Bölüm 5
Mehir, yeni hayatının ilk sabahına, uykusunu alamadan uyandı. Gözlerini aralayıp başını yastıktan kaldırdığında yabancılık hissetti.
Yatağın kenarına oturup ayaklarını yere değdirdi. Tahta zeminden hafif bir gıcırtı yükseldi.
İçini kemiren tek bir soru vardı: Bu adamla nasıl bir hayat süreceğim?
Aziz Ağanın otoritesi, soğuk bakışları, Mehir’in kalbine korku salmaya yetmişti. Evlenmeden önce onu neredeyse hiç tanımamış olması da endişesini daha çok artırıyordu. Evet, ailesinin mecbur bıraktığı bir evlilikti bu. Ama yine de kötü biri olmadığını ümit etmişti bazı geceler... Şimdi ise içindeki bütün iyi niyet sönmeye yüz tutmuştu.
Tam bu sırada kapıdan yavaş bir tıkırtı duyuldu. Ardından, orta yaşlı bir kadın başını içeri uzattı. Elinde toz bezi tutuyor, üzerine giydiği kalınca şalvar ve başındaki yazma ile annesini ona hatırlatmıştı. Kadının gözlerinde, yıllar boyunca çekilmiş çilelerin ince kırışıklıkları vardı. Kadın Mehir’le göz göze geldi. Ona acıdığını belli etmemek için bakışlarını kaçırdı.
“Hanımım, hayırlı sabahlar,” dedi alçak bir sesle. “Kusura bakmayın, rahatsız etmek istemezdim. Aziz Ağa, sizi kahvaltıya bekliyor. Sofra hazır.”
Mehir, kadının sözlerini duyunca içindeki garip ağırlığın bir kat daha arttığını hissetti. “Kahvaltı mı?” diye mırıldandı. Yani Aziz Ağayla aynı sofraya oturacaktı. Yüreği sıkıştı; dün geceki sözleri, adamın buz gibi bakışları halen aklında taptazeydi. Yine de burası onun evi değildi, kendi keyfine göre hareket edemeyeceğini biliyordu.
“Teşekkür ederim,” dedi Mehir, sesini olabildiğince sakin tutmaya çalışarak. “Ben de giyinip gelirim az sonra.”
Kadın, hafifçe başını sallayarak kapıyı çekti.
Kadın gittikten sonra Mehir, antika gibi duran aynanın karşısına geçti. Bavulun içinden sade bir elbiseyi eline aldı. Koyu mavi renkli, belden kemerli bu elbiseyi annesi yeni gelin olunca güzel giyin deyip almıştı. İç geçirerek elbiseyi giydi, ardından aynada kendine baktı. Gözlerindeki yorgunluk, şişmiş göz kapakları ve solgun yüzü, hiçbir giysinin örtemeyeceği kadar belirgindi.
***
Konağın kahvaltı salonu, geniş pencerelerinden sızan gün ışığına rağmen sanki kasvetli bir havaya sahipti. Buradaki eşyalar köy usulü basitlikten çok uzaktı. El oyması ağır ahşap bir masa, çevresinde yüksek sırtlıklı sandalyeler ve duvarlarda sarımtırak desenli boya…
Hepsi de dışarıdaki köylü yaşantısından kopuk, gösterişli bir dünyayı yansıtıyordu. Masanın üzerine dizilen tabaklar, kaseler ve çeşitli yiyecekler göze çarpacak kadar zengindi: Zeytinler, peynirler, reçeller, ballar ve buğday unundan güzel kızarmış ekmekler. Yine de bütün bu zenginlik, Mehir’e iştah açıcı gelmiyordu.
Masanın başında oturan Aziz Ağa, ince belli çay bardağını tutuyordu. Bakışlarını kapıya çevirip Mehir’in girdiğini görünce oturuşunu hafifçe dikleştirdi. Ne bir gülümseme ne de bir hoşnutluk ifadesi vardı yüzünde. Sert bir bakış attı yeni geline. Dün gece yatağında dönüp durmuş, Mehir ve ailesinin yaptıklarını bir türlü hazmedememişti.
“Gel,” dedi, elini masadaki boş sandalyeye doğru kaldırarak. Sesi alçak ama emredici bir tondaydı.
Mehir ürkek adımlarla yaklaştı, sandalyeye ilişti. Gözünü tabaktan kaldırmamaya çalışıyordu. Aralarında derin bir sessizlik hakimdi. Sanki biri çatalla tabağa dokunsa bile büyük bir gürültü kopacaktı.
Aziz, bardağındaki çayı karıştırdıktan sonra bardağı masaya bıraktı. Bakışlarıyla Mehir’i inceden inceye süzüyordu.
“Bu evde kalacaksan kurallarıma uyacaksın,” diyerek konuşmaya başladı. “Benim istemediğim hiçbir şeyi yapmayacaksın. Özellikle çalışanlarla konuşurken, sınırını bileceksin. Sen Aziz ağanın karısı olarak biliniyorsun, ona göre davran.”
Tek eliyle masasının kenarını tutarken, “Benim bu evde değerim yok, biliyorum,” dedi, düşük bir ses tonuyla. “Evliliğimiz de zaten benim arzumla gerçekleşmedi. Bunu bildiğin halde bana kötü davranmaya…”
Sözünü bitiremeden, Aziz Ağa elini havaya kaldırarak susturdu. Bakışlarında saf bir nefret hâkimdi. “Sus!” diye çıkıştı. “Para için bu evliliği kabul eden sensin! Şimdi gelip bana şikayet etme! Sızlanma! Madem ailene ev yaptırmamı istedin, ben de senden bunun karşılığında burada akıllı uslu durmanı istiyorum. Ne yapacağıma karar verene kadar da bu konakta sınırını bil!”
Bu sözlerin ardında, Mehir’in kalbinde patlayan öfke dalgası, boğazında düğümlendi. Konuşursa gözyaşlarının döküleceğinden korktu. Başını hafifçe kaldırdı, derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini Aziz’den kaçırdı. “Tamam,” diyebildi yalnızca. Sesi duyulmayacak kadar kısık çıkmıştı.
Kahvaltı boyunca başka kırıcı sözler sarf edilmedi. Aziz, birkaç lokma aldıktan sonra çayını büyük bir hışımla bitirdi ve masadan kalktı. Aziz Ağanın kalkmasıyla Mehir’in kalbine bir ürperti düştü.
“Kahvaltıdan sonra odana çekil. Fazla ortalıkta dolaşma. Bugün dışarı çıkıp ekilen topraklarla ilgileneceğim. Lafımdan çıkarsan iyi olmaz.”
Ardından, hiç beklemeden dışarı çıktı. Mehir ise masanın başında kalakaldı. Boğazından tek lokma geçmedi. Baba evindeyken zeytine hasretti. Ama iştahı kaçmıştı. Midesi, yaşadığı stresten kaskatı kesilmişti.
Masadaki sessizliğin içinde soluk alıp verirken, kapı eşiğinde bir çift göz hissetti. Başını çevirdiğinde, az önceki orta yaşlı hizmetçi kadının yanı sıra, daha genç bir hizmetçiyle beklediklerini fark etti.
Genç olan çekinerek “Hanımım, sofrayı kaldıralım mı?” diye sordu.
Mehir’in yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. Onların “hanımım” demesi ona halen tuhaf geliyordu. Oysa daha düne kadar kendi evinde itilip kakılıyordu. Tüm evin yükünü ona vermişlerdi. Tarla işlerine de yardım ederdi. Ama yine de annesi memnun olmazdı. Yaptığı yemekleri de mutlaka eleştirirdi. Az yapsa ‘kim doyacak’ derdi. Biraz çok yapsa babası ‘erzağı bol mu buldun, kim yiyecek bu kadar yemeği’ diye kızardı.
“Kaldırabilirsiniz,” dedi sessizce. “Ben de odama çıkıyorum zaten.”
Kadınlar, Mehir’in ses tonundaki hüzünle karışık nezaketi hissettiler. Hizmetçilerden birinin, “kızın hâli zor,” diye mırıldandığını duydu. Ama Mehir bunu duymamış gibi davranarak odadan çıktı. En azından burada ona karışan, hizmet gördüren kimse yoktu. Aziz Ağa kararını verene kadar bekleyecekti. Ama ya boşanmak isterse? Asıl korkusu artık buydu.
Kahvaltı sonrasında, Mehir geniş merdivenlerden tekrar yukarı çıkarak odasına dönmeyi düşündü. Ama merdivenin başında durup alt kata göz gezdirdiğinde, konağın pek çok odası ve uzun koridorları olduğunu fark etti. Belki de aklını dağıtmak için etrafı gezmek, kendini bu soğuk duvarlar içinde oyalamak iyi gelebilirdi.
Adım adım sessiz koridorları dolaştı.
Koridorun bitiminde, pencereden avluya bakan bir açıklık vardı. Oradan dışarı baktı. Avluda üç-dört adam toplanmış, bir arabadan çuval indiriyorlardı. Sağ tarafta, ahırlara giden yolda ise, Aziz Ağa’nın heybetli siyah atı dikkat çekiyordu. Hayvan, sabahın serinliğinde burnundan buğu çıkararak kişnedi. Arkadaki bahçe duvarında sarmaşıklar yükseliyor, yaz mevsiminin renklerini yansıtıyordu. Burası gerçekten de imkânları bol, maddi açıdan güçlü bir yerdi. Ama bütün bu güzellik, Mehir’e yalnızca bir tutsaklık hissi veriyordu.