Ekim ayının yirmisinde direksiyon başında Ceylan yanında Dağhan ve önünde kocaman bir arazi vardı. Tek tek tarif etti. Anlattı. Gösterdi. Usul usul arabayı götürmeye başlayan kadın ise sevinçten kahkaha atıyordu. Adam ise sadece izliyordu. Onun sevinci başardığındaki mutluluğu her şeye bedeldi. Elinin yatkın oluşu ve hemen kavraması birkaç deneme sonrası kursa yazılmasıyla sonuçlandı.
Dağhan ise bir yandan kadının mutluğu için çabalarken diğer yandan da onun canını yakan herkese tek tek cezasını veriyordu. Gece vakti genç kadının ailesinin merkezde olduğu bir anda korumalar gizlice köye çıkmış ve onlara ait olan bahçeleri sabaha kadar kurutma ilacı adı verilen ve bitkilerin yeşermesini engelleyen yanlış kullanımda fındık için çok zararlı bir maddeyi kullandırdı. İsteseler de bir sonraki yıl için mahsul alamayacaklardı. Üstelik Mehmet’i işinden ettiği gibi düzgün bir iş bulmasına da engel oluyordu.
Ekim sonuna doğru elindeki tesbihleri bitiren kadın rahatlamıştı. Dağhan’ı arayıp işin bittiğini haber verdiğinde bir adamın gelip yapılmış işleri alacağını söylemesiyle sevindi. Eline iş bittiği için yine para geçecekti. Üstelik yaptıkları öyle hoştu ki Dağhan özel olarak Arap emirliklerine yollamış iş yaptığı insanlara hediye etmiş ve devamında iş için yeni sözleşmeler hazırlatmıştı.
Ceylan, evi iyice toplamış gelen Cansu ile keyif kahvesi içerken çalan kapı içindeki heyecanı körüklemişti. İstanbul’a gitmesi gereken adamın geldiğini düşünmüştü ama postacıydı. Eline verilen celp ile kaşlarını çattı. Odaya girdiğinde açıp okudu ve başından aşağıya kaynar sular döküldüğünü hissetti. Eski kocası velayet davası açmıştı. Bir süre kendine gelemedi. Cansu eline yüzüne kolonya değdiriyor koklatıyor “Şeresiz piç bunu da yaptı he. Ah Göktuğ ah. Dayaklıksın yemin ediyorum” diyerek söyleniyordu.
“Yıkadılar. Çocuğun beynini yıkadılar. Ama hata bende. Öğretemedim ben çocuğumu anlatamadım nasıl bir mahluk olduklarını. Bir de utanmadan dava açmış. Göt herif.”
Sinirden rengi değişen kadın elleri titrerken aradı. Ulaşılamıyordu. Oğlunu aradığında uykulu bir ton “Ne var anne” dediğinde genç kadın gözlerini kapayıp açtı. Sakin olması gerekiyordu.
“Oğlum. Uyuyor muydun?”
“Sesim böyle geliyorsa mantıken uyuyorum değil mi anne saçma salak sorular sormasan mı?”
“Benimle düzgün konuş oğlum tamam mı? O baban olacak herif nerede? telefonlarımı neden açmıyor.”
Burnundan soluyan çocuk “Ne bileyim ben ya bana niye soruyorsun. Sanki çok umrundayım da. Öf anne çok sıkıldım ben bu işten ya. Haberin olsun babam dava açtı. Benim velayetimi alacak senin de yüzünü bir daha görmek istemiyorum. Nasıl olsa oralarda kendine eğlenecek bir adam bulmuşsun. Dayım anlattı. Senin gibi bir annem yok benim anladın mı arama beni bir daha.” Diye bağırdığında telefonu yüzüne kapadı. Bir şey demesine bile izin vermemişti.
Nefesi anlık kesilen kadın sol yanını tuttu. Kime kızacak kim küsecekti ki. Kanından beslediği içinde büyüttüğü çocuğu neler söylüyordu. Anlık bir uyuşma ile elindeki telefon düştü. Ayağa kalkmak istediğinde sol yanındaki acı arttıkça arttı. Başında ensesinden çok kuvvetli bir ağrı yükselirken gözleri baygın bakışlar atarak arkadaşına döndü.
Cansu ise gözlerini kocaman açmış “Ceylan, burnun” demişti ki yere yığılan arkadaşı ile “Ceylan!” diye bağırdı. Kendine getirmek istedi ama sıkıntılıydı durumu. Önce bir an durup soluk aldı ve hiç beklemeden ambulansı aradı. Onu kapattıktan sonra hemen Dağhan’ı aradı lakin ulaşılamıyordu. Uçakta olabileceği aklına geldiğinde ise küfretti. Genç kadın hastaneye kaldırıldığında bu defa Özel Sevgi hastanesinin acilinde soluğu almışlardı.
