1.Bölüm:
"Senin İçin Geldiler"
Sabahın erken saatlerinden itibaren pastanedeydi. En arkadaki masada sakince oturmaya devam etmiş telefonunu kurcalıyordu. Ne zamana kadar burada kalacaktı? Çok dikkat çekiyordu. Geln geçen müşteriler onu göz ucuyla süzerek simitlerini alıyorlardı. Yıllardır sabahları buradan alışveriş yapmaya alışıklardı ve daha önce kimse onu görmediği için anlamaya çalışıyorlardı.
Yaşlı teyze ben simitleri doldururken yavaşça bana doğru eğildi.
"Bu da kim kızım?" demesiyle sadece sustum.
"Müşteri," diyebildim zorlukla.
Yaşlı kadın bana inanmadı. Sakince adımlarını pastanemden çıkartarak uzaklaştı. Ben ise onun gidişini gözlüyordum.Tezgahın arka tarafından çıktım. Asker üniformalı adamın yanına gittim.
"Artık gider misin? Dikkat çekiyorum!"
"Hiçbir yere gidemem. Turgay komutanım ne derse onu yapmakla görevliyim," dediğinde sinirle gözlerimi kaçırdım.
"Üzerindeki asker kıyafetleriyle dikkat çekiyorsun."
Bardağındaki son yudum çayı kafasına dikip gözlerimin içine uzun uzun baktı. Konuşmayı sevmediği her halinden belliydi.
"Evinin anahtarını ver, üzerimi değiştireyim," dediğinde sinirden gülmeye başladım.
"Seni evime sokar mıyım ben?"
"Neyimi tanımadın?"
"Nereden bileceğim seni babamın görevlendirdiğini? Belki babamın düşmanısın?" dedim büyük bir soru işaretiyle bakarak. Kaşlarım hafifçe yukarıya doğru kalkmıştı.
"Turgay Komutanı arayıp bilgi alabilirsin," dedi sıkıntıyla.
Susarak yanından ayrıldım. Pastanenin tezgah arkasına geçtim. Telefonumu elime alarak babama mesaj çektim.
"Pastanemde senin gönderdiğini söyleyen birisi var," yazdığımda mesajım gitmedi bile. Kaşlarım hafifçe çatıldı.
"Sana TSK'da sıkıntılar var dedim," dedi iç çekerek.
"Ne gibi sıkıntıdan bahsediyorsun?"
"Dün babanı öldürmek için operasyon düzenlendi," demesiyle elim ayağım buz kesti. Hızla adımlarımı yanına taşıdım. Yalan söyleyecek gibi görünmüyordu.
"Bana ulaşan rütbeli komutan senin inanmayacağını söyledi," dediğinde sakince ayağa kalktı. Kaynayan çayın yanına giderek bir bardan daha doldurdu ve sakince yerine oturdu. "Babanla kodun; tavşanmış. Bunu söylersem bana inanacağını söyledi."
Zorlukla yutkundum. Gözlerim dolulaşmaya başladı. Sanırım gerçekten babam tehlikedeydi. Karşımda duran askerin konuştuğu kişi babamın çok yakın arkadaşı olan Asım komutandı. Bu bilgileri verebileceği tek kişi oydu en azından...
"Sana ulaşan komutanın adı ne?" dedim sakince.
"ASIM Komutan."
Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Tahmin ettiğim gibiydi.
"Babam nerede?" dedim endişeyle.
"Bunları seninle paylaşamam komutanın kızı..." dedi.
"Ne olduysa oldu, ben başımın çaresine bakarım," dememle uzun uzun gözlerimin içine baktı. Göz bebeklerinin rengi elaydı. içime büyük bir ürperti geldi. Oturduğu yerden kalkarak silahını beline koydu. Ardından telefonunu da eline alarak adımlarını pastanenin dışarısına doğru ilerletti. Kısa sürede gözden kaybolup gitti.
Bu da neyin nesiydi şimdi? Seni korumam gerek diyerek gelmiş, basıp gitmiş miydi? Sinirle çay matiğin yanına giderek altını kapattım. Üzerimdeki kazağı düzeltirek, pastanenin buğulanan camından dışarıya doğru baktım. Kar şiddetli yağışını sürdürüyordu. Kalın kazak ısınmam için yeterli olmuyordu sanki...
Fırından yeni çıkan simitleri tezgaha dizerken düşüncelere dalıp gittim. Babam konusunda endişelenmiştim. Doğru mu söylüyordu? Ona güvenebilir miyim? Yabancı Asker'in biriydi. Sabahın körünce öylece pastaneme gelen birisinin sözüne güvenemezdim. Babamın bana bu hayatta öğrettiği ilk şey; kimseye hemen güvenilmemesi gerektiğiydi.
O sırada pastanenin bulunduğu sokaktan silah sesleri geldi. Başımı hızla yere doğru eğdim. Refleks olarak kendimi korumak istemiştim lakin ses biraz uzaktan geliyordu. Hızla dışarıya koştum. Kar dolu caddeye bakındım. Kimsecikler yoktu.
Telefonuma gelen bildirim sesiyle aralık olan pastane kapısından içeriye girdim. Sıcak hava yüzüme vurdu. Her yer dondurucu soğuktu. Bildirim sesi babama aitti. Hızla telefonu elime aldım, ekranı yukarıya kaydırmamla mesaj ünüme dilştü.
"Seni de gebertteceğiz. Geliyoruz bekle..."
Kalp atışlarım hızlandı. Bana yanıt veren kişi babam değildi. Telefonu ele geçirilmişti. Nefesim kesilirken zorlukla yeşil gözlerimi telefondan kaldırdım. Siyah kaşe olan kabanımı üzerime geçirdim. Gri atkımı boğazıma sardığımda uzun dalgalı saçlarımı kurtararak montumun dışına saldım. Siyah çantamı çapraz olarak taktım.
Alt caddeden bir kez daha silah seslerinin yükselmesiyle çantamın kilidini açarak silahımı çıkarttım. Telefonumu cebime koyduğum gibi kendimi pastanenin dışına attım. Kapıyı bile kilitlemeden sokakta derin nefesler alıp vererek ilerledim. Görmediğim bir çatışma vardı ama içimden bir ses beni almak için geldiklerini söylüyordu.
Şırnak'ta silah seslerinin hiç duyulmadığını söyleyemezdim lakin, bu kez farklıydı.
Gri beremi kafama geçirdim. Soğuktan burnumun ucu sızlarken silah seslerinin geldiği alt caddeye doğru temkinli adımlarla ilerliyordum. Köşeyi dönmemle önüme düşen orta yaşlarındaki iri yapılı adamla göz göze gelmemizle ikimizinde gözleri kenetlendi. Elimdeki silahı görmesiyle o da belinden silahını çıkarttı. Hızla elimdeki silahı ona doğrulttum.
"Silahını indir komutanın kızı..." dedi. Sesi derinden, boğuk geliyordu. Hücrelerimin en ücra köşelerine kadar dondum. Beni almaya gelmişlerdi. Neler oluyorsa TSK'da sıkıntılı işler dönüyordu. Birbirimizi karşılıklı vurmak üzereydik ki, adamın başını bir mermi delip geçti. Gözlerimin önünde yere yığıldı...