bc

Benim Masalım

book_age16+
501
TAKİP ET
3.5K
OKU
murder
dark
HE
mystery
detective
realistic earth
lies
secrets
crime
serial-killer
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

13 Numara. Morg çekmece numaram.

Şanssızlığım tescillenir gibi on üç numarada yatıyordum ama hiçbir zaman herhangi bir numaranın şans veya lanet getireceğine inanmamıştım, ki öldükten sonra hangi numarada yattığının veya nereye gömüldüğünün bir önemi de olmuyordu tabi. Ya da bedeninin ne halde olduğunun.

Evet, ben ölüyüm. Yanlış anlamayın hayalet olup geri dönmeyeceğim. Bu fantastik bir hikâye değil, aksine trajik bir masal.

Peki ana karakteri ölmüş bir masal dinlenir mi ?

Bu sizin seçeceğiniz bir seçim fakat size bir sır vereyim, ölülerin anlatacak çok daha fazla şeyi olur. Üstelik hiçbir masal ana karakter ölünce bitmez gerçek hayatta. Benimki burada bitmiş gibi görünse de eğer dinlemek isterseniz anlatacak çok şeyim var.

Fakat sizi uyarmalıyım, bu masal okuduğunuz kırmızı başlıklı kıza veya Hansel ve Gretel'e benzemiyor. Bu hikayede kötü kurtlardan, kahraman avcılardan, yakışıklı prenslerden ve yaşlı cadılardan daha fazlasını bulacaksınız.

Endişelenmeyin, her masal mutlu sonla bitmek zorundadır.

Benim masalım bensiz en mutlu sona sahip oldu.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Bir Varmış Bir Yokmuş...
Bir Varmış Bir Yokmuş.. Rüzgâr yüzünden kafasından uçmak üzere olan şapkasını eliyle başında tutmaya çalıştı kadın. Bir yandan gözlerini kısmış sahile bakıyor, oğlunun pantalonunu umursamadan bileklerine kadar girdiği denizin kıyısında, elinde mavi kovasıyla eğilerek renkli taşlar toplamasını izliyordu. Daha sonra tek tek taşların hepsine çok güzel olduklarını söylemesi gerekeceği için sıkıntıyla nefes verdi. Mike taşların hepsini göstermeden bırakmayacaktı annesini. Küçük Mike suda oradan oraya koşturuyor, ayaklarıyla su sıçratmaya çalışıyordu. Güneş yüzünden soluk turuncu saçları daha parlak hale gelmişti. Ara ara küçük kahkahalar atıyor ve sol yanağında ki gamzesini ortaya çıkartıyordu. İleride küçük mavi deniz kabuğunu gördüğünde heyecanla alıp kovasına attı. " Mike ! Derine girme ! " Diye bağırdı kadın endişeyle. Gözlerine nüfuz eden güneş ışığı yüzünden gözleri kısılmaktan ağrımaya başlamıştı. Eliyle güneşi siper etmeye çalışırken güneş gözlüklerini evde unuttuğu için kendi kendine söylendi. Arabadan elinde eşyalarla gelen kocasına baktı. " Güneş gözlüğümü evde unutmuşum. " Dedi sıkıntıyla, adam gözlüklerini çıkartarak karısına uzattı. " İşte, benimkini al. " " Sağol tatlım. " Diyerek gözlükleri alıp taktığında bir anda gözlerine inen siyah cam ile rahatlamıştı. Kış güneşi bugün gereğinden güçlüydü. Kızgındı sanki. Sahil kenarında oturdukları masanın üzerinde fıstıklı kurabiyelerden bir tane daha alıp ağzına attı. Bir yandan kupasındaki papatya çayını yudumluyordu. " Havanın kışın ortasında olmamıza rağmen bu kadar sıcak olması sence de garip değil mi ? " Eşi kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. " Haklısın, sanırım küresel ısınma hayal ettiğimizden de yakın. " Gülerek suda oynayan oğluna baktı. " Yine de buna üzülme işini yarına bırakacağım. Kendimizi kara kışa hazırlamışken güneşin son kez veda etmesi hoş olmadı mı sence de ? " Maria yüzünü güneşe doğru kaldırıp sıcağı her bir hücresinde hissetti. Kış güneşi gibi değildi, ısıtıyordu. Keyifle gülümsedi. " Güneşin son sürprizi oldu gerçekten. Evlere kapanmadan önce bu geziyi yaptığımız güzel oldu. Mike da sıkılıp duruyordu ." " Umarım tüm enerjisini atar ve bize huzurlu bir gece geçirtir. " Dedi gülerek. Maria sahile tekrar döndüğünde Mike'ın küçük kahkahalarını duyuyordu. Turuncu saçlarının güneş ışığında parlamasını izledi bir süre. "Eğer istersen uzanabilirsin." Dedi Fred. Arabanın arkasından getirdiği minderleri ağacın altına, gölgeye seriyordu. Maria belinin ağrısına rağmen güneşin sıcağından çıkmak istemedi. Elini şiş karnına götürüp okşadı. " Nasıl hissediyorsun ?" "İyiyim, sanırım havanın güzelliği yanlızca bizi etkilemedi. Küçük hanımefendi bugün oldukça sakin." Fred gezegen yutmuş gibi görünen eşinin karnına koydu elini. Maria hamilelikle birlikte çok daha sevimli geliyordu gözüne. Kıvırcık, sarı saçları başının tepesinde topuz halindeydi. Silik çilleri her zamanki gibi burnunun ve yanaklarının üzerine serpilmişti. Keyifle yüzünü güneşe kaldırıyor ve yanaklarının al al olmasını sağlıyordu. Fred her bakışta tekrar tekrar aşık oluyordu. "Bugün tekmelemiyor sanırım," dedi eşinin karnını sıvazlarken. "Hayır, bugün çok uslu." "Eğer belin ağrırsa söyle. Bileklerin şisene kadar kendini zorlama." Dedi endişeyle. "Evet efendim." Dedi gülerek Maria. Keyifle gülümserken Fred'in yanağına sulu bir öpücük bıraktı. "Bugün halan arayacaktı, konuştunuz mu ?" Dedi Maria. "Hayır, henüz aramadı." Fred elleriyle ceplerini yokladı. "Telefonumu arabada bırakmış olmalıyım." "Git al çabuk, aramasını kaçıracaksın." Diye azarladı Maria. Artık daha rahat gördüğü için sahile döndü tekrar. Kıvrım kıvrım bir sahil; Tahta bir iskele; İskelede tek ayak üstünde duran iki martı ve biraz ileride balık tutmaya çalışan bir babayla bir oğul vardı. Umutlanarak açılmış ağızlarıyla martılar heyecanla çıkacak balıkları bekliyordu. Esen rüzgarlar tuzla karışık yosun kokusu tüm sahili kendine esir ediyordu. Maria'nın dingin gözleri tekrar denize kaydığında eksik bir şeyin olduğunu anında anlamıştı. Mike'ın küçük kahkahaları bir süredir yoktu. Kalbi endişeyle çarptı. Gözleri altı yaşındaki Mike'ı bulduğunda neredeyse bacaklarının yarısına kadar geliyordu gittikçe hırçınlaşan dalgalar. Rüzgar çok soğuk esmese de güçlüydü. Mike olması gerektiğinden daha derine ilerlemişti. Maria endişeyle yerinden kalktı ve oğlunun yanına doğru yürümeye başladı. Parmak arası terlikleri kumun içinde sürekli batıp çıkarken adımlarını seri ama hızlı atıyordu. Gözlerini bir an bile Mike'ın üzerinden çekmemişti. Bugünlük bu kadar kalp krizi yeterdi, neredeyse yarım saattir güneşin altında taş topluyordu Mike. Oğluna doğru giderken arabaya fazladan pantolon koyup koymadığını hatırlamaya çalıştı. "Mike ! Yeter bu kadar, çık sudan !" Diye bağırdı Maria. Mike suyun içinde öylece dikelmiş bir noktaya bakıyordu. Annesinin hiçbir çağrısına tepki vermemişti. Hasta olacak diye endişelendi. Maria oğlunda sudan çıkmak için herhangi bir hareket göremeyince tekrar bağırdı. "Mike !" Sesi daha otoriter ve sertti. Oğlunun yanına gelmiş dalgaların gelebildiği son noktanın birkaç metre ilerisinde arkası dönük olan oğluna baktı. "Yeter dedim Mike, çık artık sudan." Mike annesine döndüğü anda kadın Mike'ın önünde su yüzeyinde küçük dalgalarla süzülen bembeyaz şeyi gördü. Ayaklarının ıslanacağını umursamadan suya girdi ve oğlunun kolundan tutup daha yakından baktı. "Tanrım !" diye bağırdı Maria dehşetle. Oğlunu hemen kucağına alıp koşar adım sudan çıktı. Bir yandan tekrar tekrar dönüp bakıyor doğru gördüğünden emin olmaya çalışıyordu. Korku ve dehşet karnına sancılar saplanmasına neden olmaya başlamıştı. "Tanrım ! Fred ! Hemen buraya gel !" Kadın kucağında oğluyla oturdukları masaya doğru koşar adım giderken dehşet içindeydi. Kucağındaki oğlunu sıkıca göğsüne bastırdı. "Maria ? Sorun ne ?" Dedi Fred endişeyle. Otopark tarafından çıkmış telaşla ona doğru gelen eşine ve çocuğuna baktı. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Tanrım ! Tanrım ! Suda bir ceset var !" Dedi kadın korkuyla. Bir yandan oğlunu sıkıca tutmuş panikle kocasına bakıyordu. "Ne ?" "Suda bir kız var !" Dediğinde Fred ancak kavrayabilmişti olanları. Elindeki telefonu hızlıca bıraktı. "Siz burada bekleyin." Dedikten sonra az önce karısıyla oğlunun geldiği yöne doğru hızla gitmeye başladı. Kalbi heyecan ve korkuyla atıyordu. Arkasında karısı, oğlunu hemen arabaya bindirmiş, ardından telefonunu almış ve ambulansı aramıştı. Adam suya yaklaştıkça beyaz elbisenin suda süzülüşünü gördü ilk önce. Ardından kayaların arkasında kalmış açık kahve saçlar göründü suyun yüzeyinde. Adam korkuyla donakaldı. Hızlıca suya girdi ve kızı tutmak için uzandı. İçinden hala yaşıyor olmasını umdu, bembeyaz olmuş incecik kolu tutarken. Buz gibi olan ten adamı daha da korkuttu. Kızı yavaşça sudan çıkartırken yüzünü görmeye çalışıyor ancak yüzünü kapatmış saçlarından göremiyordu. Kızı en sonunda sahile çıkartmayı başardığında saçlarını çekti yüzünden. Nefes nefese kalmış bir şekilde baktı morarmış ve şişmiş olan vücuda. Burnuna yoğun tuzla karışık çürüme kokusu gelirken kızın başında öylece durmuş dehşet içinde bakıyordu. "Tanrım ! Tanrım ! Fred ! Ambulans geliyor ! Kız yaşıyor mu ?!" Diye bağırdı kadın bir umut. Adam koşar adım kendisine doğru gelen karısının daha fazla yaklaşmasını istemediği için dizlerinin üzerine çöktüğü kumdan ayağa kalktı. Hemen üzerindeki ince gömleği çıkartarak yatan kızın üzerini örttü. Kadın anladı o an. Gözleri yaşlarla dolmuş bir şekilde döndü kocasına. Elleriyle ağzını kapatmış gözlerinden akan yaşları durduramadan gömleğin bedeni örtemediği her noktaya baktı dehşetle. Tanımadığı bu kız için deli gibi ağlarken kocası sımsıkı sardı karısını. Kederle baktı bembeyaz teni ve elbisesiyle yatan bu kıza. Acıyla düşündü ailesini ve tanıdıklarını. Ne olmuştu bu kıza ? Telefonda oynadığı Candy Crush'ta hamle sayısını daha oyununu bitiremeden tükettiğinde bir küfür daha savurdu Jack. Kırış kırış bir yüz; Altmış yılın çizgileri; Askerlikten kalma bir kurşun yarası izi; Çukura kaçmış çakır gözler; Dünyanın kahrına dayanmaya çalışan, gelecekten umudu kalmamış bir adamdı. Tek derdi kızının kolej parasını denk getirebilmek iken geçmişinin de ona verdiği alışkanlıkları sayesinde altmış yaşına basmış olsa da bir haber kanalında üç kiloluk omuz tipi kamerayı saatlerce taşıyabiliyordu. Yaslandığı eski koltukta sırtını gerdi. Her ne kadar üç kiloyu saatlerce taşıyabiliyor olsa da hala daha altmış yaşındaydı. Elindeki telefonu sinirle masaya bıraktı ve yeni nesil oyunlarına lanet yağdırarak çalıştığı haber kanalının onlara verilen küçük ofisinde mutfağa doğru adımladı. Dolapların birinden hazır kahve paketini çıkartırken su ısıtıcısındaki suyu soğumuş olmasına rağmen kupasına doldurdu. Yıllardır temizlenmeyen ve dışarının tozunu üzerine katman olmuş camdan baktı. Güneş yavaş yavaş kendini bulutların ardına saklamaya başlıyor ve yerini sert rüzgara bırakıyordu. Fırtına yaklaşıyor diye düşündü. Gece oldukça çetin geçecekti. "Henry !" Irene ofis kapısını çarparak içeriye girdiğinde Hanry içtiği kahvenin bir kısmını üzerine dökmüştü. İçeriye giren kadına döndü bakışları. Irene altında kumaştan pantolunu ve üzerinde pantolununun içine sıkıştırdığı incecik gömleğiyle heyecanla kapıda dikiliyordu. Uzun bukleli siyah saçları koşmaktan dağılmıştı ve ela renk gözlerindeki parıltı Henry'e hiç yabancı değildi. Bir olay vardı. "Noldu ?" Dedi sesindeki homurdanmayı saklamaya gerek duymadan. Irene heyecanla elindeki telsizi kaldırdı. Haberciliğin en önemli kaynağı polis telsizleriydi. Irene yan ofiste tüm gün polis telsizi dinliyor ve kayda değer bir haber yakalamaya çalışıyordu. En büyük hayallerinden biri bu fare deliğinden kurtulmaktı ve gözlerindeki ışık bu hedefi için doğru haberi bulmuş gibi parlıyordu. "Bir ihbar geldi ! Rehoboht sahilinde ceset bulunmuş !" Dedi mutlulukla. Henry duyduğu şeye kaşlarını çatmıştı. Ölenlerin olduğu haberler nadir olurdu. Güneşin sıcağına aldanıp denize giren bir aptal vardı anlaşılan. Yine de Irene'in tavrına başını salladı. "Biliyor musun şu tepkilerini dizginleyemezsen eğer bir gün fena halde dayak yiyeceğiz." "Asker olduğunu sanıyordum," Ellerini beline koyup Henry'e döndü. "Sana gecenin kabusu diyorlardı hani ?" Dedi alayla. "Evet, yirmi yıl önce." Şimdiyse kabus olan tek şey gece uykularını çekilmez kılan eklem ağrılarıydı."Etik kelimesinin anlamını araştırmanı öneririm." "Henry, anlamıyorsun. Bu kişisel bir şey değil, sadece mesleğimizin acımasız bir parçası. Ne yazık ki olan hırsızlıklar, cinayetler, ölümler bizim para kaynağımız." Dedi sahte bir hüzünle. " Onun ölümü benim terfi belgem ve artan maaşım olacak. Ayrıca sende bu sıçan deliğinden bıkmadın mı ?" Dedi etrafına iğrenerek bakarken. "İçten içe seninde mutlu olduğunu biliyorum, masum ayaklarına yatmayı bırak." Henry göz devirip elindeki kupadan hızlıca büyük bir yudum aldı ve üzeri eski lekelerle dolu masanın üzerine bıraktı. Kalın ama deliklerle dolu ceketini astığı sandalye arkasından alıp üzerine geçirirken Irene de aynı şekilde kabanını giyiyordu. Henry masanın üzerindeki omuz kamerasını kılıfına yerleştirip hızlıca sırtına taktı. İkisi minibüse doğru koştururken hızlıca yerlerini almışlardı. Henry eski motorun aslan gibi kükremesinini duyduğunda vitesi bire alarak Rehoboht sahiline doğru yola koyuldu. Irene yan koltukta oturmuş, kucağında makyaj çantasını açmıştı. Makyaj aynasının karşısında gözlerine rimel sürerken Henry'nin kırmızı ışık yüzünden ani frenle durduğunda boyayı taşırmıştı. Sinirle Henry'e baktı. "Düzgün kullanamaz mısın ? Makyajımı mahvediyorsun." Henry göz ucuyla yirmi yaşlarının başındaki kıza baktı. Neredeyse torunu yaşındaydı. Irene aceleyle adını bile bilmediği onca malzemeyi yüzüne sürüyordu. "Neden o şeyleri yüzüne sürüp duruyorsun ki ?" "Terfi alacağım haberde güzel görünmek istiyorum tabiki." Dedi kendini beğenmişlikle. "Şimdi bas şu gaza yoksa kızın bedenini kaçıracağız. Görüntüde sadece sahil olursa bir işe yaramaz." Dedi sinirle söylenerek. Henry yeşilin yanmasıyla tekrar gazı köklerken içinden şu kızın karakteri içinde bir makyaj malzemesi olmasını umut ediyordu. Karanlığın kendini gökyüzünde hâkim kılmaya başlamasıyla şiddetli fırtına gün yüzüne çıkmıştı. Yaptıkları yirmi dakikalık kısa yolculukta bile havadaki değişim inanılmazdı. Sahilde park yerine girdiğinde diğer haber ekiplerini yüzünden neredeyse boş yer kalmamıştı. Irene sinirle diğer arabalara baktı. "Kahretsin ! Gelmişler bile. Acele et ve kamerayı hazırla !" Hızla minibüsten inerken Henry de alışık olduğu bu koşuşturmacada kendi yerini aldı. Minibüsten inip arka taraftaki kabloları çıkardı ve kameranın son kontrolünü yaptı. Sahil sarı kordonlarla kapatılmıştı. Kaldırımın kenarında duran ambulansın kırmızı mavi ışıklarına polis araçları da eşlik ediyor ve griye boyanmış gökyüzünü aydınlatıyorlardı. Akşamın kalabalık seyircileri neler olduğunu görmek için yerini almıştı. Polis olay yerini korumaya çalışırken diğer yandan meraklı seyricileri uzak tutuyordu. Kalabalığın artan gürültüsü eşliğinde Henry sahile adım atıp etrafta kameranın açısı için iyi bir nokta aradı. Irene, elinde not defteri polislerden olayı öğrenirken bir yandan konuşacağı metni hazırlıyordu. Olay yeri inceleme gelmiş ve beyaz flaşlar kızın cansız bedenini izinsizce taciz etmeye başlamıştı. En uygun noktayı bulduğunda kamerayı ayarlamış ve yerini almıştı. Birkaç dakika içinde de Irene koşarak yanına geldiğinde her şey hazırdı. "Hazır mısın ?" "Evet, sen hazırsan çekime başlayabiliriz." "Evet, hazırım. Harika olacak." Elindeki metni son bir kez daha gözden geçirdikten sonra kağıdı kenara attı. "Pekala. Üç iki bir, Kayıt !" Henry kamerayı sabitledi ve çekime başladı. "Bu sabah öğlen saatlerinde denizde bulunan bir kadın cesedi herkesi şoka uğrattı. Kimliği henüz belirlenemeyen bu kadının bedeni, ölüm nedeninin tam olarak belirlenmesi için olay yeri inceleme ekipleriyle birlikte götürülürken polisler olayın kaza mı yoksa cinayet mi olduğunu araştırmakta." "Kestik !" "Bu iyiydi." Dedi ve rüzgardan dağılan saçlarını tutmaya çalışarak arkasına döndü. Daha yarım saat önce açık olan gökyüzü siyahlara bürünmüştü. Üzerlerini kaplayan bulutlar biraz ileride şiddetle gürlemeye başlamıştı. Henry tekrar kayda başladı ve kameranın odağını yerde siyah ceset torbasına alınan kadına çevirdi. Paramediklerin eşliğinde ana sedye ile ambulansa alınan bedenin her saniyesini kaydetti. Ambulansın kapıları kapandıktan sonra ışıklar eşliğinde Adli tıp kurumuna doğru yola çıkmıştı. Henry kalabalığın ve polislerin de görüntülerini aldıktan sonra kaydı kesti. "Kız için üzüldüm," Dedi. Irene, etraf polis arabası ve meraklı insanlarla dolmuşken siyah asfaltta siren sesleri olmadan sessizce giden ambulansın ardından baktı. Bu kesinlikle iyi bir haberdi ve bu haberle birlikte terfiyi kesin alırdı. Sadece haberin süresini biraz daha uzatması gerekecekti. Heyecanla Henry'e döndü. "Cesedi bulan aileyle de konuşmalıyız, gidelim." Dedi. Ambulans köşeyi döndükten sonra omuz silkti. Topuklu ayakkabılarına dolmuş olan kum yüzünden sinirlenmemeye çalışarak yürüyordu. "Sanırım onun hikâyesi de buraya kadarmış." Adli Tıp Kurumu dışarıdan krem rengi dış duvarlara ve hangi mevsim olursa olsun bahçesinde yeşil duran çam ağaçlara sahip olsa da içeriye girdikten sonra insana tuzağa düşmüş hissi veriyordu. Bu duygu hastaneye gitmekle benzer hissi taşıyordu. Elliot sessiz koridorda eski bekleme sandalyelerinden birine otururken bu hissi neyin verdiğini düşündü. Bembeyaz fayanslar ve aynı renk duvarlardı belki de. Beyaz renk yanlızca temizliği ve hijyeni çağrıştırıyor olduğu için bu tür yerlerde kullanılsa da Elliot'u daha çok boğan bir renkti. Üzerindeki beyaz floresan lamba sürekli cızırdarken sessiz koridorda kendisinden başka kimse yoktu. Adli Tıp Kurumu hastanenin aksine sessizdi ve ölümün çürümüş kokusu sarardı her yeri, herkesi. Dışarıda güçlü bir şimşek çaktığında gözleri camın ötesindeki zifiri geceyi aydınlatan yıldırımlara kaydı. Işıklar ardı ardına çakıyor, saniyeler içinde onları gök gürültüsü takip ediyordu. Yağmur küçük küçük yolları ıslatmaya başlamışken tekli camı açtı ve yaklaşan fırtınanın kokusunu içine çekti. Rüzgarda yağmur vardı. Dersini yakacak kadar soğuk damlaların yüzünü ve saçlarını ıslatmasına bir süre izin verdi. Elliot'un baktığı pencerede önündeki yüzlerce ışıkların altında; binlerce insan yaşıyor, suç işliyor, öldürülüyordu. Şehrin gürültüsü fırtınanın sesinini bastıramamıştı. Fırtınada karanlığı yırtan ışıklar ambulansla Adli Tıp Kurumu'nun önüne geldiğinde Elliot çatık kaşlarla baktı. Akşamın bu karanlığında bir olay mı olmuştu ? Sedyenin üzerinde, ceset torbasındaki beden ambulanstan çıkartılırken gözünü hiç ayırmadan izledi. Beden daha fazla çürümemesi için morg'a götürülmek üzere görevlilerce teslim alınmıştı. Ambulans geriye dönerken Elliot nefes verip eski yerine oturdu. Gözleri sürekli saate kayarken evde olmayı diliyordu. Tershanede çalışan bir işçinin deniz menhol kapağına düşmesi sonucu bedenini morga getirmişlerdi. Kaza olup olmadığının kanıtlanması için otopsi yapılmıştı ve Elliot partneri ile birlikte sonuçlarının çıkmasını bekliyordu. Böylece başka bir davayı daha kapatmış olacaklardı. Zaman akıp gitmezken en sonunda kendini elleri cebinde umursamazca yürürken buldu. Buraya o kadar çok gelmişti ki gözleri bağlayıp yürüse zorluk yaşamazdı. Nöbete kalan doktorlar dışında etrafta pek kimse yoktu. Kafeterya bölümüne doğru ilerlediğinde boş masada oturan iki çalışan dışında içerisi sessizdi. Tavan köşesine asılmış televizyona baktı. Akşam haberleri başlamıştı. Morg'a geçici olarak getirilen misafirin haberi olduğunu anladığında daha dikkatli baktı. Televizyonun sesi kapatılmıştı ama kumandayı aramaya girişmeyecekti. Sadece görüntülere baktığında bile kimliği belirsiz bir ceset olduğu anlaşılıyordu. Görüntülerde onun için ağlayan tek bir kişi bile yoktu. Adımlarını morg'a doğru çevirdiğinde ne yaptığını düşünmüyordu. Koridor boyunca yürüyüp ikinci kata indiğinde büyük harflerle 'MORG' yazan kapının önünde durdu. Bir süre içeriyi dinledi. Kimse olmadığına emin olduğunda içeriye girdi. Onlarca çekmecenin arasında, açılmış bir çekmecenin önündeki masada yatıyordu. Elbisesinin kenarından su damlaları sürekli yere damlıyor ve sessizlikte tek ses olan şıp şıp sesini çıkarıyordu. İçeriye adım atarken her ne kadar yanlış yaptığını bilse de kendine engel olamadı. Belki de hayatında ilk defa ölmüş bir bedeni görmek istiyordu. Henüz altından ceset torbası bile çıkarılmamıştı. Elliot önünde yatan kızın bedenine baktı. Beyaz, dantelli elbisesi buz gibi soğuk olan morg yüzünden kızın kendisi gibi üzerinde donmuştu sanki. Bedeninde ölüm katılığı vardı. Cildi buz gibiydi ve derisi elbisesi gibi bembeyazdı. Suda boğulma vakalarında çürüme baştan başlardı. Baş vücudun diğer kısımlarına göre daha ağır olduğu için dibe daha yakın olur ve kanın bu yöne göçmesine sebep olurdu. Yine de önündeki bedenin yüz hatları tam olarak bozulmamıştı. Soğuğun günler öncesinden denizi bir derin dondurucuya çevirmiş olması büyük şanstı. Gözleri boş bileğine kaydı. Tahmin ettiği gibi kimlik kartı yoktu. Kimsin sen ? Dikkatle boynuna ve kafatasına bakarken herhangi bir yara aradı ama birkaç morluktan başka bir şey göremedi. Morlukların özellikle boynunda, ayak ya da el bileklerinde olup olmamasına dikkat etmişti intihar ihtimaline karşın fakat morluklar vücudun belli bir bölgesinde değildi. Yine de tüm bu ekimozların birden çok sebebi olabilirdi. Denizde insan dışında her şeye yer vardı. Başına ne geldiğini merak ederken büyük ihtimal bir vapurdan veya gemiden düştüğünü düşündü. Çok sarhoştu ve dengesini sağlayamadığı için düşmüştü. "Elliot ?" Kendisine seslenen adama döndü merakla. Kızın yüzüne dalmışken yakalandığı için utanıyor ve anlamadığını umuyordu. "Napıyorsun ?" "Cesedi inceliyordum. Bir yerden düşmüş olabilir." "Umarım öyle olmuştur çünkü bir cinayet davasıyla daha uğraşmak istemiyorum." Dedi neredeyse ellilerinin sonunda olan Patrick. Elliot mesleğe başladığından beri partneriydi. Patrick yaşlı ve huysuzdu fakat diğerlerinin sahip olmadığı en değerli şeye sahipti. Tecrübe. Elliot'un ona saygı duymasındaki en büyük sebepti. Kendisinin aksine Patrick'in görmediği neredeyse çok bir şey kalmamıştı. "Ailesinden bir haber gelmemiş mi hala ?" Dedi merakla. Mutlaka kızlarını kaybeden birileri onu haberlerde görmüş olmalıydı. Özellikle böyle küçük bir şehirde hiçbir şey sır olarak kalmıyordu. "Henüz değil." Yorgunlukla nefes verdi. "On beş gün beklenecek, eğer kimse çıkmazsa kimsesizler mezarlığına gömülecek." "Üzerinden bir şey çıkmadı mı ?"diye sordu. "Birkaç parça bir şey sanırım. Kimlik çıkmamış üzeriden. Kim bilir ne zamandır denizde ?" Dedi üzüntüyle Patrick. Bu yaşına kadar o kadar çok ceset görmüştü ki..ama asla alışamıyordu. Midesi bulanmaya başlarken yutkunmaya çalıştı yaşlı adam. Artık vücudu hiç kaldırmıyordu bunları. Belki de artık emekliliği düşünme vakti gelmişti. "Çıkalım buradan, sanırım kusacağım. Berbat kokuyor. Oh Tanrım !"dedi ve midesini tutarak çıktı hızlıca. Beden denizde kaldığı için gerçek çürüme sudan çıktığı anda başlıyordu. Morg'u keskin bir çürük ve yosun kokusu sarmıştı. Elliot biraz daha baktı cansız bedene. Sanki ne kadar bakarsa o kadar anlatacaktı, dinleyecekti kızı. En kısa zamanda ait olduğu Air olduğu insanlara dönmesini dilese de içinde bunun bu kadar kolay olmayacağını söyleyen zehirli bir önsezi vardı. Etrafı şişmiş ve morarmaya başlamış olan gözlere baktı, ardından kenardaki beyaz çarşafı üzerine örttü ve kapattı genç kızın bembeyaz bedenini. 13 Numara. Morg çekmece numaram. Şanssızlığım tescillenir gibi on üç numarada yatıyordum ama hiçbir zaman herhangi bir numaranın şans veya lanet getireceğine inanmamıştım, ki öldükten sonra hangi numarada yattığının veya nereye gömüldüğünün bir önemi de olmuyordu tabi. Ya da bedeninin ne halde olduğunun. Evet, ben ölüyüm. Yanlış anlamayın hayalet olup geri dönmeyeceğim. Bu fantastik bir hikâye değil, aksine trajik bir masal. Peki ana karakteri ölmüş bir masal dinlenir mi ? Bu sizin seçeceğiniz bir seçim fakat size bir sır vereyim, ölülerin anlatacak çok daha fazla şeyi olur. Üstelik hiçbir masal ana karakter ölünce bitmez gerçek hayatta. Benimki burada bitmiş gibi görünse de eğer dinlemek isterseniz anlatacak çok şeyim var. Fakat sizi uyarmalıyım, bu masal okuduğunuz kırmızı başlıklı kıza veya Hansel ve Gretel'e benzemiyor. Bu hikayede kötü kurtlardan, kahraman avcılardan, yakışıklı prenslerden ve yaşlı cadılardan daha fazlasını bulacaksınız. Endişelenmeyin, her masal mutlu sonla bitmek zorundadır. Benim masalım bensiz en mutlu sona sahip oldu. Ve Sonsuza Dek Mutlu Yaşamışlar..

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Acı İntikam

read
12.4K
bc

BOŞLUK

read
1.0K
bc

Celladına Aşık 2 (töre)

read
43.2K
bc

HANGİN KASABASI

read
2.3K
bc

SADİST

read
1.5K
bc

Celladına Aşık

read
25.4K
bc

AŞKIN BEDELİ:BERDEL (+18)

read
72.2K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook