4. Bölüm
Günler haftalara, haftalarda aya dönüşürken bu geçen zamanda Aydan ailesinden alışık olduğu ilgiyle Alex'den de beklemeye başladı. Kaçan kovalanır misali kendini biraz naza çekmek istese de Alex, hiç oralı olmuyordu. Genç adam nişandan sonra Londra'ya döndüğünde sebebini bilmese de Aydan'ı aramak içinden gelmiyordu. Aydan ise özlemine yenik düştüğü zamanlarda -genelde cumartesi akşamları- arıyor, onun sesine bir kaç sıradan cümleyle de olsa doymaya çalışıyordu. Alex'in bu ilgisizliğini de yeni açılan fabrikayla bire bir ilgilenmesine bağlıyordu.
...
Aydan laf arasında Alex'den öğrenmişti 'kendine ait sportif ürünleri üreten küçük bir yer'e sahip olma isteğini ve onun için büyükçe bir fabrika açmaya babasını ikna etti. Hem de bu işte kendi parmağı olduğunu dillendirmemek adına tüm organizenin Marcos ve kendi babası yapıyormuş gibi gözükmesini özellikle Cihan Yavuz'dan isteyerek. Zaten Alex'de nedenini önemsememiş aklının bir köşesinde, tozlu raflarda duran bu hayalin gerçekleşmesinin kendini düşündüğünden daha mutlu etmesine şaşırsa da, fabrikanın başına zevkle geçmişti.
Cihan Yavuz milyon dolarları gözünü kırpmadan sadece iki şartla ortaya koydu. 1. Şartı -kızı Aydan'ın isteğini ile firmanın adının "A&A" olması diğerde tüm yetki Alex'e verilse de gizli ortak olarak %40 hissenin Aydan'ın üzerinde olması. -2. Şartı Aydan'dan habersiz koymuştu Cihan Bey. Çünkü kızının tek zaafının Alex olduğunu her bakışında görüyordu.
Marcos, gelecek görmediği bir işte cebinden bir dolar dahi çıkmayacağı için Cihan Bey'in istediği zevkle yerine getirdi. Onca parayı Cihan Yavuz' un ortaya dökmesine rağmen bu işte en karlı oğlu Alex'in olmasına da hiç anlam vermese de sorgulamadı.
Nihayet 'A&A' markası adında çıkartacakları tüm ürünler, titizlikle süren çalışmalar sonucu piyasaya verilmek üzere üretilmeye başladı. Ayrıca bu ürünlerin çoğu Alex'in gençlik yıllarından bu zamana hayallerini çizdiği ürünlerden oluşuyordu.
...
Aydan yinede uzunca bir süre, her yeni güne hep aynı umutla başlamaktan hiç vazgeçmedi. Alex'in kendini aramıyor oluşuna aldırış etmeden arayacağı günü umutla bekliyordu. Ama günlerce bekledi... Bekledi... Yanlışlıkla olsa dahi aramasını öyle çok istiyordu ki...
Sonunda beklemekten vazgeçtiğine o'ndan vazgeçmek yerine mesajlarla kendini hatırlatmaya başladı. Her sabah mutlaka güne beraber başlamaları için "Günaydın" der ve her akşam gün boyu neler yaşadığını anlattığı mesajlar yollardı.
Alex'se hâlâ evlenmeyi istemediği için karşısındaki tüm içtenliğini ortaya döken kıza, kısa önemsiz mesajlarla cevap veriyordu. Bir süre sonra onun kendini sürekli aramasını, ya da böyle yediğinden içtiğine, okuldaki arkadaşları hatta finallerde aldığı puanlarına kadar, her şeyi anlattığı mesajları ilgiyle bekliyor oluşunu, gece geciken mesajla anladığında neye sürüklendiğine inanmayarak kendine kızmaya başladı. Zaten İstanbul'dan döndüğünde son model Porsche'si ile gecelere sıkı bir dönüş yaptığını sanıyordu... Sanıyordu çünkü, kendinden hiç beklemesene Londra'ya inerken yeniden parmağına taktığı yüzük, sanki onun kadınlara olan düşkünlüğünü bir bıçak gibi kesip atmıştı.
Yinede küçük bir yüzüğün son zamanlarda kadınlara karşı yaşadığı ilgisizliğe neden olmasına hiç anlam veremiyordu. Sonuçta 'O' çapkınlığıyla ün salmış biriydi! Çapkınlık onun ruhunda vardı! Bu kendi için hiçbir anlam ifade etmeyen alyans, nasıl olup da tüm erkeksi hislerini körelte biliyordu ki?
Parmağındaki bu yüzük değildi aslında tüm duygularını derinden etkileyen. Sadece istediğini alamamak onda saplantı yapmıştı.
Gittiği kulüplerde kadınlarla karşılıklı içilen içkiler daha bir kaç ay öncesine kadar otel odalarında son bulurken şimdi... Şimdi tek başına geri döndüğü yatak odası oluyordu. Yine 'belki bu defa hoşuna gidecek biriyle karşılaşma' umuduyla geldiği bardan eli boş döndü. Kendi adına hüsran geçen gecede karşısındaki genç kadınla ilgilenmek yerine sürekli elindeki telefona gelecek mesajı bekledi... Sonuçta beklentisi boşa çıkmış, Aydan ona günün raporunu vermemişti.
Bunun üzerine sıkıntıyla evine geldiğinde, barda ardı ardına boşalan bardakların üzerinde yaptığı ağır rehavet ve kaç aydır girdiği sarhoşluktan ayılmak için kendini buz gibi suyun altına attı. Ardından son zamanlarda ihmal ettiği spor odasına geçerek, dakikalarca kum torbasına yumruk darbeleri indirdi. Terden sırılsıklam olan bedenini yeniden ama bu sefer sıcak suyun altında temizleyip gün ışıklarıyla birlikte Porsche'sinin kontağını çevirdiğinde, motordan sanki yarış pistine çıkacakmış gibi gelen yüksek sese aldırış etmeden gaza biraz daha yüklendi. Girdiği ikilemden kurtulmak için kaç saat ilerlemesi gerekirse gereksin sorun yoktu onun için...
Kış mevsimi İstanbul'da yerini ilk baharın kollarına atarken bir kaç gündür sürekli yağan yağmurlarda bu gün mola vermiş her yer sanki yaz mevsiminde gibi açan güneş gibi sıcacıktı. Genç kız üç gün önce dalgın düşüncelerle yağmur altında gezinmişti ama fazla kaldığını anlayamadığını gece yüksek ateşten hastaneye kaldırılınca fark etti. Neyse ki bu sabah açan güneşle kendini çok iyi hissediyordu.
Erkenden kalkıp kendini banyoya attı. Duşunu yaptı, dişlerini fırçaladı saçlarını uzun uzun tarayıp, yeniden yatak - döşek yatmamak için kuruttu. Giyinme odasında geçip, bacaklarını tamamen saran kırmızı dar bir pantolon, üzerine devrik yakasıyla ince uzun boynunu meydana çıkartan beyaz bir bluz giydi. Dağınık bıraktığı saçlarını ayna karşısında son kez tararken saçlarının ne kadar uzadığını yeni fark ediyordu. Sürekli bağlamaktan bunu gözden kaçırmıştı. Sonuçta saçının uzaması için kullandığı şampuanlar gerçekten işe yarıyordu ve bu gidişle demek ki düğüne kadar istediği uzunluğa geleceklerdi... 'Düğün' düşüncesi aklına geldiğinde, kaç gündür hasta olmanın verdiği yüzündeki solgunluğa biraz da hüzün karıştı. Yatak odasına, elindeki kışlık kalın çorapları giymek yerine çıplak ayaklarının buz gibi olmasına aldırmadan geldi. Yastığının altında duran telefonunu alarak yatağa oturdu. Ekranda bir çok bildirim vardı ama hiç biri beklediği kişiden değildi. Saate baktığında 08.10 gösteriyordu. Her zaman sevgili nişanlısına 'günaydın' mesajı attığı zamandı. Alex'de yaklaşık 20 dakika sonra 'günaydın' kelimesinden başka bir şey yazmadığı mesajıyla karşılık verirdi. Aydan onun kaç aydır bu şekilde davranmamasına aldırış etmemeye çalışıyor ve bunu da gayet güzel başardığını zannediyordu. Ama biliyordu ki içinde bir yer körelmeye başlamıştı. Ve artık yorulan kalbinin sesini değil aklının sesini dinlemeye karar vererek telefonu kapatıp, çoraplarını iyice donmuş ayağına geçirirken aklındaki 'Bundan sonra Alex'in kurallarıyla oynayacak...'olmasıydı.
Hafif bir makyajla yüzüne renk katıp ilk derse yetişmek için hızla evden ayrılırken kimseye de haber vermedi. Ev sanki onun üstüne üstüne geliyordu. Okulda Efekan, ve diğer arkadaşlarıyla birlikte vaktin nasıl geçtiğini anlamadan günün bitmesine alışmıştı artık.
Son ders bittiğinde Efekan; yaramaz, yerinde duramayan çocuk gibi Aydan'ı okul binasından çıkmadan yakaladı ve bahçeye doğru yürürken sanki yanındaki genç kız değil de hemcinsi bir arkadaşı gibi elini omzuna attı. Bununla da kalmayıp kızı kendine çekerek yanağından ıslattığı dudaklarıyla sulu bir öpücük aldı.
Aynı anda, "Efe yapma şunu!" Diye cıyakladı Aydan.
"Ne yapmışım ki ben? Sadece güzel düşesimin yorgun haline bakıp ateşini kontrol edeyim dedim. Ayrıca Sevgili düşesim sanki bugün de yatıp dinlense daha iyi olurdu? Dudaklarımı yakan teniniz, hâlâ ateşinizin yüksek olduğunun belirtisi.
"Bir şeyim yok! İyiyim ben. Hatta o kadar iyiyim ki eve gitmek yerine 'dışarıda vakit mi geçirsem?' Diye düşünüyorum."
Efe adım atmaya mecali olmayan genç kızın yeniden göğsüne bastırırken "Yanında ben olacak mıyım?"diye sorduğunda cevabı beklemeden koluna elektro şok cihazıyla dokunmuş gibi çekti. Aydan yaşadığı bu sarsıntıya düşecek gibi olmuştu.
"Off Efekan! Bazen senin beyninin anasınıfından sonra gelişmediğini düşünüyorum. Beş yaşında çocuk gibi davranıyorsun." Sözleriyle genç adama kızarken onun baktığı noktaya çevirdi gözlerini ve oda bir anda dondu kaldı.
Alex kırmızı, üstü açık arabasının arkasına dayalı vaziyette kollarını göğsünde bağlamış çatık kaşlarla okuldan sarmaş dolaş çıkan ikiliye bakıyordu. Sıktığı dişlerden çenesi seğirince hafif yana kıvırdığı dudağıyla gülümsemeye başladı. Eğer birkaç saniye daha Aydan'ın yanındaki lavuk ona bu şekilde dokunmaya devam etseydi yüzlerce kişinin önünde onun tüm dişlerini önüne dökmekten çekinmeyecekti.
Aydan karşısında ikindi güneşi başına taktığı gözlüklerinden yansıyan adamın gerçek mi? Hayal mi? Olduğunu düşünerek yanına doğru yürümeye devam etti. Ve gerçek olması imkansız hayal olamayacak kadar gerçek olan varlık, poposunu -tıpkı kendi gibi göz alıcı -yasladığı arabadan çekti ve öne doğru bir adım atarak olağanca iri bedenini gözler önüne getirdi.
Aydan yanında tutunacak bir el veya bir beden ararken elinin boşluğa gittiğini fark edemeden "Efe haklısın galiba ateşim yükselmeye başlamış. İşin yoksa beni sen eve bıraksana." Dedi ama ne onu duyan, nede tutacağı biri yanında yoktu. Ve bu hareketiyle bir anda başı döndü. Tam yere düşecekken onu saran kolun sahibiyle yüz yüze geldiğinde bu yaşadığının hayal değil, gerçek olduğunu anlamış oldu.
Aydan'ın yalpalayan bedenini son anda fark eden Efekan, üzerine saplanmış okların etkisinden çıkıp kızı tutmak için hareketlense de geç kalmıştı. Tabi yırtıcı bir hayvan gibi gözüken Alex çoktan kızı kolalarının arasına hapsederken, keskin bakışlarını Efe'ye 'dokunma' dercesine yöneltmişti.
Yinede Efe'nin içi rahat etmedi ve "Aydan iyi misin?" Derken genç kızın öne savrulan saçlarını geriye atmak için saçlarına uzanmak gibi bir hatada bulunmasıyla Alex sağ kolundaki kızı soluna çekti ve Efe'nin duyacağı sesle "sakın bir daha ona dokunayım, deme!" diyerek boşta kalan sağ eliyle genç kıza dokunmaya çalışan delikanlının parmaklarını kavrayıp, kendi için gayet hafif, karşındaki için korkunç şekilde prese aldı.
"Anladın mı?" Diye tekrar sorduğunda güçlü avucunun içinde can çekişen elin sahibi yaşadığı dayanılmaz acıya sessizce başını sallaya bildi. Alex karşısında korkudan sesi çıkmayan gencin elini son gücünü kullanarak sıksa, un-ufak olacağından emindi ama dediğini gayet iyi anlamış görünen Efekan'ın, elini biraz daha sıkıp bıraktı. Ardından Aydan'ın yere daha iyi basmasını sağlayarak iki eliyle geç kızı tutmaya devam etti.
Bu küçük karmaşayı gören Nur ve Sude koşarak arkadaşlarının yanına gelmişlerdi. Nur telaşla "of kızım ya hasta hasta ne işin var Allah'ını seversen okulda? Bugün de yatıp dinlenseydin ya koşa koşa geldin. Sanki sağlığından daha önemli..."diyerek söylenirken Alex'de iki gündür gelmeyen mesajların sebebini öğrenmiş oldu.
"Tamam Nur iyiyim ben. Sadece başım döndü. Tansiyonum düştü galiba!"
Aydan "Düşer tabi. Ağzından içeri doğru dürüst ne giriyor son aylarda. Dikkat ettim bu gün içtiğin bir şekersiz kahveyle koca günü geçirdin."diyen Sude ye "seni öldürürüm sus! Bakışı attıktan sonra yüzünü sevgili nişanlısına döndü ve şaşkınlıkla "Senin burada ne işin var?"dedi.
...