15

915 Kelimeler
Başımı cama dayayıp dışarıyı izlerken bir yandan da ön koltukta oturan Harry ve Lukas'ı çaktırmadan gözletliyordum. Harry ile tanıştığımızdan bu yana iyi anlaşıyorduk ama Lukas bir türlü bana güvenemişti. Bir ara Harry bana, onun güven problemleri olduğundan ve bana olan tavrının çok normal olduğundan bahsetmişti ancak bu güven sorununun neden kaynaklandığını kimse bilmiyordu belli ki. Yanımda Diana ve onun yanında da tanımadığım bir çocuk oturuyordu. Adının Alex olduğunu öğrendiğim çocuk başka bir arabanın -benim biricik lambirghini'imin- sürücü koltuğuna oturmuş ve arabaya birkaç kişi daha alarak yola çıkmışlardı. Nedeni ise, bana hala güvenmemeleriydi. Onları avcıların merkezine sürükleyebileceğim ihtimali yüzünden araba kullanmama izin vermemişlerdi. Bu duruma sessiz kaldım, çünkü tepki gösterseydim benim hakkımdaki şüpheleri iyiden iyiye artacaktı ve yalnız kalmak demek daha zorlu bir yaşamda hayatta kalmak demekti. Ne kadar kalabalık olursak, avcılara karşı yaşama ihtimalimiz o kadar yüksek olurdu. Tabi bu durum, benim biricik Lambirghinimi uzaktan uzaktan büyük bir özlemle izlemeyeceğim anlamına gelmezdi. Ah benim minik kuşum. Anne yakımda alacak seni o sarı kafanın elinden... Şimdi ise Norveç'e gidiyorduk ve tamamen hazırdık. 3 araba, 15 kişilik minik bir minibüs ve eşyaları taşımak için 1 tane de kamyonla yola çıkmıştık. Sağ olsun Diana beni otobüslerde süründürmek yerine yanlarında gidebileceğimi söylemişti. Ancak Lukas'ın bu durumdan fazlaca rahatsız olduğunu görebiliyordum. Kapa çeneni çocuk! Ben mi dedim size benim biricik Lambirghinime el koyun diye! Ah, her neyse... 2 yıldır bu şehirde yaşadıklarını söylemişti Diana, ve haklı olarak da belli bir düzenleri vardı. Toplam 32 kişiydiler ve hepsinin başında bu 4 kişi duruyordu. Alex, Diana, Harry ve Lukas.. Acil bir durum olursa yapılacak her şeyi onlar planlıyordu ve bence de en mantıklısı buydu. Yine de yanlış hareket edebilme ihtimalleri beni delirtecek gibi oluyordu. Diğerleri umurumda değildi! Ben sadece kendi canımın derdindeydim. Yine de hala tuhafıma giden olay, tuhaf güçlerdi. Yani bu aşı bir nevi insanları mutasyona uğratıyordu. Bazılarını bedenen, bazılarını da zihnen. Acaba benim de böyle yeteneklerim olacak mıydı, tam bir merak konusuydu. Bir çift kanat fena olmazdı doğrusu. Avcılardan kaçmak için birebir. Sabahtan beri yoldaydık ve şu an güneş batmak üzereydi. Tahminen 9-10 saattir yolda olmalıydık ki, benim ayaklarım uyuşmuş ve popom tüm hissiyatını kaybetmişti. Yine de itiraz edip sızlanabileceğim bir yer değildi burası, ve ben elimdekilerle yetinmek zorundaydım. İlerideki karlı dağları görünce içimde garip bir his belirdi. Nedensizce burası ilgimi çekiyordu ve içimdeki bir ses buranın güvenli olduğunu haykırıyordu. Bir çeşit 6.his gibiydi. Sınırlara yeni yaklaşmaya başlamıştık ve tahminen bir 10 saat kadar daha yolumuz vardı. Tüm yolculuk dışarıyı izlemeyle bitmeyeceği için uyumaya karar verdim, ki bir arabanın içinde de ne kadar uyuyabilirsem o kadar uyuyabildim. Hafif bir sarsıntıyla uyansam da bozuntuya vermemeye çalışarak uykuma geri dönmeye çalıştım. Frene basılmasıyla güzel uykumdan uyanıp gözlerimi açınca, bir benzinliğin önünde durduğumuzu fark ettim. Gözlerimi ovuşturup etrafıma bakınca Diana bana açıklama yapma gereği duyduğunu fark etti. "İhtiyaç molası." diyip diğer taraftan inince bende kapıyı açıp herkes gibi benzinliğin arka tarafına yöneldim ve kızlar tuvaletine girdim. Çoğu kız buradaydı ve tuvalet sırası bekliyorlardı. Kaşla göz arası bir kızın kıpkırmızı bir yüzle tuvalet kapısını alacaklı gibi çaldığını bile görmüştüm. Neyse ki benim öyle aşırı bir durumum yoktu. 10 dakika kadar uzun bir sürenin sonunda herkes yavaş yavaş işini tamamlayınca bende ilk boşalan tuvalete girdim ve hızlıca işimi halledip çıktım. Ben ellerimi yıkarken Diana da başka bir tuvaletten çıkıp ellerini yıkamaya başlamıştı. Çilekli sıvı sabunun güzel kokusu etrafa yayılırken Diana'ya baktım istemsizce. Ellerindeki köpükle oynuyordu gülümseyerek. Benim ona baktığımı fark edince sahte bir öksürükle kendini toparlayarak ellerini hızlıca yıkadı ve ciddi haline geri döndü. "Alışkanlık." dedi gözlerime bakarak. "Bundan kimseye bahsetmek yok." dediğinde ıslak ellerimle ağzıma hayali bir fermuar çektim. Bana gülümserken birlikte tuvaletten çıktık. "Saçlarını nasıl boyuyorsun? Gerçek gibiler " diye bir soru geldiğinde Diana'ya döndüm. "Boya değil bu." "Ciddi misin? Albino hastası gibi durmuyorsun, kaş ve kirpiklerin hala siyah." "Deneyler başladıktan birkaç yıl sonra farklı bir odaya götürüldüğümü hayal meyal. Odaya girdikten sonrası yok bende, ama o günden sonra saçlarım hep beyaz çıktı." dedim kısaca özetleyerek. Deney sırasında ne olduğunu hatırlamıyordum. Tek hatırladığım şey ise ben sedyede yatarken, doktorların ve hemşirelerin yerlerde kanlar içindeki görüntüsüydü. Tabiki de bu kısmı yeni tanıştığım birine anlatmayacaktım. "Garip." Benzinliğin market bölümünden herkes birşeyler alıp yemeye başlamıştı ve fırsat bulan çaktırmadan eline geleni ceplerine tıkıştırıyorlardı. Böylece hem herkes doyacaktı, hem de kamyondaki yemeklerde bir eksilme olmayacaktı. Mantıklı ama geçici bir çözümdü. Diana'yla birlikte reyonlar arasından gezip hızlıca birşeyleri cebimize tıkıştırırken ben küçük siyah bir sırt çantası bulup birsürü lolipopu ve birkaç tane çikolatayı içine doldurup sırtıma taktım. Lolipoplara küçüklüğümden bu yana dehşet verici bir sevgim vardı ve görünce oldukça heyecanlanmıştım. Ailem doğum günlerimde bile pastanın üzerine mum değil lolipop dikerlerdi ve bu çok daha güzeldi benim için. Yaşıma göre lolipop diktikleri için büyümeyi her zaman sevmiştim. Ne de olsa ne kadar büyük olursam o kadar çok lolipopum olurdu. Ne yazık ki en fazla 6 tane lolipopum oldu. 7 lolipopu bir arada göremeyecek kadar hızlı büyümek zorunda kalmıştım çünkü. Savaşlar, ölen çocuklar, kaos, dehşet... Böyle bir durumda insanın aklına gelmesi gereken en son şey lolipop olurdu. En son babam almıştı bana. Yanaklarımı sıkıp saçlarımı okşadığını bile hayal meyal hatırlıyordum. Yüzleri bile silik silikti şimdi. Bu yüzden nefret ediyordum kendimden. Yeterince iyi bir hafızaya sahip değildim, hiçbir konuda yeterli değildim.. Ben annesiyle babasını özleyen küçücük bir kız çocuğuydum daha. Dalgınlıkla raflarda bitmek üzere olan çikolata paketlerine bakarken, birden Diana'nın bana sarılmasıyla irkildim. "Hepimiz kötü şeyler yaşadık Ruya. Neler yaşadığını tam olarak bilmesem de, ben senin yanında olacağım." diye titrek sesiyle konuştuğunda adımı yanlış telafuz etmesine bile aldırmadan, ellerimi beline koydum ve sıkıca sarıldım ona. "Teşekkür ederim." dedim fısıldayarak. "Teşekkür ederim."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE