Pâyidar | 14

4186 Kelimeler
Oldukça küçük görünen mekana giriş yaptığımda beni çok basık bir ortam karşıladı. Gümbür gümdür çalan müzik de cabasıydı, dışardan bile rahatlıkla duyulabilen bir ses seviyesinde çalıyordu. Üstelik mekanda öyle bir kalabalık hakimdi ki iğne atsam yere düşmezdi. Bir an sıcaklıktan dolayı nefes alamasam da, birbirine karışan parfüm, alkol ve ter kokusu tüm dikkatimi dağıtarak midemi altüst etti. Kafamızın üzerinde dönen kocaman parlak bir top ve başımı döndürecek vaziyette yanıp sönen ışıklar dikkatimi çekti. Alkol büfesinin hemen üzerindeyse ortama rengarenk ışıklar saçan aparatlar parlak topun yanı sıra dönüp duruyordu. Büfenin önü ise hemen hemen insanla doluydu. Çok da büyük bir yer değildi olduğunu söyleyemezdim. Burada bulunan insanların kıyafetleri abes denecek kadar dekolte ve miniyken, benim üzerimdeki kıyafet sadece bir gömlek ile pantolondan ibaretti. İçeri girdiğim andan itibaren bazı erkeklerin edepsiz bakışlarına maruz kalsam da pek bozuntuya vermeyerek Barış'ı takip etmeye başladım. Sema ve Berke de hemen biraz önümdeydi. Birbirine sürtünerek dans eden insanların arasından geçmek epey bir zorluyordu fakat arkadaşlarımın yanından ayrılmaya da pek niyetim olduğu söylenemezdi. Yahu benim zaten böyle bir yerde ne işim vardı? Selma ya da Barış gibi insan sarrafı olmadığım sürece bu tür yerlerde gezmem demek saçmalamam demekti. Mesela burada bulunmaktan hiç hoşlanmamıştım, zaten ben kalabalık ortamlardan oldum olası nefret ederdim. Ne işim olurdu benim bilmediğim yerlerde? Bir ara Barış durduğu için onun hemen ardından ben de durdum. Dans eden kafaların arasından girdiğimiz yeri görmek biraz güçleşiyordu. Üstelik tepemde ikidebir yanıp sönen ışıklar beni rahatsız etmiş, sinirimi bozmuştu. Dışarı çıktığıma çıkacağıma pişman olmuştum. Kendine kendime, "Yok, yok... Bu böyle olmaz." dedim. "Buradan hemen gitmem gerek. Daha doğrusu gitmemiz gerek! Hadi Barış, gidelim lütfen!" Önümde duran kişinin kolunu tutup sarstığımda, "Gidelim güzelim." diyen bir ses duydum. Sesin sahibinin yabancı bir adam olduğunu görmemle, kalbim adeta ağzıma çıktı. Bu da kimdi ve asıl soru, Barış neredeydi? "Sen kimsin be?" Dediğimde adam, kolumdan tutarak beni bedenine bastırdı. Üstüne üstlük bir de, "Ben Barış." demesin mi... Olduğum yere çivilendim sanki. Ne tesadüftü ama... Zaten bu tür mükemmel (!) tesadüfler de hep benim başıma gelirdi. Adamdan kurtulmaya çalışarak etrafıma bakındığımda, arkadaşlarımı görememem iyice paniklememe sebep oldu. Bana yiyecekmiş gibi bana o adamla göz göze geldiğimdeyse nefesinin leş gibi alkol koktuğu barizdi. Buna karşın yüzümü buruşturarak onu ittirdim. "Ama yavrum, neden naz yapıyorsun... Az önce hadi gidelim Barış, dememiş miydin?" "O Barış sen değilsin, dangoz!" Diyerek restimi çektim ve kalabalığa aldırmadan çıkışa doğru yöneldim. Fakat dediğim gibi, kalabalığı yarmam epey zordu. Hele bunu tek başına yapmam daha da zordu. Benim kuvvetim karşısında herkes dev gibiydi sanki. Çıkışa ulaşamayacağımı anlayınca da kendimi, şimdilik en yakınımda duran bar tezgahının yanında buldum. Bir iki yüksek tabureden birine tırmandığımda, oturduğum yerde arkadaşlarımın kafalarını görmeyi arzuluyordum. Fakat onca insanın arasından tek bir tanesini bulabilmek bile bir mucizeyken, bunu nasıl başaracağım konusu tartışılırdı. Üstelik aksi gibi telefonum da Sema'nın çantasında gitmişti. Zaten bendeki şansı uçan kuşa verseler, kuş olduğu gibi yere çakılırdı. Alkol tezgahının önünde yiyişen çiftler midemi bulandırmakla kalmıyor, gözlerimi kanatıyordu. Hemen yanı başımda duran bir çift yüzümün kızarmasına sebep olacak bir pozisyonda öpüşürken, arkadaşlarımın beni bulmasını ve bir an önce bu mekandan ayrılmayı diliyordum. Gözümün gördüğü en masum şey sadece öpüşmekti. Az ilerideki köşeden gelen mırıltılarla birlikte ciddi anlamda midem kalkmıştı. Allah'ım, lütfen bu bir kabus olsun... "Yenisin galiba?"  