Pâyidar | 2

4980 Kelimeler
"Evet, Sevgili Hanımlar. Öncelikle sizlerden ufak bir ricam olacak. Lütfen tatlı kelamlarınıza biraz ara vererek beni dinleyin." Tuhaf bir konsepte ev sahipliği yapan orta sınıf bir düğün salonunun pistine çıkmış, kenar mahalle kızları gibi saçlarımı savurarak insanlara hitap ediyordum. Bunun amacı, bugünkü eğlenceye limon sıkabilecek olan meraklı teyzelerin önünü alabilmekti. Aksi takdirde buradaki sahne altın günlerinde göbek atan teyzelere kalacak, bu da bizim gözlerimizin kanamasına sebep olacaktı. Kına gecesinde bu koskoca sahneyi sadece kaynanalara bırakacak değildim herhalde! Mikrofonun üzerindeki tozu üflediğimde hoparlörden acayip bir hışırtı çıkınca salondaki herkes yüzünü buruşturdu. Ama dediğim gibi, meraklı teyzeler öyle saf bir merakla bana bakıyorlardı ki gözlerinden fışkıran o dedikodu arzusunu bütün çıplaklığıyla görebiliyordum. Ne yazık... "İlk olarak şunu belirteyim ki, mahallemizin güzide kızlarından Elif'in kına gecesine hoş geldiniz," salonda büyük bir alkış tufanı koptu. "Bu geceye teşrif ederek şerefler verdiğiniz için Elif abla ve ailesi adına sizlere teşekkür ediyor ve asıl mevzubahis olan konumuza dönüyorum." Az önce kadın dırdırından geçilmeyen salondan, şimdi cenaze evindeymişiz gibi çıt çıkmıyordu. Mahalle kadınlarının kafalarında dönen çarkların sesini işitebiliyordum ve bu yüzden lafı fazla gevelemeden direkt konuya girdim. "Biliyorsunuz ki bu gece eğlenmek ve içimizdeki kurtları dökmek için buradayız... İşte bundan mütevellit sizlerden tek ricam, şu sahneye çıkıp 'amaçları sadece eğlenmek' olan kızlara koca arıyor gözüyle bakmamanız olacak." Sanki bugün hepimiz uzaya çıkacağız ve kınayı ayda yakacağız demişim gibi, kadınlar bana pörtlemiş gözleriyle baktılar. Aralardan gelen dedikodu çanları, bu konuşmayı devam ettirme hissimi daha da fazla körükledi. Kimse beni veya arkadaşlarımı, hatta diğer hiçbir kızı şu sahnede oynarken koca arıyordiyerek etiketleyemezdi! Bu yozlaşmış toplumun temellerini kim attıysa asıl ona hesap sorulmalıydı lakin şu durumdayken bunun tartışmasını yapamayacaktım. "Şunu bir anlayın, Sevgili Hanımlar! Burada oynamaya çıkan hiçbir genç kız koca aramıyor. Buraya koca bulmak için de gelmedik veyahut anaların gözüne girip bonus talipler kazanmak için de. Bu işler kısmet işi. Elbette ki günü gelince hepimiz evleneceğizdir, hayırlı kısmetler bulursak tabii. O yüzden burada kadın kadına eğlenelim, kızları rahat bırakalım. Burada birçoğunuz yüzünden kız anaları rahat oturamaz oldu yahu!" Orta sıralardan bir yerlerden kafasızın biri çıkıp aptal bir yorum yapmasaydı eğer, gayet iyiydim aslında. "Kızım sen ne diyorsun Allah aşkına? Sahnede göt kıvıran kızın niyeti baştan bellidir bi' kere!" Bu cümleyi kurmasının hemen ardından ellerini rastgele bir sağa bir sola sola savurdu. Etraftan bir takım onay dolu mırıltılar yükselirken aynı oranda benim de sinir katsayım yükseliyordu. Hayır yani, şurada oynamanın ne gibi bir zararı olabilirdi ki? Zihniyetin kara bir çamura battığı şu yerde durduğum için bazen gençliğime acıyordum. "Hanım abla," dedim elimi belime koyup meydan okuyarak. "Sahnede göt kıvıran kız eğleniyordur, senin oğluna göz koymuyordur anladın?" Bu kadını tanıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam bir oğlu vardı ve şu an bunu söyleyerek ne niyetle buraya geldiğini daha en başından belli etmişti. Bazı kadınlar ise aralarında cıkcıklayıp beni kınadıklarını gösteren mimikler sergiliyorlardı. Bundan anladığım tek bir şey varsa o da, yarından tezi yok bütün mahallelerin manşetlerinde yerimi alacağımdı. Adımı göt kıvırmaya meraklı dilber diye çıkarmasalardı bari... Buralarda böyleydi. Bir şeye yanlışlıkla da olsa bir tepki gösterildiğinde hemen ad çıkarma durumu söz konusu oluyordu, hele bir de düğünde oynadığın zaman... Yahu zaten düğünler göbek atmak için yok muydu? Ama öyle bile olsa asla oynamamalıydın, özellikle de genç bir kadınsan... Aksi takdirde adın yollu olarak mı çıkardı, koca düşkünü olarak mı çıkardı, edepsiz olarak mı çıkardı, kestiremiyordun. Bu kadar şeyi nereden mi biliyordum? Tabii ki de geçen haftaki kınadan! Bunu üç haftada ben bile çözebildiysem, burada yaşayan genç kadınlara ne demeliydi... Neredeyse hapis hayatı yaşıyor olmalıydılar. Onlara gerçek anlamda, bir hemcinsleri olarak acıyordum. Oysaki benim ailem hiçbir zaman beni gereksiz yere kısıtlamazdı. Fakat bu mahalle teyzelerinin genç kadınlarla bir alıp veremediği vardı. Onlara göre kız dediğin; usturuplu olur ve otur dedin mi otururdu, kız dediğin; her lafa atlamaz, erkek adamın işine karışmazdı, kız dediğin; okula gitmese de olurdu çünkü o, evde annesinin işlerini görecek ve ondan bir şeyler kapacaktı. Paşa paşa kocaya varacağı günü bekleyip ailesinin uygun gördüğü zengin biriyle evlenecek ve çocuk doğurup kocasının kölesi olacaktı. Genel olarak mahallelerde bir namus bekçiliği söz konusuydu. Ankara'da da buna benzer bir mahallede oturduğumuz için bu tür mahalleleri ve insanlarını iyi bilirdim. Kim ne yapmış, kimin kızı kiminle görülmüş, kimin oğlu kimi sevmiş, kimin kızı kime yüz vermiş... Beyinleri, namus deyince direkt olarak kadınların bacak arasına kayan bu cahil insanlar bazen beni o kadar şaşırtıyorlardı ki ağzım bir karış açık kalıyordu. Cahiliyet, resmen kafa boyuydu. Üstelik bu mahallede kadın olmak kadar erkek olmak da zordu. Evi olmayan erkeği insandan saymadıkları annelerle doluydu bu mahalle. 21. yüzyılda hala böyle zeka yoksunu insanların olması hayret verici bir durumdu ama olan buydu. Ayrıyeten hiçbir erkek, sırf annesi ve babası uygun görüyor diye sevmediği bir kadınla evlenmek zorunda değildi. Yani bu olaylar olurken erkeklerin de fikirleri alınmıyordu kimi zaman. Aile baskısı, mahalle baskısı, eş baskısı, onun bunun baskısı derken yitip gidiyorlardı gencecik yaşlarında. Ondan sonra sorarlardı insana, tepen neden kel kaldı diye... Bu kadar yükü eşeğe yüklesek, eşek bile kaldıramazdı da ondan! Ama bu cahil insanları dize getirmenin tek bir yolu varsa, o da onların gözlerini korkutmaktı. Nasıl olsa her şeye gözü kapalı inanıyorlardı. Yani onlar için, bir bilgiyi en yakın komşularından duymak yeterince doğru ve inandırıcıydı. Görmek, sormak, araştırmak hiç mi hiç önemli değildi. "Peki öyleyse," diye devam ettim. "O zaman bana başka seçenek bırakmadınız." Bunu duyan mahalle kadınları anında dikkat kesildi. Ben de hain planlarımın verdiği keyifle, rahat rahat konuşmamı sürdürdüm, "Eğer bugün burada, oynayıp eğlenen ve koca aramakla ilgili hiçbir amaç gütmeyen genç kadınlar hakkında asılsız dedikodu iddiaları çıkarsa... Hepiniz hapis yatarsınız!" "Aaa..." Kadınlardan şaşkınlık nidaları duyulurken geri adım atmayıp devam ettim. "Duydunuz! Kimse sizin dilinizin cezasını çekmek zorunda değil. Evet, aramızdan birilerini beğenebilirsiniz ve oğullarınıza çıtlatabilirsiniz. Ama bu, bizi oğullarınızla zorla baş göz edeceğiniz anlamına gelmiyor! Bakın, ister inanın ister inanmayın ama benim amcam bir polis memuru hatta komiser. Sizleri şikayet ettiğim an hepiniz kadınlar koğuşunda nakış işlersiniz! Eğer buradan asılsız bir dedikodu duyarsam, ant olsun ki hapishane köşelerinde süründürürüm sizi, haberiniz olsun!" Az önce bana karış veren o yaşlı kadın süt dökmüş kediye dönerken, mahalledeki yaşıtlarım minnetle yüzüme bakıyorlardı. İlerideki kolonun yanında bana sırıtarak bakan arkadaşlarım Yaren, Meryem ve Sema'ya öpücük yolladım. Daha sonra gözlerimi kısarak, bana karşı çıkmak isteyen vardır belki diye düşünerek etrafı gözlerimle kolaçan ettim. Fakat benim söylediğimin aksini savunan olmayınca cahiliyetin boyutunun ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım. Aslında söylediklerimin tamamı yalan değildi. Evet, Burhan amcam organize şubede bir baş komiserdi. Fakat polislerin mahalle dedikoducularından başka uğraşacakları daha büyük dertlerinin olduğunu varsayarsak, buradan şikayet edeceğim hiç kimse tutuklanmazdı. Ancak ikaz alırlardı. Hatta kadın koğuşu olayında totomdan uydurmanın zirvesindeydim. Buradaki kadınların hiçbiri bir dedikodu yüzünden müebbet yatmazdı. Fakat dedikodu yüzünden cinayet işlemeleri söz konusu olursa neden olmasındı -ki yakında bu mahallenin kızlarının da geleceği nokta en sonunda cinayet olacağa benziyordu. Hiç kimse, yargılanmadan infaz edilmeyi hak etmezdi çünkü. Buradaki insanları ayakta uyutmanın verdiği o tatlı keyifle sahneden inerek kızların yanına doğru yürümeye başladım. Yaptığım işi daha gerçekçi kılmak adına bir ara amcamı arayıp polis arkadaşlarından birini, eğer yapma şansı varsa buraya çağırmasını isteyecektim ve bunu, aklımın en görünür noktasına büyük harflerle not ettim. "Kız Almina," diyen Sema koluma vurarak sırıttı. "Sen çok fenasın ha..." Meryem de oradan atılarak, "Allah razı gelsin be," dedi. "Senin sayende şu sahnenin anasını ağlatacağım ulan! Gerçi önceden de sahnelerin anasını ağlatıyordum ama en azından buradan çıkışta annemin dırdırını çekmeyeceğim." Sevinçle ellerini çırpan Yaren ise ona bir beşlik çakmam için elini kaldırdı ve ben de sırıtarak onun eline bir beşlik vurdum. Havada şaklayan sese dönüp bakan teyzeler cıkcıklayarak önlerine geri döndüler. Muhtemelen hakkımızda bunlar da ne koca meraklısı çıktılar diye düşünüyorlardı ama kimin umurunda? Bu sahnenin tozunu atmadan eve adımımı atmazdım! Meltem yengem yanıma gelerek beni kolumdan çekiştirdi ve, "Hadi kızlar, Elif birazdan gelecek." dedi heyecanla. "Siz de tefleri alın da ona eşlik edin. Nasıl olsa bugün ortalığı yıkacağız!" Bunu dedikten sonra kolunu kaldıran Meltem yengem içindeki çocuğu gözler önüne sererek bizi güldürünce onu takip ettik. Yengemi biraz tanıyorsam, bugün burada oynamayan genç kız kalmayacaktı. Elif ablanın inişi için elimizde teflerle merdivene çıktık ve beklemeye başladık. Çok geçmeden bizden cesaret alan birçok kız yine de annelerinin azarlamalarına aldırmadan yanımıza doluştu ve ellerinde teflerle bize eşlik ettiler. Bundan tatmin olan hain ruhum içten içe cadı kahkahaları atarken, kapının önünde dikilen erkeklere gözüm ilişti. Orada bulunan erkeklerin arasından Gökhan ağabey ağzını oynatarak bana, "Tehdidini beğendim," dedi. Ardından baş parmağını kaldırarak bana göz kırptı, daha sonra da suratını şekilden şekle sokarak beni güldürdü. Fişek Gökhan ve akla mantığa sığmayan deli saçması hareketleri...Şu üç haftalık mahalle maceramda beni hunharca güldüren tek insandı kendisi. Çok geçmeden odasından çıkan Elif abla peri kızlarını aratmazken, müzik eşliğinde merdivenlerden inmeye başladı. Kızlarla birlikte teflerimizi şıngırdatarak Elif ablanın peşi sıra indiğimizde ise çığlık seslerimiz ve müzik inanılmaz bir senfoni oluşturmuştu. Keyfimden neredeyse havaya uçacaktım. Elif abla etrafına gülücük saçarak ortamıza geçtiğinde gece resmen başlamış oldu. Ellerimizde teflerle yaklaşık yirmi-yirmi beş kız gelinimizin etrafında dönüyorduk. Çığlık seslerimiz yeri göğü inletiyor olacak ki, kapıdan sarkan -başta Gökhan ağabey olmak üzere- birçok bekar erkek afallamış gözlerle bize bakıyordu. Daha sonra müzik organizasyonuyla ilgilenen kadın klasik salonumuza hoş geldiniz, konuşmasını benden sonra tekrar yaptı ve bir roman havası açtı. Daha sonra kızlar başladılar göbek atmaya! Hem de öyle böyle değil... Yani resmen, düğünlerde oturdukları yıllarının acısını çıkarıyorlar diyebilirdim. Hatta normalde sesi soluğu çıkmayan pısırık tipler bile daha ilk oyun havasında kendilerini dağıtmış durumdalardı. Eğer burada bangır bangır çalan müzik olmasaydı bile, topuklu ayakkabıların zeminde bıraktığı tok seslerden ötürü beynimiz zonklayacaktı. Meltem yengem kafasına bir bandana takmış kıçını bir sağa bir sola savururken, Sema ve Yaren bağıra çağıra karşılıklı oynuyorlardı. Meryem ve ben ise daha çok halay çekmeyi sevdiğimizden ötürü çok ortaya girmeden, bir köşede hafif hafif sallanarak alkış tutuyorduk. Onun dışında mahalle kızlarının hemen hemen hepsi döktürüyordu. Hatta bazıları zıplarken etekleri uygunsuz şekilde açılıyordu ve bunu gören teyzeler dedikodu çıkarmak için fıttırıyordu resmen. Ben dedikoducu teyzeler yüzünden değil de, bu tür uygunsuz görüntülere sebebiyet verebilecek olmam nedeniyle etek değil de pantolon giyinmeyi tercih etmiştim. Aslında kıyafetim günlük giyim tarzına uygundu; pembe, gemici yaka bir gömlek ve altına da siyah keten pantolon ile beyaz bir spor ayakkabı... Makyajım da oldukça sade olmakla beraber sadece bir göz boyasından ibaretti. Oysaki arkadaşlarım öyle miydi? Meryem; siyah, pileli eteğe sahip şık bir elbise giyinmiş, altına platformları çekerek yüzüne de güzel bir makyaj vurmuştu. Saçlarını su dalgası yaptırarak hafiften kabartmıştı. Oysaki benim saçlarım klasik düzdü. Sadece belimin altına kadar uzun olması dikkat çekiyordu, o kadar. Yaren; saks mavisi, bilekten tulumunu giyerek sade bir makyaj ve bantlı gümüş ayakkabılarıyla geceyi tamamlamıştı. Saçları ise dağınık topuzdu. Sema ise; biraz kilolu olduğu için göbek kısmını kapatan bir bluz giymişti, altına da siyah bir tayt geçirmişti. Ama ona bu kombin o kadar yakışmıştı ki hayran kalmadan edememiştim. Kıvırcık saçlarını düzleştirmişti ve gözlerine sürdüğü rimelle yeşillerini ortaya çıkarmıştı. Üçünü de henüz üç haftadır tanıyor olmama rağmen çok samimi olmuştuk ve ayrıca bugün hepsi de çok güzeldi. Kısacası ben hariç, herkes tam kına gecesine layık giyinmişti. Aman be... Ne önemi vardı canım! Ben buraya oynamaya geldim, kendimi beğendirmeye değil ya diyerek nefsimi geçiştirdikten sonra gülümseyerek Meryem'i dürttüm. "Baksana, milletin resmen içi kurt dolmuş!" "Sorma ya," dedi Meryem de gözlerini belerterek. "Oldum olalı ilk defa bir düğünde bu kadar kızın bir arada oynadığını görüyorum, baksana... Elif abla bile şaşkın." Elif abla, çok sevdiğim bir tanıdığımdı. Hatta onun için bir aile dostu da diyebilirdik. Bana birçok konuda yardımı dokunmuştu ve onun eğlencesine gelip de gününü zehir etmek olmayacağından bu ufak jestim, onu bir hayli mutlu etmişe benziyordu. Yüzünde güller açıyordu adeta. Onun mutlu olması beni de oldukça mutlu etti. Roman havası misket havasını, misket havası roman havasını derken bu döngü, ben olaya el atmadan hemen öncesine kadar öylece devam etti. En sonunda müzikle ilgilenen kadına halay istediğimizi söylediğimde oyun havaları nihayet son buldu. Halay havaları çalmaya başladığında ise aldım elime mendili!.. Çocukluğumdan bu yana duyduğum halay müziklerinden biri kulaklarımda yankılanırken halay başına geçtim ve yanıma Meryem'i alarak oynamaya başladım. Çok geçmeden de kendimi dağıtmıştım zaten. Resmen halay müziğiyle aşk yaşıyordum, bu da benim serseri serbest stilimdi. Mendili sallayarak ayaklarımın iki ileri bir geri hareketlerini sağlarken, kızların attığı çığlıklara eşlik etmeye başladım. Saçlarım savrularak görüş alanımı kapatıyordu fakat buna aldırmayarak zeminde zıplamaya devam ediyordum. Aynı şekilde kendini kaybetmiş Meryem, topuklu ayakkabılarını fırlatarak çıplak ayaklarıyla benimle birlikte zıplıyordu. Sema ve Yaren zaten çığlık senfonisinin baş karakterleriydiler. Atılan çığlıklar ilk onların ağzından çıkıyor, daha sonra teker teker tüm halay çeken kızlara sirayet ediyordu. Buna karşılık olarak da, hoparlörden yankılanan halayların biri bitmeden ötekisi başlıyordu. Ortamda resmen eğlence tufanı vardı ve sandalyelerinde oturmuş kuruyemişleriyle meyve sularını yudumlayan kadınlar "Allah, Allah..." diyerek bizi izliyorlardı. Aslında gerçekten şaşılacak derecede coşmuştuk ama bunun asıl sebebi onlardı. Eğer bugün burada onlarca genç kadın hunharca oynuyorsa, sebebi onları düğünlere peşlerinden sürükleyip oynayanları izlemek zorunda bırakan anaları veya yakınlarıydı. Oysaki oynasalardı önceden bu kadar kendilerini dağıtmazlardı, diye düşünüyordum. Sonuçta bir insanı ne kadar kısıtlarsanız, o insanı kısıtladığınız şeye doğru daha büyük bir hırsla iterdiniz. E buradaki yaşıtlarımın da ilk defa ulaştıkları bu nimete karşı aşırı tepki vermeleri gayet doğaldı. Bir süre sonra ağır seyreden bir halay havası çalmaya başladı. Buna karşın hızımı yavaşlattığımda hem bedenimi az da olsa dinlendirmiş oldum, hem de etrafa şöyle bir göz gezdirme fırsatı buldum. Kadınlar resmen dedikodu çıkaramadıkları için kuduruyorlardı! Gözlerinde, o söyleyemedikleri kelimelerin zehri belirmişti adeta. Arada bir küçük fısıldaşmalar arasında gördüğüm tek şey bazı kadınların bizi eğlenerek ve takdir ederek izliyor olması, bazılarının da bizi kınayarak gözlüyor olmasıydı. Ha, bir de üst kata dizilmiş erkeklerin gülüşerek bize bakıyor olması... Gerçekten, onlar kaç dakikadır oradaydı bilmiyordum ama bunu fark ettiğim an oynamak bana zehir oldu sanki. Genel olarak kimsenin sözleriyle veyahut bakışlarıyla korkutacağı bir insan değildim fakat rahatsız olmak bambaşka bir durumdu ve ben şu an rahatsız olmuştum. Evet, bakışlardan korkmazdım ama aynı zamanda bakışları kaldıramazdım da. Bunu fark ederek halaydan çıktığımda, benim durumumu fark eden ilk Meryem oldu. O da benimle birlikte halaydan çıktığında, iki sandalye çekip oturduk ve bu vasıtayla biraz soluklanmış olduk. "Ne oldu rengin attı birden," dedi Meryem alayla. "Az önce döktürüyordun?" "Görmüyor musun," diyerek yukarısını işaret ettiğimde birkaç çift gözle çakışınca hemen bakışlarımı oradan çektim. Bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet filan verirdim, neme lazım... Meryem gözlerini devirerek, "Ne var bunda," dedi. "Oynayan kızlara bakmak için gelmişlerdir. Erkekler hep böyledir. Yani, şimdi genel konuşmak yanlış oldu biraz ama en azından bizim mahallenin erkeklerinin büyük bir çoğunluğu böyle olduğunu söyleyebilirim." "Bakıyorum da erkekleri çözmüşsünüz (!) Majesteleri." Tekrar gözlerini devirdi ve, "Bilmez misin sanki kızım? Karşı cinsin her hareketinin uzmanıyım ben." derken de serseri bir edayla burnunu çekti. Bu tipine gülerek karşılık verdim. Deliydi bu kız. Gerçekten deliydi. Sakin ve hanım hanımcık görüntüsünün altında nasıl tuttuğunu koparan bir kadın barındırdığını, onunla henüz birkaç hafta geçirmiş olmamıza rağmen bile çözebilmiştim. Meryem'i seviyordum. Kalbinin güzelliği yüzüne vuran nadir insanlardandı kendisi benim için. Bunu yüzüne söyleyecek olsam kesinlikle çünkü Meryem olmak her yiğidin harcı değil, diyerek ego yapacaktı. Bu diyaloğun hayalini kurduğumda ise gülümserken buldum kendimi. Meryem düşündüklerimden bihaber gülümsediğimi görüp, "Neden gülüyorsun?" diye sordu. Buna karşılık omuz silkerek, "Hiç." diye yanıtladım onu. "Aklıma bir şey gelmişti de ona güldüm." Meryem aldığı yanıta kendi gülümsemesiyle karşılık verip kolunu omzuma attı ve bana sarılarak şefkatle başımı öptü. Ben de kolumu ona sardım. "Kız seni çok seviyorum ben ha," dedi arkadaşım belimi dürtüp beni gıdıklamaya çalışırken. "Benden güzel olamasan da, yine de sen de çok güzelsin. Sonra yine benden daha sevimli olamasan da, sen de sevimlisin." Gözlerimi devirerek kahkaha attım. Bu kıza deli derken çok ciddiydim. "Ayıpsın Meryem bacım. Kimse senin kadar güzel olamaz." Meryem beni bir kez daha öptü, "Aferin kız! Çok çabuk öğreniyorsun. İşte seni bu yüzden seviyorum." Meryem fazlasıyla delidolu bir insandı. Hep mutluydu, hep gülümsüyordu ve mahallede çokça seviliyordu. Çevresi çok genişti mesela. Onun gibi, diğer insanlarla çabuk kaynaşabilmeyi çok isterdim. Ayrıca mahallede sempatikliğiyle gönüllere taht kurmuş bir İngilizce öğretmeniyle, yani Mehmet ağabeyle nişanlıydı. Onunla mükemmel bir uyum yakalamışlardı ve birbirlerine her baktıklarında adeta gözlerinin içi gülüyordu. Böyle bir aşka sahip olmak isterdim. Meryem'le eğlenerek konuştuk bir müddet. Bu bahaneyle hem dinlenmiş, hem de muhabbet ederek biraz stres atmıştık. Gülümsemelerimden biri hala yüzümde tazeyken, kafamı çevirip biraz etrafa bakındım. Bunu yaparken yine, üst katta bizi dikizleyen erkeklerden biriyle gözlerim buluştu. Elleri ceplerindeydi ve simsiyah gözleriyle bana bakıyordu içlerinden biri... Bu adam da kimdi böyle? Onu ilk defa görüyordum. Eminim ki mahalleden değildi çünkü olsa mutlaka görürdüm. Üç haftalık süre içerisinde bile mahalle insanlarının hepsiyle tanışmış olmasam da en azından onlarla bir göz aşinalığım vardı ama bu adamı gördüğümü kesinlikle hatırlamıyordum. Hatta acaba daha önceden gördüm mü, diye düşünerek bu ihtimalin üzerinde durup adamı daha bir inceledim. Fakat ben onu incelerken o da kapkara gözlerini benden hiç çekmeyince bu sefer ben ondan gözlerimi çekmek zorunda kaldım. Tüylerim diken diken olmuştu yahu... Resmen adamla açık açık bakışmıştık. Tövbe Allah'ım. Bozuntuya vermemek adına gözlerimi o civarda gezdirdiğimde orada bulunan erkeklerin arasında Gökhan, Azad ve Mert ağabeyin de bulunduğunu gördüm. Bu adamlar, mahallenin hakiki ağabeylerindendi. Yani mahalle ağabeyi tabiri biraz kabaydı ama onları başka ne diye nitelendireceğimi bilmiyordum. Onlara, mahalle gençleri saygı duyarlardı ve bu ağabeyler, kadınlar tarafından sürekli yoğun bir ilgi görürlerdi. Çünkü hepsi de gayet yakışıklı ve iş güç sahibi koca koca adamlardı. İtiraf etmeliyim ki bu üçünü ilk gördüğümde mahalledeki her kadının yaptığı gibi ben de iç çekmeden edememiştim. Dışarıdan her ne kadar sert görünseler de onlarla tanıştığınızda öyle olmadıklarını anlıyordunuz. Tabii, Mert Arslan hariç. O gayet korkutucu, fazlasıyla ağır ve sert bir adamdı diğer ikisinin aksine. Bu grubun dördüncüsü de vardı arkadaşlarımın söylediğine göre. O adamı hiç tanımadığım için bu grup hakkında kesin bir kanıya varamıyordum. Belki de o, Mert ağabeyden daha sertti. Meryem'in geçenlerde bahsettiği üzere neydi adı... Berat, Berhan, Berzan? Elimin tersiyle arkadaşıma vurduğumda, ona gözlerimle Sevgili nişanlısını işaret edince gözleri adeta yuvalarından fırladı. Bu haline acıyarak güldüm. Hem çok tatlıydı, hem de çok umutsuz vaka... Ardından Meryem birden, "Oha," diye bağırınca, müzik sesi bastırmasa eğer kesinlikle rezil olurdu. "Belalı da mı burada? Yuh anasını satayım ya!" Elinin tersini diğer eline vurdu. "Rezil olduk desene..." Yüzüm onu anlamayan bir ifadeye büründüğünde, Meryem'e bön bön bakıyordum ve o da bunu anlamış olacak ki omuzlarını silkti. "Belalı kim be," diye cırladım. "Ben sana Mehmet ağabeyi göstermiştim." Bunun üzerine Meryem gülümsedi ve, "Ohoo... Mehmet'i çoktan gördüm ben. Hatta ona bakmaktan Belalı'yı görememişim, ne diyorsun sen." diyerek elini bir sağa bir sola savurdu. Gözlerimi ölümüne devirdim. "Belalı dediğin kişi kim," diye sorarken bir yandan da gözlerimi üst katta gezdiriyordum. Soruyu sorduğum andan sonra Meryem, gözlerini belerterek baktığı yere bakmamamı işaret etti. Onun bu abartılı hareketlerine pek bir anlam yükleyemesem de baktığı kişiye baktım. O kişi, az önce göz göze geldiğim şu kara gözlü adamdı. Yanındaki adamla konuşurken sanki ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerini aniden bana çevirdi. Fena yakalanmıştım. Ardından alelacele kafamı Meryem'e doğru çevirip onun gözlerinin esaretinden kurtuldum. Acaba adam ona bakmamı yanlış filan mı algılıyordu?.. Ama ben de olsam ben de yanlış algılardım. Neyse, Almina. Adam seni yemeyeceği için sakin olabilirsin. Hem... Bugünden sonra onu bir daha nerede göreceksin ki? Bütün bunları bir kenara bırakıp Meryem'in son cümlesine karşın, "Eee..? Ne olmuş yani?" dedim umursamazca. Meryem tam ağzını açmıştı ki, Meltem yengemin, "Kızlar kına yakılacak birazdan." demesiyle sohbetimiz yarıda kaldı. Gecenin bu kısmı klasik geçti; kına yakıldı, gelin ağladı, kayınvalide gelinin eline bir çeyrek altın yerleştirdi ve finalde ise damat, gelinin yüzünü açarak onu alnından öptü. Ama daha sonra gelin ve damadın yani, Elif abla ve müstakbel eşi Fevzi ağabeyin karşılıklı misket oynamaları çok tatlıydı. Eğer ileride bir kına gecem olacaksa, bu sahnelerden birini aklıma not etmeliydim ve öyle de yaptım. Kocamla mutlaka karşılıklı misket havası oynayacaktım! Hayale bak yahu... Benim yaşımdakiler üniversiteyi bitirme hayalleri kurarken, bense kınamda kocamla karşılıklı oynama hayali kuruyordum. Sahi, düşündüm de ben iyice mahalle kadınlarına benzemiştim. Yakında çeyiz bohçamı da hazırlamaya başlarsam kimse şaşmayacaktı. Gerçi hiçbir zaman evlenme meraklısı bir insan olmamıştım ama karşıma gerçekten seveceğim bir erkek çıkarsa onunla hayatımı birleştirmeyi düşünebilirdim. Yani... Sanırım. Gece nihayet sona erdiğinde Elif abla kapı önünde, giden misafirlerle vedalaşıyordu. Arkadaşlarım düğün havasından sıyrılarak üstlerine düzgün bir şeyler giyindikten sonra salondan çıktık. Hepimiz yorgunluktan bayılacak duruma gelmiştik neredeyse. Bundan sonra uzun bir müddet kına falan görmek istemiyordum. Elif abla beni gördüğünde, "Tatlım," diyerek kollarını açınca ben de yanına gidip ona sarıldım. "Geldiğin için ve gecemi muazzam kıldığın için sana çok teşekkür ederim. İki gün önce kına gecemde bana bu kadar eğleneceğimi söyleseler kahkahalarla gülerdim." Kocaman gülümseyerek, "Teşekküre gerek yok abla," dedim. "Olması gereken zaten buydu. Birisi bu kadınların çenesini kapatmalıydı ve kaçınılmaz son, bunu ben yaptım." Aramızda samimi bir gülüşme geçtikten sonra Elif abla bana tekrar tekrar teşekkür etti. Daha sonra kızlara da teker teker veda ettikten sonra, "Düğünüme de mutlaka bekliyorum." diyerek restini çekti. Şu yorgunlukla her ne kadar bir daha eğlence aktivitesi duymak istemesem de onun bu davetini seve seve kabul ettim. Daha sonra bir ıslık sesi duyuldu etrafta. Geriye dönüp sesin sahibine baktığımda o kişinin Bülent amcam olduğunu gördüm. Ardından ismimi bağırdı, "Almina! Hadi kızım gidiyoruz." "Geliyorum amca!" Diye ona karşılık verdikten hemen sonra, "Kızlar ben kaçıyorum," diyerek arkadaşlarımı teker teker öptüm. "Mahallede görüşürüz." Sema, "Görüşürüz bal," dedikten sonra bana öpücük atarak kalp işareti yaptı. Gülümseyerek el sallamamın ardından hızla arkamı döndüm. Aslında bunu yapmanın nedeni hızlı hareket ederek bir an önce amcamların yanına ulaşmaktı. Fakat öyle sert bir şeye çarptım ki, resmen burnum yamuldu. "Ah..." Ağzımdan acılı iniltiler döküldüğünde, çarptığım şeyin bir insan olduğunu anlamam çok da uzun sürmedi. Yalnız, burnum yamulmuştu yamulmasına ama koku duyumu kaybetmediğim için çok şanslıydım. Çünkü duyumsadığım o hafif kakao kokusu muazzam güzeldi. Bir erkek parfümü bu kadar mı güzel kokardı yahu? Bu parfümü arayıp bulmayı aklıma not ettim. Ama ondan önce yamulan burnuma estetik yaptırmam gerekebilirdi. Düşüncelerimi henüz ölçüp tartamadan çarptığım -daha doğrusu yapıştığım- kişiye doğru kafamı kaldırdığımda gece karası gözlerle karşılaştım. Hani şu, kara gözlü, yakışıklı adam... Meryem'in dediğine göre namı diğer Belalı. Bana gülümseyerek, "Düğünlerde fazla oynayanları böyle çarpıyorum, güzelim." dedi. İçimden her oynayana böyle çarpar mısınız demek geçse de kelimeleri yuttum. İri iri olmuş gözlerimle toparlanmayı son anda akıl ederek ondan ayrıldım ve üstümü başımı düzeltip boğazımı temizledim. Daha sonra da gözlerimi marka ceketinin düğmesine dikerek, "Özür dilerim, yanlışlıkla oldu." dedim. "Vallahi yanlışlıkla manlışlıkla," dedi, arkadan bizim kızların kıkırdamaları gelirken. "Benden ayrılırken epey bir zorlandın, ne iş?" Son cümleden sonra göz kırpmıştı. Aman ne komikti! Lafı fazla uzatmak istemediğimden, "Ben sadece..." dediğimde gözlerine baktım ama bana o kadar dikkatli bakıyordu ki ne yapacağımı bilemedim. Sadece gözlerimi ondan kaçırmakla yetindim. "Neyse. Gitmem gerek, tekrardan özür dilerim." Son cümlemden sonra yanından sıyrılıp geçecektim ki kolumdan tutarak beni durdurdu. Klişelerden nefret ediyordum. Hatta az daha bırak kolumu canımı acıtıyorsun diyecektim de kendimi zor tutmuştum. Sonuçta bir klişe bile layığıyla yapılmalıydı öyle değil mi? Ama yalnızca bu kez, o layığı bir kenara bırakmayı tercih ettim. İlk önce kolumu tutan eline, daha sonra da ona baktığımda söze başladı, "Kimsin sen," diye sordu ilk önce, sesinde hafif bir şaşkınlık sezdiğim sırada. "Seni daha önce buralarda görmüş müydüm?" "Hiç sanmıyorum. Çünkü ben de sizi daha önceden hiç görmedim." Kaşları havalandı, "O halde eğlenceye gelen yabancılardansın?" Ayrıyeten benimle senli benli konuştuğu detayı da gözümden kaçmamıştı. Bana kalırsa bir insan, hiç tanımadığı biriyle konuşurken ona siz diye hitap etmeliydi. Sonuçta kimse kimsenin babasının oğlu değildi. Bunun için belli bir samimiyet gerekirdi. Ama bu adamın sanırım görgüden haberi yoktu. Neyse ki bunu çok kafaya takacak biri değildim de konusunu bile açmadım. "Evet öyle." Dedim kafamı hafifçe eğerek. Hemen ardından Meryem yanıma zıplayarak geldi ve adamdan önce konuşmaya atıldı, "Ya Bertan ağabey ne yabancısı? O da bizden." Kafamı çevirip Meryem'e baktığımda kıkırdadığını gördüm. Sema ve Yaren de tıpkı dedikoducu mahalle insanları gibi kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Onların bu tavrı beni garip bir şekilde rahatsız etti. Adam Meryem'e, "Nasıl yani?" diye sordu. "Arkadaşın mı?" Meryem başını onaylar biçimde salladı, "Aynen öyle Bertan ağabey. Hatta Gökalp'te oturuyor biliyor musun?" Bu kez şaşkınlıkla açıldı gözleri, "Bu imkânsız Meryem. Gökalp'te oturan herkesi tanıdığımızı biliyorsun." Arkadan bir anda çıkagelen Gökhan ağabey de bu sohbete müdahil oldu, "Hiç mahalleye yeni taşındığı aklına gelmiyor mu güzel kardeşim? Burhan ağabeyin yeğeni kendisi. Mahallemize yeni geldi." "Ha öyle mi?.. Şimdi anlıyorum." Bu ne kadar da boş bir muhabbetti yahu! Benimle tanışmış veya tanışmamış olmanın ne önemi vardı ki? Zaten mahalleye geleli epi topu üç hafta oluyordu. Arkadaşlarım dışında kimseyi yeterince tanımıyordum bile ve ayrıca önümde duran bu esmer adamın, Gökhan, Azad ve Mert üçlüsünün dördüncü üyesi olduğunu tahmin ediyordum. Çünkü Meryem ona hitap ederken Bertan ağabey demişti. Daha önceden bu adamın muhabbeti aramızda geçtiğinde onun hakkında yine buna benzer bir isim kullanmıştı. Yalnız adamın yakışıklı yüzü, Sema'nın anlattığı kadar vardı ama neyse ki esmer erkeklerden hoşlanmıyordum. Neyse ki, Almina! Ben yine adamı fütursuzca kesedurayım, Bülent amcam tekrar bana seslendi. Gerçekten çok oyalanmıştım. Arabadakiler gitmek için beni bekliyordu. Çevremdeki herkes benden bağımsız bir şekilde kendi aralarında benim hakkımda konuşurlarken, "Neyse ben gidiyorum." dedim gülümseyerek. "İyi akşamlar hepinize." Herkes de teker teker bana iyi akşamlar diledi ve daha sonra el sallayıp beni bekleyen arabaya doğru yöneldim. Adının Bertan olduğunu öğrendiğim adam, "Bir dakika," diye seslenip hızlı adımlarla bana yetişti ve önüme geçti. Ona ne oldu dercesine bakarak kaşlarımı kaldırdım. Gülümsedi. Gülümsediğinde dişleri, kirli sakallarla bezeli yüzünün altında birer inci gibi parıldıyordu. "Bana adını söylemedin." Kapkara gözlerinin içindeki ışıltı garip bir şekilde içimi ısıttığında ben de ona gülümserken buldum kendimi. Akşamın karanlığında bile esmerliğiyle dikkat çeken bu adam gerçekten yakışıklıydı. Gülümsediğinde yakışıklılığı boyut değiştirerek sempatikliğe dönüşüyordu. Bir mahalle ağabeyine göre o kadar da sert değildi sanki ha? Yani tabi Gökhan ağabeyle kıyaslamazsak... "Almina," dedim önüme düşen saç tutamlarımdan birini geriye atarken. "Adım Almina." Kendi kendine kısa bir süre ismimi mırıldandı. Bu durum onu garipsememe neden olsa da bir şey söylemek için tam ağzını açıyordu ki, maalesef lafları ağzına tıkamak zorunda kaldım. "Benim gerçekten gitmem gerek. Amcamları bekletmeyeyim. Şey... Görüşürüz." Görüşürüz mü? Ah, ciddi miydim ben? Tanımadığım bir adama görüşürüz demek kadar saçma bir cümle yoktu herhalde. Bu kelime sadece bir ağız alışkanlığından ibaret olsa da, yine de biraz tuhaf kaçtığını itiraf etmeliydim. Hatta çok çok tuhaftı. Görüşürüz, fiyaskosundan sonra daha hiçbir şey demeyerek yanından geçip gittim. O ise buna karşılık arkamdan, "Mutlaka," deyince kendisine tekrar dönüp bakma ihtiyacı hissettim. "Mutlaka görüşeceğiz, Almina." Bu söylem bir tehdit gibi dudaklarından döküldüğünde anlamsız gözlerimi ona dikmiştim. Mutlaka görüşeceğiz derken neyi kastetmiş olabilirdi? O da dediğinin farkına vararak neden ona garip garip baktığımı anlamış olacak ki, "Yani aynı mahalledeyiz ya ondan dedim." diye açıklama yaptı bana. Omuz silkerek arabaya doğru koşar adımlarla yürüdüm. Arabaya varmam otuz saniyemi almazken arabanın kapısını açarak anında içeri atladım. "Bertan, görüşürüz koçum!" Diye bağıran amcam az önce konuştuğum adama el salladı. Amcam bu mahallede büyüdüğü için onu tanıyor olması ilginç değildi. "Görüşürüz, Bülent ağabey!" Yanıtını alan amcam arabaya girip şoför koltuğuna yerleşti. Ardından anahtarı yuvasına yerleştirip arabayı çalıştırdı ve eve gitmek üzere gazı kökledi. Biz arabanın içindeyken kısa bir süre sonra aniden bastıran yaz yağmurunun damlaları, arabanın tavanına patır patır düşerek bizi, kendi seslerini dinletmeye mecbur kılmıştı. Arabanın camından dışarıyı seyretmeye çalışıyordum ama yağmur yüzünden dışarıyı görebilmem imkansızdı. Bu yüzden ben de dirseğimi camın kenarına dayamıştım ve su damlacıklarının kendilerine belirli yollar çizdikten sonra süzülerek altlara doğru kaymalarını izliyordum. En sevdiğim mevsim kıştı ama yaz yağmurlarının tadı da bir başka oluyordu. Düğmeye basarak camı açtım. Camı açtığım an yüzüme sıcak rüzgarla birlikte çarpan minik damlacıklara kısa bir süre kendimi teslim ettim. Bu güzel hissettirmişti bana o an. Ta ki, kolumu çimdikleyerek hislerimi baltalayan Canan yengemin öfkeli sesini duyana kadar... "Kız kapatsana şu camı! Sırılsıklam olduk senin yüzünden, haspam!" Acıyan kolumu ovuştururken, "Bunu daha medeni bir şekilde söylesen olmuyor muydu yani yenge?" diyerek somurttum. "İlla etimi morartırcasına çimdiklemen mi gerekiyordu?" Meltem yengem de diğer yanından onu onayladı, "Haklı kadın. Ne halt yemeye camı açıyorsun, anlamadım." Kaşlarımı çatarak somurta somurta camı kapattım. İnsana bir huzur yaşatmıyorlardı yani ha! Islanmanın neresi kötü olabilirdi ki? Önde oturan Burhan amcam ve arabayı süren Bülent amcam kendi kendilerine konuşup gülüyorlarken bense ağlamak istiyordum. Zaten trafik vardı ve canım şimdiden sıkılmaya başlamıştı, bir ıslanmayı bile çok görmüşlerdi bana hanımefendiler! Canan yengem kısa süren sessizliğimizin ardından hafifçe yanıma yaklaşıp, "Bertan'la ne konuşuyordunuz kız?" diye sordu. Ona bön bön baktım. Gözlerindeki saf merak gözlerimi devirmeme sebebiyet verdi. Hayır yani, sanki ne konuşmuş olabilirdik ki? Canan yengemin ani sorusuna karşın, "Hiç." diye yanıt verdiğimde hemen ardından Meltem yengem atıldı ve, "Seni beğendi ha..." diyerek beni dürttü. O bunu fısıldayarak söylemişti ama ben hissettiğim şaşkınlıkla birlikte aşırı bir tepki vererek, "Yok ama artık!" diye çıkıştım. Burhan amcam bu çıkışıma karşılık arkasını dönüp bize ne olduğunu sorarcasına bakınca, Canan yengem eşine bir şey olmadığını vurgulayarak kafa salladı. O sırada Bülent amcamın da dikiz aynasından bize bakıyor oluşu gözümden kaçmamıştı ve adım gibi emindim ki bizi dinlemişti. Çünkü çatılan kaşlarının odağı, eşinin yüzüydü. Meltem yengemse onu asla aldırmıyordu. "Neden yok artıkmış," diye devam etti Meltem yengem fısıltılarına. "Gayet de beğendi. Hatta gözlerini senden alamadı." "Yahu yenge, kafayı mı yediniz? Adam yaşını başını almış genç bir yetişkin. Beğendiyse de kardeşi yaşında kızım, kendinden utansın!" Aslında beni beğenmiş olması bir miktar egomu da okşardı fakat bunu hiç sanmıyordum. Sonuçta beğenilmek herkes gibi benim de hoşuma giderdi. "Bertan gibisini buldun da beğenmiyor musun kız," diyen Canan yengem bir kez daha etimi çimdikledi. Ağzımdan acı duyduğuma dair mırıltılar yükselirken omuz silktim. "Yenge Allah'ını seviyorsan şu beni çimdiklemeyi bırak artık. Acıyor ya, acıyor, acıyor! Ayrıca da iyi değilsin sanırım sen. Farkındaysan ben daha yirmi bir yaşındayım yani çok gencim. Evlenme çağına gelmiş adamlarla ne işim olur? Tövbe tövbe..." Burhan amcam bu konuşmaları duysa yemin ediyorum demediğini bırakmazdı. O, mahalledekilerin aksine böyle şeylerden pek hoşlanmazdı. Hele Bülent amcamın bu konuşmaları duyduktan sonra şu anda gidip o Bertan denen adamın yakasına yapışmaması büyük bir mucizeydi. Çünkü Bülent amcam bana çok düşkündü. Fakat amcalarımın eşleri için bu durum tamamıyla aksiydi. Aşkın yaşı yoktu yengemlere göre. Hatta Meltem yengem on yedisinde evlenmişti amcamla, söylediğine göre. Ama yaşı yok diye de gidip yirmi beşlik bir adamla takılacak değildim herhalde! Hem, az önceki adam şaka maka taş gibiydi. Bana bakacağını hiç zannetmiyordum ama yana yakıla bana bakmasını arzuladığım da yoktu. "Aşkın yaşı yoktur," diye devam eden Canan yengem az önceki düşüncelerimi onayladı. "Aşka bir kez tutuldun mu hiçbir şeyi gözün görmez. Böyle konularda da büyük konuşmamak gerekir." Son cümlesinden sonra bana sinsi sinsi göz kırptı. Canan yengemin bu iğneleyici laflarına karşın gözlerimi devirdiğimde, aklımdan geçen ama dışarı yansıtmadığım tek bir cümle vardı; bunu hiç sanmıyorum.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE