Teknede sevdiği kadını bekleyen adam sabırsızdı. Çünkü sevgiler günüydü ve sabahtan beri onu görmemişti. Konuşmuş olması pek kıymetli değildi. Görmeli dokunmalı hissetmeliydi.
Kalbi deli gibi atarken bu gecenin sabahında ona aslında kim olduğunu söyleyecekti. Biliyordu kızardı ama seviyordu sonuçta belki de kolayca affederdi. Bunu böyle hayal etmek istiyordu.
Ali, aradığında kaşlarını çattı. Birazdan hayatının kadını gelecekken işle ilgili bir şey duymak istemiyordu bu nedenle çağrıyı kapadı. Yeniden aradığında bir sorun olması ihtimaline karşı cevapladı.
“Söyle Ali.”
“Abi, Arap Sado’yu alanda görmüşler.”
“Görsünler koşum. Kaçıyordur ibne.”
“Aslında sıkıntı orada başlıyor abi.”
“Ne demek istiyorsun oğlum şunu adam gibi tek seferde anlatsana.”
“Şey, abi oraya bilet alıp uçağa binmiş.”
“Oraya derken?”
“Ordu’ya.”
“Siktir. Emin misin peki? O şerefsiz aylardır fare gibi saklanırken nasıl cesaret edebilir buna.”
“Abi bizim adamlardan görmüşler. Almak istemişler ama polisler güvenlik derken aradan sıyrılmış. Aman dim dikkat et bir sakatlık çıkarmasın.”
“Kapat Ali kapat.”
Telefonu kapadığında Serkan’ı yanına çağırdı.
“Buyur abi.”
“Çevrede önlem alın. Sado buraya gelmiş. Ceylan’ın da etrafındakilere bilgi ver sakına sakın gözden kaçırmasınlar. Sorun istemiyorum.”
“Emrin olur abi.”
Soluğunu verirken boynunu kütletti. Bir şeyin içine çomak sokacağını tahmin edebiliyordu ama bu asla sevdiği kadın ve hayatı olmayacaktı.
Ceylan ona geliyorum az kaldı gibi mesajlar atarken nefesi kursağında takılıp kalıyordu. kendi için zerre korkusu yoktu ama Ceylan başkaydı. Büyük bir hevesle gelişini izledi. Karşısına oturduğunda yüzündeki solgunluk gözlerindeki duygu yoğunluğu alışık olmadığı bir şeydi. Ona neyi olduğunu sorduğuna aldığı cevap pek tatmin edici değildi. Hele gözlerine dik dik bakıp “Sen anlatmak ister misin DAĞHAN MURAT YASARİ." Dediğinde resmen beyninden vurulmuşa döndü.
Siktir Sado’nun neden buraya geldiği şimdi anlaşılmıştı. Çok dil döktü. Onu kaybetmekten öyle korktu ki kelimeler kifayetsiz kalıyordu.
Üstelik kadın ona “Benle iyi alay ettin mi eğlendin mi? Yaşı büyük keklerim dedin mi tarzında konuşunca yüreği daha da sıkışıyordu. Hele sıkıca sarıldığında sok kez olduğunu ruhu haykırıyordu. Ayrılıp koşarak uzaklaştığında ise canının bir parçası da onunla gitmiş gibiydi. Ne ara arabalara geçtiler kaçıncı dakika da yola koyuldular bilmiyordu.
Sürekli onu arıyor ama açan olmuyordu. Bir ara kapanmış olsa da telefonu yeniden açıldığında açması için dua ediyordu. Nafileydi. Gözlerindeki yıkımı görmüştü. Onca zamanı vardı. Milyonlarca kez dile getirebilirdi ama o yapmamıştı. Korkmuştu. Bu sonun daha erken başına gelmesinden deli gibi korkmuştu.
Telefonu elinde titrediğinde Cansu arıyordu. Cevap verdiğinde ise “Ceylan herşeyi öğrendi. Otogara gidecek büyük ihtimalle.” Deyip uzatmadan söyledi.
“Biliyorum. Ağzıma sıçtı öylece de bıraktı gitti. Peşine düştüm. Samsun tarafına gidiyoruz.”
“Oradaki otogardan alacaktır biletini. Ben buradaki otogarı arar sorarım.”
Telefonu kapadı. Durakta duran büyük dolmuş otobüsün yanından geçerken duracak halleri yoktu. Son sürat otobüz terminalinin yolunu tutmuşlardı. Oraya vardıklarından adamlarla önce firmaları tek tek dolandılar. Ayrılmış bilet vardı ama daha gelip alan olmamıştı. Dağhan delirmek üzereydi. Tüm bu yaşadıklarına inanamıyordu. Şu an sevdiği kadınla dans ediyor olabilirdi. Ya da evde güzel bir ambiyans içinde evlenme teklifi de edebilirdi. Cebindeki yüzük kutusunu eline aldığında iri pırlanta yüzük ona bakıyordu.
Bu gecenin sonunda ona evlenme teklifi edecek sabahına da kim olduğunu açıklayacaktı. Hatta nikah zamanı bile açıklayabilirdi. O zaman sen benim karımsın gidemezsin diyebilirdi lakin şimdi hiçbir yerde yoktu.
Firmaların bilet gişeleri bittiğinde otobüslere baktılar. Hiç birinde yoktu. Sağa sola dolanıp çöp kovasına tekme atarken canı yanıyordu.
Bir saat kadar beklediler. Ama gelen giden olmayınca abisi Taner’i aradı.
“Dağhan, hayırdır koçum bu saatte.”
“Abi, senden bir şey isteyeceğim.”
“Söyle koçum.”
“Ceylan, İstanbul’a geliyor büyük ihtimalle. Büyük otogarların tamamına adamları konumlandırır mısın? Resmini de atarım. Kim denk gelirse bırakmasın alıp direk benim eve geçsin.”
Taner kaşlarını çatarken “Neler oluyor?” değince “Öğrendi. Kim olduğumu öğrendi ve beni sikip ortada bıraktı. Lanet olsun çok kötü oldu. Bir bakışı vardı ölüyorum sandım.” Diyen Dağhan bir sigara yaktı.
“Kim söylemiş?”
“Siktiğimin piçi Sado. Buraya gelmiş. Büyük ihtimalle Ceylan’a da o ulaştı. Orospu çocuğunu Karadeniz sularında boğup gebertmek var ya önceliğim Ceylan.”
Abisi iç çekip “Belki de en iyisi budur” dediğinde “Saçmalama. Ben o kadına aşığım. Evlenme teklifi edecektim. Sen tutmuş iyisi budur diyorsun. Beni sınama abi.” Deyip telefonu kapadı.
Tamer “Hayırdır” derken durumu anlattı.
“Dediğini yapacak mısın?”
“Yapmazsam başımı kurtaramam. Hem Dağhan’dan önce kadını ben bulursam konuşur kardeşimden uzak durmasını isterim. Zaten öfkeli ben de istemediğimizi anlatırsam tamamen uzaklaşır.”
“Haklısın.”
Taner, hem Dağhan’ın geride kalan adamlarını hem de kendi adamlarını İstanbul’un dört bir yanındaki büyük terminallere yerleştirdi. Küçüklere de ikişer kişi yolladı ve kadının resmi telefonuna geldiğinde herkese yolladı.
Genç adam kadına baktığında “Gerçekten de yaşını göstermiyor. Bizim delinin neden inat ettiği anlaşıldı.” Derken Tamer yanında durdu.
“O kadın mı?”
“Evet.”
“Hasiktir. Abi bu kadın Dağhan’dan küçük duruyor. Sanki Melike ile yaşıt.”
“Görüyorum.”
İstanbul da durumlar bunu gösterirken Dağhan hemen alana geçti ve bilet alıp beklemeye başladı. Geri dönüp jetle gelse daha da gecikirdi. Geride bıraktığı Serkan’a ise “O adamı bana bul” diye emir verdi.
Herkes bir köşeye dağılmıştı. İki büklüm koltuğun üzerine oturan kadın yorgundu. Resmen ihanete uğramıştı. Hem en yakın dostu hem de sevdiği adam tarafından.
Çıktığı bu yolda belki de bir daha Ordu defteri açılmayacaktı. Hoş onu artık hiçbir yer şehir ya da ülke içine sığdıramazdı. Zaman ise öyle şeyler gösterecekti ki doğrular yalana yalanlar gerçeğe evrilecekti.
4 AY SONRA
Merdivenleri inen Dağhan’ın peşinden koşan Ceylan artık son noktaya kadar gelmişti. İkinci kata indiklerinde “Dur. Dağhan sana diyorum dursana.” Diye bağırdı. Geri dönen adam kadına içi giderek bakarken “Yine gitmekten ayrılmaktan bahsedeceksen durmam Ceylan. Yapma kurban olayım.” Dedi.
“Ya ne yapması Allah aşkına. Bir aydır buradayım. Kapattın beni zorla bu tımarhaneye gitmeme izin vermiyorsun. Dayanamıyorum artık anlasana be adam. Her gün milletin suratını imasını çekmekten oradan oraya yaprak gibi savrulmaktan seninle ne yapacağımı bilememekten çok yoruldum. Yıldım. Tükendim. Savaşamıyorum artık gücüm bitti. Sona geldim görmüyor musun?”
Dağhan hızla kadının dibine kadar girdi ve ellerini yanaklarına koyup göz yaşlarını silerken soluğunu bıraktı.
“Korkma. Savaşma. Yasla sırtını bana bırak ben her şeyi halledeyim. Burada ne kadar zorlandığını görüyorum ama güvenliğin için bu şart sende beni anla ne olur. Gidersen sana bir şey olmasından beni artık sevmemenden nefret etmenden çok koruyorum. Ceylan, ben seni kaybetmekten deli gibi koruyorum. Uyurken bile nefesin haddinden fazla dursa aklım çıkıyor. Biliyorum çok büyük bir hata yaptım ama vallahi çok seviyorum seni. Ömrümden ömür gidiyor kadın gööz yaşını gördükçe. O yaşa ben sebep oldukça.”
“Bırak beni gideyim. Ne olur yalvarıyorum sana.”
Kadına sıkıca sarılan adam saçlarını öptü. Göğsüne sokmak ister gibi bastırdı yüreğinin üzerine. Ceylan ise artık o kadar yorulmuş tükenmişti ki çareyi şifayı yine adama sığınıp ona sarılarak bulmaya çalıştı. Kulağının altındaki kalbin hızını adamın korkusuna verdi. Kaybetmekten korkan bir adam vardı kollarında ve ne yapacağını bilmiyordu.
“Bırakmam. Bırakamam. Lakin söz sana şimdi gidiyorum ama geldiğimde seninle benim eve geçeceğiz. Kimsenin seni kırmasını lafını sözünü çekmeyeceksin.”
Soluğunu bırakan kadın içinden bu da bir şeydir derken geri çekilen adam eğilip dudaklarından öperken “Seni seviyorum. Canımı verip uğruna can alacak kadar çok seviyorum bunu asla unutma.” Dediğinde omuzları düşen kadın geri çekildi. Gözlerine bakıp “Seni beni severken yalan söyledin. Söyle nasıl inanayım.” Derken bir yandan da içi sızladı.
“Ben yalan söyledim biliyorum ve bunun vicdan azabını ayrı gözünde lanet bir herife dönmemin sancısını ayrı çekiyorum. Sen şu kapıdan çıktığında kafama sıkmayı isteyecek kadar çaresiz hissetmesem kalbimi söküyorlarmış gibi sol yanım acımasa bir de nefesimi kesiyorlarmış gibi boğazıma ilmek takmasalar gitmene izin verirdim. Yapamıyorum ama olmuyor. O yüzden lütfen ben gelene kadar sabret. Birlikte gideceğiz buradan.”
Ceylan başını salladı. En azından birilerinin laf sokup her gün hakaret etmelerini çekmektense tek başına kalır. Belki o zaman Dağhan’ı ikna eder ve giderdi.
Merdivenlerin başına gelen adam bir an durdu ve geri dönüp kadına baktı.
“Ölsem de affetmezsin değil mi?”
Kadın tek kelime etmedi. Dili affederim diyemedi. Ölme diyemedi. İçten içe seni çok seviyorum diyemedi. Sadece sustu. Dağhan’ın lacivertleri solarken basamakları indi ve koridorda annesi ile karşılaştı. Ciddi bir tonla “Bugün son bulana kadar bu evden bir kişi tek bir kişi Ceylan’a ağzını açıp laf eder imada bulunursa bu evde beni gördüğünüz son gün olur haberiniz olsun.” Dedi. O sırada sesini yükselten annesi “O kadın şimdi de seni bize karşı dolduruyor mu? Sende ona bizi tercih mi ediyorsun? Üstelik bu evde ona hak etmediği bir şey söylenmiyor. Her şeyi hak ediyor.” Derken genç adamın “Yeter!” diye haykırışı annesinin ayağını resmen yerden kesti. Abileri ve babası yanlarına geldiğinde şaşkınlardı çünkü Dağhan her şeye rağmen bu denli yükselmemişti.
“Ne oluyor oğlum sen annene nasıl bağırıyorsun?” derken Tarık Bey kaşlarını çatmış bakıyordu.
“Ben diyeceğimi dedim baba. Bugün akşam olup ben gelene kadar kimse Ceylan’a tek bir laf etmeyecek ima da bulunmayacak.”
Taner “Bunun için mi annemi üzdün.”
“Bu evde sevdiğim kadına kıymet verilmediğinde bana da kıymet verilmemiş oluyor. Bu kadar kıymetsiz olduğum evde kalmamın da bir anlamı yok.”
Hümeyra Hanım şaşkınca “O ne demek oğlum? Biz sana çok kıymet veriyoruz nasıl konuşuyorsun böyle.” Dese de Dağhan önce merdivenlere sonra da ailesine baktı. Yüzündeki oluşan sertlik acımasızlık ve ölüm elle tutulacak gibiydi.
“Şimdi bir toplantıya gidiyorum. Bugün hiç kimse bu evden dışarı çıkmasın. Her ne olursa olsun bu dediğim dinlenecek.”
Abilerinin kaşlarını çatarak bakmasına karşın “Zarar görmenizi istemiyorum. Durumlar çok karışık. Bir saldırı anında evde olmanız benim içimi biraz olsun rahatlatacak. Dediğimi yapın ve dışarı çıkmayın. Korumaları arttırdım. Bir sorun olursa hemen bodruma inin ve tünelden geçip buradan uzaklaşın.” Diyerek evden çıktı. Ceylan odasının balkonuna çıkmış dışarıyı izliyordu. İç çekip dururken susadığını hissetti. Sürahisi boştu. Hümeyra Hanım hizmetçilere ona hizmet etmemeleri konusunda emir verdiği için sürahiyi aldı ve aşağıya mutfağa indi. Kimseye görünmeden suyunu doldurup çıkacaktı. Derken bahçenin demir kapısının önünden dilah sesleri gelmeye başladı. Öyle çoktu ki ellerini kulaklarına kapamak zorunda kaldı. Mutfak camından bahçe görünüyordu. Koşturan korumaların bir kısmı kapının olduğu yöne bir kısmı da eve doğru yönlendirilmişti. Sol yanındaki acı da o an oluşmaya başladı. Elleri titrerken nefesi kesildi.
Tamer ve Taner koşarak salondan çıktıklarında kapıdan giren bir koruma “Efendim Dağhan Beylere silahları saldırı var şu an. Çok kalabalıklar sizi bodruma indirmem gerekebilir.” Dediğinde her şey çok ani gelişmişti. Abi kardeş ellerinde silahlar koşarak kapıdan çıkarken Tarık ve Hümeyra da tedirgince kızlarına sarılmışlardı. Ceylan elinde cam sürahi sanki şoka girmiş gibi mutfak kapısına kadar yaklaşıp kendini gösterdiğinde Hümeyra Hanım ona bağırdı.
“Çık odana sakın çıkma. Oğlum canıyla uğraşırken bir de seni düşünmesin. Git hadi.”
“Neler oluyor?”
Melike nefretle “Abime silahları saldırı yapıldı.” Değiverdi. O an elindeki sürahi yeri boyladı. Kırılan camın sesi susan silahların sesini takip ederken zorlukla yutkunan Ceylan kapıya doğru baktı.
“D-Dağhan.”
Ayaklarından sadece ince bir ev terliği vardı ve o an hiç düşünmeden “Dağhan!” diye bağırıp kapıya koştu. Yaşanılan hengame beş dakikadan fazla sürmüştür. O “Bırakın gitmem lazım. Bana ihtiyacı var” diyerek haykırırken Hümeyra ve kızları koruma ile birlikte evden çıkamayız diye tutup engellemeye çalışıyordu. Ambulansın sesini işittiğinde ise sol yanındaki ağzı daha da arttı. Kargaşanın içinde korumanın beline uzandığı gibi silahı alması ile emniyetini açtı ve kapının canıma bir el ateş etti.
“Çekil önümden. Anlamıyorsunuz benim gitmem lazım. Dağhan’ın bana ihtiyacı var. Onu görmeliyim.”
Hümeyra “Aaaa bu iyice delirdi. Bırak kızım silahı bırak.” Dese de nafileydi. Koruma ona uzandığında namluyu ayağına tuttu ve ateş etti. Kapı içeriden gelen sesler yüzünden açıldığında hemen hazırda bekleyen arabayı gördü. Ceylan delirmiş gibiydi. hiç düşünmeden “Yaklaşmayın. Vallahi vururum. Karadeniz kızıyım ben şakam yok çık şuradan” derken dışarı koştu. Tarık Bey “Tutun şu deliyi” dedi ama korumalar yaklaşamıyordu.
Melike “Delirmiş aklını kaybetmiş” diyor Nare ise “Ya abime bir şey olduysa” diyerek ağlıyordu. Ceylan direksiyona geçtiği gibi tüm kapıları kilitledi. Ardından çalıştırıp ortadaki büyük süs çeşmesi etrafından dönüp ağaçlı yola girdiğinde korumalar birbirini uyarıyordu. Son engeli önündeki büyük siyah demir kapıydı. Açmayacaklarını anladığında camdan kolunu çıkardı ve havaya ateş edip “Açın!” dedi.
Korumalar açmıyordu. Sonunda arabayı durdurup silahı kafasına dayadı.
“Açın yoksa sıkarım. Dağhan’a siz izahat verirsiniz.”
Gözleri büyümüş sol yanı çok git gide daha acıyordu. Adamlar engel olamayınca el mahkum açtılar. Çünkü karşılarındaki kadın kendine bir şey yaparsa ve Dağhan ölmeyip yaşarsa onların hepsine tek tek kendi etlerini yedirirdi.
Ceylan hiç beklemeden silahı yan koltuğa atıp gaza yüklendi. Saldırının olduğu yerden ambulanslar kalkıyordu. Taner ve Tamer’in bir sedye peşinden koşuşunu gördüğü an onun Dağhan olduğunu anladı. Durdu. Tam iniyordu ki ambulans hareket edince o da gaza yüklendi. Ortalık yangın yeriydi. Yerlerde ölmüş insanlar vardı. Arabaların camları kapıları delik deşikti. Tamer son anda giden arabayı fark ettiğinde bağırdı.
“Ne yapıyor lan bu siktiğimin karısı?”
Taner ise “Lan, bizim arabalardan bu. Kadın kafayı yemiş.” Diyerek geri eve koştu. İki dakikada büyük demir kapıdan girmiş ağaçlı yolu geçmiş kapıda bekleyen ailesinin yanına varmıştı. Onlar da birer araba ile yola çıktılar. Kısa sürede hem ambulansa hem de Ceylan’ın kullandığı arabaya yetiştiler. Genç kadın ise direksiyona vuruyor sürekli “Hayır, olmaz. Gidemezsin. Beni bırakamazsın.” Diyor önüne araba çıktıkça kornaya basıp sollamaya çalışıyordu. Üstelik araba kullanmayı da Dağhan’dan öğrenmişti Ordu’dayken. Şimdi ise onun peşinden gidiyordu.
Acilin önüne gelene kadar birkaç kez kaza tehlikesi atlattı. Kıl payı kurtuldu. Tamer ve Taner o an anladı Ceylan’ın aslında kardeşlerini nasıl sevdiğini. Sedye ile indirilen Dağhan içeri sokulurken ani frenle duran kadın indi. Ayağındaki terliği çıkmış şimdi çıplak ayakla girdiği acilde sedyenin peşinden gidiyordu. Ambulans görevlilleri durumu anlatırken ameliyathaneye doğru görütülen beden canı ile cebelleşiyordu lakin yine de kapalı gözlerinin altında Ceylan’ın ona gülümseyen yüzü vardı. kötü tufaya düşmüştü. Arabaların değişmesi ve kurşun geçirmez camların takılması zaman alınca çakallar bir olmuş aslanı devirmeye çalışmıştı. Evden çıktığında arabaya binmiş direksiyondaki Serkan’a “Bugün şu kurşun geçirmez cam işini halledin. Sakata gelmeyelim” demişti. Demir kapıdan çıkıp sola döndüklerinde birkaç saniye anca gidebilmişlerdi. Önce yola atılan kapan sayesinde durmuş sonra da sağdan ve soldan ağaçların içinden çıkan ellerinde ağır silahlı adamların kıskacında kalmışlardı.
Dağhan direnmişti elbette ama bedenine saplanan dört mermi ile arabanın yanına devrildiğinde onun üzerine kapanıp diğer mermilerin durağı olan yakın adamlarından Ali’ydi. Taner ve Tamer diğer adamlarla yetiştiğinde kısa sürede her şey bitmiş çoktan ambulanslar yola çıkıp yanlarına gelmişti. Dağhan gözlerini kaparken dudaklarından kan sızsa da “Ceylan” diye mırıldandı. Son anında bile sevdiği kadının ismi dudaklarında dua gibiydi.
Ameliyathanenin kapısından girmeden hemen önce yetişen Ceylan adamın elini tuttu.
“Dağhan, ben buradayım. Seni bekliyorum. Nel olur sevgilim bana geri dön. Söz bir daha gitmek falan yok. yanından solundan ayrılmam yemin ediyorum. Yeterki sen gitme. Beni sensiz bizi soluksuz bırakıp gitme. Allah aşkına gitme.”
Avuçlarına kan bulaşmıştı. Sedye üzerindeki sevdiği adamın bedeni ile buzlu kapıların ardında yol oldu. Daha fazla dayanamayıp yere dizleri üzerine çöktüğünde nefes alışverişleri bile yavaştı. Tamer’ler koridora girip ona doğru koştuğunda ellerine bakıp duruyordu. Onun yanında diz çöken Tamer “Sen akılını mı kaçırdın. Delirdin mi sen. Ya kaza yapsaydın ya bir şey olsaydı.” Diye bağırırken omuzlarından tutup sarsıyordu.
Ceylan adama bakıp çocuk gibi dudak büzerken ellerini gösterdi.
“Çok kanamış. Bak elime de bulaştı. Dağhan çok kanamış.”
Taner kaşlarını kavislendirip tepesinden bakarken Tamer önce kadının donuklaşan gözlerine ardından ellerine baktı. Kardeşinin kanının sürüldüğü ufak elleri tuttuğunda zor nefes alan Ceylan titremeye başladı.
“Çok kan var. Gömleği hep kan olmuş. Dağhan’ın kanını akıtmışlar. Abi, onun canını yakmışlar. Ya, ya ölürse. Dayanamam. Abi ben o giderse dayanamam.”
Her cümlesinde sesi biraz daha yükseldi. Ellerine sarıldı.
“Kurban olayım bir şeyler yap abi kurtar onu.”
Dizleri acımıştı ama kimin umurundaydı. Delirmiş gibiydi. tüm bedeni titriyordu. Tamer onu durdurmaya çalışırken bu defa hala baş ucunda dikilen Taner’e döndü. Bacağını tutarken “Sen yaparsın. Kurtar onu. Ölmesine izin verme. Allah aşkına yardım et ne olur.” Derken artık çığlıkları koridoru sarıyordu. Oturmuş ağlayan Hümeyra ve diğerleri ise acıları büyükken bile şaşırmadan edemiyorlardı Ceylan’a. Abi kardeşin onu tutmaya çalışmasını umursamadı. Yere elleri ile vururken “Dağhan! Dağhan kalk ben geldim! Duyuyor musun beni ben geldim.” Deyip bir eli karnına gittiğinde “Biz geldik. Bizi sensiz bırakamazsın!” diyerek son kez “Dağhan!” diye haykırdı. Ona sakinleştirici yapmak isteyen hemşirelerin kucağına yığılırken gözleri kapanmak üzereydi. Lakin diğerlerinin dikkatini çeken şey üzerindeki krem rengi eşofmanın kasık kısmından bacaklarına aşağıya kanların bulaşmaya başlamasıydı. Herkes şok haldeydi. Mırıldanır gibi “Bebeğim. Dağhan bebeğimiz” diyebildi. Dağhan soğuk ameliyathanede evladı annesinin rahminde sevdiği kadınsa her iki canıyla sınanıyordu. Bu sınanmanın bedelini kim ödeyecekti orası muammaydı.