"Rüya uyan." dediğini duymamla yerimden sıçrayarak gözlerimi açtım. Yolculuk uzun olduğu için genelini uyuyarak geçirmiştim ve böyle hafif bir uykuyla pek dinlendiğim söylenemezdi. Her tümsekte, her konuşmada, karlı yollara girdiğimizde tekerleklerden çıkan her garip seslere uyanmıştım ve tekrar uykuya dalmak benim için oldukça zordu.
Beni dürten Diana'ya uyku akan gözlerimi çevirince kısaca geldiğimizi söyleyip arabadan inmişti. Zaten arabada o ve ben dışında kimse kalmamıştı.
Ellerimi uzun yeşil montumun ceplerine koyup arabadan dışarıya çıkınca, küçük bir köy gibi bir yerde olduğumuzu fark ettim. Buralarda insanlar yoktu ve tam da bizim yaşayabileceğimiz türden bir yerdi.
Soğuk hava sayesinde uykum açılırken dağlardaki karlar dikkatimi çekti istemsizce. Ekim ayındaydık, ve kar biraz erken yağmış gibi duruyordu. Belki de sene boyunca hiç erimemişti, bunu bilemiyordum.
Bir süre boş boş etrafta gezindikten sonra Alex'in, kamyondaki eşyaları indirmemesini emrettiği kulağıma ulaşmıştı. Belli ki fazla duracağımız bir yer değildi burası. Arabaya yaslanıp boş boş etrafa bakınırken Alex'in Diana ile hararetli bir konuda konuştuklarını fark ettim. Açık konuşmak gerekirse içimde beni yiyen büyük bir merak vardı ama bu beni aşardı. Yani iç işlerine karışarak herkesi kendimden daha fazla soğutmamalıydım. Kimse çok bilmiş insanları sevmezdi.
Kısa bir süre sonra Diana Alex'i onaylayıp bana doğru yürümeye başladığında Alex'in de isteksiz adımları bana yönelmişti. Tamam, benden bu kadar çabuk bıktıklarını düşünmemiştim. Eğer beni buradan postalamayı planlıyorsa, hiç değilse arabamı geri almak için savaşacaktım. Gerçi onların kanatlı çocukları bile vardı ve ona karşı pek şansım yok gibiydi ya, neyse...
"Rüya." deyip yanıma gelen Diana'nın hemen yanında durdu Alex. "Sil o aklındaki düşünceleri, kimse bir yere gitmiyor." diyerek düşüncelerime tercüman olan Diana'yla birlikte içimdeki endişe kırıntıları son buldu. Tamam burada olmak benim de pek hoşuma gittiği söylenemezdi, ama en azından belli bir kalabalık vardı ve ne kadar çok insan, o kadar güç demekti.
"Bana bir şey mi söyleyecektiniz?" dedim sorguyla. Bir an cidden Diana'nın güçlerinden benim de olmasını istedim.
"Bu geceyi burada geçireceğiz." diyen Diana'ya anlamsızca baktım. İyi de bundan bana neydi? Zaten onlar ne derse onu yapmayacak mıydım?
"Neden?" diye sordum direk olarak. Belli ki beni ilgilendiren bir konu vardı ki, benimle konuşma gereksinimi duymuşlardı.
"Seni tehlikeye atmak istemiyoruz." diyerek ilk defa söze başlayan Alex ile birlikte kaşlarımı çatarak ona döndüm.
Dur dur dur!
Ne?
"Merkezden kaçtıktan sonra ağır bir ateşli hastalık geçirdin, değil mi?" diyerek onay bekleyen gözleri mavi gözlerimi buldu, ve ekledi. "Üstelik bu hastalığı geçireli birkaç gün oluyor?"
Bir şey söylemeden başımla onayladım onları. İçimde baş gösteren tedirgin bir ifade oluşmuştu. Kesin bir bokluk vardı bu işte.
"Bize de aynısı olduğundan biliyoruz." dedi. "Bugün güçlerin açığa çıkacak, ve bu biraz can yakıcı bir süreç."
Hah! Dedim bir bokluk var diye.
○●○●
"İyisin değil mi?" diyen Diana'ya gözlerimi devirdim istemsizce. Bir saattir sürekli iyi olup olmadığımı soruyordu ve bir saatin sonunda artık bıkkınlık gelmişti bana. Turuncu bir evde benim için hazırlık yapmışlardı ve bu hazırlık ılık su, ıslak bez, ağrı kesiciler, ve bazı ilaçlardan ibaretti. Abarttıklarını düşünüyordum ama Diana bana kısa bir açıklama yaptıktan sonra ikna olmuştum.
İlk ateşli hastalığı geçirip ölmeyenler ikincisinde yüksek ihtimalle ölüyorlardı. Bazıları yüksek ateş yüzünden, bazıları da kanımızda aktifleşmeye başlayan ilacı kaldıramayıp ölüyorlarmış. Başlarda bu grup toplam 63 kişiymiş ama bu hastalık olayı yüzünden sayı 32 kişiye düşmüş. Ölenlerin arasında Alex'in kardeşi de olduğu için bu kadar sert tavırları varmış, yoksa özünde iyi birisi olduğunu, sadece çok yakın bir zamanda büyük bir kayıp verdiğini söylemişti Diana.
Havanın soğuduğunu fark edip Diana'yla birlikte eve girerken bir anda gözlerimin kararmasıyla tökezleyip dizlerimin üzerine düştüm. Gözümün önünden garip garip resimler akarken Diana durumu anlayıp koluma girerek beni oturma odasına yönlendirdi. Tüm hazırlıklar orada yapılmıştı çünkü.
Gerçi hazırlık dediğime bakmayın, kanımdaki ilaç aktifleşmeye başlayınca yükselen ateşimi düşürmek için uğraşacaklardı. Yani aktifleşen ilacı kaldıramazsam yine ölecektim, kaçış yoktu.
Yere dümdüz bakarken diğerlerinin bizi fark ettiğini hissettim. Evet görmedim hissettim, çünkü bakışlarımı yerden ayırmak veya belli bir noktaya odaklamak şu an dünyanın en zor işi gibi geliyordu. Damarlarımı hissediyordum. O kadar büyük bir basınç vardı ki, kendimi bıçaklayıp o basıncı azaltmak istedim.
Lukas'ın bize geldiğini kaşla göz arası fark edince adım atacak gücüm kalmamıştı ve birden uyuşmaya başlayan bedenimle birlikte Diana da beni tutamamış olsa gerek, yere düştüğümü hissetmiştim. Göz kapaklarım birbirine mühürlenmiş gibi açılmazken kendimi öyle yorgun hissediyordum ki, her an bilincimi kaybedebilirmiş gibi hissediyordum.
Kulaklarımdaki uğultu yüzünden kimseyi duyamazken birinin beni kucağına alıp bir yere yatırdığını ve alnıma soğuk bir bezin konulduğunu hissettim, ki hissettiğim son şey de bunlar olmuştu. Gerisi uçsuz bucaksız bir karanlıktı.