2.BÖLÜM

4309 Kelimeler
Mert’in ben nerede yatacağım sözüyle kendime geldim, Kerem yerden kalkıp elini uzattı tutunarak doğruldum. Odadan çıktım, kendimi öyle bıraktığım için pişman olmuş durumdaydım. Kuvvetli olmalıydım iki küçük çocuk benden çok daha metanetliydi. Hemen yan kapıyı açtım iki yatak yan yana duruyordu. “İşte Mert Bey ilk öncelik senin seç birini” “Cam kenarını istiyorum” Kerem“Neden ilk ben değil de Mert seçiyormuş” Dediğin de şaşkınlıkla yüzüne baktım “Ciddimisin sen?” Gerçekten ciddi gözüküyordu “Evet” Diyerek onaylayıp hızlıca odaya girdi “Camın yanı benim” Diyerek koştu, adam resmen koştu… Ayağı takılıp boylu boyunca yere serildiğin de kahkahamı tutmam mümkün değildi Mert çoktan üzerinden atlamış cam kenarında ki yatağı sahiplenmişti. Kerem bana bakarak göz kırptı, Mert’in yanına gidip gıdıklamaya başladı. Çocuk gülüşü ne kadar güzeldi. İkisini oyunlarıyla baş başa bırakarak mutfağa geri döndüm, masayı toplamaya başladığım da Kerem yanıma geldi yardım etmeye başladı. “Fahri amcanın dediklerini çok çabuk unutuyoruz” Bulaşıkları bir yere topladım, geniş bulduğum kaba ısınmış olan sudan dökerek kenarda duran tam olarak bilmediğim sabuna benzer topağı alarak kokladım… Güzel kokuyordu parmaklarımı üzerine sürdüğümde kabarcıklar çıkınca bulaşıkları yıkayabileceğimi de anlamış oldum. Suya koyarak köpürttüm. Kerem “Hangi söylediğini unutuyoruz?” “Ya… Ya yarın biz veya çocukların sırasıysa” “Ya değilse? Gideceğiz diye birbirimizi sevmememiz mi gerek”   “Öyle değil de, geride kalan çok fazla üzülecek” “Belki de hep birlikte gideriz” “Umarım öyle olur” Bilinmeyen de gözümü açalı yirmi dört saat bile olmamıştı. İlk gördüklerime bağlanmış onlarla bütünleşivermiştim. Eninde sonun da alınacaktım çocuklardan önce alınmak için dua ettim, Yaradana o kadar yakındım ki mutlaka duymuş olmalıydı. Konuşmadan tabakları kuruladık, yerlerine yerleştirdik. Fahri Amca kapının önünde ki sallanan sandalye de oturuyor dalgın gözlerle uçsuz bucaksız karanlığa bakıyordu. Kerem hemen önünde ki merdivenlere oturdu, ben de yanında ki sandalyeye oturarak hep birlikte sessizliği dinlemeye başladık. “Vaktimiz olursa yiyecek işini nasıl halledeceğiz?” Fahri amca derin bir nefes aldı “Gençler burada bir gün sonrayı düşünmeden yaşamak zorundasınız, yarınınız olmayabilir. Bahçe de düşünebileceğiniz her tür sebze var, sonsuza kadar yetişecekler. Bazı gerekli olanlar da hiç tükenmiyor” “Hangileri?” “Un, şeker, tuz, yağ, sabun ve gaz bunlar tükenmezler. Yiyecekler asla bozulmaz küflenmez. Hayvanların eti hariç her şeyinden faydalanabilirsiniz” “Dünyadan daha rahat bir hayat olmalı” Deyince yüzüme üzgün gözlerle baktı… “Asla öyle düşünmeyin… Ya geriniz de kalanlar ya da sizden evvel bu aşamaları geçip öte dünyaya geçenler. Burada boşluktasınız iki tarafta da sevdikleriniz var kavuşamıyorsunuz… Bu sizin eliniz de değil. Geçmişinizi hatırladıkça özleminiz çok daha fazla büyüyor… Ben yatıyorum artık umarım yarın benim günüm olur” Fahri amca ayaklarını sürüyerek içeri girerken çok üzgün görünüyordu… “Çabuk almaları daha mı iyi acaba?” Kerem arkasını dönüp bana baktı “Yanıma gel bak yıldızlar ne güzel görünüyorlar, gerçek gibiler” Yerimden kalkıp bir basamak aşağısına oturdum, başımı gökyüzüne kaldırdım. “Belki geldiğimiz yer gerçek değildi, belki burası gerçek” “Kim bilir” Diyerek saçımı tuttu, ne oluyor diyemeden örgümü göğsüme doğru bıraktı. “Yere sürünüyordu” “Zaten kirlendi” “Saçların çok güzel, uzun… Açık halini görmek isterdim” Of yine kızarmıştım, neyse ki bu sefer kızardığımı göremeyecekti. “Belki yarın görürsün, hadi yatalım” “Birlikte mi?” “Kerem” Diye bağırdım… “Hasret” Diyerek cevap verdi kıkırdıyordu… Odalarımıza doğru yürüdük… Kerem üstüyle başıyla yatağına uzandı, Mert çoktan