Tetkikler yapılıp yüksek olan tansiyonu için uğraşılırken kendi telefondan Göktuğ’u aradı. Birkaç çalış sonrası açıldığında ise “Ne var ya ne var niye arıyorsunuz rahat bırakın beni!” diye bağrısa da karşısındaki ona kıyamayan annesi değildi.
“Bana bak götü boklu ergen oraya gelirsem sıçarım ağzına oturur kalırsın. Göt lalesi sen kimsin de annenle böyle konuşuyorsun he. Kırarım oğlum senin kemiklerini bir ay pipetle beslenirsin. O orospu çocuğu babana uyup annene neler dedin lan sen. Senin yüzünden şu an hastanede ve canıyla uğraşıyor. Eğer ona bir şey olursa da vebali senle babanın boynuna duydun mu?”
Göktuğ yatağa oturduğunda “Ne diyorsun sen Cansu Teyze?” derken sesi tedirgin çıkmıştı.
“Cansu teyze deme bana. Bu kadının çektiklerini bilmiyormuş gibi gittin o puştun aklı ile hareket ettin. Milletin dediğine inandın. Ulan bu kadını bir kez kendin arayıp da nasılsın anne dedin mi? Ama yok demezsin niye çünkü ergen Göktuğ’umuz isyanlarda. Sokarım lan senin isyanına. O baban olacak herifi ver telefona bir daha da annem var diye aklına getirme. Ama dua et bu kadın yaşasın yoksa sen de baban da ona hayatı zindan eden ailesi de kaçacak delik arasın. Hadi bekleme çağır o iti bana.”
Gözlerinde korku beliren çocuk kalktığı gibi salona geçti. Babaannesi onu görünce göz devirirken babası “Ne var lan? Niye geldin içeri?” diye sordu.
“Cansu Teyze telefonda. Annem hastanelik olmuş seninle konuşacakmış.”
Selim, telefonu aldığında yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı. kırık dişleri ile gülümsediğinde çook çirkin oluyordu. kulağına götürdüğü telefona “Ne istiyorsun?” dediğinde genç kadın saydırmaya başladı.
“Senin gönderdiğin o celbi alır kıvırır kıvırır götüne sokarım. Şerefsiz. Ne istiyorsun lan hala bu kadından. Boşandın bitti. O çocuğun da beynine girsin hoş beyin olsa az düşünür kafasını kullanırdı ya neyse. Kan çekermiş derler senin gibi işe yaramaz biri olup çıkmış o da. Seni uyarıyorum. Bu kadından elini eteğini çekeceksin.”
“Yapma ya. Kim sağlayacak bunu? Sen mi yoksa kendini sattığı pezevenk mi?”
Cansu daha da sinirlendi.
“Sen herkesi kendinle karıştırdın herhalde. Pezevenk olan sendin unuttun mu?”
“Siktir git orospu. O arkadaşın olacak kaltak görecek. Oğlunu bir daa göremeyecek anladın mı? Biitti onun işi. Mahkemelerde sürünecek.”
Sözleri biterken telefonu kapadı. Genç kadın sinirle solurken içeri girdi. Ceylan’ın tansiyonu çok yükselmişti ve burnu kanamasa beyin kanaması geçirebilirdi. Yine de bir gün yoğun bakımda tutacaklardı. Dağhan ise iş için yine İstanbul’a gitmiş uçaktan iner inmek telefonuna çağrı mesajları gelmeye başlamıştı. Kaşlarını çatıp geri adamlarına döndüğünde Ordu’da kalan Serkan sıkıntılı bir soluk verdi.
“Neler oluyor Serkan? Peş peşe aramışsın.”
“Abi bir sıkıntı oldu burada.”
“Ne oldu? Ceylan’a mı bir şey oldun söylesene.”
Sesi gür çıkınca etrafındakiler ona baktı ama umursamadı. Acilen cevap bekliyordu.
“Abi Ceylan Hanım’ı arkadaşı Cansu Hanım hafstaneye kaldırdı. Doktorun dediğine göre tansiyonu aşırı yükselmiş ve beyin kanaması riski atlatmış. Bir gün bir gece yoğun bakımda tutacaklarmış.”
Dağhan duydukları ile kaskatı kesildi. Kaşları çatılırken bir şey demeden telefonu kapayıp hemen Cansu’yu aradı. Yoğun bakımın önünden ayrılamayan kadın arayanı görünce soluğunu bıraktı.
“Dağhan Bey.”
“Neler oldu? Ceylan niye hastanede? Benden sonra kötü bir şey mi oldu?”
“Eski kocası şerefsiz piç velayet davası açmış. Ben açılan davanın dilekçesine uyaptan ulaştım az önce. Resmen Ceylan’ı iffetsizlikle suçlamış. Çocuğa bu nedenle iyi bakamıyor diye iftira atmışlar. Eh armut da çok uzağa düşmemiş. Göktuğ da abuk sabuk konuştu. Hakaret etti annesine. Gözümün önünde solmuş rengiyle düşüp bayıldı. Çok şükür burnu kanadı yoksa Allah korusun beyin kanaması geçirirdi.”
Ne diyecekti ki genç adam. Biraz daha bilgi alıp telefonu kapadığında kıskaca girmiş gibiydi. Hiç alandan çıkmadan geri dönmek için yeniden güvenlikten geçti. Akşama kalmadan yeniden Ordu’daydı. Hastaneye giriş yaptığında istikameti yoğun bakımdı. Cansu hala bekliyordu. Yanına kocası da gelmişti. Umut ile tokalaşıp kadına baş selamı verdi.
“Son durum ne?”
“Doktor az önce çıktı. Tansiyonu dengeleyemiyorlarmış. İlaç tedavisine devam deyip gitti.”
Buzlu camın üzerine elini koyan adam “Buradayım güzelim. Merak etme. Seni bu hale getiren herkesin işini bitireceğim.” Diye de mırıldandı.
Genç kadın telefonundan dilekçeyi gösterdi. Ardından kaşlarını çatan adam avukatları aradı ve durumu anlattı. Dakikalarca avukatlarla görüştü. Sonuç olarak resmiyette evlilik görünür ve maddi açıdan durumun iyi olması göz önüne alınırsa velayet anne de kalır açılan dava da düşerdi.
Hastanenin önündeki banka oturan adam sigarasını içerken çorba olmuş zihnini tazelemeye çalışıyordu. Çünkü daha Dağhan Murat Yasari olduğunu söylememişti. Evlilik işi için nasıl durumu izah edecekti bilmiyordu. Karmaşa devam ederken doktorun verdiği bir gün bir gecelik süre doldu. Normal odaya alınan genç kadın gözlerini araladığında sevdiği adam oradaydı.
“Murat” dedi kısık sesle. Hemen baş ucunda durup üzerine eğilen adam alnını öperken “Güzelim. Buradayım merak etme.” Diyerek iç çekti. Bir süre ses çıkarmadılar ama Ceylan’ın gözleri dolarken tavana baktı. Aklı almıyordu. Tüm uzuvları uyuşmuş gibiydi.
“Ben çok kötü bir kadın mıyım? Hani bunları hak edecek kadar berbat bir anne miyim bilmiyorum ama yoruldum. Çok yoruldum hem de. İyileşmek iyi olmak istiyorum ona bile izin vermiyorlar. Oğlum iyi olsun diye her şeyi yaptım. Evet hatalarım elbet var asla hatasızım demiyorum ama o lafları da hak etmedim.”
Elini tutan adam avuç içini öperken “Hak etmedin tabiki de. Kalbin o kadar saf ve şeffafki kırmak için çabalıyorlar. Onlar senin her koşulda affedeceğini biliyorlar. Ondan böyle davranmaları.” Dediğinde ona bakan kahveler dolu doluydu.
“Ben artık affetmek istemiyorum ama.”
Gözlerinden güzülen yaş şakağından yastığa damladı.
“Biliyor musun erkek kardeşim aramış oğlumu. Benim hakkımda kötü konuşmuş. Herkes her şeyi yaparken iyi ben yoluma bakınca kötü oluyormuşum onu anladım. Üstelik ben kardeşimi evladımdan ayırmadım. Ona annelik ettim resmen ve aldığım karşılık bu oldu.”
Dağhan bir şey diyemiyordu. Ağzını açarsa hiç duyulmamış küfürler edecekti. Yapacakları ise çok daha fazlası olacaktı.
Ceylan bir gün sonra hastaneden çıktı. Dağhan onu bırakmadan evine götürdü. Şöminenin yanındaki koltuğa uzanmasını sağladığında içi gitmişti çünkü genç kadın cenin pozisyonu alıp gözlerini kapamıştı. Saçlarını seven Dağhan ise başını öptü. Yaralarını sarmaya çalışırken yenilerinin açılmasından nefret ediyordu. Evlilik konusunu da açamamıştı. Kendine daha fazla kızdı. Söyle artık şu lanet gerçeği diye süreklik telkinde bulundu ayna karşısında kendine ama olmadı. Diyemedi.