3. Bölüm:
"Gizli Mühimmat"
Beni peşimden sürüklercesine apartmanın dışına çıkardığında karla kaplı sokakta derin bir sessizlik hakimdi. Gökyüzü hâlâ griydi, kar taneleri rüzgârla birlikte savruluyor, görüş alanımı daraltıyordu. Sokakta yürürken bir an bile etrafı kolaçan etmeyi bırakmadı, her adımı bilinçli, her bakışı uyanıktı. İçimdeki korku öylesine büyüktü ki, ellerimi montumun cebine sıkıca bastırmaktan parmak uçlarımı hissedemez hale gelmiştim.
“Araca kadar sessiz ol,” dedi sert bir ses tonuyla. “Birileri daha varsa izimizi kaybettirmemiz gerek.”
Başımı hafifçe sallayarak onayladım ama dudaklarımı kıpırdatmaya dahi cesaret edemedim. Karları yara yara ilerlerken birkaç sokak sonra camları siyah filmle kaplı, zift kadar koyu renkte bir cipin yanına vardık. Araç oldukça büyük, köşeli hatlara sahipti ve farları bile özel korumalıydı.
Elini cebine atarak uzaktan bir tuşa bastı ve cip sessizce açıldı. Kapıyı hızla açarak beni öne oturttu, ardından kendisi direksiyon başına geçti. Motorun sesi neredeyse duyulmayacak kadar hafifti. Araç harekete geçtiğinde içimdeki tüm yük birden artmış gibiydi.
İçerisi dışarıya göre sıcaktı ama hâlâ diken üstündeydim. Orta konsolda iki tabanca, bir susturucu ve telsiz vardı. Elimi dizlerimde sabitlemiş, cama bakıyor ama kafamın içi susmuyordu.
“Emrimden çıkmayacaksın,” dedi yola odaklanarak. “Bu iş çığrından çıktı. Belli ki düşmanlarınız diş bilemiş, evine girecek kadar gözleri dönmüş,” dediğinde kaslı kollarıyla virajlı yoldan hızla sola saptı ve aksi istikamete doğru gitti. Arkasına bakarak kontrol ediyordu.
“Ne yapıyorsun?” dedim titrek sesimle.
“Takip ediliyoruz, izimizi kaybettirmeliyiz,” dediğinde tüm yüz hattı kas katı kesildi. Arabayı kullanırken kaslı kolları daha fazla kasılıyordu. Onun bu kadar kaslı olduğunu yeni fark ediyordum. Belki üniformadan fark edememiştim.
“İzimizi nasıl kaybedebilirler ki? Asker kıyafetiyle yanımda dolanıyorsun!” dediğimde ela gözlerini göz ucuyla bana dikti. Cevap vermedi, derin soluklar alıp veriyor ve rahatlamaya çalışıyordum.
Bir yandan ise aklım babamdaydı. Gerçekten iyi miydi onu bile bilmiyordum.
“Nereye gidiyoruz?” dedim.
“TSK'nın bizim için bölgede ağırlığı köy evine,” dedi.
“Ne zamana kadar orada kalacağız,” dedim.
“Emir gelene kadar, babana ulaşılana kadar...”
Sustum. Uzun bir süre boyunca sadece dışarıda yağan karın cama çarpan sesi ve motorun düşük uğultusu vardı. Gözlerimi camdan dışarı çevirdim. Ne sokağın ismi belliydi ne de nereye gittiğimiz.
Bildiğim tek şey, her şeyin aniden değiştiği ve artık geri dönüşün olmadığıydı.Yarım saatlik bir yolculuğun ardından şehrin dışına doğru ilerledik. Daha önce hiç geçmediğim bir bölgeye girdiğimizde içim yeniden ürperdi. Ormanlık bir alanda, ağaçların arasına gizlenmiş eski görünümlü bir evin önünde durduk.
Yabancı asker aracı durdurarak el frenini çekti. Araçtan indikten sonra çevreyi hızlıca süzdü. Ela gözleri bir radar gibi etrafı adeta tarıyordu. Silahını belinden çıkarıp önüme geçti ve evin arka tarafından ana girişe yöneldi. Elindeki kartı okutunca kapı sessizce açıldı.
İçeri girdiğimizde sıcak hava yüzüme vurdu. Duvarlar beton kaplama, camlar kalın korunaklıydı. Her şey dış dünyadan izole gibiydi. İçeride kamera görüntüleri izlenebilen bir ekran, telsizler, haritalar ve bir küçük mutfak alanı vardı. Burası sıradan bir ev değildi. Tam anlamıyla TSK'ya ait bir karargâhtı.
“Burada çok kalmayacağız, üzerimi değiştirip çıkalım,” demesiyle birden üstündeki üniformayı çıkartmasıyla hızla arkamı döndüm. Yanımda birden soyunmaya başlamıştı, manyak mıydı neydi?
“Haber verirsen dışarı çıkarım,” dedim yakınarak.
“Dışarı çıkamazsın Almira. Göz bebeklerimin görmediği hiçbir yerde duramazsın. Bana emanetsin.”
“En azından arkamı dönerim haber et,” dedim.
“Bunlar için vaktimiz yok. Aracı saklayıp, hemen yola çıkmalıyız. Uyarı geldi. Senin için özel pusu kuruldu, her yere adam yerleştiriliyor. En kısa zamanda bu bölgeden çıkmalıyız. Seni Şırnak'ın doğusuna götürmem gerek!” dediğinde sesi sert çıktı.
Kiminle olduğumu hala bilmiyordum, rütbesi neydi? Neden babam bu adama güvenip beni emanet etmişti hiçbir şeyi bilmiyordum. Hatta adını bile bilmiyordum.
“Neden bu kadar önemliyim?” dedim saçmalayarak. Bana altını çıkartırken öyle bir bakış attı ki, hızlı tekrar arkamı döndüm.
“TSK'ya çalışan önemli bir komuatanın kızı olduğun için olabilir mi?” dedi boğazını temizleyerek. Üzerine hızlıca siyah boğazlı kazak, altına ise siyah pantolonunu geçirdi. Simsiyah bir mantoyu dolabından çıkartmasıyla onu da giydi. Postallarını çıkarttı ve kenara attı. Siyah bir botu giyinirken bağcıklarını bağladı.
Hızla yanımdan geçip salona ilerledi. Halının altını kaldırırken kaşlarım çatıldı.
“Ne yapıyorsun?” dediğimde tahtaların arasından yer altına açılan bir kapı olduğunu görmemle ağzım hafifçe aralandı. Hızla aşağı inerken onu takip ederek yanına gittim ve sakince aşağıya indim. Burası devasa bir silah mühimmatıydı.