Bölüm 4

1547 Kelimeler
Bölüm 4 Yusuf, yeni geline şöyle bir bakmış, sonra bakışlarını hemen kaçırmıştı. Aklında hemen ‘yengem o,’ düşüncesi çakmış; bu nedenle, kalabalığın arasına karışarak ortadan kaybolmuştu. ‘Abimin karısına bakacak değilim’ diye içinden geçirmişti. Ama Mehir’in gözleri çok güzeldi. Bunu inkar edemezdi. *** Düğün akşamı, hava kararmaya yakın ışıklar yakıldı. Köy meydanı, zifiri karanlıkta bile ışıl ışıl görünüyordu. İnsanlar, dizilmiş masalarda yemek yerken, bir yandan da çalgıcılara tempo tutarak halay çekiyordu. Fakat Mehir, bu düğünün bir parçası gibi hissedemedi kendini. Sanki başkasının düğünüydü. Annesi ve birkaç akrabası etrafında dolanıp duruyor, “Hadi gel oyna,” diye zorlayarak onu halay sırasına sokmaya çalışıyordu. En sonunda Aziz Ağa ile birlikte halaya kalkmak zorunda kaldı. Ağanın serçe parmağını ilk kez halayda tuttu. Korkudan tüm vücuduna ter bastı. Sadece parmağı değmişti. Gece olacakların korkusu bedenini sarmıştı. Nihayet halay sona ermiş ve elini yumruk yaparak yerine oturmuştu. Mehir, kalabalığın içinde kapkara bir yalnızlık yaşıyordu. Herkes gülerken o, acı bir sessizliğe gömülüydü. *** Gecenin ilerleyen saatlerinde, düğün artık bitme noktasına gelince Mehir, Aziz Ağa’nın konağına götürülmek üzere hazırlandı. Yola çıkma vakti geldiğinde, babası ve annesi, Mehir’e sarılmak istediler. Annesi yapmacık bir şekilde gözlerini sildi, iç çekerek “Kızım, haydi güle güle git. Bizi unutma. Kocana hürmet et, saygılı ol,” dedi. Babası ise sanki büyük bir zafer kazanmış gibi duruyordu. Gözlerinde hafif bir sevinç, gurur mu, yoksa rahatlama mı olduğu belli değildi. Mehir, ikisine de bir daha bakmak istemedi; çünkü bu evlilik kendi isteğiyle olmamıştı ve onlara kırgındı. Fakat yine de içindeki sevgi kırıntılarından dolayı başını eğdi. At arabası çamurlu yoldan ilerlerken Mehir, sessizce dışarıyı izledi. Yeni evine, yani Aziz Ağa’nın konağına götürülüyordu. Yol kenarındaki ağaçlar karanlıkta siluetler hâlinde geçip gidiyor, rüzgârın uğultusu Mehir’in içindeki boşluk hissiyle bütünleşiyordu. Karşısında oturan Aziz Ağanın akrabası olan kadınlar onu muhatap almadan fısıltıyla konuşuyordu. Mehir onları duymamış gibi başını eğmeye devam etti. Ama onların konuştuğu konuyu duydukça karnına ağrı giriyordu. “Acaba kaç çocuk doğuracak?” “Ağa bu kadar parayı gözden çıkardıysa çok çocuk ister. Malum ilk karısı döl tutmazdı. İlk karısı hastalıktan Ölmese üstüne genç kuma alacaktı demek.” Korku ve üzüntüyle yüklü kalbi daha çok acıdı. Zaten ayakta duracak halde bile değildi. Ne ağanın ölen karısı ne de çocuk için alınmış olması, bunlara kulaklarını kapatmıştı. Ne için o kadar arazi verildiğini ve onca başlık parası ödediği halde ev yapmayı da kabul ettiğini biliyordu. Buraya çocuk doğurmak için gelmişti. Ne yuva sıcaklığı ne de koca sevgisi göreceğine ihtimal vermiyordu. *** Konağa vardıklarında, büyük taş kapılardan geçerek geniş bir avluya girdiler. Yüksek duvarlar, kesme taşlardan inşa edilmiş geniş sütunlar, onları karşılayan hizmetçiler… Burası ev değil, kocaman bir konaktı. Aziz Ağa atıyla önden gelmiş avluda bekliyordu. Mehir arabadan inerken ona kısa bir bakış attı. Onunla göz göze gelmemeye dikkat etti. Aziz Ağa’nın yüzü ifadesizdi, belki biraz da öfkeliydi. Etrafı kalabalık olduğu için bakışlarını yumuşatmaya çalışsa da kızgın olduğu belliydi. Etraftaki hizmetçiler “Ağam hoş geldiniz, hanımım hoş geldiniz,” diyerek saygıyla eğiliyor, valizleri içeri taşıyordu. Çeyiz sandığını iki adam taşımıştı. Aziz Ağanın meraklı akrabaları da gelini yalnız bırakıp evlerine dönünce baş başa kaldılar. Hizmetçilerde bu gece konakta kalmayacaktı. Zifaf olacağı için böylesi uygundu. Mehir korkudan titriyordu. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilmeden orta yerde öyle dikildi. Evde kimsenin olmayışı daha da korkunçtu. Hatta o kadınlardan bile… “Konakta şimdilik sadece ikimiz yaşayacağız,” dedi Aziz Ağa, Mehir’e bakarak. “Ailem kışları köyden kasabaya gelir. Yani uzun süre burada olmayacaklar. Annem dönünceye kadar evin hanımı sensin.” Mehir’in aklında binlerce soru dönüyor ama hiçbirini sormaya cesaret edemiyordu. “Anladım.” Odaya mı gideceklerdi? Halvet olacak mıydı? Adamın yüzüne bakmaya korkarken şimdiyse onunla aynı yatağa girmesi gerektiğinin farkındaydı. Aziz Ağa, bir an Mehir’in yüzüne dikkatle baktı. Kararının arkasındaydı. Onun niyetinden emin olmadan ona güvenemezdi. Ona açık olmaya karar verdi. Bu gece onu karısı yapmamaya kararlıydı. Mehir ise başı önde, “Oda hangi tarafta?” diye sordu, sona doğru incelen bir sesle. “Odayı ne yapacaksın?” “Anlamadım…” dedi Mehir şaşkınlıkla adama bakarak. Adamın keskin bakışları, sert yüz hatları ve kasılan çenesini görmek onu daha çok korkuttu. Gözlerine bakmaya korkup başını öne eğdi. “Öyle saf saf yüzüme bakma! Asıl niyetinin benden para koparmak olduğu belli,” diyerek suçlayıcı bir tonla konuştu. “Onca başlık parası verdim, arazi verdim yine de gözünüz doymadı. Milletin içinde benden ev yaptırmamı istedin ki kabul etmek zorunda kalayım diye! Şerefimi iki paralık etmeye çalıştınız! Dini nikahı herkesin içinde kıyalım dediğinizde zaten anlamalıydım! Beni ailecek aptal yerine koydunuz! Ama bunun bedelini ödeyeceksin!” Mehir, bu sözler karşısında incinse de kızmaya hakkı yoktu. Çaresizce kendini açıklama ihtiyacı duydu. “Benim hiçbir şey talep etmeye niyetim yoktu,” dedi zor duyulan bir sesle. “Ailem bunu dememi istedi, ben de mecburen söyledim.” “Benimle param için evlendiğini inkar mı ediyorsun ha! Bu kadar mı beni aptal yerine koyabileceğini sanıyorsun? Oldu olacak benimle gönül rızanla evlendiğini söyle!” Mehir’in gözleri doldu. “Hayır, sizinle kendi rızamla evlenmek istediğimi söyleyemem. Bunu gayet iyi biliyorsunuz. Sefalet içinde yaşarken güzel bir hayatım olmasını hep istedim ama sizinle evlenmekte tercihim olmazdı Aziz Ağa!” Bu sözler, Aziz Ağa’nın gururunu daha da yaralamış gibiydi. Kaşlarını çatarak genç karısına baktı. Pekala istediği kadınla evlenebilecekken ailesi istedi diye genç bir kadından yana karar kılmıştı. Yaşı geçmiş bir kadın ona çok çocuk veremezdi. Ailesinin tek derdi çocuktu. Özellikle yıllarca konakta çocuk sesine hasret kaldıktan sonra ablaları da çokça doğurgan olan Mehir’den yana tercihlerini yapmışlardı. Belki köyden olması, gözünün açılmamış olması da Aziz Ağa için önemli bir konuydu. Ama görüyordu ki o saf köylü kızı aslında anasının gözüymüş. Dişlerini sıktı. Mehir’e dik dik baktı. Bir serçe kadar ürkek görünse de sözleri aksine çok cesurdu. “Benimle nasıl konuşman gerektiğini öğren önce! Ben senin kocanım! Seni becersem de becermesem de seni ailenden ederinden daha fazlasına satın aldım! Bunu sakın aklından çıkarma,” dedi. Ve ona haddini bildirmek için halvet odasına almak istese de onun hamile kalma ihtimalini göze alamadı. Birkaç ay sonra boşanacaktı. Yüklü halde karısını boşarsa elalemin diline düşer, itibarı iki paralık olurdu. Mehir ise bu ağır sözler karşısında hiç tanımadığı bir adama karşı nefretle dolmaya başladı. Ve o adam ne yazık ki kocasıydı. İlk günden bu kadar aşağılanmayı haketmemişti. Ona ailesinin zoruyla bunu yaptığını izah etmeye çalışsa da Aziz Ağa onu anlamaya hiç niyetli değildi. Gözlerine dolan yaşları geri itmeye çalıştı. “Bedenimi satın aldınız Aziz Ağa ama kalbime asla sahip olamayacaksınız!” Üzüntüyle bu sözler dudaklarından dökülmüştü. Belki de gururunu korumak için bunu söylemişti. Aziz ağa genç kadına üstten baktı. Sanki onun kalbini kazanmak mı istiyordu? Kendini ne sanıyordu? Sinirle Mehir’e, “Şimdilik istediğin kadar diklen. Ben seni odama isteyene kadar ayrı odada kalacaksın. Benim iznim olmadan da konaktan dışarı çıkma,” diyerek çizgiyi net bir şekilde çekti. Belki bu sözler, evliliğin ilk gecesinde olan bir kadın için çok ağırdı. Kocası tarafından reddedilmişti. Ama Mehir bir rahatlama hissetti. Zorla paylaşacağı bir yataktan, dokunmak istemediği bir adamın yakınlığından uzak kalacaktı. Buna sevinmeliydi. Her ne kadar gururu kırılmış ve aşağılanmış olsa da bir süre o adamdan uzak olacaktı. Ama ailesi bunu bilse ona çok kızardı. Ailesinin istediği bir an önce ağaya evlat verip yerini sağlamlaştırmasıydı. Ama yine de bu gece ona dokunan olmayacaktı. Bu düşünce, tarifsiz bir ferahlık verdi ona. Ama sevincini belli etmek yerine başını öne eğip, “Peki,” diye fısıldadı. “Hangi odada kalmalıyım?” Aziz Ağa önden yürüdü. Ona kendi odasından en uzak yeri layık görmüştü. Aziz Ağa en üst kattayken Mehir’e hizmetçilere yakın olan alt katlardan bir odayı gösterdi. Ağır tahta kapıyı açıp loş bir odaya girdiler. Oda Mehir için oldukça büyük ama eşyası azdı. Yerde bir halı, köşede ahşap bir dolap ve duvar dibinde geniş bir karyola duruyordu. Aziz Ağa için bu oda çok küçüktü ve ona değer vermeyeceğini ispat ediyordu. “Burası senin odan. Benim odama, hatta bulunduğum kata girip çıkamazsın.” Mehir, sadece başını salladı. Aziz Ağa gittikten sonra odada tek başına kaldı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki, öğleye kadar baba evinde otururken şimdi bambaşka bir hayata adım atmıştı. Kendini eşyalarına bile yabancı hissediyordu. Karyolaya doğru yürüdü. Ama yerleşecek hali yoktu. Aslında yorgunluktan çok, duygusal tükenmişlikle bitkin düşmüştü. Üzerindekileri bir başına çıkarıp katladı, bir kenara bıraktı ve yatağın kenarına oturdu. Duvarda bağımsızlıktan oluşan ince çizgilere takıldı bakışları. Gözlerini bu çatlaklara dikti. Kendince o çizgilere anlam yüklemeye çalıştı. Kahve falı bakar gibi o çizgilere baktı. Bir anlam veremedi. Tıpkı şu an kendi haline anlam veremediği gibi. Haksızlığa uğradığına başta üzülse de artık üzülmüyordu. Bu sayede bir odası olmuştu ve yalnızdı. Yalnız olmayı o adamla olmaya tercih ederdi. Çünkü onu sevmediği için onun çocuğunu doğurmak istemiyordu. “Belki bir süre burada kalırım ama ya sonrası? Beni ya boşayacak ya da odasına alacak. Her iki durumda da zorda kalacağım.” Aziz ağa ile evli kalmak istemese de bu yaşta dul damgası yemekte istemiyordu. Çünkü boşanırsa ailesi onu belki de çok daha yaşlı bir adamla evlendirecekti. Aziz ağa en azından yaşını göstermiyordu. Köydeki kızların hayranlık duyduğu kadar vardı. Boşanmak istemiyordu Mehir. Ama o adamla evlenmek de istememişti. Şimdi bir ateşin içine düşmüştü ve hangi tarafa kaçsa yanacaktı. İçindeki o korku bir kar topu gibi büyüdü. Başını yastığa koydu, ellerini karnında birleştirdi. Gözlerini kapatdığında aklında dönüp duran tek şey hayallerini nasıl kaybettiğiydi. Ne ağladı ne de yeniden bir hayal kurabildi. Çünkü hayal kuracak kadar umutlu değildi artık. Karanlık odada duyulan tek şey, kalp atışlarının hüzünlü sesiydi. Ve Mehir’in yeni hayatı yalnızlıkla cezalandırılarak başladı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE