesim titriyordu. “Tamam abla merak etme gitmem.” İndim. Elimde hediye çantalarım kolumda kendi büyük çantam adım adım ilerledim. Birkaç siyah giyinimli adam vardı. Dikkatim birine takıldığında içimdeki kendine yeni yeni gelen taraf “Tabi ya” dedi. Bu oydu. Evime eşya getiren adam. Konuşmuştum. Burada olduğuna göre Dağhan’ın adamlarından biriydi. Ona dikkatli baktığımı anladığında hemen arkasını döndü ve biraz ileri doğru yürüdü. İskelede biraz yürüyüp girişin önüne geldiğimde hemen içeriden çıkan adam heyecanlıydı. Gözleri parlıyordu. Yüzüme bakıp “Yavrum hoş geldin geciktin biraz” dediğinde gülümseye çalıştım. Anlamış olacak ki “Sen iyi misin?” diye sordu. Elini uzattı ve adımlamamı bekledi. Elini tuttum. Son kez. Yüzüne baktım. Son kez. Denizin esintisinden bana gelen kokusunu içime çektim. Sok kez. Bana sıkıca sarıldığında onun varlığı ısındım. Son kez. Her şeyi onunla son kez yaptım çünkü bundan sonra o olmayacaktı. Ben de olmayacaktım. Buradan gittiğimde kimse nerede olduğumu bilemeyecekti. Sır olup kaybolacaktım. Nasıl olsa oğlum da benden vazgeçmişti. Babasını seçmiş mahkeme de kötü anne ilan edilmemi sağlamıştı. Ona kötü bir şey diyemezdim evladım kanım canımdı ama kırmıştı işte. Kalbimin kırıklarının üzerinde şimdi bu adam tepiniyordu gerçekleri saklayarak. Kapıdan girip iç kısma girdiğimiz de ortada çok hoş bir masa vardı. Etraf güllerle süslenmişti. Beyaz güllerin bu aylarda böylesine canlı durması hoşuma gitmişti. Saflıktı beyazlık. Ölümdü. Belki de doğum. Ama benim için yok oluştu. İçimde yanan ateşti. Ruhumdaki obruktu. Elimi tutmak istediğinde ona hediyelerini uzattım. “Hiç gerek yoktu senin olman bana hediye güzelim.” Hediyeleri aldı ve sandalyeye bıraktı. Sonra yeniden sarıldı. Geri çekildiğinde “Hadi çok acıktım önce bir şeyler yiyelim sonra benim hediyeme sıra gelsin” deyip beni koltuğa yönlendirdi. Oturduğumda kabanım üzerimdeydi. Önüne açtım rahat etmek açısından. Karşıma geçip oturduğunda yeniden lacivertleri yüzümü taradı. “Ceylan, yavrum sen iyi olduğuna emin misin? Rengin solmuş gözlerin kızarmış. Ağladın mı sen?” Burukça gülümsedim. Başımı sağa sola salladım. “O zaman bu güzel güne.” Önündeki kadehi kaldırdı. Ben içmedim. O ise daha bir inceledi beni. “Hayatıma hoş geldin güzel kadın.” İçimdeki ateşe rağmen dudaklarım iki yana kıvrıldı. Oysa az sonra kıyamet kopacaktı. "Hoş buldum.” Canım yandı. Dilim kanadı da gören olmadı. Kaşları hafiften çatılırken bir kez daha sordu. "Neyin var? Keyfin yok gibi." Omuz silktim. "Hiç. Hiç bir şeyim yok." Tek kaşını kaldırırken inanmadığını belli edercesine sordu. "İnanayım mı?" İç çektim. Aslında ağladım ağlayacaktım ama gülümsüyordum. Sıkmaktan çene kaslarım ağrımıştı. Kalbimse göğüs kafesimde can çekişiyordu. "Ben inandım sen de inan." İmalı lafımla merakı ve tereddütü daha da arttı. Lacivertleri kahvelerime sımsıkı tutunurken çözmeye çalıştığı bir bulmaca gibi olmuştum. "O ne demek güzelim." İşte nokta atışı yapmanın zamanı gelmişti. Kollarımı masaya yasladım ve öne doğru eğilip gülümseyerek konuştum. Oysa yanaklarıma süzülen ılık göz yaşını fark etmiştim. “Bilmem. Sen anlatmak ister misin DAĞHAN MURAT YASARİ." Durdu. O an bizim için zaman yavaşladı. Deniz bile eskisi daha dalgalı değil gibiydi. Yutkundu. İçmek için eline aldığı kadeh tık diye masaya düştüğünde lacivertleri korkuyla sarsıldı. Dudaklarını araladı. Ne diyecekti hem merak ediyordum hem de etmiyordum. Ne derse desin bize bir faydası olmayacaktı. "Ceylan be-" Lafını kestim. Az çok diyeceklerini tahmin ediyordum. Ama hiçbir sözü benim mal yerine konduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Ayağa kalkarken içimdeki tüm yangın dışa vurdu. Göğsümdeki köz parçası daha fazla canımı yaktı. Ben bir kez daha tanıdığımı düşündüğüm bir erkek tarafından aptal yerien kondum. Eğlencesine malzeme oldum. "Sus. Gerek yok. Nasıl, iyi dalga geçtin mi? Keyif aldın mı benden? Aptallığımla eğlendin mi?” Ayağa bir kalkışı vardı ki oturduğu koltuk yere düştü. “Yemin ederim öyle değil. Bir dinle kurban olduğum.” Çenem titrerken “Seni çok dinledim. Aylar geçti biz tanışalı ve senin onca fırsatın varken susmanı dinledim. Yalanlarını dinledim. Ben seni çok dinledim Murat. Ya da Dağhan mı demeliyim. Ama yok öyle isminle de hitap edemem sonuçta koca iş adamı ve mafya babasısın. Saygısızlık yapmamalıyım değil mi?” dediğimde canı yanıyormuş gibi yüzü buruştu. “Yapma. Yalvarıyorum sana dinle beni. Hiçbir şey şu an aklından geçenler gibi değil.” Dudaklarımı ıslattığımda kendime acıyor gibi “Vay be. Sen onca şey yaşa, cehennemden çık nefes al. Sonra erkek kardeşinin yaşlarında bir adam gelsin seni o cehenneme geri itsin. Kaderim mi kötü ben mi kadersizim bilmiyorum ama bu fazla geldi. canım çok yandı.” Dediğimde başımı sağa sola salladım. “Çok aptalmışım.” “Hayır. Sen aptal falan değilsin. Ben, lanet olsun saçma bir yalanla yaklaştım sana ama yemin ediyorum seni çok seviyorum. Sensiz nefes alamaz oldum be kadın anla beni de.” “Yoo. Ben artık kimseyi anlamak anlayış göstermek tölere etmek istemiyorum. Yalan söylemek istedin ve söyledin. Beni kandırmak istedin ve kandırdın. Hepsi bundan ibaret.” Dibime kadar girdi ve geri kaçmama izin vermeden kollarımdan tutup göğsüne çekti. Sıkıca sarılırken resmen kocaman bedeni titriyor kaçacak mışım gibi göğsüne bastırdıkça bastırıyordu. “Korktum. Seni gördüğümde çok hoşuma gittin. Başka kadınlar gibi değildin. Yemin ederim alay etmek istemedim. Yapmadım da. Sadece kim olduğunu öğrendiğimde bir süre bazı şeyleri bilmezsen güzel ilerleriz diye düşündüm. Yaşımı kim olduğumu bilmezsen bana hayır demezdin. Demedin de. Yanında yamacında olmama izin verdin. Aşık oldum ben sana. İlk görüşte aşkı sikime takmazdım ama oldum işte. Lütfen hemen kestirip atma konuşalım. Anlayatım sana ne yaşadım ne hissettim.” Sıcaklığında azıcık daha kaldım. Kollarım kendiliğinden kalktı. Ona kendiliğinden sarıldı. Sıkıca sarıldı hem de. Ben sevdiğim adama son kez sarılıp kokusunda nefeslenirken veda ettim. O bunu fark etmese de. Sonra geri çekildim. Gözlerine baktım. Dudaklarımda buruk ve titrek nefes çıkarken gülümsedim. “Seni sevmek bıçak üzerinde yürümek gibiydi benim için. Hem çok güvende hissetmek isteyip hem de acaba bir şey çıkar mı diye temkinli davrandım. Ama sen yaralarımı biliyordun. Kusurlu bedenlerde kusursuz bir aşk yaşayacaktık. Yalansa bu aşktaki en büyük lekeydi. Ben aşkımın üzerine düşen süveydaya razı değilim. Bana yaşattığın her şey için teşekkür ederim. Bir kez daha kimseye güvenmemem gerektiğini, yalansız dolansız sevilmeyeceğimi, aslında kimsesiz olduğumu göstermiş oldun.” Yanından geçtiğim sandalyenin üzerinden çantamı aldığım gibi tekneden çıktım. İskeleye adım attığım an adımlarım hızlıydı. Arkamdan bağırdığını işittim. “Ceylan dur. Gitme. Dinle ne olur dinle. bırakma beni.” Aslında ben hep durdum. Gitmedim. Diledim. Bırakmadım. Lakin şimdi durmak değil gitmek yakışırdı bana. Taksiye ulaştığımda “Hemen gidelim abi.” Dediğimde gaza yüklendi. Arkama baktığımda arabalara koşuyorlardı. Göğsü kafesim acırken omzularım sarsılarak ağlamaya başladım. “Abi hiç durma. Samsun’a büyük otogara kadar sakın durma. Bildiğin dolambaçlı sapa yollar varsa oralara gir. Takip edemesin kimse. Gerekirse elli bin tutsun sıkıntı değil vereceğim.” Camı yeniden açtım. Sahil boyunca yola devam ederken göz yaşlarım beni boğuyordu. Başımı geri yaslayıp dalgalı denizi izlerken telefonum defalarca kez çaldı. Açmadım. Otogarı arayıp biletimi Samsun otogardan alacağımı belirttim ve telefonu tamamen kapamadan önce girdiğimiz yol üzerinde otobüs durağı gördüm. Hemen önümüzdeydi ve bir otobüs yaklaşmış yolcu alıyordu. Adama “Abi şu ootobüse korna çal da dursun. Ben onunla devam edeyim sen de aralardan geri dön.” Dediğimde “Götürseydim bacım” dese de kabul etmedim. Şu an aklı selim düşünecek kadar iyi değildim. Dolmuş otobüs durup beklerken adamdan iban aldım. hızla diğer otobüse geçerken tutan miktarı yolladım ve cam kıyısında yerimi aldım. yetişememişlerdi. Anlamazlardı nerede olduğumu. Denizi izleye izleye sessizce ağlamaya devam ettim. Elimde sadece cüzdanım geceliğim ve kocaman bir hayak kırıklığım vardı. Otobüs bir durakta daha durdu. Yanımızdan geçen dört siyah ve lüks araç oldukça hızlıydı. Şoför onlara söylense de ben kim olduklarını biliyordum. Benden önce varacaklardı otogara ama gizlice bir otobüse binip gidebilirdim. Yaptım da. Otogara vardığımız da adamlarla otobüs firmalarının önünü aşındırdığını görmek biraz olsun içimi yumuşatmadı. Sağıma soluma bakındığımda konuşan muavinleri gördüm. Biri “Otobüsün yarısı boş dönecek İstanbul’a. İki terminale uğrayacağız o kadar. En fazla on kişi daha alırız. Sonra ver elini İstanbul.” Dediğinde içimde büyük bir rahatlama belirdi. Kendimi Dağhan ve adamlarına göstermeden konuşan muavinlerin yanına attığımda “Ben bilet alamıyorum içeri girip ama otobüsle gelsem bilet fiyatının iki katını versem hatta size de versem otobüse beni de alır mısınız?” dedim direkt çünkü başka çarem yoktu. Şüpheci bir tonla “Neden bilet alamıyorsun?” dediğinde dolanan adamları gösterdim. “Beni arıyorlar.” “Ne yaptın da arıyorlar?” “Adamdan ayrılmak istedim. Yalanını yakaladım ve öyle küçük bir yalan da değildi. Lütfen. İstanbul’a gitmem lazım. Param var hesabımda yollarım size. Bir iyilik yapın bana.” Aslında normal şartlarda olmayacak bir şeydi ama her yerde olduğu gibi terminallerde çalışan bazı muavinler paraya tamah ediyordu. Kabul ettiler. “Çabuk bin ama on dakikaya kalkıyoruz.” “Tamam, çok teşekkür ederim.” Kalbim ağzımda ata ata otobüsün arkasından dolandım. Bagaj verip kalabalık yapan bir grup insan işime yaramış hiç görünmeden orta kapıdan kendimi içeri atmıştım. En arkaya geçip cam kıyısına oturdum ve perdeyi açıp kendimi sakladım. Kenardan görüyordum. Otobüslerin aralarına dağıldıklarında nefesimi tuttum. Dağhan telaşlı ve öfkeli bir şekilde ön kapıdan otobüse bindiğinde ikili koltuğun arasına resmen yattım. Koltuk arasından görmeye çalışırken binenlere baktı. Sonra arkaya doğru başını uzattı ama beni göremedi. Muavin gelip neler olduğunu gördüğünde beni tarif etti ama alacağını parayı düşünen genç adam “Görmedim abi biletsiz binemez zaten” değince benim bindiğim kapıdan indi. Gözlerimi kapayıp titrek bir nefes verirken oturuşumu dikleştirdim. Otobüs hareket etti. Ellerini saçlarına geçirmiş çekiştiren Dağhan yanındaki büyük çöp kovasına tekme attı. Acı içinde bağırdığında haykırışı sanki göğsümde yankılandı. Terminalden çıktığımız da yanaklarım ıslaktı. Çantamı göğsüme bastırmış sanki ondan güç almaya çalışıyordum. Zordu. Bana söylese evet reddederdim ama yine de dürüst davrandı derdim. Şimdi o bensizlikle ben de içimde oluşan obrukla baş etmeye çalışıyorduk. Hayat bir kez olsun gülmek istediğim bu da doğru olsun dediğim anda sağlam bir tokat sallamıştı. Mutluluk sevgi senin neyine der gibi beni kendime getirmişti. Çıktığım bu yolda yanlızdım. Kimsesizdim. En çok da bu koyuyor insana. Herkesin var ama yine de kimsesizsin. Kimsesiz Ceylan. Evsiz. Yurtsuz. Koca dünyanın ne üstüne ne de altına sığamayan kadın.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE