Bölüm 3
Uzun boyu, geniş omuzları ve sert bakışlarıyla Aziz ağa yaşını göstermiyordu. Otuz yaşlarının sonunda olduğu halde otuz yaşında gibi duruyordu. Üzerinde siyah bir ceket, içine de gömlek giymişti. Kravat takmaya gerek duymamıştı. Ona kalsa düğün de gereksiz di ama Mehir’in ailesi düğünde ısrarcı olmuştu.
Aziz Ağayı gören, istemsizce başını öne eğiyordu. Hem korku hem de hürmet duyuyorlardı.
Yine de o gün, insanların bakışlarında bir tür çekememezlik de görülüyordu. Çünkü bu kadar şaşaalı bir düğün, belki de ilk kez yaşanıyordu. Ve yaşına rağmen on sekiz- on dokuz yaşında genç bir kız aldığı için birçok bekar adam onu aslında kıskanıyordu.
Mehir, pencerenin ardından bütün bu kalabalığı izliyor ama özellikle ön sırada at süren adama, yani bu gece kocası olacak kişiye bakmak istemiyordu. Yine de kendini tutamadı. Başını kaldırınca, nihayet göz göze geldiler.
Mehir’in kalbi adeta duracak gibi oldu. Aziz Ağa’nın yüzünde soğuk, neredeyse duygusuz bir ifade vardı. Mehir, bakışlarını hızla kaçırdı, başını yana çevirdi. Pencere kenarında durduğu halde, nefesi bile kesiliverdi. Korku, boğazında bir düğüm gibi büyüyor; gelecek günlerin karanlığını şimdiden hissediyordu.
Düğün yeri, köy meydanında kurulmuştu. Dini nikâh köy meydanında herkesin huzurunda kıyılacaktı. Normalde nikahlar ortalıkta kıyılmazdı ama Aziz Ağa köyün ağası olduğu için böylesi uygun görülmüştü.
Mehir, annesinin koluna girmiş bir şekilde evden çıkarken kalabalıktan yükselen fısıltıları duyabiliyordu:
“Kız ne kadar genç görünüyor…”
“Aziz Ağa çok büyük değil mi?”
“Yazık kıza ama ailesi de böyle kurtuldu işte,” diyordu konu komşu.
Kalbi her zamankinden daha hızlı atıyor gibiydi. Ellerini kucağında sıkıca kenetledi, gözlerini yerden kaldırmamaya özen gösterdi. Bu kalabalıkta kaybolmak, görünmez olmak isterdi. Aziz Ağa ona doğru yürüdü. Mehir’in yüzündeki örtüden onu göremiyordu. Umursamadı. Tek istediği ona çocuk vermesi ve edebiyle çocuklara bakmasıydı. Tabi Aziz ağa gerçekten kısır değilse…
Mehir, koca adamın yanında ufacık kalmıştı. Korktu, çok korktu. Uzaktan bu kadar büyük görünmemişti ama yaşından daha çok kalıbı büyüktü. Geniş omuzlarına hayretle baktı. Hayatında hiç böyle heybetli bir adam görmemişti.
Masaya geçip otururken imam ise hazırlıklarını görüyordu. Normalde dini nikah düğünden önce aile arasında yapılırdı. Köy yerinde bu da yeni bir olaydı.
Mehir birazdan o adamın karısı olacağını düşündükçe sırtından ter iniyordu. Bu gece gerdek gecesi olacaktı. Korkudan yüreği çırpınıyordu.
O sırada, davulların sesi susmuş, yerini imamın dua dolu sesine bırakmıştı. Dualar bitince sıra o soruya gelmişti.
“Aziz Ağa,” dedi imam, kalabalığa dönüp. “Mehir kızı eş olarak kabul eder misin?”
Bütün gözler, orta yerde dikilen Aziz Ağa’ya çevrildi. O da vakur bir ifadeyle başını salladı ve tok bir sesle:
“Evet,” dedi.
Kalabalıkta hafif bir uğultu oldu. Çünkü herkes, Mehir’in ne diyeceğini merak ediyordu. Aslında herkes Mehir’in vazgeçemeyeceğini biliyordu ama yine de tüm gözler, Mehir’in yüzünde toplandı. İmam, sakin bir sesle aynı soruyu tekrarladı:
“Mehir kız, Aziz ağayı eşin olarak kabul eder misin?”
Mehir’in nefesi kesilir gibi oldu. Babasının elini, omzunda hissediyordu. Onu hafifçe sıkıyordu sanki, ‘Sakın bir delilik yapma’ dercesine. Mehir’in bakışları flulaşmaya başladı, yutkundu. O an ‘Hayır,’ diye bağırıp kaçmak istese de tüm cesareti boğazında düğümlendi. En sonunda, duyulmayacak kadar kısık bir sesle:
“Evet,” dedi.
Ortamda sessizlik hâkim oldu. Mehir, bu cevabıyla sanki bütün hayatının dizginlerini kendi elleriyle sonsuza dek bırakmış gibi hissediyordu. Artık geriye dönüşün mümkün olmadığını biliyordu.
İşlemler tamamlanırken imam, Mehir’e “Evlilik hakkı olarak ne istersin?” diye sorduğunda, Mehir aslında bir şey istemeyecek kadar umutsuzdu. Ama annesi tembihlemişti: ‘Babanın istediği evi, Ağanın bize verdiği arazide yaptırmasını söyle. Başka da isteğimiz yok,’ demişti.
Bu yüzden, sesi titreyerek şunları söyledi:
“Aileme yeni bir ev yaptırsın isterim.”
Bu sözler, çadırda bekleyen kalabalık arasında fısıltılara neden oldu. Genelde genç kızlar, altın isterdi. Fakat Mehir, doğrudan ailesi için bir ev talep etmişti. Mehir, ondan koparabildiğini koparmak için uğraşıyordu adeta. Belki de niyeti aile kurmak değil. Bir süre sonra çekip gitmesi de söz konusuydu.
Aziz Ağa’nın yüzü, hafif bir öfkeyle karışık hayal kırıklığına büründü. Herkesin önünde kızı reddetmek olmazdı. Bu, onun insanların gözündeki yerini ve saygısını sarsardı. Bu nedenle, dişlerini sıkarak, “Tamam, ailene yeni bir ev yaptırırım,” dedi.
Köydekilerin ağzı açık kaldı. Ama koca Ağa, ev yapmak ona zor değildir diye de düşündüler. Ama Aziz Ağa, Mehir’le artık aile kurma fikrine sıcak bakmıyordu. Bir süre onu gözlemleyip ona göre gerekeni yapacaktı. Ya Mehir’i karısı yapacaktı ya da vakti gelince boşayacaktı.
İmam dualarını tamamladı, nikâhın bittiğini duyurduğunda, davullar ve zurnalar tekrar devreye girdi. Bir yanda alkışlar yükseliyor, diğer yanda köyün genç kızları, Mehir’in yanına yaklaşıp onu tebrik ediyordu. Mehir zoraki gülümseyip mutlu gibi görünmeye uğraşıyordu. Fakat Mehir’in gözlerindeki donuk ifade, ruh hâlini fazlasıyla ele veriyordu.
Dışarıda bekleyenler arasında, Aziz Ağa’nın bekar kardeşi Yusuf da vardı. İri kahverengi gözleriyle, merakla etraftaki telaşeyi izliyordu. Yüzü, ağabeyine nazaran daha yumuşak hatlara sahip, henüz otuzlarına girmemiş genç bir adamdı.
Mehir, ilk kez onu düğün yerinde gördüğünde onun neden kendisine dikkatli baktığını anlayamadı. Utanıp başını eğdi.
Yusuf, yeni geline şöyle bir bakmış, sonra bakışlarını hemen kaçırmıştı. Aklında hemen ‘yengem o,’ düşüncesi çakmış; bu nedenle, kalabalığın arasına karışarak ortadan kaybolmuştu. ‘Abimin karısına bakacak değilim’ diye içinden geçirmişti. Ama Mehir’in gözleri çok güzeldi. Bunu inkar edemezdi.