uyumuştu… “Hasret, kapını kapatma bilinmezlikten oldukça tedirginim” “Bende öyle kapatmam”   *****     KEREM Hasret’le çocuklar henüz uyuyorlardı, bir türlü uyku tutmamış defalarca yatağımdan kalkmış onları dolaşmıştım. Fahri amca kötüler de var dediğine göre tetikte olmanın hiçbir mahsuru yoktu. Gün birden aydınlandı. Hasret yüzüne gelen ışıktan rahatsız olmuş gibi kolunu gözlerinin üzerine kapatınca pencerenin perdesini çektim. Çevre ilgimi çekiyordu, evin arkasın da duran devasa ormana baktım dünden daha çok gür duruyordu, bilinmezin korkusu daha çok yeniydi. Ne olacağını ne zaman olacağını bilmemenin korkusu çok daha fazlaydı. Gece ellerimi yıkasam da gün ışığın da çok daha pis göründüğümden emindim. Neredeyse tek renk tek tip olan kıyafetlerin arasından Hasret’in benim için seçtiği koyu bej bol pantolonla ayni renk gömleği elime aldım. Bir yerlerde iç çamaşırları da olmalıydı. Ne kadar arasam da bulamadım neyse bu gün üzerimdekini yıkayıp kurutana kadar tek pantolonla idare etmeye mecbur kalmıştım. Uzunca bir bezi yanıma alarak geldiğimizden beri kulağıma gelen su sesini takip etmeye başladım,  attığım her adımla su sesine daha çok yaklaşıyordum. Kulübenin ters yönünde çok fazla yürümeme gerek kalmadı… Bu ne güzellikti Yarabbi, gün ışıkları doğal havuzun üzerinde elmas gibi oynaşıyor suyun dibinde ki taşlar, kum taneleri bile gözüküyordu. Etrafını çevreleyen oldukça büyük yapraklı bitkiler havuzu gözlerden saklar gibiydi. Minik tepeden su dökülüyor havuza vurduğu yerde ufak da olsa köpürerek havuzu suyuyla besledikten sonra ince bir aralıktan kendine yol bularak uzaklaşıyordu. Ara bölgede bu kadar inanılmaz güzellikler varsa kim bilir cennet denilen yerde ne muhteşem görüntüler vardı. Çevre de kimseler olmadığına göre soyunmamın da bir mahsuru yoktu. İlk buz gibi gelen sudan donar gibi olsam da kısa süre de alıştım. Suyun akan yerine giderek mutfaktan aldığım köpüren topakla vücudumu ovuşturmaya başladım. Kirler üzerimden temizlendikçe keyfim yerine gelmeye başladı. **** HASRET Işık iyice rahatsız etmeye başladığın da yatakta kalmamın imkânı yoktu. Koynum da yatan Gülbahar’ı gıdıkladım hemen güzel gözlerini açarak gülümsedi “Kalk bakalım küçük hanım bu kadar uyku yeter” Tekrar poposunu havaya kaldırıp yastığa yapışınca kendi haline bıraktım, Odadan dışarı çıktım Mert hala yatağındaydı… Kerem nerelerdeydi ki? Fahri amca yine kapının dışında ki sandalyede oturuyor, elinde ki odun parçasını yontmaya çalışıyordu… “Günaydın… Kerem’i gördünüz mü?” “Yıkanmaya gitti herhalde” “Yıkanacak yermi var” “Biraz ileride doğal havuz var” İşte bu harika haberdi, içeri girip çocukların kıyafetlerini hazırladım, ne zevksiz renkti bu. Çocukları uyandırarak banyo yapacağımızı söyledim. Hemen kalktılar Fahri amcanın işaret ettiği yöne doğru yürümeye başladık. Su sesi yakınlaşmıştı, birkaç adım daha attığımız da Gülbahar’ı kolundan tuttuğum gibi yüzünü bedenime bastırdım. Mert kıkırdıyordu… Kerem yarı beline kadar suyun içendeydi iki elini ensesine koymuş yüzünü güneşe doğru kaldırmıştı. Hızla yutkundum su damlaları her kasında parlıyor görüntüsü buğulu gözüküyordu. Su çok fazla berraktı birden bizi fark ettiğin de suya resmen dalış yaptı. Çocukların yanında utancımı, şaşkınlığımı belli etmeyeyim diye ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. “Mert sende Kerem’le yıkan biz iki kız sonra geliriz çabuk olun” Diyerek, Kerem suyun üzerine çıkmadan acele adımlarla uzaklaştım. Gülbahar mızıklanmaya başladığında durdum. “Niye biz yıkanmadık” “Erkekler yıkansın” “Birlikte yıkansaydık ya” “Olmaz” “Niye olmaz ama” Küçük kız çocuğuna neden olmayacağını nasıl açıklayacaktım. “Hadi sıra siz de” Diyen Kerem’in sesini duyunca yüzüne bakamadan suya doğru yürümeye başladım. “ Hasret” Dese de gördüğüm o görüntülerden sonra yüzüne bakmaya utanıyordum. Birden kolumu tutup avucuma sabunu bıraktı, avucumu kapatıp Gülbahar’ı iyice kucakladım. Seri adımlarla yürüyüp sadece iç çamaşırlarımla suya girmeye cesaret edebildim. Görülme tehlikesine karşılık gerekli yerlerim örtülüydü. Küçük kızı şımartarak yıkadım. Sığ tarafta eline yaprak vererek oyalanmasını sağladıktan sonra iyice kenara gittim… Saçlarımın örgüsünü açıp köpürttüm birkaç yıkamadan sonra anca arınmıştı. Kerem’in“Hasret çabuk ol orman geri çekiliyor” Uyarısıyla sudan nasıl çıktığımı bilemedim, kuru kıyafetleri hemen üzerime giysem de içim ıslak kalmıştı… Kerem küçük kızı beze sardı, kıyafetlerini hazırlarken ben de aceleyle giydirdim. Kurulamaya vakit bulamadığım saçlarım, elbisemin arkasını sırılsıklam yapmıştı. “Böyle gidemezsin çok ıslaksın” Kerem Gülbahar’ı kucaklamış neredeyse koşuyordu… “Ne yapmamı bekliyorsun baksana orman hızla çekiliyor” “Çabuk eve gir, gerekirse koşarız” Dediğini yapmak zorun da hissettim koşarak içeri girip dolaptan ilk elime geleni alıp üzerimi çıkardım. Hemen giyindim, saçlarımı beze sardım gidene kadar ıslaklığını alırdı. Tekrar dışarı çıktığım da Kerem elini uzattı hızla koşmaya başladık. Fahri amcayla Mert’e çok geçmeden yetiştik, nefes nefese kalmıştık. “Üzgünüm çocuklar size sabah saatlerin de çağrılacağımızı söylemeyi unuttum” Adamcağız çok üzgün duruyordu elimi uzatarak kolunu okşadım “Öğrenmiş olduk üzülme” Diyerek saçımda ki örtüyü açtım, bir parçasını koparmaya çalışsam da kuvvetim yetmedi Kerem kızı kucağıma verdi. Tek şerit halinde yırttı ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. Arkama geçerek saçlarımı toplayıp bağladı işte şimdi hazırdım. “Teşekkür ederim” “Dün saçlarını açık görmeyi dilemiştim, görmekle kalmadım onlara dokundum bile bu gün benim şanslı günüm olmalı” “Kerem” “Bak yine kızardın” Deyip elini uzattı “Tut bakalım kaderimiz neyse görelim” Evet az sonra kaderimizin geri kalanı belli olacaktı. Orman tamamen yok olmuştu meydan açılmış yine dünkü gibi koyu sis halindeydi… Birbirimizi ilk bulduğumuz yere giderek beklemeye başladık. Daha bir gün olduğuna inanamıyordum yıllar geçmiş gibi hissediyordum. Kucağımda ki Gülbahar’ı yere bıraktım sıkıca minik elinden tuttum. Kerem belime sarılarak kendine çekip öteki eliyle de Mert’in elini tuttu. Fahri amca öne doğru adım atınca Mert eline yapışıp geri çekti. Yoğun sisi bu gün garip karşılamamıştım… Çok beklemeden borazan sesiyle birlikte atlılar gelmeye başladı. **** KEREM Hasret’in vücudu titriyordu. Korktuğunu çok iyi biliyordum bende korkuyordum, biraz daha belini sıktığım da bana dönerek gülümsedi. “Korkmuyorum” Deyince dayanamayıp alnından öptüm “Biliyorum, sen çok cesur bir kadınsın” Yeni ailemden ayrılmaya henüz hazır değildim… Kendimi hazır hissetmiyordum. Geçmişimi hatırlamadığıma göre yeni aileme doyamamıştım. Atlılar yanımızdan geçerken bir adım geriye çekildim. Kayaya dayanmıştık, Fahri amcanın söylediği sözler kulağım da çınladı “Asla saklayamaz, saklanamazsın zamanın geldiyse seni bulurlar, alırlar” Kargaşa yine başlamıştı ağlayan, bağıran panikle koşan insanları görmek içimi acıtıyordu. Çok uzağımız da değildi genç bir kadın kucağın da bebeğiyle korku içinde bağırıyordu. Atlılardan biri yanına geldi, ne söylediğini duyamıyordum. Bağıran kadın birden sakinleşti bebeğini öptü atlıya doğru kaldırdı. Kötü olmuştum nasıl bebeğini verirdi bu nasıl anneydi. Bebeği kapmak için harekete geçmek istediğim de Fahri Amca serçe kolumdan tuttu “Sakın karışma” Gözlerimi bebekle kadından ayıramıyordum. Kadın dizlerinin üzerinden doğruldu bebeğini bir kez daha öptü. İki eliyle havaya kaldırdı birden bebek yıldız gibi pırıltılar çıkararak yok olmuştu. Atlı, kadının omzuna değneğiyle dokundu. Yine sıra başlamıştı. “Bebek nereye gitti?” Fahri amca “Yaşayacak, annesiz olacak ama yaşayacak” Dediğin de sevinçle karışık hüzün duydum. Sevincim bebek için, üzüntüm yine bebek içindi anne sevgisini bilmeden büyüyecekti. Devamlı gelen insanlar, gidenler kalanlar bu ne büyük âlemdi. Meydanın ucu bucağı görünmüyordu, yerler topraktı… İnsanların çokluğundan yerde bir ot parçası bile yoktu, Gökyüzün de kara bulutlar, çakan şimşekler. En kötüsü şiddetli gök gürültüsüydü arada bir olsa da insanları korkuyla sindirmeye yetiyordu. Kalabalığın en yoğun olduğu bölgede insanlar birbirine girince tam üstlerinde kapkara bulut belirdi, içinde ki elektrik yükü cızırdıyor örümcek ağı gibi birbirinin içinden geçiyordu şiddetli bir yağışla cezalandırıldılar. Başladığı gibi bitmişti bizim durduğumuz yerde yağmaması daha da korkutucuydu.  Bu kadar iç karartıcı ortamın özellikle yapıldığını düşündüm… Korku insanların zihinlerine kazınıyor yaptıkları hatalardan vazgeçmeleri isteniyordu. Cennete gidebilmek için arınma yeri gibiydi. Atlılar bizim olduğumuz yere yakınlaştıkların da içgüdüsel olarak Hasret’le çocukları geriye ittim, sanki kaçabilecekmiş gibi bir adam deli gibi koşuyordu. Adam tam önümüzde yere düştü atlılardan biri önüne geldi… At şahlandı tekrar ayakları üstüne indiğin de kaçan adam iki büklüm oldu, birden ayağa kalktı “Benim dokunulmazlığım var, bana dokunamazsınız”  Fahri amca “Kesin bu siyasetçidir, bura da bile statüsünün getirdiği ayrıcalıkları kullanmaya çalışıyor” Diye fısıldadığın da gülmemek için kendimi zor tuttum ama arkam da duran Hasret kendini tutamamış olacak kıkırdadı. Atlı adam hızla başını kaldırdı, yüzü görünmese de birden içimin donduğunu hissettim. Hasret kaskatı kesilmişti… Fahri amca yine önümüze geçti, görevlinin bizlerden birini değil kendini almasını ister gibi ellerini uzattı. Değnek havaya kalktı indiğin de politikacı sıraya girmek için sarsak adımlarla yürümeye başladı. Atlı geriye döndü uzaklaştı… Sıraya girenlere baktım bazısının yüzü çok mutlu, bazısının yüzü korku içindeydi. Bebeği alınan anneyi bir anlığına gördüm gözlerinden yaşlar aksa da mutlulukla gülümsüyordu. “Fahri Amca niye bazısı mutlu, bazısı mutsuz gözüküyor” “Allah mutlu yürümeyi hepimize nasip etsin o değnek omuza dokunduğun da nereye gideceği de belirlenmiş oluyor. Mutlu görünenler cennet yolcusu, mutsuz görünenler de cehennem” Zamanım geldiğin de mutlu yürümeyi diledim, hem kendim hem Hasret hem de çocuklar için. Gerçi çocukların cennete gideceğini biliyordum. Bir süre daha bekledik bu gün de sıramız gelmemişti, borazanın tok sesini duyduğumuz da geriye evimize doğru yürümeye başladık. Orman dünkü gibi korkutucu gelmiyordu… Çocuklar ağaçlarla koşturmaya başladıkların da Hasret de onlara katıldı neşe içinde koşuyorlar gülüyorlardı. Hasret küçük kızı kol altından yakalayarak çevresin de döndürmeye başladığın da Gülbahar’ın çocuksu kahkahaları sessizliği çınlatıyordu. Onların neşesi bana da bulaştı, Fahri amca da gülüyordu… **** HASRET Gülbahar’ı kollarından kaldırıp döndürmeye başladığım da yaptığım büyük hatanın utancı içindeydim, nasıl boş bulunup öyle bir ortamda gülebilmiş. Can pazarı yaşanırken nasıl böyle bir hata yapabilmiştim. Fahri amcanın, Kerem’in yüzüne nasıl bakacaktım. Ev uzaktan göründüğün de daha hızlı koşmaya başladık. Hiç birimiz kahvaltı etmemiştik evin arka bahçesine geçtiğim de Gülbahar yerden söktüğü soğanı yemeye çalışıyordu. Tabi başarılı olamadı yüzünü buruşturarak elinden attı… “Her gördüğünü yemeye çalışırsan böyle yanarsın” Diyerek minik bir domatesi silip ağzına verdim, sularını ağzından akıtarak yemeye başladı. Bahçenin içinde dolaştım, her tür meyve sebze vardı… Biraz koparınca ellerim doldu, içeri gidip bırakmam sonra gelerek tekrar toplamam gerektiğini düşünürken burnumun ucuna yayvan bir sepet uzatıldı. Kerem gülümseyerek bakıyordu “Elindekileri içine koy” Elinde ki sepeti alarak bakışlarımı kaçırdım, tekrar geri çekince bende çektim. Aramızda garip bir çekişme başlamıştı. Ben bırakmıyordum o da bırakmıyordu “Of al senin olsun” Dediğim de kıkırdadı… “Niye yüzüme bakmıyorsun?” “İşte” Domates fidelerine eğilip kızarmışlardan birkaç tanesini koparıp sepete attım. Elimi sepetin içinde yakaladı çekmeye çalışsam da bırakmadı “Söyle derdin ne” “Ben çok utandım, insanlar can pazarındayken adamın o sözlerine güldüm” “Neredeyse ben de gülüyordum kendimi zor tuttum ne var bun da” “Atlılar önümüzdeydi. Ya kızıp içimizden birini alsalardı?” “Fahri amca birçok kez söyledi, zamanı gelmeyen alınmıyor. Güldün diye seni alacaklarını mı düşündün” “Beni değil, korkum sizler içindi. Benim yüzümden alınsaydınız kahrımdan ne yapacağımı bilemezdim” “Hadi artık üzülme, bu gün alınmadık keyfini çıkartmalıyız” Elimi bırakıp sebze toplamaya başladı, sepeti yere bıraktım… Kısa dönüşlerle sepeti dolduruyorduk… Son geri dönüşümüz de Gülbahar neredeyse yarı beline kadar sepetin içine girmişti, koşarak içinden çıkarttığım da iki elinde ezilmiş domateslerle yüzüme bakıp sırıttı,  eli yüzü kıpkırmızı olmuştu. “Bu kızı yine yıkamalı, saçları bile domates olmuş” Kahvaltımızı yaparken biz büyükler suskunduk, Fahri amca üzüntülüydü nedenini biliyorduk alınmamanın getirdiği üzüntüydü. Çocukların konuşmaları olmasa ev matem havasında olacaktı. Biraz evi toparladıktan sonra Gülbahar’ı elinden tutup göle götürdüm su ilk girdiğimiz halinden çok daha sıcaktı. Suyun sıcaklığı hoşuna gitmiş olmalı ki içinden çıkmak bilmiyordu, kıyısına oturarak küçük kızın su içinde ki oyunlarını seyretmeye başladım. “Derine gitme sakın” “Olur” Dese de yine de gözlerimi ondan ayıramıyordum, içimde huzursuzluk vardı “Hadi çık artık, yeterince yıkandın” “Olmaz” Diyerek itiraz etti biraz daha izin verebilirdim, nasılsa yapacak bir işim yoktu. Arkamızda ki orman dev ağaçlarla dolu olsa da bu kısımda daha çok maki türü bitkiler vardı. Geniş yapraklı bitkiler gölgelikleri sağlıyorlardı. Yere yeni düşmüş yaprağı alıp başımın üzerine tuttum şemsiye olarak kullanabilirdik. Gülbahar elini uzatıp yaprağı istediğin de karşı kıyıdaki çalıların içinde ani hareket dikkatimi çekince korkuyla kızı kolundan kaptığım gibi dışarı çıkarıp beze sardım. “Kim var orda, kim var orda dedim… Kerem senmisin?” Birkaç yaprak daha kımıldayınca iyice panikledim… “Mert” Ses yoktu, kızı kucaklayarak koşmaya başladım… Ev görünmüştü, Kerem evin önünde oğlanla oturuyordu. Benim koştuğumu görünce hızla yerinden kalkıp bize doğru koşmaya başladı. Yanıma geldiğin de çocuğu kucağına verip eğilip dizlerimi tuttum, bacaklarım da derman kalmamış nefesim kesilmişti. “Ne oldu” “Gölün kıyısında birisi vardı” Kerem kızı yere bıraktı geldiğimiz yöne doğru koşmaya başladı, ne yapıyordu bu aptal adam. Yanımıza gelmiş olan Mert’in elinde ki sopayı aldım “Gülbahar’ı eve götür” Tekrar koşmaya başladım neydi bu adamın derdi kendini koruyacak bir şey olmadan bilinmezde ki tehlikelerin içine atılmaya çalışıyordu. Gölün kenarına vardığım da görünür de yoktu… “Kerem” “Kerem diyorum” Yine yapraklar kıpırdıyordu, elimde ki sopayı iyice kavradım. Ya Kerem’in başına bir şey geldiyse ben ne yapacaktım. Dikkatlice yürümeye başladım, zeminin ıslaklığından kaymamak için çok daha fazla dikkat etmem gerekiyordu… “Kerem” Sesim korkudan iyice kısılmıştı… Geniş yaprakların yoğun olduğu yere gelince korkum daha da fazlalaştı. “Kerem” “Buradayım” Sesi çok üzgün geliyordu, önümde ki yapraklar aralandı. “Bak” Gösterdiği yere baktım, bir köpek ağır yaralı halde yerde yatıyordu… Yanında iki küçük yavrusu da kıpırtısız yatıyordu, elim de ki sopayı attım. İlk elim yavrulardan birine gitti, minik siyah yavru kıpırdar gibi olunca sevindim. Birileri tarafından işkence gördükleri belliydi. Taşla veya tekmeyle hırpalanmışlardı. Keşke aletlerim yanım da olsaydı düşüncesi hızla kafamdan geçince bir an dona kaldım. Kerem anne köpeği kaldırmaya çalışıyordu. “Elleme, kıpırdatma kırık kemikleri varsa iç organlarını parçalayabilir” Yavruyu tekrar yere bıraktım, annenin durumu çok daha acildi. Parmak uçlarımla vücudunu yoklamaya başladım… Sırtın da oldukça derin yaranın temizlenip dikilmesi gerekiyordu. Göğüs kafesin de kırık olmaması içimi rahatlatsa da bir iki yerinde ki çökükler iç organlarında hasar olabileceğinin göstergesiydi. Kerem öylece durmuş benim hareketlerime bakıyordu “Sen veteriner olmalısın” “Belki… Biraz su gerek, yaraların üzerini temizlemeliyim” “Burada sudan bol bir şey yok” Diyerek yerde duran yapraklardan birini aldı. Elin de çanak gibi tutarak suyu doldurdu. Saçımdaki bağcığı çözdüm birazını yırtarak suya batırdım. İlk dokunuşta anne inledi… “Böyle olmayacak suyu yavaşça dök, topraktan, minik taşlardan yarası arınmalı” Kerem dediğimi harfiyen yerine getiriyordu. Anneye bakarken küçük yavruları unutmuştum… Islaklık ayak bileğime değince irkildim beyaz yavru burnuyla beni dürtmeye çalışıyordu. Avucuma aldım daha gözleri bile tam açılmamıştı ne istemişlerdi bu küçücük yavrudan. Parmağım ağzına gelince şapırdatarak emmeye başladı bu açlıktan bayılmış gibiydi. “Kerem süt gerek, açlıktan ölecek bu” “Seni bırakıp gidemem, hayvanlara bu eziyeti yapan sana neler yapmaz” “Buralarda olsaydı çoktan ortaya çıkardı” “Kesinlikle bırakmam, nasıl taşıyacağımı göster anne çok iri değil incitmeden taşırım” “Şu an kendinde değil, aniden uyanırsa saldırabilir” Aklıma gelen düşünceyle elimde ki bezi çenesinin etrafına sardım, taşırken uyansa da dişlerini kullanamayacaktı. Kerem anneyi kucakladığın da bende yavruları elime aldım. Hızlıca yürüdük köpeğin açık yarasından oluk gibi kan akıyordu. Bezin birazını Kerem’in eline verip yaraya bastırmasını sağladım yeterli değildi… “Eve yakınlaştık yere bırak, sarsıntıya dayanamayacak. İğne iplik gerek, daha fazla bez gerek” Kerem anne köpeği sarsmadan yere yatırdı, yere çömelip iki yavruyu annelerinin sıcaklığını hissetmeleri için mümkün olduğunca yakına bıraktım. Kara yavru anne kokusunu alınca kıpırdamaya başladı, görünce sevindim. Onlar açlardı ama annenin onları besleyecek canı yoktu. “Ben hemen süt alıp geliyorum, dediklerine de bakarım” Koşmaya başladı bebeklerin ikisini de avucuma alıp parmağımı ağızlarına soktum. Kerem gelene kadar oyalamalı minik kalplerinin çalışmasını sağlamalıydım. Kerem gittiği gibi koşarak geldi, yavruları tekrar yere bıraktım. Elimi süt dolu çanağı almak için uzattım, Kerem birden yanıma yığılınca korkuyla çığlık attım. Atlılar gelmişti… Kerem omzunu tutarak doğrulmaya çalıştığın da… Atlı “Yerinde kal, kımıldama” Diye bağırdı… Yere indi onları bu kadar yakından görmek beni dondurmuştu. Köpeğin yanına eğildi pelerininin ucu koluma dokununca ürperdim, Kerem birden uzanarak beni kendine doğru çekti. Devasa vücut doğruldu, elinde ki sopayı kaldırdı. “Sana kımıldama demiştim, canlıya eziyet edemezsiniz, kanlarını akıtamazsınız… Cezasını çekeceksiniz” “Dur” Diye bağırdım “Biz yapmadık, suyun kenarın da bulduğumuz da yaralıydı. Yavrular açlıktan ölmek üzereler “ Kerem “Sütle besleyecektik, annenin yarasının dikilmesi gerek kanaması çok. Biraz daha beklersek ölecek” Deyince atlı diğerlerine baktı, yüzünü görebilseydik ifadesinden ne olacağımızı da bilirdik. Öteki atlılardan biri başını eğdi. Köpeğin başında ki atlı geriye çekildi, Şimdiye kadar gördüğümüz tüm pelerinliler gri renk giymişken. Beyaz atın üzerin de beyaz pelerin giymiş olan atından inip yanımıza geldi, iyice yere eğilip peleriniyle köpeğin üzerini örttü… Kerem’e sıkıca sarıldım kalbimin gümbürtüsünü Kerem’de duyuyor olmalıydı. Beyaz atlı doğruldu, bize doğru döndü elinde ki asayı görünce korkuyla çığlık atmamı engelleyemedim. Yarını göremeyecektik…  Sırtımı atlılara döndüm son gördüğümün onlar olmasını istemiyordum… Kerem kolumu okşadı “Beraberiz öyle dilemedik mi?” Deyince başımı omzuna yasladım “Öyle dilemiştik, beraber gidiyoruz” Birbirimize bakıyorduk, Kerem saçımın bir bölümünü yüzümden çekti “Seni sevdim” Deyince gülümsedim “Bende seni sevdim” “Gerçekten mi?” “Evet” “Peki bir öpücük istesem verirmisin?” “Sen- sen onların yanın da nasıl…” Korkuyla arkamı döndüm yoklardı, hiç birisi yoktu ve Kerem kıkırdıyordu…  Omzuna vurdum“Seni pis fırsatçı… Nasıl duymadım gittiklerini?” “Geldikleri gibi gittiler, bak köpeklere bak” Anne köpek uyanmış yavrularını emziriyor onları yalıyordu. Yarası yok olmuştu… Sevinçle Kerem’e sarıldığım da saçlarımdan öpüverdi. Koşmaya başladı, sahte kızgınlıkla peşinden koşarken anne köpek peşimizden havlıyordu… Evin önüne geldiğimiz de nefes nefese kalmıştık, az sonra anne köpek yavrusunun birisini ağzında taşıyarak geldi. Yere bıraktı bizlere baktı bir kez havladı koşarak öteki yavrusunu almaya gitti. Çocuklar yavru köpekleri görünce sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi. **** KEREM Hasret merdivenlere oturunca ben de yanına oturdum, çocukların yavru köpeklerle oynamasını anne köpeği sevmelerini izliyorduk. “Kerem, anne köpeği kim bu hale getirmiş olabilir? Yapanı bulurlar mı acaba?” “Bulurlar herhalde yine de tek başına kimse ayrılmasın evden. Yıkanmaya giderken birbirimize haber verelim… Hele siz iki hanım asla tek başınıza göle gitmeyeceksiniz” “Ya nasıl banyo yapacağız” “Siz yıkanırken ben nöbet tutarım” “Yok canım” “Çok ciddiyim Hasret, hep birlikte gideriz nöbetleşe yıkanırız” Yine yüzü pembeleşmişti “Merak etme gözetlemem seni” Dediğim de yüzünün kızarması daha da fazlalaştı. “Düşünmedim bile” “Düşünmediğinden kızardın” Bu kızı kızdırmak hoşuma gidiyordu, bu gün ölümün kıyısından dönmüştük… “Köpeği nasıl iyileştirdiler” “Burada olanlardan ilk korku duysam da yaşanan mucizeler içimi ısıtıyor, senin omuzun acıyormu?” “Acımıyor, o beyazlı kimdi acaba?” “Başları olduğu kesin” “Biraz yürümek istermisin” “Çocukları tek bırakmaktan korkuyorum” “Çok uzağa gitmeyeceğiz, şu tepeden neresi görünüyor merak ettim” Ev arkamız da kalsa da tepenin üzerinden görülebilecek mesafedeydi, çocuklara evin önünden ayrılmamalarını söyleyerek yürümeye başladık. Hasret’in boyu tam boynumun hizasındaydı, keşke hayattayken tanımış olsaydım düşüncesi birden aklımdan geçince kalbim bir başka çarptı. Tepenin üzerine tırmanırken elimi uzattım, tutunca yukarı çektim elini bırakmaya niyetim yoktu… Evi görebilecek pozisyon da oturduk, göz alabildiğince yeşillik uzakta görülen irili ufaklı sıra dağlarla… Manzara oldukça güzeldi… Kalbimin çırpınması hala devam ediyordu, avucumun içinde ki küçük elini çevirdim düzgün parmaklar, biçimli bir el bakımlı tırnaklar. Hiçbir kadının eli bu kadar hoşuma gitmemişti…  Kadınlar? çoğul düşündüğüme göre yaşadığım da hayatım da değişik kadınlar olmalıydı. Birden içim buruldu Hasret’in de yaşamın da erkekler varmıydı? Ya sevdiği varsa! “Geçmişini hatırlamaya başladın mı?” Elini elimden çekince sanki üşüdüm, ellerini birleştirdi dizlerinin arasına koyarak sakladı. “Henüz hatırlamadım” Sesi üzüntülüydü “Ya sen hatırladın mı?” “İsmimi söyleyen erkek sesinden başka hatırladığım bir şey yok. Ses çok tanıdıktı babam olmalı diye düşündüm” “Ben de ismimi söyleyenin annem olduğunu düşündüm, İşe geç kalacaksın Hasret dedi. İsmimden başka işim olduğunu da biliyorum. Ne iş olduğunu hatırlamış değilim” “Hayvanlar hakkında bilgin var. Veteriner olabilirsin” “Belki öyle belki de değil ama bir şeyler bildiğim kesin” “Senin becerilerini biraz da olsa bilip tahmin yürütebiliyoruz. Benim ne olduğum belli değil” Hasret hafif esen rüzgâr da uçuşan saçlarını öne alıp hızlıca örmeye başladı. “Açık çok daha iyiydi” “Tabi senin saçın kısa olduğundan uçuşmuyor, ilk işim saçlarımı kestirmek olacak” “Sakın kestirme, böyle çok güzel” “Karmakarışık oluyor baksana…” Birden sustu, başını öne eğdi “Yine nerede olduğumuzu unuttuk” Bir an ikimiz de suskunlaştık, sessiz oturmak hoşuma gitmemişti “Ne çok boş alan var, geldiğim yerde neredeyse yeşil bulamayacağız. Her yer bina oldu, ben ağaç kesmemek için birçok projeyi geri çevirdim” Hasret birden kolumdan tuttu yüzünde oluşan gülücüğe şaşkınlıkla baktım“Kerem sen ne dediğinin farkındamısın?” “Ne demişim ben?” “Ağaç kesmemek, projeyi geri çevirmek… Bu senin işin olmalı” Birden gözümün önüne yüksek binalar, inşaat sahaları geldi. Heyecanla yerimden kalktım “Haklısın binalarla ilgili işim olmalı.” Heyecanım çabuk söndü tekrar yerime oturdum “Hatırlamak istediğim bunlar değil, ailemi sevdiklerimi hatırlamak istiyorum” “Ben de öyle…  Vaktimiz varsa zamanla hatırlayacağız herhalde. Belki de konuşmak daha çabuk hatırlamamıza neden olacak” Aklıma başka bir anı gelmiyordu, ellerimi başımın altına koyarak yere uzandım. Gökyüzü ne kadar maviydi… “Kerem nelerden hoşlanır?” Hasret de yanıma uzanıp bir kolunu başına destek yaparak bana baktı. Saçı yine yere sürünüyordu, elime alarak göğsümün üzerine koyup eski pozisyonumu aldım. İlk ters baksa da sonra vaz geçip saçını çekmedi… “Bilmem, açık havayı seviyorum… Yeşili seviyorum daha çok da gözlerinin yeşilini, kızıl daha önce hiç düşünmediğim renklerden diye aklım da kalmış. Ama şimdi en sevdiğim renk oldu” “Ya Kerem” “Kızaran kızları da seviyorum, hele böyle pembe beyaz olanları. Ya sen Hasret sen nelerden hoşlanırsın?” “Hoşlandıklarımı hatırlamıyorum ama hoşlanmadıklarımı söyleyebilirim… İmalı sözlerden hoşlanmıyorum, utandırılmaktan hoşlanmıyorum, geçmişimi hatırlamamaktan hoşlanmıyorum, senin geçmişin de çok canlar yakmış olduğunu düşünmekten hoşlanmıyorum” “Ne çok hoşlanmadığın varmış? İmalı söz istemiyorsan açık konuşmaktan hoşlandığımı fark ettim. Belki ilk seni gördüğümden belki de buranın gizeminden belki de yarın ne olacağımı bilememekten. Senden fazlasıyla etkilendim… İki gün evet iki gündür buradayız çok mu önemli yarın yaşamıyor olabiliriz. Neden kendimi kısıtlayayım…  Bundan sonra imalı laf etmeyeceğim ne düşünürsem açıkça söyleyeceğim. Senin de bana açık olmanı istiyorum” “Madem her şeyi konuşuyoruz burası son durağımız olabilir, içimizden biri veya ikimiz birden yarın o sıraya girebiliriz. Gideceğimiz yeri bilmiyoruz orada birbirimizle birlikte olup olamayacağımızı da bilmiyoruz… Hadi bunu geçtim varsayalım ikimiz de dünyaya geri döndük, ya başkalarıyla evliysek, nişanlıysak veya sevdiğimiz insanlar varsa… Veya orada birbirimizden hiç hoşlanmazsak ne olacak?” “Bunları eğer seçilirsek veya dünyaya geri gönderilirsek düşünürüz. Ölü olup olmadığımızı bilmiyoruz Fahri amca ölmüş ruhlar veya ölmekte olan ruhların yaşayıp yaşamayacağına karar vermek için burada tutulduğunu söyledi. Bu varsayım üzerine konuşuyoruz” “Oldu ki ölmedik, kim olduğumuzu bilmiyoruz nerede yaşadığımızı bilmiyoruz… Belki dünyanın ayrı uçlarında yaşıyor olabiliriz… Nasıl birbirimizi bulacağız?” “Hasret Beni bulmanı sevmeni çok isterim ya sen, beni istermisin?” “Senin gibiler için söylenen bir söz vardır” “Neymiş o” “Şıp sevdi” “Bu şartlarda şıp sevdi olmak yanlış mı, kalbim bir başka çarptı. Niye hislerime yasak koyayım. Sana gelirsek bana bakışların değişik… Bana karşı bir şey hissetmediğini söyle” ****
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE