Pâyidar | 12

3988 Kelimeler
Bertan'dan... İnsanın hayatında belirli dönüm noktaları vardır. Kimisinin şansı döner piyango tutturur, kimisi okur iyi bir meslek sahibi olur, kimisi alır başını gider, kimisinin ise karşısına bir kadın çıkar ve hayatı boyunca inanmakta güçlük yaşadığı hislerin tadına varır... Sanırım benim hayatımın dönüm noktası ise bu, kafasını omzuma koyup iç çekişlerini kalbimde hissettiğim kadındı. Hayatımda annem dışında ilk kez bir kadının ağlaması canımı yakmıştı, ilk kez bir kadını yalnız bırakmama hissiyle dolup taşmış, ilk kez her bir gözyaşını binbir türlü güzellikle telafi etmek istemiştim. Avucumdaki yumuşacık küçük elleri ona şefkat duymama sebep oluyordu. Almina, bende ne denli bir etki bıraktığının bilincinde miydi? Bana soracak olursanız hiç zannetmiyorum. İç çekişleri kalbimin duvarlarına çarparak zihnimde yankı bulduğunda başını öpme ihtiyacıyla kıvranmaya başladım. Çok hevesli görünmemek adına saçlarının üzerine bir öpücük koymak yerine dudaklarımı hafifçe oraya bastırdım ve içime derin bir nefes çektim. Saçları, tahmin ettiğimden daha güzel kokuyordu. Varsın hevesli görüneyim, bir kez daha aynı yere dudaklarımı bastırdım. Ağladığını ilk defa gördüğümden midir nedir bilmem, bir tuhaf olmuştum. Yani... Doğrusunu söylemek gerekirse onu ağlarken görmek garipti. Özellikle de ona güldüğünde çok yakıştırdığım gamzelerinin ağlarken de ortaya çıkması daha da garipti. İşte bende kopan nokta, o iki çukurun derinliklerindeki hüzün silsilesini fark etmem oldu. İşin çok çok daha garip olan kısmı vardı ki o da, yalnızca küçük bir oyuncak bebekten korkmuş olmasıydı. Buna sebep olacak ne yaşamış olabilirdi? Yavaş yavaş düzene giren nefes alışverişlerini ve tenime değen sıcacık soluğunu hissedebiliyordum. Bekledikçe azalan titremesiyle git gide gevşiyor, ağlamasa bile sessiz iç çekişleri sürüyordu. Başı hala omuzumdaydı, elleri de avuçlarımda. Ne kadar süre böyle beklediğimizi kestiremeyecek kadar çok beklemiştik. Sessizlik, aramızda imzaladığımız bir anlaşma gibiydi. İkimiz de o uzun süreler boyunca konuşmadık. Gerekmedikçe de kıpırdamadık. Onu o olayın içinden çekip aldığımda çaresizce titremeleri aklıma geldikçe bunalıyordum. Bir insanın bu kadar korkması neye bağlı olabilirdi, aklım almıyordu. Zira hayatımda ilk defa bir kadının oyuncak bebekten korktuğuna şahit oluyordum. Oysa ki çoğu küçük kızın oyuncak bebekleriyle dolu bir çocukluk geçirdiğine kalıbımı basabilirdim.  Sessizlik yavaş yavaş sinir bozucu bir hal almaya başladığında dayanamayıp, "Seni bu denli korkutan ne?" diye sordum. Bunu sormamla birlikte gerildiğini hissettiğimde onu rahatlatabilmek adına usulca saçlarını okşadım. İşe yaramış gibi görünüyordu.  Sorduğum sorunun ardından çok uzun olmasa bile belirli bir zaman boşluğu geçti. Ardından Almina, derin bir nefes verdi ve başını kaldırmadan tahmin ettiğim o yanıtı verdi. "O şey..." Dedi sanki iğrenç bir şeyden bahsedermiş gibi. "...çok korkutucu." "Ama neden?" "Fobi," dedi iç çekerken. "Pediofobim var. Oyuncak bebek fobisi... Bu yüzden oyuncak bebeklere yaklaşamıyorum, korkuyorum. Sadece onlardan değil; vitrin mankenlerinden, gözüme garip gelen heykellerden de korkuyorum ben ama hiçbiri, bende oyuncak bebeğin bıraktığı o... O dehşet verici etkiyi bırakmıyor." Bu çok garipti. Hayatımda ilk defa böyle bir fobi türü duyuyordum. Benim bildiğim -daha doğrusu tanıdığım- insanlar genellikle; hayvanlardan, karanlıktan, yalnız kalmaktan korkarlardı. Hatta bana göre en ilginç olanı palyaçodan korkanlardı. Oyuncak bebek fobisi garip olduğu kadar itiraf etmek gerekirse ürkünçtü de. Acaba Anabelle izleyip etkisinde kalmış olabilir miydi? Saçmalık! Aklımda saçma sapan soru işaretleri yanarken, "Peki, neden korkuyorsun?" diye sordum. Oyuncak bebek onda ne gibi hisler uyandırıyor da korkuyordu, orası merak konusuydu. Bu sorum üzerine doğrulup bana baktığında, dolu dolu olan mavi gözleri tekrar tekrar içimi yakmaya yetmişti. Derin bir nefes verdim. "Ben..." Dedi gözlerini kaçırarak. "Şey... Garip geldiğini biliyorum ama elimde değil. Küçüklükten gelen bir fobi. Bana bazı kötü anılarımı hatırlatıyor." Olay gittikçe ilginç bir hal almaya başlıyordu. "Nasıl yani?" "Canlanıp bana zarar vereceğini düşünüyorum." "Saçmaladığının farkında mısın? O sadece bir oyuncak bebek. Nasıl canlanıp da sana zarar verebilir?" "Anlamıyorsun," dediğinde gözleri yeniden dolmuştu. "Beni kimse anlamıyor. O size göre basit bir oyuncak olabilir ama bana göre o bir... O bir canavar! Hiçbiriniz bunu anlayamazsınız." Bunu söylediğinde az önceki cümlelerimden ötürü kendimi kötü hissettim. Bir oyuncak bebekten korktuğuna göre elbette onu anlayamazdım ama bunu bu kadar keskin bir şekilde dile getirmemem gerekirdi belki. İçimden bir ses bu problemin altına yatanların basit şeyler olmadığını söylüyordu.  Aslında onu daha fazla zorlamak istemiyordum ama sanki buna mecburmuşum gibi devam ettim, "İyi ama neden," diye sordum gözlerinin içine bakarken. "Bir insan neden sadece oyuncak bir bebekten korkar ki? Bir nedeni olmalı?" Tekrar gözlerini kaçırdı. Utanıyordu fakat utancının ardında gizlediği başka hisler de var gibiydi. Mesela sakladığı veya söylemeye çekindiği bir şeyin var olduğunu yüz ifadesinden anlayabilmek mümkündü. Kesinlikle söylemek istemediği bir şeyler vardı. "Sana bir soru sormuştum, yüzüme bak!" Dedim çenesini tutup yüzünü kendi yüzüme sabitleyerek. "Bunun nedeni ne?" Teni sarı olduğu için yanaklarının pembeleşmeye başladığı bariz bir şekilde görülüyordu. Gözlerim istemsizce dolgun dudaklarına kaydığında, birden yerinden kalktı. Bu ani hareketine karşın afallamıştım. "Nedeni seni ilgilendirmez." Dedi tek nefeste. Yüzüme bakamıyordu. Sence ben bunun peşini bırakır mıyım? Gözlerimi meydan okurcasına gözlerine diktiğimde, "Öyle mi?" diyerek sol kaşımı kaldırdım ve ben de ayağa kalktım. Buna karşılık Almina yumruklarını sıkarak gözlerini etrafta gezdirdi ve başını aşağı yukarı salladı. Daha sonra ise -her zaman yaptığı gibi- yine benden kaçtı. Yani arkasını dönerek yürümeye başladı. Ben de onun ardından, "Bu işin peşini bırakmayacağım, sarışın!" diye bağırdım. "Sebebini mutlaka öğreneceğim, kaçarın yok!" Yavaş yavaş evinin olduğu yöne doğru yürürken bir anda durdu. Çok kısa bir süre olduğu yerde bekledikten sonra yeniden bana döndüğünde kaşları çatılmıştı. "Ailemin bile bunca yıl asla bilmediği bir şeyi tanımadığım bir adamla paylaşacak değilim." Ardından döndü ve rüzgar gibi gitti yanımdan. Sanırım bu tanımadığım adam lafını bir süre hazmedemeyecektim.  *** Almina'dan... Henüz birkaç dakika önce Belalı'dan ayrılmıştım fakat şu anda onun daha da dibindeydim. Ne kadar dip, diye soracak olursanız onun yaşadığı evin içerisinde oturmuş, erkek kardeşiyle ödev yapıyordum. O kadar büyük bir ironi içerisindeydim ki, Belalı tam da karşıma oturmuş beni gözleriyle taciz ediyordu. Hem de çayını büyük bir keyifle yudumlayarak... DOMUZ! Okulda bir ödevim vardı ve bunu yapmakta zorlandığım için Kerem'in yardımına başvurmuştum. O da beni evine çağırmış, tıpkı mala anlatır gibi bana teker teker ödev için izlemem gereken yolları anlatıyordu. Sanırım Kerem üniversitede benim en büyük şansımdı. Çünkü hem aynı bölümde okuyorduk hem de o üst sınıftı. Dolayısıyla benim ödevlerim ona tıpkı bir çerez gibi geliyordu. Sevgi teyze çalışma masamızı yiyecekleriyle tıka basa doldururken, Allah canımı alsın ki yaptığı un kurabiyelerinden tek bir lokma bile yiyemedim. Çünkü biliyordum, o kurabiyelerden bir ısırık almam dahi bana zehir zıkkım olacaktı. Karşınızda size pişmiş kelle gibi sırıtan ve her bir mimiğinizi adeta arşınlayan bir herif olsaydı sizin de o lokmayı ağzınıza atabilmeniz zorlaşırdı. Rahatsız oluyordum yahu! Bu herifin sapık olma ihtimali her geçen gün daha çok artıyordu sanki. N'apsam, n'apsam diye düşünürken Kerem'in beyan ettiği fikirleri yarıda keserek, "Tuvalete gitçem!" dedim ve birden ayağa fırladım. "Tamam kanki gidebilirsin de... Niye bu kadar heyecanlandın anlamadım." Belki birazcık heyecanlanmış olabilirdim ama bunu bilmesine çok da gerek yoktu. "Yoo... Heyecanlanmadım... Neyse... Gideyim ben." Belalı'ya kaçamak bir bakış attığımda ayağa kalktığını görmemle daha çok heyecanlanmam bir oldu. Kesin peşimden gelecekti ve bugünkü olayı irdeleyecekti! Hızla geriye döndüğümde kafamı kapının eşiğine büyük bir şiddetle çarpmıştım. Fakat bunu aldırmayıp çevremdekilere iyiyim mesajı vererek koridora çıktım ve koridorda sıralanmış dört kapıyı kontrol etmeye başladım. Acaba tuvalet hangisiydi? Keşke Kerem'e sorsaydım, diyerek kafamı duvarlara vurmak isterdim lakin o şansımı az önce kapı eşiğinde denemiştim daha fazlasına hiç gerek yoktu. Aksi takdirde beyin kanaması filan geçirebilirdim. Üstüne üstlük Belalı'yı koridorun başında görmem daha çok panik yapmama neden oldu ve denizde boğulan bir insan misali kendi çapımda çırpınmaya başladım. Hatta neredeyse gerçekten çırpınacaktım. Koridordaki kapıları tek tek açarak tuvalete erişmeye çalışıyordum. Fakat lanet olası tuvalet sanki uçmuştu. Acaba evde tuvalet mi yoktu? Bunu düşününce aklıma nereye sıçacah bu millet repliği gelmiş ve hayattan soğumama neden olmuştu. "Tuvalet," diyerek yüksek sesle kekeledim. Ardından Belalı, yanıma geldi ve iki kolumdan tutarak beni sarstı. "Almina kendine gel," dedi otuz iki diş sırıtırken. "Tuvalet burası." Parmağıyla işaret ettiği yere baktığımda, az önce defalarca açıp kapadığım o beyaz kapı gözüme ilişti. Bir insan, ancak bu kadar salak olabilirdi. Bir tuvalet için evi birbirine katmıştım yahu... Üstelik çişim filan olsa bir şey demeyecektim lakin tuvalet ihtiyacım da gelmemişti. Ben sadece Belalı'dan birkaç saniye de olsa kaçmak istemiştim. Fakat gel gör ki, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum. Gözlerimi kaçırarak hızla tuvalete girdiğimde tırnaklarımı kemirmeye başladım. Kapattığım kapının ardından kahkaha sesleri gelmeye başladığında acaba kendimi daha ne kadar rezil edebilirim, diye düşünüyordum. Dünya Reziller Günü diye bir gün olsa, eminim ki o günün baş temsilcilerinden biri olurdum. Hatta o günün şerefine bana onur ödülü bile verilebilirdi. Şu herifi ne zaman görsem başıma mutlaka bir şey geliyordu. Düşünmüştüm de... Belalı'yla hiçbir zaman normal şartlar altında bir karşılaşmamız olmamıştı. Sorun ya bendeydi, ya da ondaydı. Ama hiç kimsenin yanında bu denli şapşallıklar başıma gelmediğine göre bence sorun Belalı'daydı. Sen anca kendi kendini avut aptal sarışın, diyen iç sesimi çimdirerek susturdum. Bu aralar çok biliyordu o iç ses... *** Bertan'dan... Almina'yla renkli renkli geçen dakikaların ardından bir kahkaha tufanıdır ki beni aldığı gibi peşinden sürükledi. Ne kadar da şapşaldı. Sırf benden kurtulabilmek için lavaboya girdiğine yemin edebilirdim. Beni gördüğünde bir anda panikleyerek lavabo kapısını, defalarca açıp kapamasına rağmen bulamamıştı ve ben bunu hatırladıkça gülmeye devam edecektim. Ne denli tatlı olduğunun farkında mıydı acaba? En sonunda sakinleşip odama doğru yöneldim. Tam kapıdan içeri girecektim ki aklıma dahiyane bir fikir geldi. Almina'nın sırf benden kaçmak için lavaboya girdiğini kendi kendime ispatlamak istiyordum ve buna istinaden çok ama çok ufak bir oyun yapmak fikri zihnimi istila etti. Eminim ki oradan da sırf ben kapının önündeyim diye çıkmıyordu. Belki de onun, gittiğimi sanmasını sağlayabilirdim! Odamın kapısını -bilerek- gürültülü bir şekilde açtım ve içeriye girmeden aynı gürültüyle tekrar kapattım. Kapattığım kapının önünde sessizce bekledikten kısa bir süre sonra, lavabonun kapısı açıldı. İşte bu! Almina görüş alanıma girdiğinde, lavabodan çıkmak adına bir adım attı. Lakin beni görmemişti. Bedenindeki değişikliği anında fark ettiğimde, saatler öncesinin aksine örmüş olduğu saçlarını açmış olduğunu gördüm. Ve bu görüntüye sanırım düşebilirdim. Belini geçen sapsarı saçları kıvır kıvırdı ve Almina her zamankinden daha naif görünüyordu. Aldığım nefesi adeta alev alev geri veriyordum. Yüzünün önüne düşen saçlarını geriye atınca bir an göz göze geldik. İri iri olmuş mavileriyle bana bakarken gülümsemeye çalıştım. Sakin ol Bertan... Sanırım bu sefer panik yapmaması gereken kişi bendim. İçim eriyordu resmen ve ben buna karşı koyamıyordum. Hayatımda ilk defa yaşadığım bu duyguları öyle tesirli bir şekilde hissediyordum ki ben bile şaşkındım. Nasıl da en ufak bir şeye tav oluyorum, inanılır gibi değildi. Bizim çocuklara kızardım, aşkı çok abartıyorsunuz diye. Onların ne demek istediğini şimdi anlıyordum.Şimdi mesela Almina, bu şekilde dışarı çıkarsa kesin katil olabilirdim. Müthiş derecede bir kıskançlık hissediyordum ve bu da beni inanılmaz zorluyordu. Ona benim gibi bakanın adeta gözünü çıkarırdım. Öte yandan Almina şaşkınlıkla bana bakakalırken bu fırsattan istifade ederek yanına gittim. Saç tutamlarından biri yine önüne düşmüştü. O kadar güzeldi ki cidden erimemek elde değildi. Önüne düşen o saç tutamlarını parmaklarımın arasına aldığımda ona olan yoğun hislerime karşın tenim karıncalandı. Kaşlarını şaşkınlıkla kaldırmış, hareketlerimi izliyordu. Ona hayranlıkla baktığım sırada, "Çok güzelsin." dedim. Daha doğrusu ağzımdan kaçırdım. Fakat bunu ağzımdan kaçırdığım için ondan çekinecek değildim. Aksine anlamalıydı. "Ne..?" Dediğinde sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Yine utanıyordu. "Duydun," dedim elimdeki saç tutamını geriye atarken. "Çok güzelsin. Kıvırcık saç sana çok yakışmış. Tatlı olmuşsun yani." Tatlı tatlı gülümsedi bana. Bu kez de gamzeleri gülerken çıktı ortaya. Sağ yanağındaki gamzesi tam bir çukurken, sol yanağındaki gamzesi sadece kendini belli edercesine belirgindi, hafifti. Bana bahşettiği gülümseme o kadar masum ve güzeldi ki... Çok çocuksuydu lakin bir o kadar da güzeldi. Gülümserken inci gibi dişlerini göstermemişti, aksine, kıvrılan dudaklarıyla o mükemmel gamzelerine anlam kazandırmıştı. "Teşekkür ederim." Diye yanıtladı beni. Hala gülümsüyordu ve bir o kadar da utancından pembeleşmiş yanaklarıyla birlikte yüzüme bakamıyordu.  "Anlaşıldı... Gamzelerini görebilmem için ya bir yerlerden düşmem ya da iltifat etmem gerekiyor?" Dedim soru sorar gibi bir edayla. "Hiç de öyle değil." "Evet öyle... Başka türlü güldüğünü göremiyoruz." "Gülüp gülmemem çok mu önemli?" "Eh, yani."  "Kanka neredesin ya... Alt tarafı bir tuvalete gi-" Kerem cümlesini, bizi görünce yarıda kesti. "Aaa... Çok, çok pardon böldüm mü?"  "Yoo," Dedi Almina, benim aksime saf saf. "Neyi böleceksin ki?" Gülümseye çalışarak dişlerimin arasından, "Tabi canım... Neyi bölecek ki!" dediğimde, Kerem'e öldürücü bakışlarımı atmayı da ihmal etmemiştim. "Neyse... Kerem haklı, ödeve dönsem iyi olacak." diyen Almina'nın yanımdan ayrılışını seyrederken Kerem'e ben sana sonra göstereceğim, diyerek işaret parmağımı doğrulttum. Şerefsiz, anın bütün büyüsünün içine etmişti. *** Almina'dan... Ertesi gün kızların sesiyle uyandım. Bu akşam, geçenlerde kınasına gidip pistte ahkam kestiğim Elif ablanın düğünü vardı. Aslında düğünü daha erken olacaktı fakat ailevi bir meseleden dolayı ertelendiğini duymuştuk. O yüzden kızlarla düğünde ne giyeceğimizi konuşmaya başladık.  "Eee, sen ne giyeceksin?" Diye soran Yaren'e bön bön baktım. "Hiçbir şey." "Ne yani," diye atladı Sema. "Düğüne çıplak mı gitmeyi planlıyorsun?" Şaşkınlıktan gözlerim irileşirken, "Yuh!" dedim ve Sema'nın koluna vurdum. "Sapık mısın ya? Tabii ki de çıplak gitmeyeğim ama... Ya ben elbise filan sevmediğim için doğru düzgün elbisem yok. O yüzden şortlu tulumumu giymeyi düşünüyordum." Aramızdaki en süslümüz Yaren atıldı, "Saçmalama Almina... Düğüne tulumla gitmene izin vereceğimi sanıyorsan yanılıyorsun." Yaren kıyafet dolabımı açarak karıştırdıktan sonra burun kıvırdı ve, "Hiç düğünlük bir elbisen yok," dedi. "İşte bu yüzdeeeeen..." kolumdan tutarak beni çekiştiriyordu. "...kalk bize gidiyoruz." "Ama-" "Aması maması yok! Sana kendi kıyafetlerimden vereceğim. Yoksa o düğünde güzel görünmeyi unutursun."  "Güzel görünmek isteyen mi var," derken göz devirdim. "Herkes bir Yaren değil ki güzellik derdine düşsün." Buna karşılık Yaren şu şekilde cevap verdi, "Kimse bir 'Yaren' olamaz zaten şekerim. Heheyt be!" Saçlarını savurarak Sema'yı ve beni tuttuğu gibi odadan çıkardı. Canan yengeme durumu izah ettikten sonra yengem, "Almina'yı külkedisine çevirmeden düğüne sokarsan seni o düğüne almam!" diyerek Yaren'i tehdit etti. Bunu neden yaptığını anlamasam da pek fazla üzerinde durmadım. Çünkü Canan yengemi bilirsiniz, ne zaman ne yaptığı asla belli olmaz... Kızlar, evde kıyafetim olmadığı kanaatine vardıklarında Yaren beni kolumdan tuttuğu gibi kendi evine götürdü. Aman Ya Rabbi düğün sanki benim düğünümdü!  *** Bertan'dan... Dışarıdaki davul zurna sesleri kafamın içinde gümbür gümbür çalarken, saçlarıma son bir kez şekil verdim ve gömleğimin yakalarını düzelttim. Böyle günlerde şık olmaya her daim özen gösteriyordum. Hadi canım, ciddi misin, diyen iç sesimi duymazdan gelerek üzerime parfümümü sıktım ve son kez boy aynasına baktıktan sonra odamdan çıktım. Kapının önünde hazır bir şekilde bekleyen annem, yine her zamanki gibi tükürükleriyle yüzümü yıkarken kolumu ona uzattım ve anında koluma girdi. Babam ve Kerem aşağıda, eğlenceyi izlemeye gitmişlerdi.  Aşağıya indiğimizde davul sesleri bir süre daha devam ederken daha çok erkekler kurtlarını döktüler. Ardından herkes düğün yerine götürmek üzere hazırda bekleyen servislere doluştu. Ben de arabama atlayarak bizimkileri de aldım ve düğün yerine doğru sürmeye başladım. Bizim çocuklar arkamda konvoy oluştururken, trafiğin ortasında arabasının camını açıp yola doğru dilini sallayarak çığlık atan Gökhan gerçekten çok gereksiz bir herifti. Onun yüzünden ele güne rezil oluyorduk. Arada bir onu aramıza aldığımız güne lanet etmiyor değildim çünkü yirmi dokuz yaşında koskoca herif olmuştu ama hiçbir konuda ciddi olamıyordu. En sonunda Fatih'teki düğün yerine vardığımızda arabadan indik ve bizimkilerle birlikte, ileride teker teker selamlaşan diğer arkadaşlarımızın arasına karıştık. Herkes bir anda inince bir kargaşa olmuştu lakin bu çok uzun sürmedi. Millet düğün salonuna doluşunca dışarısı bizim dışımızda bomboş kaldı. Etrafa bakındığımı gören Gökhan, "Boşuna bakma yenge gelmedi," dedi. "Onlar geç çıkacaklardı, az önce Muzaffer'le konuşmuştum." Ben Gökhan'a öldürücü bakışlar atarken diğer arkadaşlardan biri çıkıp, "Yenge?" diye sorunca, erkekler hep bir ağızdan "Oooo..!" diye bağırmaya başladılar. "Bertan ağabey... Kim o şanslı kız acaba?" "İnanılır gibi değil! Bertan birini mi seviyor?" "Vaaay... Bertan. Ne ara bize yenge yaptın lan?" "O ne lan öyle," dedim Murat'a son cümlesine karşın. "Çocuk yaptın gibi... Hem, size ne kardeşim?" Kasımpaşalı da, "Onlar da bir şey demediler zaten kardeşim. Doğruları söylemek suç mu?" dedi. "Söylemeyi oğlum doğruları. Sizi ilgilendirmez!" "Eee ağabey... Söyle de o zaman bilelim yenge kimdir, nedir?" "Yok öyle biri. Hadi siz kendi işinize bakın." Diyerek konuyu kestirip attım. Bu olay kimseyi ilgilendirmiyordu.  Çok geçmeden Fişek ve Kasımpaşalı'yla beraber salona girdiğimizde Azad, sevgilisi Dilşad'la sarmaş dolaş masada oturuyordu. Bizi görünce baş selamı verdi ve gözleriyle yanına gelmemizi işaret etti. Bizim geldiğimizi gören Dilşad da, "Muhabbetiniz sarmıyor beyler." deyip bizimle dalga geçerek yanımızdan ayrıldı. Bizimkiler teker teker masaya otururlarken ben, o ara masaya oturmamıştım. Biraz telefonumla meşgul olurken Gökhan ile Mert'in oldukça abartılı şaşkınlık nidalarını duydum. İkisine de bön bön baktığımda Azad, gözleriyle bakmamı istediği yeri işaret etti ve ben de kaşlarımı çatarak oraya baktım. O an eğer boğazıma bir mikrofon dayansaydı salon, yutkunma sesimle inlerdi. Karşımda gördüğüm kişi, tabii ki de Almina'dan başkası değildi lakin o kişinin Almina olduğu da şüpheliydi. Vücut hatlarını saran sarı, çiçekli ve oldukça zarif bir elbise giyinmiş; uzun saçlarını da dalgalandırmıştı. Gözlerinde, mavilerini ortaya çıkartan koyu bir makyaj vardı, dudaklarında ise hafif ama bakanı etkileyecek kadar belirgin bir boya... İnanılmaz güzel görünüyordu. Açıkçası oldukça etkilenmiştim.  Şu durumda fazla ateş basmıştı beni. Üstelik öyle dalmışım ki, az önce yanında durduğum masanın üzerine oturdum. Ve kaçınılmaz son, masa sağlam olmadığı için üzerindeki yemeklerle birlikte aşağıya uçtu. Ben de o an dengemi kaybederek Gökhan'ın sandalyesine tutunmak durumunda kaldım. Ardından devrilen sandalye ile yanımızdaki Azad'la birlikte domino taşı misali paldır küldür yere düştük. Hem de herkesin içinde! *** Almina'dan... İleriden gelen gürültüye şaşkınlıkla baktığımda, Gökhan ağabey yüz üstü bir pozisyonda, üzerine düşen sandalyeyle birlikte resmen yeri öpüyordu. Azad ağabeyin ise ayakları havadaydı ve Belalı, sadece yere çömelmişti, afallamış bir şekilde etrafa bakıyordu. Mert ağabeyi soracak olursanız o da az önce burada neler yaşandı, dermiş gibi tepeden arkadaşlarına bakıyordu. Etraftaki herkes kahkahalarla gülerken ben, öyle bir anırdım ki sesim resmen bütün salonu inletti. Kızlarla birlikte sandalyeye oturmuş, çişimiz bizi sıkıştırana kadar gülmeye başlamıştık. Hatta bir ara gülmekten karnıma kramplar girmiş, nefes alamamıştım. Özellikle Gökhan ağabeyin yere amele sümüğü gibi yapışması olay olmuştu. Belalı ise kendisine yaklaşanı resmen gözleriyle dövüyordu. Zavallı Azad ağabey belini tutarak yerden kalktığında imdadında mahalledeki fırsatçı kızlar koştu ama o fırsatçı kızlardan önce neyse ki sevgilisi Dilşad abla yetişmişti. Dilşad abla sevgilisini kaldırmaya çalışırken gülmemek için adeta morarmıştı. Gökhan ağabey ise hala olayın şokunda olmalıydı ki henüz yerden kalkmamıştı. Rezalet kafa boyuydu. Ne olmuştu bir anda öyle yahu?.. Neyse ki bu olay fazla irdelenmeden kapanıp gitti. Daha doğrusu kapanmış gibi gözüküyordu lakin biz de dahil olmak üzere çevredeki birçok insan hala onlara gülüyorduk. Belalı beni ona gülerken gördükçe gülmeyi kesiyor, başka tarafa bakınca tekrar gülüyordum ya da gülerken ona kafamı çeviriyordum. Tutamıyordum kendimi, ne yapayım yani! Meryem'in nişanlısı Mehmet ağabey bizimkilerin yanına gidip, "Bu haliniz ne lan böyle?" dediğinde esaslı bir kahkaha attı. "Uzun zamandır bu kadar iyi gülmemiştim, ne yalan söyleyeyim."  Mert ağabey olayın kendisiyle bir ilgisi olmamasına rağmen, "İşine bak kardeşim." diyerek üstü kapalı bir şekilde Mehmet ağabeyi uyardı. Bu uyarıyı tiye bile almayan Mehmet ağabey Belalı'nın omzuna dostça vurarak gözden kayboldu. Meryem de nişanlısını takip ederken Belalı'nın kulağına bir şey fısıldayıp kıkırdayarak ayrıldı salondan. Artık Meryem kulağına ne fısıldadıysa, Belalı'nın asık suratının bir anda yumuşaması iyi bir şey sayılırdı. Adam en azından rezil olduğunu düşünerek salonu terk etmemişti. Ben olsam değil salonu, o rezillikten sonra ülkeyi terk ederdim herhalde.  Her şeyin ardından düğün bütün sıradanlığıyla devam etti; gelin ve damat geldi, pasta kesildi, takı töreni oldu ve ardından oyun havaları çalmaya başladı. Bazı halaylara girmiş ve oynamıştım. Aslında bu kıyafetle fazla rahat edemiyordum lakin halay çekmeden de duramıyordum. Nefsim buna izin vermiyordu ne yazık ki. Ayrıca mahalle erkeklerini bırakın, mahalle kadınlarının bana yiyecekmiş gibi bakmaları da cabasıydı, hepsinden iğreniyordum. Ne vardı ki aramızda çekememezlik değil de destek olsaydı da bütün engelleri hep beraber aşabilseydik... Ama ne yazık ki kadının düşmanı yine kadın oluyordu. Başımı olumsuz anlamda iki yana sallarken bunu düşünmemeye çalıştım.  Bir ara çiftlerin dans etmeleri için yavaş bir müzik çalmaya başlamıştı. Ben de bu vesileyle biraz oturur, dinlenirim diye umuyordum. Tam yengemlerin masasına doğru yönelmiştim ki, kolumda bir el hissedince refleks olarak beni tutan kişiye döndüm. Furkan... Bu Furkan'dı. Hani geçenlerde bana köpek muamelesi yapıp da sahipsiz diyen barzo.  "Şey..." Dedi ensesini kaşıyarak. "Benimle dans eder misin, diyecektim." Aslına bakılırsa bunu hiç istemiyordum. Hem yorulmuştum hem de onunla dans etmem bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebilirdi. Tam ağzımı açmış onu reddedecekken arkamdan bir ses, "Maalesef edemeyecek." dedi. Arkamı döndüğümde ise Belalı'yla göz göze geldik. Bu adam her fırsatta karşıma çıkmak zorunda mıydı? "Nedenmiş o?" Diye sordu Furkan Belalı'ya ukala bir ifadeyle bakarken. Ona karşılık Belalı da şu şekilde yanıt verdi, "Çünkü o, benimle dans edecek. Hem, bana sözü vardı. Öyle değil mi Almina?" Sözüm mü vardı? Şaşkınlıkla, "Öyle mi," dedim. "Sana sözüm mü varmış?" "Evet." Diyerek kestirip atan Belalı beni tuttuğu gibi piste doğru çekiştirdi. Furkan da olduğu yerde kalakaldı. Belalı bir de yaptığı bu kabalığı hiçe sayarak sağ eliyle belimi kavradı ve sol ellerimizi birleştirerek yukarı kaldırdı. Şaka gibiydi ama şu an Belalı Bertan ile olduğumuz yerde hafif hafif sallanarak dans ediyorduk. Hem de benim iznim dışında. "Bunu neden yaptın?" Dedim yüzüne bakamayarak. Fakat o, aksine pür dikkat yüzüme bakıyordu. "Hiç... Sadece canım istedi." Diyerek sırıttı. Ona kaşlarımı çatarak baktım, "Ya sen nesin böyle de her canının istediğini yapıyorsun? Benim adıma karar verilmesinden asla hoşlanmam ve ayrıca bu hiç komik değil... Bırak beni, seninle dans etmek istemiyorum." İmayla, "Ama Furkan'la dans edecektin," dedi ve gitmek üzereyken beni tuttu. "Doğru mu?" "Tabii ki hayır... Onu reddetmek üzereydim." Yine sırıttı, "Aferin." "Ama onunla dans edebilirdim de ve bu sadece beni ilgilendirirdi, tamam mı? Komik değil dediğim halde neden ısrarla güldüğünü de anlamıyorum. Bırak beni. Gideceğim!" "Ya kızım," dedi etrafına bakınarak. "Buradaki en şanslı kızlardan biri olduğunun farkında mısın? Etrafına bir bak. Daha önce benimle dans edebilme hakkını hiçbir kıza vermedim ben."Bu herif kendini ne sanıyordu böyle ya? İmparator filan mı? Mahalledeki kızlar bunun totosunu çok kaldırmıştı anlaşılan.  "Sen kendini ne sanıyorsun böyle ya? Bu nasıl bir ego?" "Yalan mı," dediğinde ısrarla etrafa bakınmamı istedi. "Çevrene bakarsan yalan olmadığını anlarsın." Yalnızca ona bu dediklerinin aksini ispatlamak istediğim için dediğini yapıp etrafıma bakındığımda, kızların gerçekten de bize hasetle baktığını gördüm. Ya savunulacak bir tarafları da yoktu ki arkadaş! Adama bu hakkı veren resmen onlardı ve bence bunu kendi iyilikleri için yapmamalıydılar. Ama tabi yine de bu, Belalı'ya ego yapma hakkı doğurmuyordu Açığını bulamadığım için adeta sinir küpüne dönmüştüm fakat kendimi rezil etmek istemediğimden umursamazlık maskemi takınarak, "Eee, n'apabilirim?" dedim omuz silkerek. "Ayrıca onlar bana senin için bakmıyorlar, sadece elbisemi beğendiler. Kendini yüceltmen gereken hiçbir durum yok." Belalı bunun üzerine tam ağzını açmıştı ki, fotoğrafçı küçük bir çocuk yanımıza gelerek, "Ağabey fotoğrafınızı çekeyim mi?" dedi. "Yok canım, sağ ol." Diyerek geçiştirdiğim çocuğa Belalı, "Hayır, gel çek." dedi ve bu hareketi üzerine ona bön bön baktım. Geriye dönen çocuğun ise kafası karışmış gibiydi. "Ağabey ne yapayım şimdi; çekeyim mi, çekmeyeyim mi?" "Çekme!" "Çek!" Belalı'yla aynı anda söylediğimiz cümleler neticesinde çocuk iyice afalladı. "Fotoğrafımız olsa ne, olmasa ne?" Dedim. O da bu cümleme karşın şu sözleri sarf etti: "Ne düşünüyordum biliyor musun," dedi gözlerimin tam içine bakarak. "Aslında burada şanslı olan sadece sen değilsin, aynı zamanda ben de şanslıyım. Nedenini soracak olursan, buradaki çoğu kızların gözleri benim üzerimdeyse, en az bir o kadar erkeğin gözü de senin üzerinde, sarışın. Yani bu düğündeki en güzel kız sen olabilirsin." Bir an ne diyeceğimi bilemeyerek bakakaldım ona. Birkaç cümlesiyle beni bu kadar etkilemiş olması gerçekten çok şaşırtıcıydı ve üstelik yanaklarımın hafiften ısındığını hissediyordum. Gözlerimi ondan kaçırdım. Ettiği laflarla ağzımı tıkayan Belalı, güler gibi bir ses çıkardığında ben de kendimi tutamayarak gülmüş bulundum. Ve o an fotoğrafçı çocuk deklanşöre basarak bu anımızı ölümsüzleştirdi. *** Canan yengem, Belalı'yla dans ettiğim için etimi çimdire çimdire bir hal olmuştum. Ayrıca ima dolu laflar ederek sinirlerimi zıplatıyordu. Zaten bizim kızların gazabına yeterince uğramıştım, üzerime bir de Canan yengem geliyordu. Hayır yani, alt tarafı dans etmiştik. Dans ettik diye de evlenecek halimiz yoktu ya!  Düğün bitmişti, sonunda ise fotoğraflar çekiniliyordu. Biz de sıra sıra Elif ablayla fotoğraf çekildikten sonra sıra toplu olarak çekileceğimiz fotoğrafa geldi. Mahalleden tanıdığım tanımadığım birçok insan sığıştığı kadar gelin ile damadın yanında yerlerini alırken fotoğrafçı da pozisyonunu aldı. Fakat bir türlü yerleşemeyen bazı insanlar fotoğrafçı ağabeyi resmen verem ettiler. Adam en sonunda isyan etti. Uzun da süre sonunda nihayet herkes yerine yerleştiğinde ben de Meltem yengemin yanında pozisyonumu almıştım. O sıra arkamdan bir çift eli belimde hissettim ve hızla o ellerin sahibine baktım. Belalı'nın arkamda olduğuna hiç şaşırmamıştım doğrusu. Adeta her yerde burnumun dibinde bitiyordu. Fakat münakaşaya girmek istemediğimden ona uyarak biraz geriledim ve sırtım omzuna hafifçe çarpınca ona bakarak gülümsedim. O da gülümsedi. Ardından kafamı Belalı'nın omzuna değecek şekilde yan yatırdığımda, fotoğraf makinesine bakarak otuz iki diş sırıttım. Ve Belalı'yla bir anım daha ölümsüzleşmiş oldu. "Güzel pozdu, sarışın." Dedi Belalı çekildiğimiz fotoğrafın ardından. "Darısı ileride çekileceğimiz olan diğer fotoğrafların başına, inşallah."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE