BÖLÜM 1
Genç kız ayaklarından, bileklerine ulaşan soğuğa aldırmadan göğüs kafesi daralırken az önce kader tarafından zorla görmeye maruz bırakıldığı resmi hafızasında atmaya çalışırken durmadan koşuyordu. Bir kaç saniyelik görüntü yüreğine bir el gibi uzanmış, pençe haline gelene dek kalbine durmaksızın izler bırakmak istermiş gibi hâlâ buna devam ediyordu. Önce koşmaktan ayak tabanları yandı daha sonra ise, az önce ki gördüğü manzaradan midesi bulanarak gözleri doldu. Bitmek bilmeyen o manzaradan kaçma çabası içerisinde döngü varmış gibi kaldı, saç telleri bile rüzgârın amansız soğukluğuna kendisini bırakıyor daha önce tatmadığı bir kabusu dilinin altına bal ile çalıyordu. Soluk soluğa kalan düşünceleri gibi nefesi de aynı kaderi tekrar etti, durakladı ayakları Artvin’in köprülü kavşağında tutkal varmışçasına olduğu yerde kaldı ve düşündü. Az önce ki gördüğü manzarayı işe yaramayan parmakları ile kapatmak istedi ama şu an acıyla titreyen kalbine, o saniyeler de yapamadığı kıpırdatmaya bile hacet edemediği parmaklarını göğsüne bastırdı. Al olmuş yanakları bu utancı silmek adına, zarifce gözyaşlarını görünmez bir el yardımı ile koymayı başardı. Sara. Daha bir kaç öncesine kadar 13 yaşlarına basmış henüz çok toy bir kızdı. Ama saniyeler öncesine kadar o iğrenç manzarayı görene dek. İşte ebeveynlerin bir kaç saniye zevkleri için yapmayı göze aldıkları şeyler, çocuklarının çocuk ruhlarını zedeler, anne baba kavramını hayatlarından çıkarmak istemelerine sebep verebilirdi. Sara bir kaç bin çocuklardan bir taneleri haline bir kaç saniye de gelmişti. Günlerdir içinde durmadan, nefes almadan göğsünde ve kalbinde dolaşan şüpheleri doğru çıkmıştı. Annesi babasını aldatıyordu. Bu, bu gerçek kızın bal ile çalınan ağzına yine de mide bulandırıcı geldi. Annesini koyduğu o çok hassas sevgi camı bir kaç saniye içerisinde kırıldı yüreğinde, kırılan parçalar öyle bir battı ki annesine bir kaç saniyede yabancı oldu. Sara, henüz böyle şeyler için çok genç değil miydi? O bu kadar ağır yükleri birden omuzlarına alacak kadar büyümüş müydü? Annesini onların evinde, aile muhabbetlerinin, anılarının saklandıkları evde başka bir adamı görecek kadar ne yaptı bu kadere? Ağlama hissi, boğazını yaktı sözler içinde biriken sözler bile bu yangında öldü, zamanın durmasını istedi bir kaç saniye öncesini hatırlamamak için ona milim saniye bile yeterliydi aslın da. Şimdi sahip olduğu bu sır onunla ne yapacak, babasının gözlerine bunu bile bile nasıl bakacak düşünüyordu. Ağlama hissi aşılamaz bir kale duvarı haline gelene dek düşündü, ve bu duvarı kimsenin görmemesi için sokağın ıssız ucuna az önce ki gördüğü acı gerçeğini de alarak yürüdü. Her bir adımın da bacakları bu gerçek ile titriyor kendine bu gerçeği kabul ettiremiyor, ama içten içe bunu çok iyi biliyordu...
17 şubat 1977
İnsanın doğduğu, büyüdüğü ve öldüğü ayrı ayrı yerler vardır. Doğduğun yer ilk evindir, büyüdüğün yer ikinci evin ve ders çıkardığın yerdir son anıların ev sahipliği yer ise öldüğün yerdir. Hayatı belirli bir düzende yaşayan insanlar böyledir ama, benim gibi olan o kişiler ise durmadan gülümser ve evini umursamaz. Benim gibi kişilerin doğdukları, büyüdükleri ve öldükleri ev hep aynıdır. Ben doğdum ve öldüm asla kendi toprağım da büyüyemedim, annem buna izin vermedi ya da vermek isterdi. Seneler boyunca düşündüm acaba neden babamın yerini başka bir adama verdi, neden beni yeni çocuğu ile değişti merak ederdim. Ona bazı günler düşünürken yalan hikayeler uydurur haklı çıkarmaya çalışırdım, sırf ona olan sevgim azalmasın diye. Belki babam ona iyi bir eş, bende iyi bir çocuk olamadık. Ardında yitirip götürdüğü iki insan kaldı. Belki de o adamların teklifleri gözüne cazip, zevkli gelmişti o an belki de babamı ve beni sevmeyi denedi sevemedi. Ya da hiç denemeyi bile sevmeyi sevemedi, annem hiç kimseyi sevemedi. Onun sadece kendisi için atan nankör bir kalbi, zevkleri için yaşayan gözü kara bir kişiliği vardı. O sıradan anneler gibi değildi, özenle anne kılıfına yerleştilmeye çalışan özgür bir kişilikti. Onun sigaradan ve sigara paketlerinden başka değerli bir şeyi ve kişisi yoktu. Onun kalbi bu mayayla yoğrulmuş insanların kaderine acı saçmak için bürünmüş bir kişilikti. Annem bundan öteye hiç bir zaman geçemedi bende hâlâ onun bu kişiliğine anne demeye vazgeçemedik. Babam genellikle iş ev arası sakin bir yaşantı sürer annemle pek ilgilenmezdi annem ilgiye babam ise ilgisizliğe aşık iki zıt karakter olmuşlardı. Bense bu mutsuz evliliğin içerisine düşen günah. Ben hayata ne yaptım ya da benimle derdi neydi hiç bir zaman anlayamadım, çok ağır değil miydi? 13 yaşında anne ve babamın yatağında babamın yerine başka bir adam görmem? Bunu saklamayı çok isterdim belki o zaman boşanmazlar, belki de hâlâ aile olmayı başarabilirdik. Ama bu gerçek kalbime vicdan azabı olarak söyleyemediğim her gün düştü, sürekli olarak küçükken anne ve babamın yatağında aralarında uyurdum ama bu gördüğüm olaydan sonra bir daha asla o yatağa yatamadım. Yattığım da bile tenimin kirlendiğini annemin kirli düşüncelerinin benim düşüncelerime bile gireceğini düşünürdüm. Odamın kapısını sıkıca ardımdan babamın bağırmaları ile kapatırken, parmak uçlarımı ses çıkarmamak adına dudaklarıma bastırarak içimde ki biriken duyguları bıraktım. Artık dayanamıyordum öyle bir raddeye gelmişim ki hiç tanımadığım bir insan bile çektiğim ızdırap acısını görüyor ve bana “Nasılsın” diye bile soru soruyordu. Tanımadığım insanların bile sevgilerini hissettim ama babam ve annemin sevgisini asla. Babamın gözlerinin önünde o hiç fark etmeden büyüdüm, bir kere bile yaptığı psikolojik şiddete
“Beni affet kızım”
Diyemedi. Babam ilgisiz tarafını annem gibi bana da gösterdi, ama ben annem gibi gitmedim, asla bırakmadım içten içe seviyor ama gösteremiyor baba işte dedim. Ama nasıl öldüm biliyor musun? Nasıl canım yandı biliyor musun? Onun o soğukluğun da küçük bir kız çocuğu öldü hem de gözlerinin önünde ama babam hiç görmedi biliyor musun? Babamla çok şeyler atlattık, birbirimize en yakın olmamız gerekirken bile beni itti. Annemi hatırlattığım, ona benzediğim için senelerce yüzümü görmek istemedi. O kadar ağır bir travma bıraktı ki gerisinde babam artık hiç bir kadına güvenememe bana ise hayatı zindan etmeye karar verdi. Annemin cezasını ben çektim. Tek suçum bu mutsuz evliliğin içerisine doğmak, iki bireyin aile bağlarını çekiştirmek için zorla dünyaya getirilen bir bebektim yalnızca. Sırtımda ki ağrı yüzünden gerindiğim de kendimi sandalyenin üzerinde kıpraştırıyordum, babamın yüksek bağırmalarına ev sahipliği yapan duvarlar tenha bir sessizliğe bürünmüştü bu yüzden babamın evden çoktan gittiğini anladım. Son günlerde olan kavgalarımız gülünecek bir durumdu resmen. Psikoloğa gittiğim için kızıyor iki de bir “Sen deli değilsin” diye evin içerisinde günlerdir sert rüzgarlar estiriyordu. Anlamasını beklemedim, zaten böyle adamlar anlamayı geç denemeyi bile düşünmezler sadece toplum, mahalle baskısı bunlara sebep olmaktan korkarlar ama işlerine gelince delikanlı, namuslu adam olurlardı. Ben deli değildim, ben senin yarattığın bir hastayım demek isterdim yüzüne ama buna bile korkum vardı. Babam beni annem gittiğin de korku ile büyüttü onun gibi eşimi aldatmamayım diye
“ O evden sadece cenazen çıkabilir “
Lafını bile kurdu bana zamanında. Baba ben zaten bu evde öldüm sadece kefenim eksik bile diyemedim, diyemezdim ki böylesine aklı toplum baskısına meyilli bir adama bu sözleri söylemek duvarla konuşmak gibi bir şeydi. Oturduğum sandalye de derin bir iç çektim, zaten annemi de bu yüzden kaybetmedi mi işte? Annemin tek suçu yerine başka bir erkek koymaktı bu annemi haklıyken haksız duruma sürükledi. İşte bu yüzden annemin ardından edilen küfürler, hakaretler onu savunmama bile engel oldu. Babam anneme büyük bir cephe aldı annem ise evden ayrılmak durumunda kaldı, ayrılmak diyorum dilim ve yüreğim hâlâ “Terk etti” lafına alışamadı. Annemle son kez ne konuştum, bana terk ederken hangi kelimeleri söyledi hatırlamıyordum bile. Annem gittikten sonra eşyaları bir fare leşi gibi önemsiz çöpe atıldı, dokunduğu ne varsa, sevdiği ne varsa hepsi çöpü boyladı. Sevdiği sigara ve sigara paketleri onları bile giderken yanına aldı ama beni asla...
İlk başta mahalle dedikoduları ve baskıları her şeyin üzerine bindi. Ağzı olan konuştu babamın sinirle yoğrulmuş düşüncelerine, katkı sağlamaktan başka bir şey yapamadı.
“ Ne kadar namussuz bir kadınmış! “
Bu en hafif söylentiler arasındaydı küçük mahallemizde. Gerisini zaten siz anlıyorsunuz, Türk toplum baskısı, mahalle korkusu kocaman adamlar için ailesinden daha değerliydi. Bu baskı kim bilir kaç kızın, erkeğin, annenin canını yakmıştır. Bu baskı, kim bilir ne hayaller çalmıştır. O binlerce çalınan hayaller arasında benimki de vardı. Yazar olmak. En büyük lütfüm haline geldi ama babam buna karşı çıktı belki de biliyordu ailemizin olaylarını hiç tanımadığım insanlara, ziyafet gibi sunacağımı içimde ki taşan kelimeleri öyle bir acıyla yazacağımı biliyordu ki buna engel oldu. Düşünceler zihnimde kötü birer şeytan gibi dolanırken nefes alamıyordum, bu yüzden yatağımın üzerinde yazarlık hayallerime eşlik eden defterimi de alarak hızla odamdan çıktım. Korkak bakışlarımı babamın o sinirle yıkanmış gözlerini görmemek için gezdirerek içimden dua ediyordum, odama bağlı salon kapısından gözlerimi gezdirdiğim saniye burada olmadığını anlayarak sessizce dış kapıya yöneldim. Boğazımda dizilen korku düğümünü dış kapıdan çıkar çıkmaz yutkundum. Eğer evden dışarıya gittiğimi görürse muhtemelen deli doktoruna gidiyorsun diyerek azarlar geri eve sokmaya çabalardı. Bu yüzden mahallenin sessizliğini bozan adımlarım ile koşmaya devam ettim babamdan bir kaç saat bile kaçmak, beni öyle özgür hissettiyordu ki buna ihtiyaç duyuyordum. Adımlarım ve koşmaktan hızlanan nefes sesim ve diyaframım ile sonunda kendimi sakinleştirmeyi başardığım bankıma geldim. Herkes için normal sıradan belediye bankı olan bu oturak, benim tüm hayallerime eşlik eden özel bir alandı.
“ E ca și c*m ai scrie ultimele minute ale unei astfel de morți dureroase și nesfârșite. “
Annemden geriye Rumen dili kaldı bana yalnızca. Bende onun bu köklerine olan merakını devam ettirmek adına bu dili, hiç unutmayacağıma dair söz verdim. Babam annemden geriye kalan bu zaafımı öğrenmesin diye defterimi hep yastığımın altına sakladım, biliyorum saçmaydı ama bunu yıllar boyunca başarı ile yaptıysam belli ki çok da saçma olmuyordu. Acele acele, titreyen parmak uçlarımda ki kalem ile deftere aklımdakileri döküyorken, ardımdan gelen ağaç dalları kırma sesini daha önce duymamış ve adımın seslice söylenmesi ile irkilmiştim.
“ Sara! “
Baş parmağımı ağız damağıma koyarak başımı geriye ittiğim de bu ürkme ile oluşan saçma hareketime sıcacık gülümsedi.
“ Yine ne yazıyorsun Türkçesine çevirir misin merak ettim “
Kıkırdadım. Raif’in merakı içten içe hep hoşuma gitmiş, yazarlık hayallerim de hep bana eşlik ve destek olan tek kişi haline aylar içerisinde gelen birisiydi. Boğazımda ki düğümü sahte bir öksürük ile atmaya başladığım da bende gülümsedim.
“ Böylesine acılı ve sonu gelmeyen bir ölümün son dakikalarını yazıyorum sanki. “
Yüzünde ki tebessüm bir kaç saniyede olsa silindi onun siyah kocaman gözleri böyle sözler yazmamı sevmiyor, ama benim bunu sevdiğimi bildiği için itiraz da edemiyordu.
“ Sen melankoli kelimesi olmasa bile o kelimeye uyan birisi olurdun “
Birbirine bastırdığım dudaklarımdan küçük bir kahkaha çıktı.
“ Belki de yazdığım şeyleri severler? Gelecekte çok büyük bir yazar olursam sana bunları hatırlatacağım “
Narin parmaklarını yavaş biçimde düşünür gibi sakallarına götürerek, sakallarını kısa bir şekilde okşadı ve düşünüyormuş gibi sahte oyunculuk tavrına sadece göz devirmem ile karşılık verdim.
“ Peki ya yazdığın sözler insanlara ulaşamaz ya da ulaşır ama onlar derinliğini anlamaz ise ne olur? “
Açıkçası bu sorusunu hiç bir zaman düşünmedim ya da düşünmeye fırsatım olmadı, bu sorunun cevabını düşünmek bile kalbimi incitti.
“ Ulaşmaz ise fazla üzülmem sonuçta ben içimdekileri kağıtlara döktüm, ama ulaşır da anlamazlarsa kalpleri sığ düşünceleri yaşadıkları yıllar içerisinde kirlenmiş demektir “
Dudaklarına yeniden tebessüm düştü tıpkı sabah güneşinin perdeler arasından, odama dolması gibi yüreğime işledi gülüşü ve ben yanaklarımın kızardığını hissettim.
“ Hep böyle edebiyat sözleri edeceğine derslerine çalışsan şu an nerelerde olurdun nerelerde...”
Ellerim arasında özenle tuttuğum defterimi gözleri devirerek ve sinirle karnına geçirdiğim de, sadece kıkırdadı bazen sinirlerimi bozuyor bazen ise dünyanın en anlayışlı arkadaşı hâline gelmeyi başarabiliyordu. Oturduğum banktan sinirle ayağa fırladım ve büzüşmüş defterimi de alarak onu orada terk etmeyi umdum, ama peşimden geldiğini ayaklarının altında ezdiği çakıl taşlarından anlamam yalnızca bir kaç saniyemi aldı.
“ Bu hayatta yazar olmak dışında en çok neyi isterdin? “
Durakladım okulun teneffüs çanları mahalle sokağına dolarken aramızda ki boşluğu bir kaç adımda doldurdu.
“ Don Ritchie ile sabaha dek konuşmak “
Kaşlarını anlamayarak ve açıklama bekleyen yüz ifadesi ile çattı.
“ Neden bu adamda ne var ki? “
Sadece kırık sahte bir tebessüm ederek konuştum.
“ Eskiden Avustralyalı eski bir denizciydi şimdi ise Sidney olarak adlandırılan uçurumdan çay ikram ederek 160 kişiyi intihar düşüncelerinden kurtarmış pelerinsiz bir kahraman “
Üzerinde ki 70’li yılların modası olan gömleğinin yakalarını düzelterek, tıpkı biraz önce benim yaptığım gibi sahte bir tebessüm yerleştirdi çehresine.
“ Eğer sana bu adamla konuşmak iyi gelecekse, seni bir kaç dakika olsa bile iyi hissetyirmeye yetecekse o adam rolünü oynamayı kabul edebilirim. “
Dudaklarında dolanan sahte tebessüm siyah gözlerine baktığım an bir toz bulutu gibi, dağılarak bakışlarımda kayboldu sanki. Aramızda ki bu tuhaf çekimi ve bakışmayı ilk bitiren ben oldum ve mahallenin sonuna adımladım, ardımda kalan bedenine bağırdığım da umursamaz şekilde kafamı sallıyordum.
“ Hıhım sen Don Ritchie olmak için çok mutlusun bir kere! “
Aynı seslilikte cevap verdiğin de dediği, cümle ile kaşlarımı çatarak duraklamıştım.
“ Bu ızdırap tıpkı sizin gibi, beni aptalca bir baloda vals yapmaya zorladı. “
Raif, düşünülemez basit ama karmaşık birisiydi. Nedenini anlamazdım tanışalı sadece bir kaç ay olmuş ve hep benim dertlerimi dinlerdi, hiç melankolik sözler dökülmezdi dudaklarından. Ama şimdi bir kaç saniye önce seslice söylediği söz düşünmeme sebep verdi. Düşünürken onun çocukça gözleri ve hareketleri bu anıma eşlik etti, düğünde birbirine sataşan küçük yaramaz çocuklar gibi bir kaç saniye içerisinde dil çıkardı ve koşarak mahallenin az çok ışıtan sokak lambasının köşesinden bakışlarımdan uzaklaştı...