1.BÖLÜM
BERRİN KARAPINAR
BENİ BUL HEP SEV
GİRİŞ
Oğlumun başucunda oturuyordum, oturmaktan başka elimden gelen hiçbir şey yoktu. Eline korkarak dokundum sanki bağlı bulunduğu aletlere bir şey olacak gibi geliyordu. Parmak uçlarımla vücudunun sıcaklığını hissetmeye çalışıyordum. Kaza haberini aldığımdan beri ben benlikten çıkmıştım. “Allah’ım bize bir sürü mucize gösterdin, ne olur Allah’ım yavrumun yerine beni al. Ben sevdim, sevildim iki yavrumun sıcaklığını hissettim. Bunca zamandır yaşadım yavrum daha yaşayamadı ne olur onun yerine beni al” Dualar ağzımdan fısıltı gibi dökülüyordu. Acıyordu kalbim çok acıyordu… Biliyordum vadesi gelenin yaşına bakılmıyor Allah ne dilerse o oluyordu. Ben evladının acısıyla yüreği yangın yeri gibi olmuş anaydım istediğimi söyleme hakkım vardı olmalıydı… Başımı yatağının kenarına dayadım, birden bire bağlı bulunduğu aletler yüksek sesle ötmeye başladı… Hemşireler odaya doluştu, “Evladım oğlum, dayan oğlum ne olur dayan”
“Doktor bey hasta şoka giriyor… Firuze hanım lütfen dışarı çıkın”
“Bırakın yanın da kalayım” Gözyaşlarım durmadan akıyordu yavrumun çektiklerine yüreğim dayanmıyordu… Zorla dışarı çıkarttılar
Sandalyeye oturdum dualar peşi sıra dudaklarımdan dökülüyordu… Cihan’a Hale’ye haber vermeliydim. Telefon numaralarını zorlukla görüyordum…
Cihan tek çalışta telefonu açtı, aklının burada olduğunu biliyordum. Neredeyse telefona yapışık yaşıyordu.“Firuze ne oldu Kerem kötüleşti mi?”
“Çabuk gel Cihan oğlumuz iyi değil”
Doktorlar, hemşireler koşturuyor odadan her çıkanın yüzüne umutla bakıyordum… Lanet olası motor… Lanet olası sarhoş sürücüler…
Cihan uçmuş olmalıydı “Nasıl bu kadar çabuk gelebildin?”
“Yoldaydım zaten Kerem nasıl?”
“Doktorlar içeriden çıkmadılar ya ölürse Cihan ya oğlumuz ölürse”
“Günlerdir ölüme direniyor yine kurtulacak oğlumuz bize geri dönecek”
“Keşke dönse dayanamıyorum artık” Başımı kocamın omzuna yasladım manen çökmüş haldeydim birden kapı açıldı ikimiz de ayağa kalktık kötü haber alacağım diye sıkıca Cihan’ın koluna yapıştım tam o an da gelen Hale belime sarıldı üçümüz de doktorun ağzından çıkacak kelimeleri bekliyorduk…
“Merak etmeyin bu krizi de atlattı durumu satabil”
“Şükürler olsun”
“Hastamız çok genç kuvvetli yaşamı için çaba veriyor”
“Ne zaman uyanır bana onu söyleyin”
“Biz elimizden geleni yaptık gerisi Allah’ın takdiri”
Hemşireler birer birer odadan çıktılar oğlum yatağın üstünde melekler gibi uyuyordu, keşke uyumuş olsaydı onu öperek uyandırsaydım yanına gittim mis kokusunun yerini ilaç kokuları almıştı yine de bebeğimin kokusu burnuma doldu… Yanağından öptüm “Ah yavrum bir gözünü açsan”
Hale “Anne bu gün kardeşimin yanın da ben kalırım” Deyince kızımın yüzüne baktım “Nasıl bırakırım Keremimi”
“Anne sende hastalanacaksın günlerdir bu odadan çıkmadın eve git dinlen bir gece olsun yatağında yat”
“Olmaz kızım asla oğlumun yanından ayrılmam, hem burada uyuyorum.”
Cihan’la Hale biraz daha durarak gittiler, tekrar oğlumun yanına gittim sandalyeye oturup elinden tuttum… Saatler geçiyor arada gelen hemşireler serumunu değiştirip gerekenleri yapıp gidiyorlardı.
Yine gece olmuş Hastane sessizliğe bürünmüştü, kapı açıldı gelen her zaman ki gibi Cihan’dı yanıma gelip yanağımdan öptü…
“Nasıl?”
“Değişiklik yok üşümüşsün sıkı giyinseydin”
“Ne bileyim arabayla geliyorum diye montumu almayı unutmuşum akıl mı kaldı ben de”
“İstediğim kitapları getirdin mi? Elimde ki bitmek üzere”
“Getirdim… Sıkılmadın mı kitap okumaktan”
“Doktor sizi duyuyormuş gibi konuşun okuyun dedi, biliyorsun kitap okumayı çok severdi… Belki beni duyuyordur”
“Hale’nin doğumunu bildiren melek keşke senin ruhlarla ilişkini kesmeseydi oğlumuzun nasıl olduğunu bilirdik”
“Dayanamazdım Cihan, sesini duyup da vücudunun kıpırtısız yatmasına dayanamazdım”
Firuze Kerem’in çarşafını düzeltti saçlarını geriye çekip eline aldığı kremi yüzüne sürdü… “Niye böyle yapıyorsun rahat bıraksana”
“Baksana cildi kuruyor hem doktora sordum zararı olmayacağını söyledi, oğlumuz uyandığı zaman anne sen bana hiç bakmamışın demez mi?”
Umarım oğlumuz uyanırdı yoksa Firuzemi de kaybetmem işten değildi saçlarında bir tek beyaz saçı yokken bir gecede aklar çoğalmış neredeyse tüm saçları kahrından beyazlaşmıştı… Elimi saçlarına götürünce kendini geri çekti… “Saçlarımın ne halde olduğunu biliyorum ama sende benden farklı değilsin” Deyince, ben koca adam gözlerimden akan yaşları durduramadım…
“Ağlama oğlumuz uyandığında iki saatte saçlarım eski haline gelir bir boyaya bakar”
“Ah Firuzem Bilmezmisin yüzün kırışık dolsa da saçların pamuk nine gibi olsa da benim sana olan sevdam bir gram eksilmez… Gözyaşlarım çektiğin ızdırabın hepsini benim üstlenemememden kaynaklanıyor”
“Buna engel olamazdın o benim yavrum eli çizilse benim canım yanar… Hadi eve git yorgun görünüyorsun arabayı dikkatli kullan”
“Bu gece burada kalayım”
“Olur, hemşireden yedek battaniye isteyeyim uyu biraz”
“Ya sen… Sende yorgunsun”
“Birazdan uyurum”
Odanın köşesinde duran kanepeyi açtım getirilen yastığı battaniyeyi üzerine koydum Cihan hemen uzandı… “Firuze o gece oğlana geç kaldın diye telefon açmasaydım, bunlar hiç başımıza gelmeyecekti diye düşünmekten kendimi alamıyorum”
“Boşuna kendini suçlama nereden bilebilirdin Kerem’in kırmızı ışıkta duran motoruna sarhoş adamın çarpacağını… Bunu hiç birimiz bilemezdik… Allahtan hastane yakınmış, şimdiye ölmüş olacaktı”
“Oğlumuz da benim gibi bir gün geri dönecek tekrar babacığım deyip boynuma sarılacak… Çok özledim oğlumu Firuzem çok özledim”
Yerimden kalktım Ruhumun omuzlarına sarıldım onunla birlikte ben de ağladım… Acımız birdi oğlumuz uyanana kadar düzelemeyeceğimizi biliyordum… Teselli sözleri hiç birimize etki etmiyordu ikimiz de sustuk Cihan derin soluklar almaya başlayınca uyuduğunu anladım oğlumun yanına gittim “İyi geceler yavrum okuduğumuz kitabın sonuna yaklaştık yarın bitiririz… Bana sakın kızma, biraz gözlerim acıdı” Saçlarından öptüm Cihan’ın yanına uzandım…
Uyku neydi bir hiçlik, arada sessizce gelen hemşirelerin en ufacık sesini duyuyor oğluma bir şey oldu diye yerimden fırlıyordum. Yatmamın imkânı yoktu hemşireler çıkar çıkmaz yanına gidip elinden tuttum… “Allah’ım evladım çok genç, eğer cansa istediğin onun yerine beni al yalvarıyorum sana”
Gözyaşlarım sicim gibi iniyordu. Cihan kıpırdanınca yine koltuğuma döndüm gözlerimi kapattım. Yanıma gelip yüzüme baktı, uyuyup uyumadığımı kontrol ediyordu. Hiç kıpırdamadım, uyumadığımı anlarsa ne yapıp eder beni uyutmanın yolunu bulurdu. Uyuşturulmak istemiyordum.
“Yüce rabbim oğlumu bize bağışla, onun yerine benim canımı al. Daha çok genç”
İki yanmış yürek evladı için çırpınıyordu… Biz ne söylersek ne dilersek dileyelim Allah’ın istediği olacaktı. Ağladığımı belli etmemek için kendimi kasmaktan bir hal olmuştum. “Cihan sen uyumadın mı?”
“Uyuyamadım Firuzem, senin gibi uyuyamadım”
Acı içimizdeydi, acı odadaydı, acı yüreğimizdeydi… Oğlumuzun makinelere bağlı halini seyrederek yan yana el ele oturmaktan başka elimizden gelen hiçbir şey yoktu.
1
BÖLÜM
İnleme sesi nereden geliyordu. Beni uykumdan uyandıran bu ses olmalıydı. “Sus” Demek istedim. Sesim çıkmıyor gibiydi… Tekrardan denedim “Sus” Ne oluyordu bana üç harfli bir sözcüğü söyleyemeyecek kadar nasıl gırtlağım tıkanabilirdi. Gözlerimi açmaya çalıştıkça sanki gözkapaklarım daha çok yapışıyor gibiydi.
İnlemeler, çığlıklar.
Kalkmalıydım, yatağı da hissetmiyordum, ne olmuştu bana. İnleme hala devam ediyordu, soğuk bir el koluma yapışınca çığlık çığlığa bağırmak istedim sesim gırtlağımda düğümlendi. Tadını alamadığım iğrenç, yapışkan bir şeyler ağzımın içindeydi. Öğürmek istiyor başarılı olamıyordum.
“Yardım et bana çok korkuyorum”
Ani bir öksürükle ağzımın içi boşaldı“Sen kimsin” Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Midemin bulantısı hala devam ediyor ağzımın için de köpükler oluşuyordu. Soğuk bir el başımı yana çevirdi, iyi ki de çevirmişti kendi kusmuğumun için de boğulmam işten bile değildi.
“Gözlerini aç, ne olur gözlerini aç”
Yok, bu rüya olmalıydı, gözlerim kapalı değildi benim. Yine de dediğini yapmaya çalıştım, göz kapaklarım birbirine yapışmıştı. Ellerimi gözlerime götürmeye çalıştığımda bir kolum hiç tanımadığım birinin engellemesi sonucu kımıldamıyordu. Öteki elimi yüzüme götürdüm yapışkan bir şeyler tüm yüzümü kaplamıştı telaşla yüzümdeki neyse atmaya, temizlemeye çalıştım. Göz çukurlarıma dolan pislikleri nerdeyse kazıdım. Midem daha çok bulanmaya başladı, ilk solgun ışık göz kapaklarımdan içeri girdi, sonrasında gri sis göz gözü görmeyecek gibi koyu gri sis. Elimle yattığımı sandığım yatağı yokladım yoktu. Gerçekten söylediği gibi ıslak çamurların üzerindeydim. Gözüm koluma gitti küçük bir el, eli takip ettim tam burnumun ucunda yanımda yatan kadını gördüm ağlıyordu.
Gürültüler, çığlıklar, koşan ayak sesleri. Can simidi gibi kızın elinden tuttum, beynim çatlayacak gibi ağrıyordu. Benimle beraber ayağa kaldırdım, bir an eli elimden kaydı. Tek can simidimi kaybedemezdim, soğuk parmaklar tekrar elimi kavrayınca sıkıca tuttum. Belki de o değildi “Senmisin?”
“Benim elimi bırakma çok korkuyorum”
Elimi kolunda gezdirerek omzuna ulaştım, ufak tefek biri olmalıydı. Sarıldım iyice yanıma çektim, kolunu belime dolayarak gömleğime sıkıca tutundu. Öylece ayakta duruyorduk, birkaç kez çarpanlar yüzünden düşme tehlikesi geçirdik, bir adım önümüzü bile göremediğimizden yerimizden kımıldamaya korkuyordum. Biraz ilerimizde olan devasa karaltıya gözüm ilişti kaya gibi duruyordu hiç bilmediğim bu yerde ortada durup etrafımdakiler kimse onların çarpmalarına maruz kalacağıma arkamı sağlama almanın hiçbir mahsuru yoktu. Yanımdaki kızı çektim, direndi…
“Yürüsene yere yıkılacağız”
“Korkuyorum”
“Biraz cesaretli ol, arkamızı sağlama almaya çalışıyorum” Biraz daha çekeleyince bana uyum sağladı ayaklarını zor hareket ettiriyor gibiydi.
Çevremizde olanlar nasıl bize çarpıyorsa bende yol açmaya çalışınca onlara değiyordum. Nihayet korumalı diye düşündüğüm yere geldik elimi çekinerek uzattım net görememek beni korkutuyordu. Umduğum gibi sertliği hissettim, yere oturmaktan çekindiğimden arkamı kayaya yasladım. Kızı yanıma çektim.
Ani bir borazan sesi karanlığı yırtarcasına çaldı, Yanımdaki kızın korkusunu içimde hissettim, bende onun kadar korkuyordum. “İsmin ne?”
Kız bir süre düşündü gözlerini hayretle açtı, kafası karışmış gibiydi“Hatırlamıyorum, inanamıyorum ismimi bilmiyorum”
“Telaşlanma belki de korkudandır” Desem de benim beynim de bomboş gibiydi. Kızın sorusu çok geçmeden geldi.
“Ya sen senin ismin ne?”
“Ben de hatırlayamıyorum”
“Niye buradayız, burası neresi biliyormusun?”
“Bilmiyorum”
Borazan sesi kısa aralıklarla devam ediyordu, çevremizdeki sesler azalmış mırıltılara dönmüş olsa da oldukça çok uğultu vardı.
Birden sis açılmaya başladı her borazan sesinde daha da çok açılıyordu… Kıza daha sıkı sarıldım, minik kuş gibi göğsüme sığındı… Kalabalıktı, yüzlerce insan.
Diğerleri de bizim gibi şaşkınlıkla dona kalmış gibiydiler. Tam yanımızda duran yaşlıca bir adam korkuyla içini çekti… “ Almaya geldiler”
“Kimi, neyi almaya geldiler neredeyiz?”
“Anlamadın mı?”
“Biraz evvel gözlerimi açtım”
“Yakında ne olduğunu anlarsın”
“Söylesen”
“İki dünya arasındasın”
“İki dünya arası mı?” Birden gözlerim karardı… Ne oluyordu Allah’ım ne oluyordu. Yaşlı adam yanımızdan kalkmak için doğrulduğun da kolundan tutarak çektim “Ben öldüm mü? Nasıl? Ne zaman?”
“Bu soruları sorduğuna göre çok yeni olmalısın”
*****
Hatırlayamıyordum, ani gelen baş ağrısıyla iki büklüm oldum. Yanımda ki kız hala kolumu bırakmıyordu. Elimle parmaklarını çözmeye çalıştım “Çok korkuyorum” Diyen ağlamaklı sesini duyunca fikrimden vazgeçtim, tek elimle başımı ovmaya başladım. “Bende korkuyorum, anladın mı bende korkuyorum”
Yaşlı adam üzüntüyle ikimizin de yüzüne baktı. “Çok gençsiniz, ben ölmeyi istediğim halde ilk geldiğim de korktum. Bilinmeyen her zaman korkutucudur”
“Bilinmeyen?”
“Uzunca süredir buradayım evlat, beni almalarını bekliyorum. Hiçbir şey bildiğimiz gibi değil günahlardan arınma yerindeyiz Allah son ana kadar bizden vazgeçmiyor. Bazıları günah işlemeye devam ediyor cehenneme gidiyor bazıları da tövbe edip cennete girmeye hak kazanıyor. Allah’ın hidayeti sonsuz… Zamanı geleni gideceği yere götürmek için geliyorlar. Umarım bu sefer beni de alırlar”
“Gideceğin yeri biliyormusun?”
“Umarım cennettir, yaşlı vücudum kendini bilmeden yatıyor. Huzura kavuşmam gerek”
“Ölü değil misin? Biz ölmedik mi?”
“Orasını ben bilemem tek bildiğim ölmüş bedenlerin ruhları olduğu gibi, ölmek üzere olanların da ruhları burada. Ölüp ölmeyeceklerinin, gidecekleri yerin kararı veriliyor”
“Sen ne olduğunu hatırlıyorsun, biz ismimizi bile hatırlayamadık” Dedim, yaşlı adam gülümsedi, cebinden tek bir sigara çıkardı ağzının köşesine koydu. “Bu meret varya bu meret onun yüzünden bu haldeyim”
“Yinede ağzınız da”
“İş işten geçti artık, zaten yakmaya ateş yok”
“Nasıl hatırladığınızı söyleyecektiniz”
“Bir süre ani yer değişikliğinden kendiniz hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz, sonra hatıralar başlıyor. Hatırlarsınız… Benim kim olduğumu bulmam günler sürmüştü, keşke hatırlamasaydım dedim. Bilmeden burada olmak çok daha iyiydi… Bilince yaptıklarım, yapmadıklarım, pişmanlıklarım, günahlarım içimi yakıp kavuruyor. Şanslıysanız geç hatırlarsınız”
*****
Kocaman simsiyah atların üzerinde olan binicilerin yüzleri geniş pelerinlerinin kukuletaları altında gizlenmişti. Birbiri peşi sıra önümüzden geçiyorlar, insanlar deniz misali iki yana ayrılarak onlara geçit veriyordu. Yanımda ki birkaç kişi korkuyla bağırınca birisi dönüp baktı, yüz yoktu korkuyla içimi çektim nefesim kesilmişti. Boğuk bir ses “Siz ikiniz buraya gelin” Dedi. Yaşlı adam önümüze atıldı “Beni alın, yeter beklediğim”
“Geri çekil, hemen… Zamanın gelmedi”
Yanımda korkuyla titreyen kıza daha çok sarıldım, en az onun kadar titriyordum. Kukuletanın olmayan yüzünden konuşunca buhar çıkıyordu. “Gel” Sözüyle ayaklarım kendinden hareket etmeye başladı. Yürümemek için çabalasam da bacaklarıma söz geçiremiyordum. Kız sıkıca bedenime yapıştı benimle beraber o da sürükleniyordu. Kıza“Bırak beni” dedim… İçim huzurla doldu, çağırılmam kötü değildi.
Birden ortalık savaş alanına döndü yağmur gibi yeni insanlar geliyor, panik çığ gibi büyüyordu. Atlılar hızla uzaklaştılar kargaşayı düzenlemeye çalışıyorlardı. Yaşlı adam yeni gelenlerin arasında kalmış sürükleniyordu. Yanımda ki kadına baktım “Burada dur taşa tutun her ne olursa olsun ayrılma”
Yaşlı adam ayaklar altın da ezilmek üzereyken hızla çektim. İnsanlar birbirinin üzerine basarak kaçışmaya çalışıyorlar çevrelerine ne zarar verdiklerine bakmıyorlardı. Can pazarı gibiydi, küçük bir çocuk çamurların arasında bağırarak ağlamaya başladı, yanında kaldıracak kimsesi yoktu. Bir el uzanarak çocuğu yerden alıp göğsüne bastırdı. Yanımda ki kadındı… Yaşlı adamla, kadını önüme alarak siper olmaya çalıştım. Sırtıma gelen ani darbeyle yere yığılmama ramak kalmışken yaşlı adam kolumdan destekledi. Yine taşın yanına gelmiştik.
“Geriye gitmeliyiz”
Yaşlı adamın sözüyle şaşırdım “Geri neresi? Buradan başka yer var mı?”
“Burası toplanma yeri, her gün aynı zaman da kendiliğinden, istesen de gelirsin istemesen de gelirsin. Bazılarımız geri dönmez bazılarımız tekrar döner”
****
Kucağımda ki çocuğu düşürmemeye çalışırken iki adamın konuşmalarını dinlemek zor oluyordu, bir kelimeyi bile kaçırmak uyandığım anda yanım da yatan adamı kaybetmemek istiyordum. Kucağım da aniden susmuş olan çocuğu kalçama yaslayarak yine adamın kolundan tuttum. Dönüp ters gözle baksa da bakışları aniden yumuşadı. Elini uzatıp parmak uçlarıyla çocuğun gözyaşlarını sildi.
“Annesi nerde ki?”
“Sen biliyorsan bana söyle, binlerce insan arasın da bulmak zor olacak”
Çevreme baktım birçok insanın olduğu yer garip bir şekilde hepimize yetiyordu. Büyülenmiş gibi çok uzak olmayan grup içinde atlılar dolaşmaya başladılar elinde ki değnek gibi sopayla insanlara dokunuyor, dokundukları diğer insanlardan ayrılarak sıraya giriyorlardı. İp gibi başı sonu belli olmayan bir sıra haline geliyorlar kıpırtısız duruyorlardı. Boğuk sesli borazan gibi bir aletin çalmasıyla kalbim hiç hissetmediğim kadar hızlı atmaya başladı. Sıra hareketlenmiş bilmediğim yere doğru yürüyüş başlamıştı. Çocuk birden kucağımdan inmek için çırpınmaya başladı “Sakinleş”
“Abi” Parmağıyla yerde yatan küçük bedeni gösterdiğin de. Küçük kızı genç adamın kucağına verdim, birden atlılar biraz önümüz de belirdi… Bize doğru atlarını sürmeye başladıkların da yerde cansız yatan küçük bedenin üzerine kapandım. Çok küçüklerdi gözlerimin önün de götürülmelerine dayanamazdım. Bedenimin altında ki küçük vücudun hafifte olsa nefes alıp verdiğini duyuyordum.
Atlılar bize bakmadan geçip gidince derin bir nefes aldım. Yaşlı adam yanıma gelip saçımı okşadı…
“Kızım istediğin kadar gizle, gizlen emir geldiyse kaçman mümkün değildir. Hadi yürüyün bu gün bizim günümüz değilmiş.”
Üzerinden kalktığım çocuğu incitmeden kaldırmaya çalıştım, yüzü çamur içindeydi ellerimle yüzünü temizlemeye çalıştığım da genç adam kolumdan çekti “Oyalanma adam uzaklaşıyor” Dediğin de sekiz dokuz yaşların da gözüken çocuk şaşkınlıkla yüzüme baktı “Anne”
“Annenin nerde olduğunu bilmiyorum” Çocuk garip bir kabullenmişlikle genç adamın kucağın da ki küçük kıza uzandı. Kollarının arasına alarak saçlarından öptü, kızı almak istesem de bırakmadı. Yaşlı adam önde çocuklar ortada genç adamla ben arkada yürüyorduk.
Ayaklarımızın altında ki balçık halinde ki çamur, kuru toprağa sonra da çimenlere dönüştü. Yürüdükçe çevre aydınlanıyor gökyüzü tüm güzelliğiyle aydınlanıyordu. Yürüyenler sırf biz değildik bizim gibi amaçsızca yürüyenlerin yanın da gittiği yeri bilenlerin güvenli haliyle yürüyenler de vardı.
Yanımda ki genç adama baktım oda benim gibi kafası karışık gibi görünüyor sık sık çevresine bakıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Rüya da gibiydim biraz sonra annem gelecek Hadi Hasret işine geç kaldın diyecek gibi geliyordu. Birden durdum, genç adam bana baktı “Yürü uzaklaşıyorlar”
“Ben… Benim ismim Hasret” Genç adam sevinçle kollarımdan tuttu “Başka bir şey hatırladın mı, neden burada olduğunu…”
“Bilmiyorum, ya sen?”
“Ben ismimi bile hatırlamadım, niye sen hatırladın da ben hatırlamadım?”
“Dünya da olmasa bile burada kadınlara öncelik tanıyorlar herhalde”
“Komiksin”
“Gülmüyorsun”
“Biraz sonra güleceğim”
Elimde olmayarak kıkırdadım, rötarlı gülene de ilk defa rastlıyordum. Nereden biliyordum ki? Hatırlamadan nereden bilebilirdim. Gülüşüm gözyaşlarımla gölgelendi, genç adam kibarca kolumdan tuttu bu temas bile içimi rahatlatmıştı. Önümüz de yürüyen küçük çocuk tökezleyince adam koşarak çocuğu destekledi.
Uzun süre yürüdük, her gün bu yolu gidip gelmek çok zor olmalıydı. Ne olmuştu bana, neden buradaydım. Bir şekilde ya kaza ya hastalık olmalıydı… Adımlarımı hızlandırdım geride kalmak içimi korkuyla dolduruyordu. Genç adamın yanına geldim “Kazamı geçirerek veya hastalıktan mı öldük acaba?”
“Cinayet de sebeplerden birisi olabilir”
“Ben sanmıyorum, kim beni öldürmek ister”
“Evlimisin?”
“Bilmiyorum” Deyip ellerime baktım “Yüzük olmadığına göre evli değilim demek ki”
“Evli olmadığının göstergesi yüzük değil, birçok kişi yüzük takmıyor.”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Kadınlar erkekleri sık sık delirttikleri için kocan seni öldürmüş olabilir”
“Komiksin”
“Gülmüyorsun”
“Daha sonra güleceğim ama hatırlat bu sıralar hafızam iyi değil” Çocuk tekrar sendeleyince Adam küçük kızı kucağına aldı… Ben de çocuğun elinden tuttum, sendeliyordu yere eğilip ayakkabısını çıkardım… Çamur topak halinde ayakkabısının içine yapışmıştı…
Yaşlı adam yürüdüğü onca yolu gerisin geriye geldi “Oyalanıp durmayın, gece pek tekin olmaz buraları”
“Nasıl olur? Tehlike burada olmaması gerek”
“Size dedim burası geçiş yolu… İyiler olduğu kadar kötüler de mevcut, ayni dünyada ki gibi ve çok bağlılık iyi değildir kimin ne kadar kalacağının belli olmadığını söyledim. Çocuklara bağlanma yarın gidebilirler”
Son sözlerini kulağıma eğilerek söylemişti “Hem dünya gibi diyorsunuz hem de uyarıyorsunuz. Korkutmayın beni”
“Korkman gerekir burada aklımızın alamadığı olaylara anlam yüklemeye çalışarak zaman harcamayı çoktan bıraktım. Ne kadar kaldığı belli olmayan yaşam denen olguyu devam ettirmeye çalışmak daha iyi”
“Ne yaparak aylak aylak dolaşarak mı?”
“Bura da yapılan her işin bir nedeni var, geçmişte ne yaparsanız yapın davranışlarınız nereye gideceğinizi belirleyecek. Önceden de söyledim bir kez daha tekrarlayayım sözlerimi asla unutmayın. Allah en kötü niyetli kulundan bile hemen vazgeçmiyor. Bir iyilik, iyi niyet bekliyor affa hazır, yarattığı hiçbir kulunun cehennem ateşleri için de yanmasını istemiyor.”
“Ya dünya da haksız yere can alanlar, katiller, tecavüzcüler”
“Onların affı yok buraya bile gelmeden direkt cehenneme gidiyorlar”
“Siz bunca şeyi nasıl biliyorsunuz?”
“Çok uzun süredir buralardayım, önceden polis olduğumu da söylemek isterim”
“Meslek alışkanlığından diyorsunuz”
“Büyük ihtimalle”
Tekrar yola koyulduk, arkama bakmayı istemesem de döndüm daha önce olmayan koskoca orman arkamız da duruyordu. Korkuyla irkildim, genç adamın koluna yapıştım bir şekilde onun tenine değmek beni rahatlatıyor korkularımı hafifletiyordu. Neden korktuğumu görmek için başını çevirip geri baktı. “İnanılmaz bir şey, bu ormandan geçmedik”
“Ne inanılır ki bu olsun”
“Haklısın, beynim düşünmekten çatlayacak hale geldi. Korku, endişe hariç öldüğüm veya ölmekte olduğum için paniklemem gerek, hiçbir şey hissetmiyorum. Sanki burada doğmuşum yaşamışım gibi”
“Bence geride bıraktıklarımızı hatırlamadığımız için bu vurdumduymazlığımız, geçmişimiz de ne yaşadığımızı bilmiyoruz, sevdiğimiz özlediğimiz hiçbir şey yok. Hiçlikten gelmiş gibiyim, ilk seni gördüm”
“Ben de seni, belki zamanla hatırlarız tabi o kadar zamanımız olursa”
Yaşlı adamın peşinden oldukça küçük kulübeye geldik. Çocuk evi gibiydi, minik bahçe içinde çiçekler birkaç meyve ağacı… Bir iki tavuk…
Çocukları bıraktık, hem birbirlerini tanıyor hem de tanımıyor gibilerdi, ilk kardeş bunlar düşüncem değişivermişti. En yakınında ki kimse ona bağlanıyordun herhalde. Onlar da bizim gibiydi birbirine yabancı bir o kadar da vazgeçilmez.
Evden içeri girmeden tekrar arkama baktım, orman çok daha fazla büyümüş nerdeyse bizimle birlikte yürümüştü.
Herkes benden evvel içeri girdiğinden kalbim korkuyla titreyerek hemen kapıyı kapattım. Ev dışarıdan çocuk evi gibi görünse de oldukça büyük duruyordu. Büyük ocak da ateş yanıyor üzerine çengele asılmış kaynayan tencerenin içinden çok hoş kokular geliyordu. Birden karnımın acıktığını hissettim, büyük tahta masanın çok amaçlı kullanıldığı belliydi. Hem mutfak tezgâhı hem de yemek masası olarak kullanılıyordu ki ortalarda başka masa yoktu.
Çocuklar yanıma gelip “Acıktık” Deyince duvara asılı duran gözlü raftan tabak aldım, çekinerek yaşlı adama baktım. Belki yemeğini bizle paylaşmayacaktı. Masanın başına oturup elinde ki tahta çanağı uzatınca ses etmeyeceğini de anlamış bulunuyordum. Tüm malzemeler tahta ile yapılmıştı.
Gördüğüm birkaç tencere, birkaç bıçak hariç tüm ev tahtadan oluşmuştu.
****
Hasret ismi gibi kendi de çok güzeldi, ela yeşil gözlerin de ki korku ifadesi gidince çok daha güzel olmuştu. Masanın başın da dolaşıyordu, sanki evin hanımı gibi hareket etmesi hoşuma gitmişti. Uzun saçlarının beline uzanan örgüsü yer yer dağıldığından birkaç perçemi yüzüne geldikçe arkaya itiyor, bazen de farkında olmadan üfleyerek uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bu haliyle oldukça şirin gözüküyordu, saçları kızılın birkaç tonunu içinde barındırır haldeydi. Güneşin batarken son renklerini verdiği gibi bir renkti erimiş altın bakır birbirine karışmıştı. Gözlerimi daha aşağılara indirmeye çekiniyordum. Belli etmek istemesem de korku içimde dağ gibi büyüyor büyüdükçe de tedirginliğim artıyordu. Karşım da duran dört kişiyle ne kadar süre birlikte olamayacağımı bilmek şimdiden huzursuzluk veriyordu.
Hasret birden ellerini beline koydu “Hiç biriniz elinizi yıkamadınız” Dediğinde bir tek küçük kız ellerini açtı avuçlarını gösterdi “Kirliymiş ellerin, ya siz beyler”
Üç erkek birbirimize baktık Hasret o kadar sert bakıyordu ki masadan kalkmamak imkânsızdı. Ellerime baktım gerçekten çamur içindeydi kurumuş olsa da ben bile kendi ellerimden iğrenmiştim. Kim bilir yüzüm ne haldeydi.
Evin içinde çeşme yoktu yaşlı adama baktım “Dışarı bahçeye çıkacağız, nasıl şartlar da büyüdüğünüzü unutun burası tamamen doğal ortam. Beden ve kas gücü gerekir”
Hep birlikte dışarı çıktık yaşlı adamın eliyle gösterdiği aleti sadece okul kitapların da görmüştüm su tulumbası. Oldukça eski duruyordu “Geldiğim de vardı” Diyerek kolu aşağı yukarı indirip kaldırmaya başladı birkaç gıcırdamadan sonra oluk gibi akan suyun altına elimi tuttuğum da irkilerek geri çekmek zorun da kaldım buz gibiydi. Çocukların minik elleri donardı. Ateşin yanın da kocaman çaydanlık görmüş olduğum birden aklıma geldiğin de Hasret elini çoktan uzatmış minik bir ciyaklamayla geri çekmişti. “Bu su buzuldan mı geliyor nedir?”
“Çaydanlığı getireceğim içinde su varsa biraz ılınır çocukları temizleriz” Hasret başını salladığında ben eve doğru yürüdüm… “Şey- hey- sen bakarmısın? Of ya ne zaman ismin aklına gelecek senin?”
“Ne istiyorsun?”
“Su içmek için olan sürahiyi de getirirsen doldururuz diyecektim”
Gördüğüm her şey tanıdık, bir o kadar da yabancıydı. Tüm ıvırzıvırı hatırlarken niye insanları hatırlayamıyordum. Bitki gibi toprakta yetişmediğime göre annem, babam olmalıydı. Önümde ki masaya dayandım gözlerimi kapattım. Ailem kimdi, nasıl insanlardı… Şu anda beni düşünüyorlarmıydı? Belki de gömülmüştüm toprağın altındaydım… Tedirginlikle gözlerimi açtım tüylerim diken diken olmuştu. Ellerimi kollarımda gezdirdim. Hasret’in dediği sürahi tezgâhın üzerinde duruyordu, çaydanlığı da alarak dışarı çıktım.
Gün batıyor bilmediğim, tanımadığım, görmediğim gökyüzünün altın da duran yine tanımadığım dört kişiye bakıyordum.
Küçük kız yaşlı adamın kucağına tırmanmaya çalışıyor, küçük oğlan Hasret’e su atmaya çalışıyordu. Hatırlamadığım ailem, şimdi ki ailem.
Aile olgusuna ters bakmadığıma göre, ailesini seven biri olmalıydım. Bu düşünce birden beni mutlu etti. “Kerem nerede kaldın be oğlum”
Beynimin içinden gelen ani sesle gözlerim doldu. Sesi özlediğimi fark ettim erkek sesi olduğuna göre mutlaka babam olmalıydı. Elimin tersiyle gözlerimi sildim erkekler ağlamazdı.
Hasret kapının önünde donup kaldığımı fark etmiş, endişeyle bana bakıyordu “Neyin var?”
Elimde ki sürahiyi uzattım “Kerem ismim Kerem”
“Kerem” Hasret ismimi ezberlemek ister gibi tekrarladığın da hoşuma gitmişti. Gülümsedim “İsimlerimizi hatırladığımıza göre hey, sen diyerek seslenmemize gerek kalmadı. Çok acıktım acele edelim.” Diyerek tulumbanın başına geçtim, ilk sürahiyi doldurduk, çaydanlığın içindeki sıcak suya ilave yapınca ılınmış olan suyla ilk küçük kızın eli yüzü yıkandı. Kızılımsı kıvırcık saçlarıyla sanki Hasret’in bebeği gibiydi.
****
Kerem ismi Kerem’miş, güzel ismi vardı. Küçük oğlanın temizlenmesine yardım ederken onları seyretmek içimin mutlulukla dolmasına neden oldu. Ne olduğumu, kim olduğumu, ailemi bilmesem, hatırlamasam da yeni ailemle mutluydum.
Küçük oğlanın ensesine değen saçları, yeşil gözleri… Yaşına göre uzun boyuyla sanki Kerem’in kopyası gibiydi. Yakışıklı adamdı birden kalbim hop etti… Telaşla içeri eve doğru yürüdüm, kalbimin çırpıntısı fazlalaşıyor nefes alışımı engelliyordu. Küçük kızı sandalyeye oturttum, başı anca masanın kenarına geliyordu.
Kerem küçük kızın tabağına yetişemediğini görünce yastıklardan birini alarak altına koydu. Yaşlı adam tabağını uzattı hala kaynamakta olan yemek kazanının içene kepçeyi daldırdım. Acaba ne yemeğiydi?
Kepçenin içinde olanları görünce hiç garipsemedim, bildiğim sebzelerle yapılmış türlüydü. Küçük oğlan tabağına konan yemeği görünce yüzü asıldı “Bunun içinde et yok” Diye hayıflandığın da, yaşlı adam “Burada et yok oğul, hiçbir canlı öldürüp yenilemez. Bir kaşık al et tadını sebzede bulacaksın”
Yaşlı adamın sözleriyle tabağıma koyduğum yemekten bir kaşık aldım, gerçekten dediği gibiydi. Sanki etli yemek tatmış gibiydim. Küçük oğlan yüzüme bakıyor yemeğin nasıl olduğunu anlamaya çalışıyordu “Ye gerçekten etli yemek gibi” Çocuk ilk kaşığı ağzına götürdüğün de umduğu gibi çıkmış olmalı aç kurtlar gibi kaşıklamaya başladı “Hey yavaş ol tıkanacaksın” Dediğim de tam karşım da olan Kerem kıkırdadı “Benim heyler bitti, çocukların ki başladı”
Yaşlı adam yanın da duran dolabı açarak kocaman somun ekmeği çıkardı. “Katıksız yerseniz doymazsınız”
Hepimizin önüne kocaman birer dilim ekmek koydu. Küçük kız iki eliyle ekmeği kaldırmaya çalıştığında yüzü kadar olduğunu görünce gülmekten kendimi alamadım. Ekmeğini elinden alarak küçük parçalara bölüp tekrar bırakınca eksik olan dişleriyle bana kocaman gülümsedi. “İsmini hatırlayabiliyormusun?”
“Yok”
Uzanıp gözünün önüne düşmüş perçemlerini geriye attım. “Sen gerçek ismini hatırlayana kadar isim vermemiz gerek. Sevdiğin hatırladığın bir isim var mı?” Dediğim de kız olumsuz başını salladı. Küçük oğlan merakla bize bakıyordu “Bende hatırlamıyorum ismimi”
Kerem” Ne olmasını isterdin veya istersin delikanlı” Deyince çocuk ağzını büktü “Bilmiyorum ne olursa, gerçek ismimi henüz hatırlamadığıma göre siz koyun”
Yaşlı adam doymuş olmalı kocaman göbeğini sıvazladı. “Sizin isminiz nedir” “Fahri”
“Fahri amca, büyüğümüz olarak çocukların isimlerini siz koysanız. Biz henüz geçmişimizden bir şeyler hatırlamadığımıza göre sizin isim hafızanız çok daha geniştir”
Fahri amca küçüklere şöyle bir baktı “Küçük kız rengârenk gözüküyor, kızıl saçlar, pembe beyaz bir ten, ela gözler devamlı gülümsüyor bence ismi Gülbahar olsun” Dediğin de küçük kız sevinçle ellerini çırptı yeni isminden hoşlanmıştı.
“Gelelim delikanlıya, bu yaşta kapı gibi maşallah. Değişikliği korkmadan panik yapmadan kabullendi. Oğluma çok benziyor ismi Mert olsun.” Dediğin de ismi yeni konan Mert’in yüzün de gururlu bir ifade belirdi. İsmini sevmişti ani sesle Gülbahar’a baktım başı masaya dayanmış elinde ki kaşık gürültüyle yere düşmüştü ani sese irkilse de tekrar başını masaya yasladı uyumasına devam etti.
“Fahri amca nasıl yatacağız” Kerem Gülbahar’ı kucağına almış, ağzına yanaklarına bulaşan yemek artıklarını siliyordu “Bu kızı yıkamalı, kokarca gibi kokuyor” Dediğin de yanına giderek Gülbahar’ın kıvırcık saçlarını okşadım. “Gerçekten çok pis, hangimiz değiliz ki. Yarın ilk iş temizlenmeliyiz”
“Fahri amca kıyafet işi ne olacak, bavulla gelmediğimize göre böyle dolaşacak halimiz yok”
Fahri amcanın gür kahkahasıyla Gülbahar birden uyanıverdi mızıldanmaya başladı. Kerem pışpışlayınca tekrar uykuya daldı “Senin çocukların mı var acaba, hiç yabancılık çekmiyorsun?”
“Bilmiyorum dediğin gibi çocuklara yabancılık hissetmiyorum. Hatırlayana kadar hiçbir şeyden emin olamayacağız”
Fahri amca nihayet sandalyesinden kalkmıştı, odalardan birinin kapısını açarak içeri girdi duvarda ki dolabı açtı… Çeşitli kıyafetler asılı, dürülü duruyordu.
Hayretle kıyafetlerin çeşitliliğine bakıyordum. Birkaç tanesini elime aldım, nerdeyse bejin tüm tonlarından oluşmuş, basit kesimli kıyafetler. Her bedene uygunlukta kıyafet olmalıydı. Çocuk kıyafetleri bile vardı “Nasıl olur”
Kerem kucağında ki Gülbahar’ı yatağın üzerine bırakıp üzerini örttü, yanıma geldi benim kadar şaşırmış halde kıyafetlere bakıyordu iki elini omuzlarıma koyduğun da yine kalbim ters takla atıverdi. “Her kadının hayali olmalı, hadi yaşadın Hasret” Deyince omzuma koyduğu ellerinden kurtuldum…
“Bilsen nasıl yaşıyorum, sen şaka yapma Kerem komik olmuyor”
“Hah sen öyle san bak, Fahri amcayla Mert gülüyor”
“Üçünüz de ayni cins olduğunuzdan gayet doğal, espri yeteneğiniz sığ”
“Feministmisin?”
“Ne olduğumu bilmiyorum ya sen kadın düşmanımısın?” Dediğim de beni saçımdan ayağıma kadar süzdü, tekrar gözlerimin içine baktığın da hiç gülmüyordu “Kesinlikle kadın düşmanı değilim”
Birden utanmıştım, yüzümün yandığını hissediyordum, pembeleştiğimi görmüştü dudakları çapkın gülümsemeyle kıvrıldı. Dolabın içine neredeyse gömüldüm önüme gelen giysiyi dışarı çıkararak hangisi kime uyar bakmaya başladım. Yüzümün kızarıklığı anca geçerdi.
“Orada kazık gibi dikileceğine kendi üstüne uyanlara baksan… Zahmet olmazsa” Tam burnumun ucuna gelince çağırdığıma çağıracağıma pişman oldum.
Eline aldığı bol kesim pantolonu bana uzattı “Bu sana olur herhalde”
“Bana kıyafet bul demedim, kendine bul dedim… Al bu da sana uyar”
“Huysuz kadın ben sana bulunca kabahat, sen bana bulunca kabahat değil” Dediğin de elinden pantolonu çektim “Beğenmediysen ver geri”
“Beğenmedim demedim, hazır elin değmişken üzerine gidecek bir şeyler de bul”
“Kerem beni çıldırtıyorsun”
“Bu kadar çabuk etki ettiğime sevindim” Deyip kıkırdadı. Ay bu adam beni öldürecekti…
“Fahri amca bu kıyafetler kimin, nasıl buradalar?”
“Bilmiyorum kızım geldiğim de buradaydılar, bizden sonra da burada kalacaklar herhalde” Dediğin de elimde Gülbahar’a uyacak pantolonla kalakaldım. Nerede olduğumu bir an için unutmuştum, bilinmezdeydik. “Ben” Yere oturuverdim sanki bacaklarım beni tutmamıştı, Kerem halimi görünce yanıma oturdu “Unutan tek sen değilsin bende unuttum” Kolunu omuzlarıma sarmıştı, çekingenlik hissetmeden başımı omzuna yasladım tek dayanağım Kerem gibi hissediyordum. Belki bir anlığına belki de dakikalar boyu öylece oturduk.
******