Burası silah mühimmatıydı. Onlarca çeşit silah vardı. El bombasını görmemle gözlerim adeta yerinden çıkacak gibi oldu. Beş altı tane silahı siyah çantaya alırken, makinalı tüfeği en son olarak koydu. Fermuarı kapattığı gibi merdivene yöneldi. Beni kolumdan yakaladığı gibi önden çıkmam için yönlendirmişti.
“Hızlı ol! Yakalayacaklar!” dediğinde sesi telaşlıydı.
Sözlerine itaat ederek yukarıya çıktım. Montumun düğmelerini sonuna kadar ilikledim. Yabancı asker önceden ilerleyerek etrafı kolaçan etti. Hızla arabayı çalıştırarak yerin altına açılan garaja soktu ve başka arabayla yukarıya çıktı.
Yeni araç önceki gibi değil, daha alçak ve daha sivil görünümlüydü. Rengi koyu antrasitti. Farları mat camla kaplıydı, dikkat çekmeyecek şekilde modifiye edilmişti. Kapıyı benim için açtı. Ürpererek araca bindim. İçeriye oturduğumda hemen yanımda çantadaki silahları görünce içimde bir ürperti daha yükseldi. O da direksiyona geçti ve kontak çevrildiği anda motor sessizce çalıştı.
Yola koyulduk. Bu kez şehirden iyice uzaklaşıyorduk. Ne bir tabela vardı ne de bir cep telefonu sinyali. Sadece ben, o ve gecenin karanlığı.
İçimde deli gibi çarpan kalbimi bastırmaya çalışırken yan gözle ona baktım. Sanki babamın kızı değil, bir hedef gibi korunuyordum. Bu yabancı artık hayatımdaki en tehlikeli güvenlik duvarıydı.
Hava karardıkça sessiz biçimde ve yavaşça arabayla yolumuza devam ettik. Yanımda adını bilmediğim komutan beni evimin olduğu noktadan çok uzaklara taşıyordu. Gitmek istemiyordum ama gitmekten başka da çarem yoktu. Gözlerini dikkatle kısmış yola bakıyorken birden daha dikkatli bakmaya başladı ve yavaşça fren yaparak arabayı durdurdu. Nereye baktığını görmek için o tarafa doğru döndüğümde hiçbir şey göremedim ama tedirgin olmuştum. Farı da kapatmasıyla etraf zehir gibi karanlık oldu.
“Ne oluyor?” dedim telaşlı biçimde.
“Kafanı aşağı indir ve oradan asla çıkarma,” dediğinde sesi oldukça sertti. Sözünü ikiletmeden başımı torpidonun altına doğru eğdim. Silah çantasından adını bilmediğim silahları eline alarak dışarı çıktığında bir anda çatışma başladı. Çığlıklarım gecenin karanlığında yok olup gidiyordu adeta. Kalbim korkudan küt küt atıyordu. Babamın nerede olduğunu bilmiyordum, ailemden bihaberdim, sadece tek yapabildiğim bu yabancı askere güvenmekti. Hayat başka da çare bırakmamıştı zaten.
Çok uzun süre çatışma devam etti. Göz ucuyla arabanın kapısını kendisine siper yapmış olan komutana baktım. Korkusuzdu, gözünü bile kırpmadan uzaklara doğru ateş ediyordu. Çok geçmeden bize sıkılan silahların sesi azaldı. Bir tanesi arabaya gelmişti ama araç korunaklıydı, kurşun geçirmez camla kaplıydı. Çocukluğumdan beri ilk defa böylesine bir çatışmanın içinde kalmıştım. Nişan almasını, bir silah sıkmasını izledim. En sonunda bize sıkılan silah sesleri bire düştüğünde dakikalar içinde o da sustu.
Yabancı asker arabaya bindiği gibi silahı gelişigüzel bir yere bıraktı ve hızla arabayı çalıştırarak gaza bastı.
“Kafanı yerden kaldırma. Ben söyleyene kadar oradan çıkmayacaksın,” dediğinde araba son sürat ilerliyordu. Başım sağa sola çarpıyordu ama umursamadan çok hızlı biçimde devam etti. Birden kurşun seslerinin tekrar gelmesiyle başımı iyice eğerek bağırdım.
“Sakın kafanı çıkartma!” dedi bir kez daha uyararak ve daha da hızlandı. Belli bir bölgeye geldiğimizde silah sesleri ve çatışmalar yeniden başladı. Bizden tarafa, arkamıza doğru sıkılan silahları duyuyordum.
“Ne oluyor?” dedim titreyen sesimle.
“Korkacak bir şey yok. Artık güvenli bölgeye geçtik, bizim bölgemizdeyiz,” dediğinde sesi oldukça rahattı. “Bir süre burada kalacağız,” demesiyle askerler çatışmaya devam etti.
“Sen rahatça arabanın içinde otur,” dedi ve silahını eline aldığı gibi tüm heybetiyle dışarı çıktı. Çok uzun bir süre çatışmalar devam etti ve sonunda kesildi. Yabancı asker benim oturduğum koltuğun kapısını açtı, ela gözlerini gözlerime dikti.
“Artık güvendesin. Kalk Almira,” dediğinde derin bir nefes alarak arabadan aşağıya indim. Deli gibi tedirgindim. Sabahtan beri bilmediğim düşmanlardan kaçıp duruyorduk. Ne olduğundan ise habersizdim. Eğer yabancı asker başımda olmasaydı belki de çoktan öldürülmüştüm.
Etrafıma bakındığımda buranın askeri bir bölge olduğunu fark ettim. Türk ordusu tarafından korunan güvenli bir alandı. Çok genişti ve etrafta küçük evler vardı. Askerler her yerdeydi. Beni kolumdan tuttuğu gibi çekiştirdi ve ileride tek katlı, bahçeli bir eve sürükleyerek soktu. Derin nefesler alıp verirken koltuğa oturdum. O ise ışığı yakarak benimle aynı odaya geldi.
“Artık sana dediklerime inanıyor musun?” dedi sert biçimde.
“Evet,” anlamında başımı salladım. O olmasaydı çoktan ölüp gitmiştim.
“Telefonunu bana ver Almira. Artık bu telefonda güvende değilsin. Burası askeri bölge, bana güvenmemen için hiçbir sebep yok,” dediğinde çantamdan telefonumu çıkartarak ona doğru uzattım.
“Babandan haber bekleyeceksin. Buradan sakın kaçayım deme, duydun mu? Benim de başımı belaya sokma. Zaten işimden, gücümden ettiler seni korumam için. Şimdi dağda olup savaşmak vardı,” demesiyle gözlerimi kıstım, sert biçimde ona baktım.
“Bunu ben istemedim! Benim suçummuş gibi davranma,” dememle ela gözlerini kaçırdı ve geniş omuzlarını yavaşça geriye doğru yasladı. Vücudu oldukça kalıplıydı, düzenli olarak spor yaptığı çok aşikârdı. Normal bir insanın cüssesinden oldukça iriydi. Birden ayağa kalktı ve adımlarını başka odaya doğru ilerletti. Sustum ve olduğum yerde oturdum. Beklemekten başka bir çarem yoktu. Dikkatimi askere verdiğimde karnından akan kanı yeni fark edebildim. Vurulmuştu. Korku içinde nefesimi tuttum.