Kulağımın tam dibinde söylenen o cümleye karşın tüylerim şaha kalkmış, irkilmiştim. Buradaki insanlar bana göre fazlasıyla genişti. Mesela bir insanın kulağına bu şekilde üflercesine konuşmak apaçık sapıklıktan başka bir şey değildi. Neredeyse vücudunun tamamı dövme ve piercingle kaplı barmene baktığımda, elindeki bardağı havluyla kuruluyordu. Ardından kuruladığı bardağı arkasındaki rafa koydu ve eline aldığı yeni bir bardağı kurulamaya başladı. Ona cevap vermeye hiç niyetim olmadığını anlamış olacak ki, gözünü kuruladığı bardaktan ayırmayarak devam etti. "Hala bir cevap bekliyorum," dedi son ses çalan müzikten dolayı bağırarak ve ukala bir tınıyla. "Buraya daha önce hiç senin gibi ürkek bir ceylanın geldiğini görmemiştim." Ardından gözlerini bana çevirdi. Yüzünde, yakışıklılığını bozan bir yara izi vardı. "Birincisi," dedim gerginliğimi daha fazla belli etmemeye çalışarak. "Sana cevap vermek zorunda olduğumu hatırlamıyorum. İkincisi, ürkek ceylan filan da değilim." Ona sesimi duyurabilmem için oldukça bağırmam gerekiyordu. Aynı zamanda o da böyle konuşmak zorundaydı. Güler gibi bir ses çıkartarak, "Öyle mi," dedi ve kollarını bar tezgahının üzerine koydu, ardından alaycı gözlerle bana baktı, "Buradan hiç öyle gözükmüyorsun ama." "Nasıl gözüküyormuşum?" Bu sorum daha çok nasıl gözüktüğümü bir nevi anlayıp ona göre kendime bir çeki düzen vermekti. Lakin önümdeki adam bunu anlamayarak aynı alaya devam etti. "Daha çok, etrafta gördüğü vahşi aslanlardan ürken bir ceylan gibisin. Sahi, yaşın kaç? On altı falan mı?" "Yirmi bir!" Diye vurguladım. Küçük göründüğümün pekala farkındaydım ama on altı da neydi yahu? "Ooo... Oldukça büyüksün, sarı kafa." Adama gıcık olmam yetmezmiş gibi bir de arkadaşlarıma bir türlü ulaşamayışım sinirlerimi altüst ediyordu. Buradan çıkıp gitmeye kalksam, Selma'nın dediği gibi tek başıma gidemezdim. O da ortalarda yoktu aksi gibi. Her ne kadar adama gıcık olsam da, ondan bir konuda yardım istemekten hiç çekinmemiştim, "Selma'yı tanıyor musun?" Adam, elindeki bardağı kuruladığı sırada bana bakarak ifadesizce, "Evet," dedi. "Neden sordun?" "Bana onu bulabilir misin?" Denize düşen yılana sarılır hesabı barmenden bir yanıt beklediğimde ilk önce etrafına şöyle bir göz gezdirdi ve yemyeşil gözlerini tekrar bana çevirdi, "Ona şu an ulaşmam imkansız gibi güzelim. Şu kalabalıkta onu görebilmem zaten bir mucize. Ayrıca biliyor musun bilmiyorum, Selma'nın yanında telefon taşımama gibi bir huyu vardır." Somurtarak dudak büktüğümde ona Barış'ı da sordum. "Peki Barış'ı tanıyor musun?" Bir süre düşündüğünde, belki de soyadını söylersem tanıyabileceği ihtimali aklıma geldi, "Barış Berk Karahanlı?" Bu şekilde de tanıyamayınca ona fiziksel özelliklerinden bahsettim fakat yine de bir sonuç alamadım. Zaten Barış'ı tanımayan, Berke ve Sema'yı hiç tanımazdı. Başıma ne işler almıştım ben böyle... "Bir şeyler içer misin?" Diye soran barmeni ilk başta reddetmeyi düşünmüştüm. Fakat sıcaktan dolayı dilim damağım kuruduğu için su içmekte karar kıldım. "Sadece bir su alayım." Adam, "Hay hay!" diyerek bulunduğu yerden ayrıldığında bir süre arkasından baktım lakin daha sonra, elbet birini bulurum ümidiyle tekrar insan kaynayan ortama ayrıntılı bir şekilde göz gezdirmeye başladım. Neyse ki çok geçmeden onları buldum. Daha doğrusu onlar beni buldular. Hepsine sert bir azar çektikten sonra birbirimizden ayrılmamamızı tembihleyerek özellikle Sema'nın etini çimdirdim. Aptal sırf kendisi ekşın istiyor diye az daha kimvurduya gidecektim buralarda... Biraz oturduktan sonra buraya girdiğimiz yetmiyormuş gibi bir de ısrarla votka içirdiler bana. O iğrenç şeyi gerçekten içtim. İlk defa bunu içiyordum ve muhtemelen bu da sonum olacaktı, derken aptal, geri zekalı, bok kafalı ben ve Barış, oldukça saçma bir iddiaya tutuştuk. Daha doğrusu beni yine buna Barış zorladı. Açıkçası kışkırtıldım. Neymiş efendim korkakmışım, yaşım gibi davranmıyormuşum, inekmişim, on beş yaşındaki kızlar gibiymişim... Sonuç, içtim. Hem de öyle bir içtim ki, Allah kahretsin beynimi hissetmiyordum. Sanki kafamın yerinde bir balon taşıyordum. Üstelik sadece ben değil Barış ve Sema da sarhoş olmuştu. Bir Berke sağlam kafaydı fakat o da hangi birimizi toparlayacağını şaşırmıştı. Benim zaten kafa rahattı yahu, aman... Gece kulübü, sarhoşluk filan hak getire! Sema ve Barış dans etmek için kalktılar ve ne olduğunu bile anlayamadan bir anda gözden kayboldular. Daha doğrusu ben onları kaybettim. Zaten bir metre önümü zor görüyordum, bir de onca kafanın içinden onları seçebilmem imkansızdı. Bir ara birinin kulağıma, "Almina sakın bir yere kıpırdama, geliyorum ben!" diye bir şeyler gevelediğini duymuştum fakat öyle çok başım dönüyordu ki duyduğum şeyin gerçek olup olmadığından bile emin değildim. Kendi kendime söylenip dururken şu alkol tezgahının başında duran adamdan bir bardak zıkkım daha istedim. "Ver bana bir tane başkan!" Tıpkı delirmiş gibiydim. Elimi saçma sapan sağa sola savuruyor, gördüğümü alnından öpmek istiyordum, tıpkı şu an alkol tezgahının başındaki adamın alnından öpmek istediğim gibi. "Gel buraya, öpeceğim seni!" Adama itiraz etmesine fırsat bile bırakmadan onun yakasından tuttuğum gibi kendime çektim ve alnından öptüm. "Çok çalışıyorsun çok... Allah kazancını arttırsın, başkan!.." Adam buna karşılık sırıttı. "Dua et de arttırsın sarı kafa..." "Koş ablana bir... Bir..." Kafamı kaşıdım. "Adı neydi ya bunun?.." Adını öğrenebilmek adına Berke'ye döndüm. "Berke bunun adı neydi?" Fakat Berke'yi oturduğu yerde bulamadım. "Şerefsiz Berke yine mi beni bıraktınız?" Bu kez bunu çok da umursamadım. Çünkü bir şeyi dert edinmek artık içimden gelmiyordu. "Neyse, sen anladın başkan... Hadi bana bi' tane daha o şeyden getir. Neydi ya?.. Voku, voka, roka?.." Bana kahkahalarla gülen adam, "Senin gibisine de ilk defa rastlıyorum." dedi ve az ileriye gitti. Dediğimi ikiletmeden yapmasına rağmen bir bardak içecekle daha gelirken, onu da kafama diktiğimi görünce bana engel olmaya çalışarak, "Çok hızlı gidiyorsun," dedi. "Bu kadarı gerçekten çok fazla... Belli ki ilk deneyimin. Çünkü birkaç bardak bile seni hemen kıvama getirdi, sarı kafa." "Ben iyiyim, bana bir şey olmaz... Hadi bir tane daha!" Her şeye rağmen, yanımda bir aralar arkadaşlarımın olduğu aklıma geliyor ama bunu dert edinmeyi beynim reddediyordu. Yine de onları görebilmek umuduyla biraz olsun çevreme bakınmaya başladım. Gördüğüm şey sadece dans eden bedenler ve bir o yana bir bu yana sallanan kafalardı. Ayrıca ortam loştu ve bu karanlıkta sarhoşlukla birlikte onları görmemi daha da zorlaştırıyordu. İçeride kulakları sağır edecek kadar çalan müzik ise onları görsem bile seslenememem için yeterli bir sebepti. Az önce adamı bile zar zor işitirken, onlara mı seslenecektim?  Yine de bir umut, diyerek gözlerimle tekrar ortama daldığımda ileride bir kafa gözüme ilişti, yan dönük olduğu için yüzünü pek seçemesem de o kişinin bir erkek olduğu barizdi. Belki biraz Barış'ı andırıyor gibiydi. Bu nedenle o tarafa doğru daha da fazla yoğunlaştım. Hiç beklemediğim anda yüzünü dönen herifin inci gibi parıldayan dişleri gözler önüne serildiğinde, bedenimi kasıp kavuran o korkunç tanıdıklık hissi boğazıma bir bıçak gibi dayandı. Duyduğum histen dolayı kulaklarıma kadar yanarken, hala gördüğüm kişinin Belalı olduğu gerçeğini idrak etmeye çalışan beynim bana bir oyun oynuyor olmalıydı. Yok ya... Kesin ben benzetmiştim. O yöne biraz daha dikkatli baktığımda çok geçmeden yanında beliren Mert ağabeyi de gördüm. Az daha oturduğum tabureden zıplayacaktım. O anın verdiği panikle, alkol servisi yapan adamın önüme indirdiği bardaktaki içeceği de dolu dolu içerek bir dikişte bitirdim. Acayip bir şekilde başım dönüyordu ve sanırım barmen haklıydı. Her seferinde boğazımı yakmasına rağmen o iğrenç sıvıya karşın tıpkı bir mazoşist gibi tekrar tekrar o hissi tatmak isterken, irademe zor da olsa hakim olmayı başarıp az önce gördüğüm manzaraya tekrar baktım. Belalı yine oradaydı ama bu sefer tekti. Çok geçmeden yanına, yalnızca saç rengini seçebildiğim kızıl bir kız yanaştı. O kızın Belalı'ya arsızca sürtünerek kur yapmasından mıdır yoksa içtiğim şeyden midir nedir bilmem, bir anda midem ağzıma geldi. Tam kusacakken kendimi tutmayı başardığım için eylemi gerçekleştiremedim ve üstüne üstlük bir deli cesaretiyle adamdan bir bardak daha istedim. Ben cidden artık hiç iyi değildim! "Bak çok hızlısın ve iyice de kıvama gelmişsin... Senin için hiç iyi olmaz bu."  Boğazımı yakan sıvıya karşın tekrar tekrar yüzümü buruşturduğumda, alkol servisi yapan adamın bana engel olmasını önleyerek, "Sen karışma!" diye diklendim. "Kıvama filan gelmedim ben, kes sesini!" Oysaki başım fıldır fıldır dönüyordu. Müthiş bir adrenalin damarlarımda gezinirken, aynı zamanda da ayağa kalkacak mecalim yok gibiydi. Üstelik ara sıra midem yerle bir oluyordu. Sanki ruhuma saplanan bir deli vardı ve beni her defasında cesaret gösterilerine zorluyordu. Belalı'ya tekrar baktığımda kendisine kur yapan kıza aldırıyormuş gibi gözükmezken, bu nedensizce bana komik geldi. Dudaklarımdan hunharca bir kahkaha peydah olurken alkolcü adam bana umutsuz vakaymışım gibi bir ifadeyle baktı. Ve onun ifadesi de bayağı komiğime gittiği için daha fazla anırmaya başladım. Kendime engel olamıyordum. Bir ara onunla, yani Belalı'yla göz göze gelir gibi oldum fakat bu an o kadar kısaydı ki hayal bile görmüş olabilirdim. Ama çok kısa bir süre sonra Belalı'nın şaşkınlıkla irileşen gözleri tekrar beni bulduğunda, hayal görmediğimi anlayarak alt dudağımı kemirmeye başladım. Bu hiç iyi olmamıştı. Olduğu yerde yükselip beni seçmeye çalışan Belalı'ya fazla bir fırsat vermeyerek yüzümü alkolcü adama doğru döndüm ve saçlarımla kendimi kamufle ettim. Bu hareketime bir anlam veremeyen adam bardağıma bir yenisini daha doldururken, hiç düşünmeden onu da kafama diktim. Boğazımı yakıp geçen sıvıya her dakika daha çok alışıyordum sanki. İsmimin telaffuz edildiğini hayal meyal duydum. Ardından bir anlık cesaretle arkamı döndüm ve o an arkamı dönmemle, Belalı'nın o kara gözlerinin daha da çok karardığına şahit olmam bir oldu. "Burada, bu saatte tek başına ne işin var senin!" Diye adeta kükreyen Belalı, bana alkol veren adama öyle bir bakış attı ki ben bile ürktüm. Ama nedense babam rahattı, hiç oralı bile olmuyordum. İçimde bir yerlerde onu aldırmamamı emreden yaramaz çocuk vardı ve sanırım o çocuğu dinleyecektim. Müziğin sesi yavaşça düştüğünde, pek fazla bağırmaya gerek duymadan Belalı'ya, "Sana ne?" deyiverdim. Buna karşılık o da daha çok sinirlendi. "Ne demek lan bana ne! Aklını mı kaçırdın Almina? Bu saatte tek başına bir gece kulübünde üstelik gece kulübünde ne işin var senin?" Şuursuzca hareket ettiğim için Belalı'nın göğsüne bir yumruk attım, "Sanane be, salak! Sana soracağım mı nerede ve ne zaman bulunacağımı? Sana hesap sorma hakkını veriyor mu kimseler?" Cıkladım. "Vermiyor." Ağzımdan çıkanı kulağım duymuyor gibiydi. Devrik cümleler kurduğumun pekala farkındaydım fakat istesem de kendimi düzeltemiyordum. Sanki bu zamana kadar içimde uyanmayı bekleyen bir canavar varmış da onu bugün fark ediyormuşum gibi bir hisse kapılmıştım. Ve sanırım o canavar, bugün uyanmıştı! "Bir de içtin mi," diye sordu Belalı çıldırmış gibi bir edayla. "Allah'ım sana geliyorum!" "Allah'a ancak ölünce gidebilebilirsin geri zekalı!" Dediğimde haykırarak gülmeye başladım. Belalı dehşet saçan yüzüyle bana bakarken bu görüntü bana adeta bir komedi programını anımsattı ve ben, şiddeti gittikçe artan kahkahalarımın önünü alamıyordum. Mantık denen kavram resmen yerle bir olmuştu. "Asıl geri zekalı sensin! Bir de içmiş, Allah'ım bak yemin ederim ki kafayı yiyeceğim, ya başına bir şey gelse! Ya sarhoşluğundan faydalanmaya çalışan şerefsizler seni kandırsa? N'apacaktın o zaman!" "Ebeni yapacaktım." Dediğimde kaşlarını derince çatan Belalı'ya karşın tekrar kahkahalar atmaya başladım. Sözcüklerin ağzımdan çıkmasına engel olamıyordum. Belki de bu, görüp göreceğim son anlardımdı. Bu halimi amcamlar görse kesinlikle hiç iyi olmazdı. Bu durumu hatırladığımda, "Hih!" diyerek ağzımı kapattım. "Benim eve gitmem gerek... Evime götür beni kara bela!" Son cümleme gülen Belalı, gözlerini havaya diktiğinde, "Acaba ben ne yaptım da senin gibi bir bela verdi başıma yüce yaradan," dedi. "Sarhoşken bile şapşal olman hiç normal değil... Hatta olduğundan daha şapşal gözüküyorsun." "Apşal sensin," dediğimde işaret parmağımı göğsüne bastırdım. "Apşalmış... Hah! Domuz götü suratlı!" "Bakıyorum da dilin fazla uzadı senin... Terbiyesizleşme!" Gülmemek için kendini zor tutan adama karşın öfkeyle soludum. "Kes ya, salak! Domuzsun işte domuz, domuz!" Belalı gözlerini kısarak, "Peki neden," diye sordu. "Ne domuzluğumu gördün?" İçimden gelen o müthiş cesaretle birlikte, dilimde tutsak kalan o kelimeleri dışarı salıverdim, "Ohoo... Ne domuzluğunu görmedim ki. Senin yüzünden diken üstündeyim ben be, apşal!" "İyi ama neden?" "Neden olacak, domuzsun çünkü. Tıpkı bir domuz gibi gözünü dikip bana bakıyorsun ve ben bundan rahatsız olabilebiliyorum. Hayır yani başka biri olsa, ağzına sıçırırdım ama sen, kocamansın!" Kocamansın, derken kollarımı kaldırarak havada kocaman bir daire çizdim. "Kocamanım öyle mi? Yani ondan mı bana bir şey demiyorsun?" Dediğinde önüne gelen bir bardak votkayı eline aldı ve tıpkı benim gibi o da bir dikişte bitirdi. Onu içtiğini görünce sorduğu soruyu çoktan unutmuştum ve tıpkı bir hamilenin yiyecek aşermesi gibi, ben de alkollü içecek aşermeye başladım. Somurtarak, "Ben de istiyorum!" diye cırladım. Elindeki bardağı gösterip, "Bana da ver o şeyden!" dedim. Şu an sanki tek ihtiyacım olan şey alkol gibiydi. Alkolcü ağabeyin, önüme koyduğu kutsal içecek dolu kocaman bardağa pörtlemiş gözlerimle bakarken, o bardağı Belalı'dan önce kaptım ve bir dikişte kana kana içtim. Ağzımdan damlayan sıvıyı koluma silerken, alkolün o yakıcılığına alışmış gibiydim. "İç ulan," diye söyledi Belalı. "Hadi iç... Ben de içeceğim, hem de kafamı kaybedene kadar! Ama günün sonunda olacaklardan hiçbir şekilde ben sorumlu değilim, sarışın!" Ben Belalı'ya anlamazcasına bön bön bakarken, alkolcü dayı yeni bir içeceği önüne indirdiğinde, onu tıpkı bir su gibi kafasına dikişini epeyce bir süre unutmayacağa benziyordum. *** "Sonra şey oldu ben... Barış'ı kaybedince başka bir adamın kolunu tutmuşum... Sonra..." Cümlenin sonunu getiremeden Belalı'yla birlikte kahkahalara boğulduğumuzda karnıma kramplar girmeye başlamıştı. Dakikalardır, belki de saatlerdir bize içki servisi yapan adam bize deliymişiz gibi bir ifade takındığını bakışlarıyla belli ederek yanımızdan ayrılmıyor, bir tiyatro izlermiş gibi bizi izliyordu. Kahkahalarımız dur durak bilmeden sürüp giderken, bir de ayağa kalkmaya çalışan Belalı dengesini sağlayamayıp yeri boyladığında zaten durduramadığım kahkahalarım iyice şiddetlendi. Resmen gülmekten patlayacaktım. Yavaş ve bir o kadar da temkinli atmaya çalıştığım adımlarımla beraber ayağa kalktığımda, her ne kadar gücüm yetmese de onu kolundan tutup kaldırmaya çalıştım. Fakat kıpırdatamıyordum bile. Nedense bu durumda bile kaynayan kanım beni gülmeye zorluyordu. Belalı'ya her baktığımda kahkaha atmak hissi geliyordu içimden. Yine onu kaldırmaya çalıştığım bir zaman aralığında tam arkadan, belimde hissettiğim ellerle bir anda irkildim. Neler olduğunu anlamak için arkamı döndüğümde, sarı saçlı bir adamın bana arsızca gülümsediğini görünce ilk başta buna bir anlam verememiştim. Fakat daha ben onu anlamaya çalışamadan adam, niyetini belli etti. "Benimle gelmelisin küçüğüm," dedi kulağıma ürpertici bir şekilde fısıldarken. "Güzelliğin beni mest etti... Eminim ki çıplak vücudun da aynı şekilde beni mest edecek." Yine içimde bir yerlerde hala fark edilmeyi bekleyen uyanık bir Almina vardı ve o, bu durumu fark ederek anında silkelenmemi sağladı, "Siktir git! Belanı benden bulma, hayvan!" "Hadi ya," derken beni kendine bastırdı. "Neredeymiş o belam?" "Burada!" Diye adeta kükreyen Belalı, şuursuz hareketlerine rağmen adama öyle sert bir yumruk geçirdi ki, herif alkol tezgahının üzerine düştü. Bardaklar gürültüyle teker teker devrilirken, adamı neredeyse umarsızca döven Belalı'nın koluna yapıştım ve buradan gitmemizi söyledim. Fakat beni duymuyor gibiydi. "Ona bir daha dokunursan senin ellerini kırarım, orospu çocuğu! Duydun mu beni!" Yavaş yavaş korkmaya başlamıştım. Az önce içimde patlayan o adrenalin yerini derin bir pişmanlığa bırakırken buraya nasıl ve kiminle geldiğimi hatırladım. Aynı zamanda da evde beni bekleyen bir ailem olduğunu... Çığlıkların ve müziklerin eşlik ettiği gürültü beynimi küle çevirirken, duvarlarda bir yerlerde saat bulmaya çalışıyordum. Nihayet bir yerde saat bulduğumda bu sefer de ikidebir bulanıklaşan gözlerim saati bir türlü netleyemiyordu. Biraz dikkat kesilerek saate bakmayı, daha doğrusu görmeyi denedim. Çok da uzun olmayan bir süre sonra gözlerim saati netlediğinde, gece yarısı olduğunu görmemle neredeyse kafamdan alevler çıktı. Saat on ikiydi! Hatta ne on ikisi, on ikiyi beş geçiyordu! Panik dalgası bedenimi güldür güldür ele geçirmiş, beynim tehlike alarmlarını vermeye başlamıştı bile.  Belalı'yı o adamdan ayırdıklarında nihayet bana döndü ve zehir saçan gözleri beni ürpertti. Ama yine de ondan korkmak, hissettiğim son duygu bile olamazdı. Garip bir şekilde korkamıyordum. "Gitmem gerek," dedim endişeyle. "Benim..." Kekeledim. "Benim gitmem gerek!" "Senin hep gitmen gerek zaten Almina!" Diye söylenen Belalı ciddi gibiydi. "Hep gidiyorsun, hep gidiyorsun. Gerçekten her seferinde böyle gidecek misin?" Kocaman bir zeytini andıran gözlerinde benim ulaşamadığım bir şeyler saklı gibiydi. Ta derinlerde ama... Buna kafa yoramayacak kadar sarhoş olduğumdandı belki, ciddi anlamda bilmiyor ve anlayamıyordum. "Götür beni," dediğimde kafam karışmıştı. "Beni götür lütfen... Ben bir daha buraya gelmek istemiyorum. Burada olmamam gerekebilmeliydi... Hata ettim. Kara bela, beni amcama götürür müsün? Çok kızar bana. Hatta küsebilebilir." Belalı kahkahalarla gülerken benim kafam iyice karıştı. Fakat yine kendimi tutabileceğimi zannetmiyordum. Daha fazla dayanamayarak ben de gülmeye başladım. O sırada Belalı kolumdan tutarak beni kendisine çekti ve kollarını bedenime kenetledi. Yavaş ama ritmik hareketlerle bedenlerimiz usul usul sallanmaya başladı. Sessizce ona ayak uydurdum. Daha doğrusu uydurmak zorunda kaldım çünkü beni bıraktığı an yere kapaklanabilirdim. Engel olamadığım bir cesaretle, "Çok güzel kokuyorsun," dedim burnumu tam göğsüne bastırarak.  "Sen de öyle." Diyerek de yanıtladı beni. "Çok da yakışıklısın." "Sen de fazla güzelsin." "Zenginsin de... Range Rover'in bile var. Seninle sırf bu yüzden bile evlenebilirim." "Ona bakarsan senin de gamzelerin ve masmavi gözlerin var. Sırf senden doğacak bir kız çocuğunu görebilmek için bile seninle evlenebilirim. Hatta evlenmeye de gerek yok, hemen şu an çocuk yapabiliriz!" "Oha!" Diye bağırarak ondan ayrıldım. Her ne kadar alkolün etkisiyle birazcık gevşemiş de olsam hala utanabiliyordum. Yanaklarımın ısındığını hissettim. "Ne var," dedi ve ağzı yüzünün bir tarafına kayacak şekilde sırıttı. "Bence çok iyi bir fikir." "Kesebilebilir misin sesini, kara bela? Senden çocuk filan yapacak değilim. Git kendi kendine yap sen çocuğunu!" Belalı iri iri olmuş gözleriyle bana baktı, "İyi de, kendi kendime nasıl yapabilirim ki? Bana bir kadın lazım doğuracak..." "Doğurma makinesi mi sandın sen beni," dediğimde göğsüne -kendimce- kocaman bir yumruk attım. "Git başka kadın bul kendine." Belalı'nın kararan gözleri benim mavi gözlerime odaklandığında, hiç beklemediğim bir anda yüzümü avuçlarının arasına aldı. Ardından gözlerime öyle bir baktı ki adeta içim titremişti. Hala bir yerlerde varlığını koruyan uyanık Almina da dahil olmak üzere bütün benliğim o an donakaldı.Bir herif ancak böyle lanet bakabilirdi. "Ya ben senden başka bir kadın istemiyorsam," dedi tam gözlerimin içine bakarken. "Ya sadece senin çocuğunu istiyorsam?" O an zaman ve mekan kavramını yitirdiğimde, sadece bana yaklaşan bir yüz olduğunu hayal meyal anımsıyordum. Ardından tekrar hönkürerek gülmeye başladığımda, Belalı'ya sarılarak yüzümü onun bedeninde gizlemeyi hedef olarak görmüştüm kendime. Zihnimde çalkalanan o sözler beni alkolden daha tesirli bir sarhoş yapmıştı çünkü... Ayıldığımda hatırlamak istemiyordum. O sözler sadece bu ana özeldi ve bence sonuna kadar da öyle kalmalıydılar. *** En sonunda kendimizi dışarıya attığımızda, Belalı da kolunu omzuma atmıştı. İkimiz de ayakta duramıyorduk lakin birbirimize destek olmasak şayet, ikimiz de yeri boylardık. Saatlerdir yaptığımız gibi kahkahalarla gülmeye devam ederken bir anda midem ağzıma geldi. Kendimi tutamayıp olduğum yere öylece kustum. Midemdeki alkolü boşaltırken bile boğazım aynı derecede yanmıştı. Yüzümü buruşturarak doğruldum. Birinin yanında sere serpe kusmak oldukça utanç vericiydi. Üstelik Belalı bana bakarak kustuğum için kahkahalarla gülüyordu ve bu daha da utanç vericiydi. "Gülme ya," diye sitem ettim. "Gülmesene apşal!" "Ama komiksin." Diyerek gülmeye devam etti. "Ama, ama, ama, ama gülme. Utanıyorum ben." Kelimeleri zihnimde sağlıklı bir şekilde toparlayamadığın için arada bir fire versem de yine de bir şekilde onunla anlaşmayı başarıyordum. "Sen hep utanıyorsun zaten." Dedi tekrar kahkaha atarak. Fakat bu, beni daha da çok utandırmaktan öteye geçemiyordu. "Sen de hep domuzluk yapabilebiliyorsun... Ben bir şey diyor muyum?" Ardından aramızda çok kısa bir süre sessizlik oldu. Fakat dediğim gibi bu çok uzun sürmemişti. Çünkü ikimiz de birbirimize baktığımız an şiddetli bir kahkahaya kurban gittik. Hatta öyle ki, Belalı gülmekten yolun ortasına düştü ve beni de çektiğinde ben de onun üzerine düştüm. Yüzümü onun boynunun girintisine sakladığımda her şeyi unutmuştum sanki. Uzun bir süre bu şekilde kahkaha atmaya devam ettik. Hem de bize bakan onca kişiyi aldırmayarak.Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu ve uykumun göz kapaklarıma şiddetli bir baskı uygulaması beni zorluyordu. Adeta kendimle bir savaş veriyodum. "Çok uykum var," diye mırıldandım. "Uyumak istiyorum ben." Belalı bir süre düşündükten sonra, "Evine bırakayım o zaman seni," diyerek ayağa kalktı. Ve bunu duymamla yerimden fırlamam bir oldu. "Olmaz!" "Neden?" "Amcamlar çok kızar bana... Yengem etimi kopartırabilir. Eve götürme beni, kara bela!" Belalı'nın kafası karışmış gibiydi, "Nereye götüreyim ki? Bize gel o zaman?" Yine, "Olmaz!" diye bağırdım. "Annen baban çok pis anlar... O da olmaz." Resmen dünyanın döndüğünü hissediyordum yahu, öyle bir baş dönmesine maruz kalmıştım. "O zaman arabaya gidelim." "Olmaz!" "O neden peki?" "Bu halinle araba sürebilemezsin." Dilimin sürekli olarak dolanması sinirimi bozuyor olsa da buna engel olamıyordum. Keşke hiç girmeseydim şu mekana... Belalı'nın bu sefer iyiden iyiye kafası karışmıştı ve kafasını kaşıyordu, "E o zaman evine bırakayım ben seni?" dedi şapşalca bir ifadeyle. Gülerek yanıtladım, "Çok apşalsın, kara bela. Eve gidemem dedim ya! Amcamlar kızar..." Belalı buna karşılık derin bir of çekerek yanındaki duvardan destek aldı ve, "Benimle gel o zaman." dedi. Elini bana uzattığında tereddüt dahi etmeden elini tuttum ve beni ayağa kaldırmasına izin verdim. Şuursuz hareketlerimizle ıssız sokaklarda birbirimizden destek alarak yürüyorduk. Daha doğrusu, ben Belalı'dan destek alarak yürüyordum. Sonuçta o, benden daha metanetliydi. Bu sarhoş olma olayı benim için daha ilkti ve muhtemelen de tek olacaktı. Onunla resmen sokaklarda ayyaş ayyaş dolanıyorduk. Kahkahalarımız dur durak bilmezken, çok gürültü yaptığımızı anlayarak, "Şşş..." dedim. "Fazla bağırıyorsun, kara bela." Sanki kendim de yapmıyormuşum gibi sadece ona bu konuda telkin veriyordum. "Sen sanki bağırmıyorsun, sarışın." "Senin sesin kalın olduğu için daha çok gürültü yapıyor ama." "Asıl senin ince sesin yeri göğü deliyor, üzerime iftira atma." Tekrar bir kahkaha tufanı bizi alıp götürdüğünde, Belalı cebinden bir anahtar çıkardı ve ileride duran, sarhoşken bile seçebildiğim Range Rover marka arabanın farları yandı. Gözlerimden kalp fışkıracaktı adeta. Fakat görgüsüzlüğümü belli etmek kafam güzelken bile yapmayacağım bir şey olduğundan fazla da abartmamıştım Yani, en fazla arabaya sarılıp onu öpmüştüm. Bu kadarını da hak ediyordum en nihayetinde. Şuursuz hareketlerimle arabanın etrafından dolanmaya çalışırken tam düşeceğim sırada Belalı beni kolumdan yakaladı. "Şapşal sarışın," dedi koluyla belimi kavrarken. "Sana kim bu kadar iç dedi ki?" "Bir düşüneyim..." derken ciddi ciddi düşünüyor gibi gözükmeye çalışıyordum. "Tabii ki de sen kara bela!" "Kara belaymış... Ayyaş seni! Asıl sensin o..." Durdu ve yüzüme bakmasının ardından, "Sarı Bela!" dedi. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda çoktan arabanın içinde yerimi almıştım. Belalı'nın parfümünün kokusu arabaya da yayılmıştı ve bu da beni iyice mayıştırıyordu. Göz kapaklarıma inen ağırlık omuzlarına çökebilecek olan herhangi bir balyoz kadar beni zorlarken, az da olsa gerilerde bir yerlerde kalan irademi kullanarak bilincimi açık tutmayı başarabildim. Fakat o zayıf irade de tam tahmin ettiğim gibi beni yarı yolda bırakmaya hazırlanıyordu. O andan sonra bazı şeyleri hayal meyal hatırlıyordum: İlk önce araba kapılarından aynı anda gelen diye bir ses duydum, o ses kilitlenme sesi gibiydi. Ardından Belalı'nın bana, "Gel buraya sarışın." dediğini işittim ve koltuk altlarımdan beni kavrayan bir çift el hissettim. Daha sonra ise hafifçe havaya kaldırıldım. Koltuk altlarımdan huylandığım için tıpkı küçük bir çocuk çocuk gibi kıkırdadığımda, Belalı da güldü ve beni yüz üstü bir şekilde kucağına yatırdı. Sanırım, koynuna yatmıştım. Kafamı da anında boynuna gömerek, kollarımı onun bedenine sardığımı hatırlıyordum. Ardından üzerimizin, battaniye benzeri bir şeyle örtüldüğünü anımsıyordum. Sızmadan önce ise son cümlem, yine alkolün verdiği o deli cesaretiyle söylediğim kelimelerden ibaretti: "Çok güzel kokuyorsun, kara bela." O da bana şu şekilde yanıt vermişti: "Sen öyle diyorsan öyledir, güzelim. Ama hiç kimse, ben bile, senin o ipek gibi saçlarından daha güzel kokamaz." Ve daha sonra, alnıma değen o yumuşak dudakları hissederek kendimi karanlığın uyku tonuna huzurlu bir şekilde teslim ettim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE