Bölüm 2
“Korkma anne… Kaçmaya niyetim yok. Ama mutsuz olmaktan korkuyorum,” dedi kısık sesle.
Annesi, bir an için yumuşayacak gibi oldu. Duygularını saklamayı pek beceremeyen bir kadındı. Yüzünde beliren suçluluk ifadesi, göz açıp kapayıncaya dek geçti. Sonra yine o sert tavrına büründü.
“Sefalet içinde yaşarken çok mu mutluyduk sanki? Daha bir ay önce kapımızı çalan alacaklıları nasıl başımızdan atacağımızı bilemiyorduk. Şimdi koskoca Karacaların ağası senin kocan olacak. Adı bile yeter! Aziz Karaca! Aç kalmamak, sokaklarda sürünmemek için bu evlilik şart! Ayrıca başımızı sokacak bir eve ihtiyacımız var, görüyorsun evimiz yıkıldı yıkılacak… Bizi hiç mi düşünmezsin kızım?”
Mehir, annesinin bakışlarından boşa konuştuğunu anlamıştı. Ne dese boş. Burası küçük bir köydü; gelenekler vardı. Evliliklerde aile büyüklerinin sözü geçerdi…
Hepsi bir duvar gibi onun özgürlük arayışının önüne set çekiyordu. Annesi odayı terk eder etmez Mehir yerinden kalktı, yatağın üstündeki gelinliği aldı ve elinin tersiyle üzerinde gezdirdi.
Kumaş ne kadar pahalı ve gösterişli olsa da ona bir mezar örtüsü gibi geliyordu. İçinde yükselen çaresizliği daha fazla bastıramadı. Yüreği kan ağlıyordu ama gözyaşı dökmemeye yemin etmişçesine dişlerini sıkarak sessizliğini korudu.
***
Dışarıda, davulların sesi yavaş yavaş yükselmişti. Mehir’in babası, ahaliyi düğüne davet etmek için çalgıcıları dolaştırıyordu. Eski bir gelenekti bu: Davulların gümbürtüsüyle âdeta “Bugün düğün var, toplanın!” diye bağırırdı. Davetiye davulun sesiydi.
Köy meydanına yakın bir yerde, saçaklı kavak ağacının altına kurulmuş bir çay ocağı vardı. Erkekler, bu kahvede toplanır, çaylarını yudumlayıp konuşurlardı.
Yaşlı bir köylü olan Hasan Dede, iki yakınıyla hararetli hararetli o kahvede konuşuyordu.
“Bu evliliğin sonu hiç iyi değil,” dedi Hasan Dede, beyaz sakalını eliyle sıvazlayarak. “Mehir’in yaşı ağadan çok küçüktür. Olacak iş mi bu?”
Yanındaki diğer adam, omuz silkerek cevap verdi.
“Ne yapsın kız? Babası, onca borcun altından nasıl kalksın? Aziz Ağa iyi başlık parası verdi diyorlar. İki tane de arazi vermiş. Millete göre talih kuşu kondu kızın başına. Mehir garibim kurtuldu işte, boş versene yaşını başını.”
Hasan Dede başını iki yana salladı. Gözleri, yılların yorgunluğuyla gölgelenmişti. Fakat artık kimse bir şey diyemezdi. Çünkü Aziz Ağa, köyün ağası olmaktan öte her yerde hatırlı tanıdıkları olan, sözü geçen bir adamdı. Onunla kötü olmak kimseye yaramazdı.
***
Mehir, annesinin zorlamasıyla gelinliği giydiğinde kendini yabancı biri gibi hissetti. Aynada yansıyan siluet sanki ona ait değildi. Kalın kırmızı kumaş, kabarık etekler, belindeki altın renkli işlemeler göreni büyüleyecek kadar göz alıcıydı. Ama Mehir’in içini yakan düşünceler, bu ihtişamın çok uzağındaydı. Annesinin, “Saçlarını da güzelce tara, önüne düşmesin,” uyarısıyla çekmeceyi açtı. İçinden iri dişli tahta tarağı çıkarıp saçlarını taramaya başladı. Uzun, siyah saçları dalga dalga sırtına dökülürken, aynadan kendine bakmaya cesaret edemiyordu.
Bir süre sonra babası kapıda göründü. Öyle sessizdi ki, sanki evin içinde hayalet gibi dolaşıyordu. Adam, bakışlarını kızının üzerinden kaçırıyor, yere bakarak konuşuyordu.
“Kızım,” dedi, sesi kısıktı. “Hazır ol, az sonra seni alacaklar.”
Mehir’in kalbi göğsüne sığmıyordu. Babasına bakmak istedi ama bakamadı. İçini en çok acıtan şey, babasının bu suskunluğuydu. O, kızına bir kere olsun ‘Kızım, mutlu musun?’ diye sorma cesareti gösterememişti. Kendi onun de biliyordu elbette. Ailede ki tek bekar kız olunca bu görev de Mehir’e kalmıştı.
Yaşlı adam, geri dönüp kapıdan çıktı. Ortalık, o gider gitmez yeniden bir sessizliğe gömüldü. Mehir sadece kurbanlık koyun gibi pencere kenarında düğün alayının gelmesini bekledi.
***
Bir saat kadar sonra köyün girişindeki dar yolda tozu dumana katan bir alay görünmeye başladı. Önde süslü atlar, arkada büyük at arabaları, etrafında ise Aziz Ağa’nın adamları yer alıyordu. At arabalarının üstü renkli kilimlerle kaplanmış, kenarlarına altın ipliklerle işlemeler yapılmıştı. Köyün çocukları, bu görkemli manzarayı merakla izliyordu. Kadınlar da kenardan gelin almayı seyrederken, birbirlerine fısıltıyla yorumlar yapıyordu:
“Vay canına, şu halılara bak!”
“Altın iplik diyorlar, doğru mu acaba?”
“Aziz Ağa’nın parası çok tabii, neler neler yaptırır…”
Alayın en önünde, siyah bir atın sırtında dimdik duran bir adam vardı: Aziz Ağa.