Pâyidar | 13

3930 Kelimeler
İnsanlar bazen, hatta çoğu zaman hayatın renklerini fark edemiyorlardı. Eh, ben de Polyanna'yı oynamıyordum ama en azından en ufak şeylerle bile mutlu olmayı özümseyen biriydim. Bardağın boş tarafını değil de dolu tarafını görmeyi tercih edenlerdendim. Fakat benim de şöyle bir sorunum vardı; önüme konulan su dolu bardağın yarısı boştu evet; acaba içindeki su muydu yoksa başka bir şey miydi, kestiremiyordum. Kısacası güven problemim vardı. Söz konusu ailem olsa dahi onlara alışmam çokça uzun bir zaman diliminde gerçekleşmişti. Ama yine de onlarla mutlu olmayı bilmiştim ve bu durumu onlara belli etmemiştim. Annem veya babam yok diye hırçın bir insan olup da çıkabilirdim mesela. Veyahut amcamların bana karşın yaptıkları fedakarlıkları hiçe sayarak kendimi odalara kapatıp depresyon ayağı da yapabilirdim, yani hayata da küsebilirdim. Ama ben bunu yapmadım. Çünkü her ne olursa olsun sırtımı yaslayacağım bir babam olmasa da, iki tane amcam vardı; bir tane annem olmasa da iki tane yengem vardı; kardeşlerim olmasa da kapı gibi dört tane kuzenim vardı. Allah'ın benden aldıklarına isyan etmek yerine, bana verdiklerine şükretmek en mantıklısıydı. İşte bu yüzden hiçbir zaman ailemin hakkını ödeyemezdim. Beni dünyaya getirenlerin arkasından döktüğüm gözyaşı asla ebedi olmayacaktı ama onların boşlukları içimde ebedi olarak kalacaktı. Onları hep özleyecektim, hiç görmediğim annemi ve babamı anımsadıkça gözlerim dolacaktı belki. Ama yoklukları için hiçbir zaman isyan etmeyecektim, haddim değildi. Hele de Allah'ın bana verdiği onca şeyden sonra hiç mi hiç haddim değildi. Bunları neden mi anlatıyorum? Çünkü en yakın arkadaşlarımdan birisi olan Yaren, sonradan da olsa bulduğu babasını hepimizin gözleri önünde aşağılamıştı. Aslında onda da suç bulmuyordum. Ben de babamı sonradan bulsam, vereceğim tepkiyi kestiremezdim. Fakat yine de onu bulduğum için binlerce kez şükrederdim. Aşağılamak yerine yapacağı açıklamayı dinler, ona göre tavrımı ortaya koyardım. Biber'de oturmuş hepimiz Yaren'i sakinleştirmeye çalışıyorduk. Eve gelen babası Yaren'i görmek isteyince kız çıldırmakla kalmayıp bir de ağzına geleni saymıştı. Yıllar önce annesiyle kendisini terk edip giden babası ne yüzle karşısına çıkardı, ona göre. Veyahut da def olup gitmeliydi. Fakat o adamın tek bir istedi vardı; o da kızının onu bir kez olsun dinlemesiydi. Bu konuda olumsuz rol oynayan bir kişi daha mevcuttu. Yaren'in yıllar yılı korlanan öfkesinin alevini kalbinde taşıyan bir de annesi vardı. Kızını her fırsatta daha da fazla doldurmaktan öteye geçemeyen kadın, tıpkı yaralı bir ceylan gibi olduğunun farkında değildi. Elbette ki o adamın yaptıklarını onaylıyor değildim lakin herkesin geçmişiyle ilgili bir açıklaması olmalıydı. Yalan veya doğru, herkesin kendini açıklama, kendini savunma hakkı vardı. Hatta gerekiyorsa ikinci bir şans hakkı da verilmeliydi. Zaten çoğu insan ikinci bir şansı hak ederdi. "Pisliğe bak ya," dedi Yaren yüksek sesle. "Bir de gelmiş pişkin pişkin kızım diyor. Gel de dellenme!" Barış araya girerek, "Sence de biraz fazla abartmadın mı? Sonuçta adamın sana açıklayacağı şeyler varmış. En azından ona bir konuşma fırsatı verseydin." diye sitem etti. Eh, biraz haklıydı da. "Barış! İnan ki kalbini kırarım, bir de sen üzerime gelme! Ne diye ona fırsat verecekmişim ki?" "Ama adam bayağı üzgün görünüyordu..." "Beter olsun!" Çıldırmış gibi bir ifadeyle ayağının dibindeki pet şişeyi tekmeleyerek uçuran Yaren, aynı hızla yanımızdan ayrıldı. Sema ise onu sakinleştireceğine dair bize garanti vererek Meryem'i de yanına aldı ve biraz sahili dolaşmaya gittiler. Biz de kalanlar olarak -yani Barış, Akgün, Kerem, Koray ve Berke- öylece yerimizde bir süre oturduk. Eve doğru ilerlerken, Kerem'le ikimiz de fazlasıyla mutluyduk çünkü onun bana yardım ettiği ödevden çok iyi bir not almıştım. Fakat sonradan yeniden aramıza katılan Yaren ve diğerleri için aynı şeyi söyleyemezdim. Çünkü Yaren, etrafına buram buram öfke saçmaya devam ediyordu ve haliyle herkes bundan etkileniyordu. Siniri hala yatışmamıştı anlaşılan. "Aman Yaren," diye isyan bayraklarını çeken ilk Sema olmuştu. "Benim de annem ve babam ayrı ama senin kadar sorun etmiyorum. Mesela babam uzakta ve neredeyse birbirimizi iki ayda bir görüyoruz." Yaren öfkeyle, "O farklı bu farklı," dedi. "Senin annen baban ayrı ve baban seni benimki gibi terk edip gitmedi! Emin ol benim durumum daha vahim." "Sen bunu küçüklüğünden beri annesi ve babasının kavgasına şahit olan birine mi anlatıyorsun, Yaren? Dertlerini bu kadar büyütmekten vazgeç. Herkesin kendine göre bir sorunu var, seninki ise daha vahim filan değil." Barış, ortamdaki gerginliği fark ettiği an Sema'ya susması için fısıldarken Yaren'den cevap gecikmedi, "Evet, daha vahim! Kızım, babam bizi yıllar önce bir kadın uğruna terk etti diyorum nesini anlamıyorsun? Şimdi de geçmiş karşıma bana kızım diyor. Neresi iyi bu durumun?" Sema gülerek, "Benim babam başka bir kadınla evli ne diyorsun sen," diye yanıtladı. "Hem de buna her fırsatta şahit oluyorum, başka kadından bir kardeşim bile var! Durumunun elbette ki iyi olduğunu söyleyemem. Ama ben babamı bu şekilde bile kabullenmişken, sen babana açıklaması için fırsat vermiyorsun... Hani o iddia ettiğin kadın nerede? Biz niye göremiyoruz onu? Çünkü kuruntu yapıyorsun. Belki de işin aslı öyle değil..?" Akgün alt dudağını dişleyerek olacakları beklerken Kerem, Koray ve Barış Sema'ya susmaları için resmen yalvarıyorlardı. Meryem'se olacak olanlar için tepkisizdi. Ama bence Sema sonuna kadar haklıydı. Yaren her seferinde dertlerini bir çığ gibi büyüterek kendi kendini yiyordu. Her derdimi büyütecek olsam ben çoktan ölmüş olurdum. Ayrıca dertlerini diğer insanların derdinden üstün görmek de neyin nesiydi? Ama Yaren bunca söze rağmen aldırış etmiyordu, "Ne yapıp ne yapmayacağımı birilerine soracak değilim." Bu sefer dayanamayarak ben araya girdim. Çünkü bu gidişle Yaren herkesi kıracaktı. "Elbette ki birilerine soracak değilsin Yaren," dedim Meryem'in kolundan çıkıp onun koluna girerken. "Ama hiç değilse bir şans versen? Bak bence bir dinle ve öyle kararını ver. Sana onu affet demiyorum ama ona kendisini açıklama fırsatı versen? Eminim ki gerisi çorap sö-" Hızla sözümü kesti ve kolumdan çıkarak öfkeli gözlerini bana dikti. "Bu konuda fikir alacağım en son kişi bile değilsin, Almina! Sorun benim sorunum ve her ne kadar baba demeye bin şahit istese de o adam benim babam, senin değil! Hem..." Garip bir alayla beni baştan aşağı süzdü, "...bu durumun nasıl boktan bir şey olduğunu sen anlayamazsın çünkü bir annen baban bile yok. O yüzden bir daha bu konu hakkında yorum yapmamanı diliyorum." Ve bir an ne diyeceğimi bilemediğim için donakaldım. Çünkü haklıydı ve onun haklı olduğunu bilmek içime bir öküz gibi oturmuştu. Meryem, "Hih!" diyerek eliyle ağzını kapatırken Berke, "Doğru konuş Yaren!" diye diklendi. "Ona bakarsan biz de senin sabahtan beri ettiğin dırdırlara katlanmak zorunda değiliz! Asıl sen Almina'yı aşağılayacak en son kişi bile değilsin!" Ardından kolumdan tuttuğu gibi beni hepsinin yanından uzaklaştırdı. Böylesi aslında iyi de olmuştu. Yoksa Yaren'in önünde oturup ağlayabilirdim. Şu kırılmak, olayı o kadar aşağılık bir durumdu ki tarifini dahi yapamıyordum. Aslında bu tür laflara alışık olmam gerekiyordu, yani bu kadar lafın altında kalmamam lazımdı. Normal şartlar altında kalmazdım da. Daha doğrusu, o cümleleri Yaren değil de bir başkası sarf etse cevap vermememin imkanı yoktu. Ama söz konusu sevdiklerim olunca işler değişiyordu. İçimde kendimle verdiğim o savaşı bir kenara bırakmak lazım geldiğinde bu sefer de ruhum çırılçıplak kalıyordu. Yönünü şaşırmış bir pusula misali kendi kendime bir yol belirlemeye çalışıyordum böyle zamanlarda. Daha doğrusu kendimle baş başa kalarak bir iç muhasebe yapıyordum. Herhangi bir olayın herhangi bir ucu bana dokunduğunda ister istemez kendimi sorgulardım, acaba ben ne yaptım diye. Açıkçası bu konuda çoğu insanın yapmadığını yaptığımı düşünüyordum ama her problemi kendinde arayan insan kendi kendini çok fazla yıpratırdı. Zaman zaman yıpranırdım. Mesela az önceki yaptığım şey, arkadaşımın iç meselesine karışmaktı bir nevi. Aslında amacım bu değildi, sadece ona doğru yolu gösteren bir fener yakmak istemiştim. Ama fenerimin ışığı Yaren'in gözünü alınca işler değişti, buna bağlı olarak da arkadaşımı rahatsız etmiş oldum. Zaten haddim de değildi ki. Yaren doğru söylüyordu. Bir annem babam yoktu ki bu tür olaylarda fikir yürütebileyim... Ne hakla karışmıştım ki onun olayına? İşte diğer herkes gibi bana ne, diyemediğimdendi ya tüm başıma gelenler, aslında bütün her şeyi hak ediyordum. Başıma gelen her şeyi sonuna kadar, dibine kadar hak ediyordum! Berke'nin bana endişeyle bakan gözleri ve tereddütte kalan dili sözcüklerini serbest bıraktığında kendime acımaktan sıyrılıp refleks olarak ona döndüm, "Kuzen," dedi alt dudağını dişleyerek. "İyi misin?" "Bak, üzme kendini tamam mı?" Sesini duyana değin Koray'ın diğer yanımda olduğunun farkında bile değildim. "Yaren belli ki sinirlendiğinde hiçbir zaman kendine hakim olamıyor." Berke bir hışımla, "Ya Koray bırak," dedi. "Bu kızın ne suçu vardı ki onun laflarını yemek zorunda kaldı..." Ardından tekrar bana döndü, "...kuzen, sen o sözlerin hiçbirini aldırma... Yani... Aldırmıyorsun öyle değil mi?" Aldırmıyor muyum, bilmiyorum. Cevabından emin olamadığım bir soru karşısında afallarken, yürüye yürüye yeniden Biber'e varmıştık. Derin bir nefes vererek banklardan birine oturduğumda, hiç vakit kaybetmeyen kuzenlerim de iki yanıma oturdu. Hırçınca esen rüzgar uzun saçlarımı coşturuyordu. Karşıya doğru dalıp gitmişken, havanın kasveti denizle bütünleşmişti. Sonbaharın kışa çalan o karmaşık havası tenimi ürpertti. Soğuğu yemek, gözlerimi dolduran yaşları kurutmuştu. Yani kısacası iyi gelmişti. Koray, "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu. Ne zaman bir hüzne bürünsem her iki kuzenim de yanımda bitiyordu. "Ne söyleyeyim ki," dediğimde titrek bir nefes verdim. "Söyleyeceğim ne var yani?" Berke araya girdi, "Tamam, bir şey söyleme. Ama susma da. Sen susunca tam susuyorsun çünkü, bunu biliyoruz. Alt tarafı Yaren, bir iki gereksiz laf etti diye kendini bu kadar kasma, Almina. Senin annen baban yok, evet. Ama biz varız be!" Gözlerim dolu dolu bir şekilde Berke'ye bakarken, bu sefer Koray konuştu, "Sen bizim sarı şekerimizsin!" İkisi de bir koluma sarıldığında, gözyaşlarım istemsizce gözlerimden boşanmaya başladı. Çiseleyen yağmurun altında yukarıya doğru bakarken, akan sümüklerimin o tuzlu tadını hissettiğimde yüzümü buruşturmadan edememiştim. Şu hüzünlü anlarımı bile rahat rahat yaşamıyordum yahu... Sümük nedir ya..? Sümüğün tadı nedir! Bir süre bu şekilde sarılır pozisyonda beklerken, Allah'a bir kez daha şükrettim. Benim yanımda bu denli güzel insanlar olduktan sonra, annem babam olmasa kaç yazardı ki? İçimde kopan fırtına bir anda yerini bahara bırakmıştı, hem de saniyeler içinde. Çok geçmemiş olacak ki Berke kolumdan ayrılarak, "Tamam şimdi def ol git, köle! Yeter bu kadar sana." dedikten sonra kafama vurdu. Yaşlı gözlerimi ona doğrulttuğumda, altımda etek olmasına aldırmadan kaldırdığım bacağımı Berke'nin namüsait bölgesine indirdim. Berke acıyla inlerken, "Sensin lan köle, hayvan!" diye çığırdım. "Şu anın içine etmesen olmuyor değil mi?" "Sen de benim kıymetlime bulaşmasan olmuyor değil mi?" Diyerek bir kurt misali uluma sesleri çıkartmaya başladı. Buna hem Koray hem de ben seslice gülüyorduk. Bu eşekler olmasa ne yapardım, hiç bilmiyordum... *** Akşamleyin, ailecek güzel bir akşam yemeği için Bülent amcamlarda toplanmıştık. Canan yengem ve Meltem yengemin yönetmenliğini üstlendiği akşam yemeği organizasyonu lezzetli yemeklerle coşmuş, keyifli sohbetlerle de şenlenmişti. Bütün ailemizin de bir arada olması, birkaç saat önce yaşadığım o nahoş olayı bana çoktan unutturmuştu. "Eee Almina," dedi Burhan amcam sesimin soluğumun çıkmadığını fark ederek. "Sen anlat biraz da. Nasıl gidiyor hayat?" "İyi," diyerek geçiştirmek istesem de bunu yapmadım. Cümlemin üzerine pek fazla bir şey ekleyemeyerek, "Nasıl gitsin işte. Aynı." dedim ve susmayı tercih ettim. Bu sefer de Bülent amcam beni konuşturma girişiminde bulundu, "İyi gider, tabi." dedi çatalına batırdığı köfteden ufak bir lokma ağzına attığında. Kaşları hafifçe çatılmış bir şekilde gözlerini tabağına indirdi ve konuşmasını sürdürdü. "Peki daha daha nasılsın?" Bülent amcam bana bir imalarda filan bulunuyor olmalıydı, yoksa o hiçbir zaman böyle garip bir ruh haline bürünmezdi. Acaba hakkımda uygunsuz bir şey mi duymuştu? Bunu düşününce boğazıma bir yumru oturdu sanki. Ama yine de kendimi bozuntuya vermemeye çalıştım, fakat ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. "İyiyim amca... Bildiğin gibi daha ne olsun." "Ben bilmem," diyerek teslim olur gibi bir hareketle ellerini kaldırdı. "Yani nereden bilebilirim ki." Saf saf etrafıma bakındığım sırada ciddi ciddi benim hakkımda herhangi bir şey duyup duymadığı konusunda endişelenmeye başlamıştım. Biraz düşündüğümde, bir şey filan yaptığımı da hatırlamıyordum ki... Umarım mahallelinin ağzında dolanan yalan yanlış şeylere alet olmamışımdır, diyerek dua ederken, imdadıma Canan yengem yetişti. Sofradaki herkes amcamın hareketlerini merak ediyor gibiydi. Fakat biraz düşünmüştüm de... Amcam bir iki günden beri sanki birazcık sessizdi. Umarım ciddi bir şeye kurban gitmemişimdir... Hem neden her şeyi kendi üzerime alınıyordum ki? Belki işiyle ilgili bir sorunu vardı? Bununla avunamam!.. "Hayırdır Bülent," dedi Canan yengem merakla. "Ne bu tavır? Menopoza mı girdin, hayırdır?" Şu Canan yengemin açık sözlülüğü bazen o kadar iyi oluyordu ki, anlatamazdım. "Ne tavrı canım?" Diyerek aksini iddia eden Bülent amcam önündeki yemekle oynuyor, ağzındaki lokmayı saatlerdir ağzında geveliyordu. Fakat ağzında gevelediği sadece yiyecekler değil aynı zamanda da sözcüklerdi. "Allah canını almasın, Bülent... Bu tavır değil de ne peki? Bir şey mi oldu?" "Yahu ne olabilir," diyerek gözlerini deviren amcam bana baktı. Kalbimin suçlulukla çarpması normal miydi?.. "Ayrıca ben Almina'yla konuşuyordum, yenge. Öyle değil mi kızım?" Hayretle kalkan kaşlarım arasından, "Evet." diyerek yanıtladım. Birden, "Dans etmeyi çok seviyorsun anlaşılan," diyen adama bön bön baktım. Bu soruyu cevaplamama gerek var mıydı acaba? Veya şöyle söyleyeyim; böyle gereksiz bir soru karşısında ne cevap verebilirdim? Çünkü dansla alakam yoktu. Benim en sevdiğim dans -danstan sayılıyorsa tabi- halaydı. Eğer halay başı olmayı sevip sevmediğimi soruyorsa isabet olmuştu, tabii ki de seviyordum! "Yani halay da buna dahilse evet, bir tek halay çekmeyi severim... Neden sordun?" Bülent amcam gözlerini kısarak, "Buna pek emin olma," dedi. "Ya hani şeyden soruyorum... Geçen gün dans ederken bayağı iyiydin... Hani şeyle... Neydi adı... Bertan'la." Bülent amcam Bertan ismini vurguladığında ağzım bir karış açık kaldı. O sırada da Burhan amcamın içtiği su boğazında kalmıştı. Demek Bülent amcam bu yüzden bana tavır yapıyordu... Öyle bir utandım ki, kulaklarımdan alev çıkmıştı adeta. Amcam neyi ima ettiğinin farkında mıydı acaba? Ama aptallık bendeydi... Sen ne diye gidip, bütün mahallelinin gözleri önünde Belalı'yla dans edersin ki... Sıradan birisi de değil, Bertan, Belalı Bertan! Mahallede neredeyse bütün kızların onunla evlenmek için gözünün içine baktığı Bertan. Mahalle kadınlarının kızlarıyla dedikodusu çıksın diye delirdiği Bertan. Tipiyle birçok erkeği ezebilecek olan Bertan. Range Rover'i olan Bertan. Bertan Kalenderoğlu. Ve sen Almina, gittin adamla saf saf dans ettin, diyen iç sesimi Canan yengem misali çimdikleyerek susturdum. Başka türlü iflah olmuyordu çünkü o iç ses! Umarım, umarım ve umarım o adamla bir dedikodum filan çıkmış olmasındı. Yoksa cidden benim için hiç iyi olmazdı. Gerçi... Dedikodum çıksa bile diğer kızlar gibi dedikodu çıktı diye onunla evlenecek değildim. Buna en baştan amcamlar izin vermezdi zaten. Ama yine de ailenin huzurunu bozacak şeylerle uğraşmayı hiç istemiyordum. "Şey..." Diyerek kalakaldım. Böyle durumlarda ne denilebilirdi ki? "Aman Bülent," dedi Meltem yengem umursamazca. "Biz de ciddi bir şey diye seni dinliyoruz." Meltem yengeme hayretle baktığımda, Canan yengem de ona katıldı, "He kız... Bir an dedim ne oluyor..." Bütün kuzenlerim -Muzaffer ağabey hariç- ifadesizce ve büyük bir sessizlikle yemeklerini yiyordu. Muzaffer ağabey ise kaşlarını çatarak Bülent amcama baktı. "Hayrola amca," dedi Muzaffer ağabey. "Seni bu kadar rahatsız eden ne?" Normalde Muzaffer ağabey benimle ilgili -yani erkek arkadaş olaylarıma bile- karışan bir adam değildi. Fakat bana zarar verecek olanın ağzıyla burnunu namüsait bir bölgesine sokardı. Bunun en bariz örneğini Ankara'da yaşamıştım ve aklıma getirdikçe tüylerim diken diken oluyordu. "Hiç," diyerek yanıtladı amcam. "Beni ne rahatsız etsin ki?" Resmen kıskanıyor... "Sadece ben Almina'yla dans etmek istemiştim ama onu boş göremeyince birazcık içerledim." Sen onu benim külahıma anlat... Basbayağı beni -yani Belalı'yla beni- yanlış anlamıştı! Bu durum cidden çok utanç vericiydi. Bülent amcam bile beni yanlış anladıysa, mahalleli ne düşünmüştür Allah bilir... "Aman Bülent... Orada kendi dengi, yakışıklı bir çocuk dururken seni n'apsın kız? Belli ki diğer kızlara haddini bildirmek istemiş... Aferin kızım." Burhan amcam, Bülent amcam ve Muzaffer ağabey aynı anda, "Yuh!" deyince, benden cevap gecikmedi, "Daha neler Meltem yenge! Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin yahu? Ben neden diğer kızlara haddini bildirmek isteyeyim ki? Amacım ne? Sadece... O benden rica etti... Ben de... Kıramadım." Rica etti ve sen de kıramadın... Allah Allah yav, işe bak... Adam resmen senin kolundan tutup zorla götürdü be! "Zaten Bertan ağabey de bunun gibi bir sümüklüye bakacak değil baba," diyerek bana ekmek fırlatan Berke'ye kaşlarımı çattım. "Sevinsin yavrucak diyerek kaldırmıştır ancak dansa. Adama ayran budalası gibi bakan kızlardan biriyse kendisi şayet..." "Sensin ayran budalası," diye cırladım. "A-aa! Delinin zoruna bak be... Asıl ben ona bakmam! Abartılacak kadar da bir yanı yok bence..." Serhat ağabey atılarak, "Çarpılacaksın." dedi. Ondan böyle bir atak beklemediğim için şaşırmıştım açıkçası. "Hepiniz salaksınız," diye araya giren Canan yengeme karşın gülmemek için kendimi zorlarken ağzımdan acayip bir hışırtı çıktı. "Kız doğru söylüyor... Asıl bakmayacak biri varsa o da Almina. Siz benim yavrumu ne sanıyorsunuz, çirkin mi? Hah! Mahallelinin benim kızımı oğullarına almak için çıldırdığına eminim." Canan yengemin bu övgüsü her ne kadar gururumu okşasa da bence biraz abartıyordu. Sonuçta mahallede benden güzel kız çoktu. Farzı misal Yaren... Grubumuzun en güzellerinden biri kabul etmek gerekirse bakımlılığıyla Yaren'di. Yaren'e bakmayan bana hiç bakmazdı. Meryem ve Sema'da ise Allah vergisi doğan bir güzellik vardı. Hele Sema'nın o açık yeşil gözleri kesinlikle görülmeye değerdi. "Yok canım, daha neler..." diyerek sırıttığımda Burhan amcam, "Bakıyorum da pek bir hoşuna gitti." dedi. Ona gözlerimi kırpıştırarak baktım. Sonuçta övülen bendim. Ağlasa mıydım yani? "Aman be amca, ne hoşuma gitmesi. Kendi kendime gülüyordum işte." Burhan amcam kafasını iki yana sallayarak bana bakarken, Bülent amcam bir anda sofradan kalktı, "Muhabbetiniz sarmıyor. Kalkıyorum ben." Ardından ardına bile bakmadan odasına gitti. Suratım asılmıştı. Bu kadar içerlemesine ne gerek vardı yahu? Amcamın bu durumu böylesine dert edineceğini bilsem kesinlikle başkasıyla dans etmezdim. Benim de içime dert olmuştu. Ve ben de dayanamayıp sofradan kalktım. İkilemde kalmıştım; şimdi amcamın yanına gitse miydim yoksa gitmese miydim? Girdiğim takdirde vereceği tepkiyi kestiremiyordum. Elbette ki kızıp azarlayacak değildi lakin içeri girdiğim takdirde suratı asıksa günlerce bunu dert edinebilirdim. Ama yine de şansımı bir deneyerek paldır küldür odasına girdim. Raftaki kitapları düzelten amcam bir anda olduğu yerde sıçradı. "Allah iyiliğini versin kızım," dedi bir eliyle göğsünü tutarken. "Korkuttun beni." "Asıl sen beni korkutuyorsun amca... Yanlış bir şey mi yaptım da bana tavır aldın?" "Kızım sana neden tavır alayım? Yanlış manlış bir şey yapmadın ayrıca..." "O zaman bana neden trip atıyorsun? Küseyim mi sana?" "Ne bileyim," derken düşünceliydi. "Boş ver, bilirsin beni. Yanında erkek görünce daralma geliyor bana... Seni bizden alıp götürür mötürür, neme lazım." Gülümseyerek amcama sarıldım ve, "Beni kimse senden götüremez!" dedim amcamın yanağına kocaman bir öpücük kondururken. "Öyle mi?" Derken o da gülümsüyordu. Ben de, "Öyle!" diye yanıtladım. "Ah be saf kızım. Bu güzellikle seni yanımızda koyacaklarını pek sanmam ama... Hadi neyse, öyle olsun bakalım." "Gitmem ben de!" "Büyük konuşma," dedi amcam sahte bir öfkeyle. "Öyle bir gidersin ki babanı bile tanımazsın ileride. Bu laflarını hatırlatırım ama sana..!" Normalde olsa amcamla bu konu hakkında derince bir tartışmaya girerdim ama sessiz kalmayı tercih ettim. Onun yerine "Ya amca!" diyerek cırladığımda, Bülent amcam kahkaha atmaya başlamıştı bile. *** Saat akşam dokuz civarı Barış, Berke, Sema, Akgün ve ben biraz hava almaya çıkmıştık. Meryem nişanlısıyla birlikte olduğu için, Yaren'in de ailesi izin vermediği için gelememişti. Kerem de gelmek istememiş, Koray ise tavuk gibi erkenden uyumuştu. Diğer günlere nazaran bugün hava da gayet iyiydi aslında. Her ne kadar gecenin lacivertliğiyle karışan bulutlar gökyüzünü turuncu bir örtü misali örtse ve rüzgar hafifçe esse de üzerimizde çok fazla bir etki bırakmıyordu. Biz de bu durumu fırsat bilerek biraz gezmekte bir sakınca görmemiştik. İkidebir yolda abuk sabuk hareketler sergileyen Akgün, hepimizi verem ederken yolda binbir türlü küfür yiyordu. Fakat çok geçmeden yanımızdan ayrılmış ve hormonları tavan yapan o velet arkadaşlarının yanına gitmişti. Ciddi anlamda hepsi veletti, nedenini soracak olursanız gördükleri her kıza sanki yiyecekmiş gibi bakmalarıydı. Hatta bu iş, laf atma boyutuna bile çıkmıştı. Geçenlerde bana laf atan bir çocuğa karşın Meryem az daha üzerine atlıyordu da zor tuttuk hanımefendiyi... Her olaya bodoslama atlıyordu ama insanları susturduğu da aşikardı. Aslında o gün biz değil de Mert ağabey durdurabilmişti onu ve üstüne üstlük bir de güzel dalga geçmişti. Komik dakikalardı. Meryem'in de şu an bizimle birlikte olmasını isterdim. Ben, düşünceler denizinde alabora olurken, Sema bir anda belimi dürtünce yerimden sıçradım, "Hangi hülyalara daldın gittin yine?" dedi sırıtırken. Ebenin hülyalarına, demek istesem de kendimi tuttum. Pislik, tikim olduğunu bile bile beni dürtüyordu. "Hiç." Diyerek kestirip attım. Aslında neyi bu kadar düşündüğümü ben de bilmiyordum. Beyoğlu'nda oturduğumuz için İstanbul'un güzide semtlerinden birisi olan Taksim, bulunduğumuz yere o kadar da uzak değildi. Gece gündüz ışıl ışıl yanan İstiklal Caddesi'ni yürüye yürüye yarılamış bulunuyorduk. Sokak müzisyenleri her zamanki gibi insanları başına toplamış, müzik şöleni yapıyordu. Aykırı tiplerin sokaklarında cirit attığı Taksim, parıldayan ışıklarıyla beraber insanı kendine hayran bırakmadan edemiyordu. Mağazalardaki vitrin mankenleri beni biraz ürkütmüştü lakin onları görmezden geldiğim için üzerimde pek fazla bir etki bırakmıyorlardı. Hemen yanı başımızda yürüyen birisi sarışın, birisi esmer olan iki turiste Barış, yol tarifi bahanesiyle yanaşmıştı. E tabi araya kaynayan Berke olmazsa olur muydu hiç? Bunu düşünmem bile hata! Sema'yla birlikte havadan sudan sohbet ede ede yolu devam ederken, sokak sanatçılarının duvarlara çizdiği şaheserlere hayran kalmadan edememiştik. İleride gördüğümüz duvarların neredeyse tamamı doluydu. Hatta bir tanesine Frida Kahlo resmedilmişti, hemen yanı başına ise o kadının cümlelerinden biri konumlandırılmıştı:  "Kadınlar aslında fark ettiklerinden çok daha güçlüdür." Biz kadınların istediği asıl şey eşitlik değildi; istediğimiz şey sadece adaletti. Şu devirde erkeklerle birlikte içinde bulunduğumuz eşitlik hiç adil değildi çünkü. Buna dikkat çekmeyi amaçlayan o duvarlar bile eminim ki insanlardan daha adildi. En azından dikkat çekiyorlardı. Dikkat çekiyor, diyerek onu da tekmelemeselerdi bari... Artık işittiğim şeyler bana çok da şaşırtıcı gelmiyordu en nihayetinde. Arkadaşlarım ile yan yana, düşüncelerimle baş başayken rüzgarın gelip geçişi bedenimi ürpertmişti. Az ileride Barış'ın konuştuğu kişi, yaklaşık bir ay kadar önce bizi tanıştırdığı transseksüel bir kadındı. İkisinin kahkahaları dört bir yanı çıtlatırken yanımda kıkırdayan Sema, gözleriyle Barış'ın olduğu yeri işaret etti. Biz de o yöne doğru ilerledik. İsminin Selma olduğunu hatırladığım kadın payet, mini elbisesiyle birlikte gecenin karanlığında baştan aşağıya parıldarken, fileli çorapları ve ruganlarıyla çoğu kadına taş çıkartacak bir güzelliğe bürünmüştü.  "Ayol bu bizim minik değil mi," dedi yanağımdan bir makas alırken. "Hoş geldin kız, sarı fare." "Hoş buldum Selma," diyerek kıkırdadım. "Yalnız... Fare demezsen sevinirim ben sevmem o şeyi." "Aman... Fareler de sana bayılıyordu sanki. Faresin işte. Bu boyla başka ne olabilirsin ki..." "Ne varmış yahu boyumda?" Diye sitem ettim. "Ayol yerden bitmesin daha ne olsun!" "Sensin yerden bitme!" Dediğimde ona aşağıdan baktığımı fark ederek nasıl bir hataya düştüğümü yeni anladım. Kadının boyu yaklaşık 1.95 vardı. Selma sırıtarak, "Bir daha düşün." dedi. Yani haklıydı da şimdi. Bir daha düşünmeme hiç gerek yoktu. Etrafı incelediğim sırada Selma'nın, "Bizim mekana gelin, misafir edeyim sizi." dediğini duymuştum. Fakat oraya girmeyi pek arzuladığım söylenemezdi. Alkollü yerlerden uzak durmayı tercih ederdim genelde. Özellikle Selma gibi alkole meraklı bir insanla oraya girmeyi hiç istemezdim. Hayatımda çok sık alkol alan biri değildim ama tabi çoğu insan gibi arada bir arkadaşlarla kaçamak yaptığım oluyordu. Esasında alkole karşı çok sağlam bünyeye sahip değildim. Ayrıca öyle aman aman bir merakım da yoktu. Hemen biraz ilerimizde, Taksim'in ünlü kulüplerinden biri olan ve Selma'nın az önce sözünü ettiği mekanın önünde oturan iki kadın, ellerinde viski şişelerini resmen lıkır lıkır içiyorlardı. Kollarında baştan aşağı dövmeleri ve çehrelerinin belirli kısımlarında piercing denen demirleri her ne kadar bana itici gelse de, her ikisi de arkadaş grubuyla beraber güle eğlene sohbet ederek anın tadını çıkarıyordu. Fakat sergiledikleri hareketler -alkolün de etkisiyle- istemsiz gibiydi. "Hadi Almina," dedi Sema parıldayan gözlerle. "Oraya gidelim." "Saçmalama," diyerek atıldım. "Kızım hiç bilmediğimiz bir yere girelim diyorsun farkındaysan... Ayrıca orası bir gece kulübü. Yani ne tür insanlarla karşılaşacağımızı bilemeyiz." "Aman... Seninle de hiçbir ekşın yaşanmıyor ki be güzelim. İnsan azıcık cesaretli olur, bak bana." "Yahu Sema çıldırma! Cidden orası bizim için tehlikeli olabilir. Biz dönelim eve, Barış'la Kerem ne halt yiyorsa yesin." "Göndermem!" Bir an bana kimin müdahale ettiğini anlamasam da, o kişinin Selma olduğunu görmem çok uzun sürmedi. Elini beline dayamış, kaşlarını çatarak bana bakıyordu. "İkinizi de hiçbir yere göndermiyorum! Bu gece bendensiniz." "Yok ben almayayım," diyerek Selma'yı reddettim. "Hem amcamlar evde beni bekliyorlar. İyisi mi siz girin, ben eve giderim." "Ayol daha bir kulübe bile girmeye çekinen bir kız buradan eve tek başına nasıl gidecek? Kurda kuşa yem olursun yemin ederim..." "Ama-" "Biz yanında olacağız Almina." Diyerek bana güvence veren Barış'a tedirginlikle baktım. Zaten Berke'nin aklı bir karış havadaydı. Bayılıyordu böyle alkollü mekanlara. Bu konuda çok fazla meraklıydı. Tabi aynı şekilde Sema da. Fakat Barış tıpkı Selma gibi bu tür yerlere alışık olduğu için rahatlardı. Hele Barış için gece hayatı demek, her şey demekti. Konuşmama fırsat bile vermeyen Selma kolumdan tutarak beni götürmeye başladı. Eğer Canan yengem bu yaptığımı görse vallahi de billahi de kemiklerimi kırardı. Hele Burhan amcam çok ama çok kızardı. Daha Meltem yengemle Bülent amcamı saymıyorum bile...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE