Bölüm 6
Mehir, tüm günü odasında veya konağı dolaşarak geçirdi. Hizmetçilerle pek muhatap olmadı; zira onların da çekindiğini fark ediyordu. Belki Aziz Ağa bu yeni hanım hakkında konuşulmasını istemiyordu. Belki de Mehir’in yüzündeki üzgün ifade, onları yaklaştırmıyordu.
Hava kararmaya yüz tutmuşken, ahşap kapıda yine o tanıdık tıkırtı duyuldu. Bu kez, konağın genç hizmetçisi elinde bir tepsiyle içeri girdi. Üzerinde bir fincan kahve ve küçük bir tabak kurabiye duruyordu.
“Hanımım,” dedi hizmetçi, “Aziz Bey bu akşam erken dönecekmiş. Akşam yemeğinden sonra sizinle konuşmak istermiş. İşleri uzarsa geç kalabilir ama hazırlıklı olmanızı istedi.”
Mehir, tepsideki kahveye bakarken, içinin yandığını hissetti. Kahvaltıdaki halinden sonra çok umudu yoktu. Belki adam onu boşamayı düşünüyordu. “Anladım,” dedi sessizce, “Teşekkür ederim.”
Hizmetçi gittikten sonra, Mehir kahveyi eline aldı. Beyaz fincanın yüzeyinde, altın rengi desenler parıldıyordu. Kokusu iştah açıcıydı ama kahve keyfi yapacak hali de yoktu. Aziz Ağa onu ilk günlerden boşarsa Mehir’i herkes ahlaksız, kusurlu sanacaktı. Ailesine bile derdini anlatamadan onu daha yaşlı birine hatta dedesinden bile büyük birine düğünsüz derneksiz verirlerdi.
Korkuyla ürperdi. Bunu her düşündüğünde kemikleri zangırdıyordu. Ağaya belki de yalvarmalı, bir müddet evde kalmasına izin vermeliydi. En azından ailesi onu namussuz olmakla suçlamaz, belki yaşlı birine vermek yerine daha uygun bir talip çıkmasını beklerlerdi. Sonuçta paragöz olarak ağayı küstüren onlardı. Onlar yüzünden daha on dokuz yaşına girmeden dul kalacaktı.
Gün batımına doğru konağın avlusunda at kişnemeleri duyuldu. Perdelerin arasından dışarı baktığında, Aziz Ağa’nın at üstünde geldiğini gördü. Yanında birkaç adam daha vardı. Hepsi de atların sırtına erzak torbaları vurmuştu. Belli ki alışveriş de yapmışlardı. Aziz Ağa, sert bir komut verdi, adamlar da erzakları kilere yerleştirmeye koşturdu.
Onu izlerken Aziz Ağanın ne kadar güçlü bir yapıya sahip olduğunu bir kez daha fark etti. Çevresindeki herkes onu dinliyor, bir dediğini iki etmiyordu. Parayla otorite sahibi olunmuyordu. Adamın bir duruşu ve ağırlığı vardı. Ama bu denli sert ve mesafeli oluşu, Mehir’i en çok tedirgin eden şeydi.
***
Konağın büyük salonunda, akşam yemeği için yine bereketli bir sofra kurulmuştu. Mehir, lambanın loş ışığı altında, masanın bir ucunda oturuyordu. Aziz Ağa ise baş köşedeki sandalyeye yerleşmişti. Sofrada türlü yemekler, et yemeklerinden çorbaya kadar birçok çeşit mevcuttu. Bununla birlikte, Aziz Ağa mutsuz bir halde sofraya göz gezdirip yeni karısına soğuk ve sert bir bakış attı. Mehir hakkında kararını vermesi gerekiyordu. Mehir ve ailesine verdiği her şeyi alıp o kızı kapıya koyması tek lafına bakardı.
Ama belki de Mehir haklıydı. Ailesi aç gözlüydü, bu kesin. Ama ya Mehir öyle biri değilse? Ya ona haksızlık yapıp yok yere kapıya koyacak olursa? Bunun vebalini nasıl taşıyacaktı. Öfkesi dindikçe mantığı devreye giriyordu. Ama bir laf var ki; armut dibine düşer. Paragöz bir ailenin kızından ne çıkacağı az çok belliydi. Ama yine de ona bir şans tanıması her ikisi için iyi olabilirdi. Sonuçta istediği şey bir bebekti. Mehir, bundan sonra sorun çıkarmadığı takdirde zaten ona her türlü imkanı da sağlayacaktı. Emrinde hizmetçiler, sofra da her türlü yiyecekler olacak ve istediği kadar takıp takıştıracaktı. Bir kadın zaten başka ne ister ki?
Aziz Ağa ‘aşk ister’ ihtimaline burun kıvırdı. Onun dünyasında aşk diye bir şey yoktu. Saygı ve sevgi temeline oturtulmuş bir evlilik mutlu olmaya yeterdi.
Mehir, onun gözlerine bakmaya çekiniyordu. İçinde bir ses, ‘boşanmaktan onu vazgeçir, tek çaren burada kalmak’ diyordu. Ancak cesaretini toplayacak her hamlesinde, Aziz’in sert duruşu onu adeta duvara çarpıyormuş gibi geri itiyordu. Mehir tam cesaretini toplamışken Aziz Ağa ondan önce davrandı.
“Yemekten sonra, çalışma odasına gel. Konuşmamız lazım.”
Mehir başını hafifçe salladı. “Peki,” diyebildi. Yemeğe devam etti, fakat iştahı yoktu. Çorbasından birkaç kaşık aldıktan sonra tabağına dokunmayı bıraktı.
Aziz yemeği bitirip masadan kalktıktan sonra, Mehir de arkasından ağır adımlarla yürüdü. Hizmetçiler, masayı sessizce toplamaya koyuldular. Salonun bir köşesine asılı duran eski bir saat, tik tak sesleriyle gerilimi artırıyor gibiydi. Mehir, çalışma odasının yerini bilmese de, Aziz ağayı sessizce takip etti. Uzun bir holü geçip, sağa dönünce, büyük bir kapısı olan genişçe bir odaya girdiklerini fark etti.
Bu oda, konağın diğer odalarından da gösterişliydi. Duvarlarda eski haritalar, kütüphanede dizili kalın kitaplar, masanın üzerindeki el işçiliği süs eşyaları… Aziz Ağa belli ki sıradan bir Ağa değil, aynı zamanda okumuş, dünyayı da görmüş biriydi. Bu durum Mehir’i hayrete düşürdü. Çünkü Aziz Ağa dışarda daha farklı anlatılırdı. Kaba saba, zalim bir Ağa gibi anılırdı.
Aziz, masanın arkasındaki deri kaplı koltuğa oturdu ve Mehir’e de karşısındaki sandalyeyi işaret etti.
Mehir, yavaşça koltuğa yerleşti. İçi titriyordu. Bir an için, adamın ona karşı yumuşamış olabileceğini düşündü ama Aziz ağa ona sert bakıyordu.
“Bugün seninle konuşmak istedim. Eminim ki merak ediyorsun,” diyerek söze başladı Aziz. Mehir ise sadece başını salladı. Sanki kelimeler boğazında düğümdü. Diline dökülemiyordu.
“Bu evlilik, biliyorsun, bazı mecburiyetlerin sonucu. Ben, soyumu devam ettirmem gerektiği için yeniden evlendim. Sen de, ailen istedi diye bu evliliği kabul etmişsin. Sen de ailen gibi para pul peşindesin belki. Ama gerçek şu ki, artık benimle evlisin. Ve ben, bana itaat etmeyen bir kadını karım olarak görmem. Senden istediğim belli: Çocuk. Soyumu sürdürmen için seninle evlendim. Bu yüzden, bu görevi yerine getiremeyeceksen veya buna yanaşmayacaksan bilmem gerek. Anlamadığın bir şey var mı?”
Mehir, ağzı kuruyarak yutkundu. Aziz Ağa ona teklif sunmuş görünüyordu ama aslında gerçeği yüzüne tokat gibi vuruyordu. Çocuk doğurmak, dedi kendi kendine içinden. Oysa kocasından henüz tek bir sevgi sözcüğü, tek bir güler yüz görmemişti. Yaşı büyüktü ama yaşlı diyemezdi. Onunla olma düşüncesi yine de içini acıttı. Nefesi daraldı. Gözlerini kısa süreyle yere indirdi, sonra cesaretini toplayıp konuştu.
“Ben daha on sekiz yaşındayım. Evet, evlendiğim için sorumluluklarımın farkındayım. Ama bu evde bir yabancı gibi hissediyorum. Sanki istenmeyen bir misafirim. Siz bana soğuk davranıyorsunuz, ben de size yakınlık hissedemiyorum. Çocuk meselesi… Anlıyorum ki, sizin için soy çok önemli… fakat… aramızda bu kadar mesafe varken ve bana karşı kötü düşünceleriniz varken bir çocuk için bir araya mı geleceğiz? Beni sevmiyorsunuz… hatta nefret ediyorsunuz belki. Ya çocuk sahibi olunca beni kovarsanız? Ben ne yaparım Aziz Ağa? Size güvenmem gerek. Yani hazır değilim…”
Mehir kendi dediklerine inanamadı. Ağa şimdi onu kapının önüne koysa haksız mıydı? Annesine, babasına ne diyecekti? İçini bir pişmanlık sardı. Ama söz ağızdan çıkmıştı. Düşünmeden konuşmuştu ama ilk defa onu sonuna kadar dinleyen biri olduğuna içten içe de sevinmişti. Adam tepkisiz bakıyordu. Sanki bir şeyleri tartıyordu.