HASRET
Bu sorusuna nasıl cevap vermeliydim, yüzüme gözlerime bakışı içimi yakıyordu. Dediği gibi buranın bilinmezliği beni ona daha çok bağlıyordu. Daha önce hiç hissetmediğim hisleri yaşıyor gibiydim. Ayağa kalktım ilk beni durdurmak ister gibi elini uzatsa da tepenin ucuna geldim. Yine gün batmak üzereydi. Ya yarın bu batan günü göremezsem… Ağır adımlarla tepeden aşağı indim, arkama baktığım da Kerem de ayağa kalkmış elleri cebinde arkamdan bakıyordu…
“Kerem eğer geri dönersek beni bul duyuyormusun beni bul” Diyerek bağırdım koşmaya başladım… Arkamdan “Seni bulacağım… Bulunca hep ama hep seveceğim” Diye bağırdığını duyduğum da sevincim çok daha katlandı.
Çocuklar koştuğumu görünce bana doğru hareketlendiler, Gülbahar kucağıma atladı… Kerem çevremiz de koşarak dönüyor gülüşmelerimiz anne köpeğin havlamalarına karışıyordu.
Kerem yanımıza geldiğin de yüzüne bakamadım, uzunca süre çocuklarla oynadık. Fahri amca yine sundurma da ki sallanan sandalyesin de oturuyor bizi seyrediyordu.
Kerem’i çocuklarla birlikte bırakarak yemek hazırlamak için içeri girdim. Topladığımız sebzelerle, sık sık Fahri amcaya danışarak yemeği pişmeye bıraktım. Diğer kalan sebzelerle bol salata yapıp masayı hazırladım.
Yemek pişene kadar dışarı çıkıp Fahri amcanın yanına oturdum… Kerem çocuklarla anne köpeğe yer hazırlamaya çalışıyordu. Beni fark edince sıcacık gülümsedi, gel dese de oturacağımı belli ettim.
“Fahri amca sen eşinle severek mi evlendin?”
“Evet çok sevdim”
“Bir insan âşık olduğunu nasıl anlar?”
“Tüm insanlar için konuşamam ama benim için aşkın adı Ayşe demek, bir sürü insan arasından bir tek o takılır gözüne… Silinir ötekiler, kalbin bir başka çarpar. Onu her gördüğün de kalbin kanatlanıp uçacakmış gibi olur. Öncen yoktur sanki hayatın onunla başlamıştır.”
“ Eşine âşık olduğunu ne zaman anladın anlatırmısın?” Dediğim de Fahri amca manidar şekilde gülümseyince yine kızardım.
“Utanma kızım aşk dünyanın en güzel duygusu… Siz gençlerin birbirinize bakışınızı gördükçe Ayşe’m karım aklıma geliyor. Aşka inanmazdım, arkadaşlarım âşık olduk dediklerin de dalga geçerdim. Çok büyük konuşmuşum… Annem evlenmem için baskı yapıyor ben inatla erken olduğunu söyleyerek itiraz ediyordum. Arkadaşımın kardeşini gördüğüm de tüm itirazlarım yerle bir oldu. İlk anda tutuldum Ayşe’me, haftasına istettim, bir ay sonra da düğünümüz oldu… Kırk beş yıl bir yastığa baş koyduk… Tek bir gün bile onu sevdiğim için pişmanlık duymadım. Bir sabah kalktım Ayşe’m nefes almıyordu, onu toprağa vermeye yüreğim dayanmadı. Mezarının başın da yere yığıldım. Sonrasın da kendimi burada buldum. Ne olduğunu fark ettiğim de yine mutlu oldum burada olmalıydı. Aradım günlerce aradım bulamadım. Çabuk almışlardı sevdiğimi işte bu yüzden beni de alsınlar diye çırpınışım.”
“Ya ayni yere gitmezseniz ne olacak”
“Kısmet kızım, ama Allah’ın sevenleri ayırmayacağına dair inancım sonsuz. Kavuşacağım Ayşe’me. Sende sevmekten korkma”
Fahri amca anılarına dalmıştı… Yanından kalkıp yemeğe baktım pişmişti. “Hadi ellerinizi yıkayıp gelin yemek zamanı”
Yine hep birlikte masaya oturduk bu gece sessizlik masaya hâkimdi. “Köpeklere ne isim verdiniz” Diye sorarak sessizliği dağıtmaya çalıştım. Gülbahar “Beyaz olan bebek pamuk, siyah bebek kömür”
“Ya annenin ismi?”
“Anne” Gülbahar anne dedikçe içim acıyordu, hatırlamasa da beyninin bir köşesinde anne özlemi duruyordu. Mert tabağından başını ilk kez kaldırdı “Ben anne olmaz başka isim bulalım dedim Gülbahar mızıldanınca ses etmedim”
Mert üzgün gözüküyordu, Kerem elini uzatıp saçlarını karıştırdı “Yemeğin bittiyse dama oynayalım”
“Dama ne?”
“On iki tane senin taşın, on iki tane de benim taşım olacak… Kare bir tahta üzerine eşit sayıda kareler çizeceğim işte böyle… Sonra sen on iki taşını kendi önünde ki karelerin üzerine yerleştireceksin. Bende kendi bölümüme koyarak oynamaya başlayacağız… Burada ki oyun birbirimizin taşlarını alarak karşı bölgeye geçmek. Taş olarak ne kullanacağız işte bütün mesele bura da” Dediğinde ilk üzerimde olan gömleğin düğmeleri aklıma geldi…
“Şimdi sizlere taş bulacağım” İçeri giderek geçmişimden bir parça olan ama artık hiçbir işe yaramayan yırtık gömleğimin düğmelerini koparttım. Yine katlayıp kenara koydum. Düğmeler siyahtı, Kerem’in gömleği de benimkinden farklı değildi onun düğmeleri de beyazdı… Sayılar eksik kalmıştı, dikiş kutusunun içine baktığım da şekil olarak değişik olsa da renk olarak uygun düğmeler buldum… Bizden öncekilerin bıraktığı düğmeler olmalıydı. Giydiklerimiz bej ağırlıklı olduklarından renkli düğme yoktu.
Elime doldurup içeriye gittiğim de sevinçle karşılandım, Kerem dama tahtasını çizmişti. Taşları olacak düğmeleri ellerine verdim oyunları başladı. Gülbahar’ı kucağıma alarak oturdum, oyun ilk ilgisini çekse de sonra sıkıldı. “Kerem beş dakika Gülbahar’ı oyala”
“Nereye?”
“Hemen geliyorum” Tepe de o konuşmayı yaptığımızdan beri, ilk kez konuşmuştuk. Kalbim tekledi…
Dolaptan en küçük bebek tulumunu aldım, içine yumuşak bulduğum ne varsa doldurdum. Yine bebek fanilalarından birini yuvarlak haline getirerek düğmelerden göz burun yapıp ağzını iplikle işledim. Kafaya şapkayı tutturdum. Eh eften püften olsa da oyuncak bebeklere benzemişti… Kucağıma alarak içeriye girdiğim de Gülbahar’ın sevinç çığlıkları uğraştığıma değdiğinin göstergesi olmuştu. Hemen kucakladı sevmeye başladı. Bir yarım saat kadar oynadı gözleri yorgunluktan kapanmaya başlayınca odaya götürüp bebeğini yanına yatırdım. Uykuya dalarken son kelimeleri “Seni seviyorum Hasret” oldu.
“Bende seni seviyorum bebeğim” Deyip kıvırcık saçlarından öptüm, elimi bırakmayınca yanına uzandım…
Nefes alamıyordum ağır bir beden üzerime oturmuş boğazımı sıkıyordu. Leş gibi nefesini bir an soludum çırpınmaya başladığım da artık her şey için çok geçti… Kulaklarım uğuldarken Gülbahar’ın çığlığını duydum.
KEREM
Gülbahar’ın çığlığıyla yataktan nasıl fırladığımı bilemedim, Karanlıktan tam göremiyordum Fahri amca da telaşla yanıma geldiğin de elinde gaz lambası olmasına şükür ettim… Odaların da kimse yoktu. Hasret çırpınıyor, nefes almak için mücadele ediyordu. Yanına giderek sarıldım bana karşı koymaya başladı, kendinde değildi…
“Hasret aç gözlerini” Uyanmıyordu, beni duymuyordu. Tırnaklarını koluma geçirdiğin de canımın yandığını hissettim umurum da değildi… Sıkıca kollarından tuttum göğsüme yasladım “Uyan, uyan canım rüya görüyorsun”
Ter içinde kalmıştı, boynuna dolanan saç örgüsünü çektim. Sanki ciğerlerinde ki hava bitmiş gibi panikle nefes alınca içimin rahatladığını hissettim… Sık sık nefes almaya başladığın da bir kez daha sarstım… “Uyan canım, uyan”
Gözlerini açmadan gözyaşları birbiri peşi sıra yanaklarından inmeye başladı… Kucağım da sallamaya başladığım da… Fahri amca korkuyla kenara sinmiş olan Gülbahar’ı kucaklayarak, Mert’in elini tuttu çocuklar odadan çıkmak istemezmiş gibi itiraz ettiler. “Hasret ablanız biraz açılsın, gelir bakarız” Diyerek ikisini de dışarı çıkardı.
Hasret ağladıkça yüzünü siliyor, çocuk gibi kucağım da sallamaya devam ediyordum. Çok geçmeden gözyaşları dindi, gözlerini araladı benim kucağım da olduğunu yeni fark etmiş gibiydi. “Ben- ben”
“Sakinleş sadece bir rüyaydı”
“Boğuluyordum, biri beni boğuyordu”
Sesi korkuluydu, sanki birilerini, birini görmek ister gibi hızla çevresine bakındı… “Ben suçluyu biliyorum, onu seni boğarken yakaladım”
“Kim nerde” Deyince sırtın da sallan örgüsünü tuttum “İşte bu hain seni boğmaya çalışmış”
Şaşkın gözlerle yüzüme baktı “Şaka yapmıyorum, istersen çocuklara Fahri amcaya sorabilirsin”
“Karanlık bir gölge üzerime abandı elleriyle beni boğmaya çalıştı, leş gibi nefesini soludum”
“Seni boğmaya çalışan saç örgün olduğunu bildiğimize göre, leş gibi nefes konusuna da açıklama getirebilirim. Büyük ihtimalle Gülbahar gaz çıkarmıştır”
“Ya Kerem, dalga geçme”
“Ya Hasret, dalga geçmiyorum bilimsel açıklamalar da bulunuyorum” Dediğim de yüzünü göğsüme saklayarak kıkırdadığını duyunca içime ferahlık yayıldı. Korkusunu bir nebze olsun azaltabilmiştim…
Ne çok memnundum bir bilseydi, şaşkınlığının verdiği rahatlıkla kollarımın arasın da öylece duruyordu. Teni tenime değiyor, nefesi nefesime karışıyordu… Mis gibi bin bir çiçeğin karışımından oluşan kokusunu içime çektim. Bu kokuya hiçbir isim veremezdim cennet kokuyordu.
“Hasret nasıl oldu?”
Başımı çevirdiğim de minik Gülbahar kapının eşiğin de durmuş üzgün gözlerle bize bakıyordu. Hasret başını göğsümden kaldırdı. Elini dayadığı göğsümü hafifçe itti, çıplak olduğumu yeni fark etmiş gibi elini hızla çekti. Kollarını çocuğa uzattı, Gülbahar benim yerimi aldığın da içimde kıskançlık duyguları oluşuverdi… Ben ufacık kız çocuğunu kıskanmıştım, yataktan kalktım, Hasret bana bakmaktan ısrarla kaçınıyordu. Aydınlık olsaydı yine yanaklarının pespembe olduğunu göreceğimden emindim. Odama giderek gömleğimi üzerime geçirdim belki şimdi yüzüme bakardı. Tahmin ettiğim gibi geri döndüğüm de başını kaldırdı.
“Teşekkür ederim Kerem iyi ki yanımdaydın”
“Önemli değil, saldırgan saçından kurtardım aksiyon yoktu”
Gülbahar, Hasret’in kolların da uyumuştu, kucağından alarak kendi tarafına yatırdım…
Hasret ayağa kalktı… “Uyumayacakmısın? Daha çok erken”
“Uyuyabileceğimi sanmıyorum, hala göğsüm havasızlıktan sancıyor. Dışarı çıkıp nefes almam gerek”
Bende onunla birlikte dışarı çıkıp merdivenlere oturdum. Saçını eline aldı “Saçımın boynuma dolanması hiç mantıklı gelmiyor.”
“Neden şüpheleniyorsun, sesi duyar duymaz kalkıp odana girdim kimseler yoktu”
“Bilmiyorum, açıklayamıyorum da belki de karabasan denilen şeydi, belki de kötü ruhlardan biriydi”
“Ablam ilk ses duyduğun da çok kötü olmuştu, ama onun ki karabasan değil düpedüz ruh sesiydi”
“Ablan ruhların sesini mi duyuyordu”
Birden ayağa fırladım, ablam vardı benim. Beni duyarmıydı? Niye hayali gözlerimin önüne gelmiyordu… İsmi neydi? Evin için de birden ışık parlaması olunca Hasret de şaşkınlıkla yerinden kalktı birlikte içeri girdiğimiz de eskisi gibi karanlıktı. Hemen çocuklara baktım uyuyorlardı. Hasret Fahri amcanın odasına doğru yürüdü “Yok bir şey, yanlış görmüş olmalıyız”
“İkimiz birden mi ışık parlamasını yanlış gördük”
Tekrar dışarı yürüdüm, bu bilinmezlik anlam veremediğimiz olaylar, karabasanlar, ışık oyunları beynimi zorluyordu. Yanıma gelen Hasret’i kollarımın arasına aldım ona dokunmaya ihtiyacım vardı. Kendini bıraktı benim duyduğum korkuları endişeleri paylaşıyormuş gibi kollarını belime doladı. Uzunca süre birbirimizi hissederek sarılmış halde durduk.
“Kerem gün neredeyse aydınlanacak”
Biraz geriye çekilerek yüzünü avuçlarımın arasına aldım “Uykun mu geldi?”
“Ben uyumak istemesem de bedenim uyu diyor”
“Hadi yatalım, birkaç saat uyuruz” Odalarımıza doğru yürüdüğümüz de ellerimiz hala birbirinden ayrılmamıştı. Gaz lambasının ışığını iyice kıstım…
“Ben vaz geçtim uyumayacağım” Hasret yatağa bakıyordu, korktuğunu hala gördüğü rüyanın etkisinin sürdüğü sesinden belliydi. “Yanına uzansam uyurmusun” Dediğim de kabullenmişlikle başını salladı, Gülbahar’ı biraz ileri yatırdım… Hasret yatınca kolumu başına destek yaptım, çok geçmeden derin nefes almaya başladı uyuduğunu anlayınca ben de gözlerimi kapadım.
****
MERT – ZACHRİEL (Anı ve hatıraların meleği) GÜLBAHAR-ZAZEL (Ani ölümlere karşı insanları korur)
“Zazel insanlar uyudular mı?”
“Uyudular Zachriel”
“Yine uyanmasınlar”
“Merak etme derin uykuya soktum ikisini de”
“Demin yaptığın aptallık neydi?”
“Kanatlarım birden açılıverdi, ne kızıyorsun”
“Yakalanacağız diye ödüm patladı, gerçekte ne oldu Hasret’e”
“Bende anlayamadım, nefes almak için çırpınıyordu. Üzerin de elimi gezdirdim, zor kurtardım… Kötü bir şeyler var, burasıyla ilgili değil”
“Öldürmeye çalışıyorlar, acele etmeliyiz… Baş melekle konuşmamız gerek”
“Yine kızacak bize, bu sefer kesin ceza alırız”
“İnsanlarla yaşamayı seviyoruz, niye kızıyor anlamıyorum”
“Hasret’le Kerem’i çok sevdim, ne güzel uyuyorlar baksana şunlara”
“Bende öyle, ilk işimiz baş melekle konuşmak olsun. Ne yapalım ceza alırsak alırız. Hadi ben gidiyorum, bir daha da kanatlarına dikkat et”
“Öf tamam git odana gün doğmak üzere”
“Uyku sihrini bozmayı unutma”
“Biraz daha konuşursan seni maymuna çevireceğim”
“Bende seni çeviririm ödeşiriz”
****
HASRET
Sabah gün ışığına gözlerimi açtığım da hala Kerem’in kollarının arasındaydım… Uyuyordu, çekinmeden yüzüne bakmanın rahatlığı içindeydim… Ne yakışıklı adamdı, saçlarının biraz uzun olması çok hoşuma gidiyordu. Parmaklarımı güzel saçların da dolaştırmak düzgün kaşları, uzun kirpikli gözlerini okşayarak kemerli burnundan dolgun dudaklarına kadar dokunmak isterdim. Gülümsediği zaman yanaklarında oluşan gamzeleri çok hoşuma gidiyordu. Birden boynunda ki âdem elması yutkunmasıyla oynayınca hızla gözlerimi kapattım. “Çok hainsin yalandan gözlerini kapasan da yüzün seni ele veriyor.”
Saçlarımı okşuyordu, hızla kollarından kurtuldum… Yanımız da hala uyumakta olan Gülbahar’ı öptüm. Kerem kolumu tuttu kendine çevirdi “Hani benim günaydın öpücüğüm”
“Sana öpücük yok, hadi uykucu meleğim uyan artık” Gülbahar yüzün de güzel bir gülücükle gözlerini açtığın da dayanamayıp bir kez daha öptüm… Kerem birden yataktan kalkıp beni de birlikte çekti, yanağıma kocaman öpücük bıraktı “Sen öpmezsen ben öperim… Günaydın Hasret” Of yine kızarmıştım, Gülbahar’a doğru baktığım da yatağın üzerin deki tüy dikkatimi çekti. Uzanıp aldım, üzerin de ışıltılar var gibiydi…
“Bu nereden çıktı böyle, kuş mu girdi içeri?” Dediğim de Gülbahar yatağın üzerinde zıplayarak tüyü elimden kaptı “Benim oyuncağım, tavuk tüyü”
Kapının eşiğin de duran Mert birden katılırcasına gülmeye başladı “Evet tavuk tüyü, tavuk tüyü… Tavuk”
Gülbahar Mert’in peşinden koşmaya başlayınca bizde peşlerinden çıktık. Fahri amca daha kalkmamıştı… Yanına gittim hiç geç kalmamıştı… “Fahri amca uyan artık zaman geliyor”
Fahri amca zorla gözlerini açtı “Neyin var amca” Diye endişeyle sordum, endişelenmemek mümkün değildi yüzü bembeyaz olmuştu… “Kerem buraya gel” Dediğim de Fahri amcanın yüzünde ki gülümseme ne olduğunu anlamama yetmişti. Kerem geldiğin de durumu o da anladı, Fahri amcanın sırtından destekleyerek yataktan kaldırdık. Elimde değildi, kısacık zaman zarfın da tanısam da ailemden biri olmuştu gözyaşlarım kendiliğinden akmaya başladı… “Üzülmek yok kızım, Ayşe’me gitmem için dua et. Çok bekledim zamanım geldi… Birbirinizi hiç bırakmayın olur mu?”
Sadece başımı sallayabildim, boğazımda ki yumrular konuşmama izin vermiyordu. O anda çocuklar kapıda belirdi… Fahri amca çocuklara şaşkınlıkla baktı, sonra gülümsedi. “Anlamıştım sizi yaramazlar”
Çocuklara baktım yüzlerin de minik gülümsemeyle duruyorlardı… “Neyi anlamıştın Fahri amca” Dediğim de bana bakıp gülümsedi, Mert yanına gelip elinden tuttu “Fahri dedeyi biz götüreceğiz” Öbür elinden de Gülbahar tutunca ağır adımlarla çekilmeye başlayan ormana doğru yürümeye başladık…
Kerem’le birlik de arkalarından yürüyorduk, ikimiz de bir söz söylemeden her zaman ki taşın yanına geldik… Artık alıştığımızı düşünsem de içimizden birinin gidecek olmasının mutsuzluğu içindeydim. Kerem elini uzatınca itirazsız tuttum, parmaklarını sıkıca parmaklarımın içine geçirdi. Öbür elimle kolunu tutarak başımı omzuna yasladım. Beklemeye başladık… Atlılar yaklaşıyordu, tam önümüz de durdukların da. Fahri amca bize dönerek bana sarıldı, ardından Kerem’le kucaklaştı… Çocuklara bakarak “Gençler size emanet, sakın yaramazlık yapmayın meleklerim” Diyerek atlının önüne doğru yürüdü. Değnek omzuna değmişti… Sıraya geçtiğin de gördüğüm tek Fahri amcaydı, yüzünün ifadesini çok merak ediyordum… “Kerem şükürler olsun amcamız gülümsüyor” Dediğim de içimde hiç üzüntü kalmamıştı… Biliyordum, attığı her adım onu sevdiğine yakınlaştırıyordu. Gittiği yer cennetti…
Geriye döndüğümüz de artık dört kişi kalmıştık… Evin önünde ki sandalye hafifçe öne arkaya sallanıyor sanki sahibini bekliyordu. Bir süre öylece oturduk hiç birimizden çıt çıkmıyordu.
“Hasret benim karnım acıktı”
Gülbahar küçük elini karnının üzerin de gezdiriyordu, Mert’in de midesinden gurultu sesleri gelince gülümsedim, bilinmez de olsakta hayat devam ediyordu.
“Hadi gidin bakın tavuklarımız yumurtlamışlar mı?”
Sabah kahvaltısı keyifsiz de olsa yapıldı, çocuklar tekrar dışarı çıktıkların da Kerem masayı toplarken ben de kıyafetleri hazırladım. Banyo zamanıydı…
Hep birlikte gittik, ilk erkekler yıkandı sonra da biz suya girdiğimiz de Gülbahar’ın oyunlarıyla keyfim yavaştan da olsa yerine geliyordu. Buranın kanunu buydu, hiç kimseye fazla bağlanmayacaksın diyen Fahri amcanın sesi kulaklarım da çınladı… Üzerimi giyinip Kerem’in yanına geldiğimiz de iki erkek çimenlere uzanmışlar gökyüzünü seyrediyorlardı. Nasıl bağlanmayacaktım kalbim çoktan Kerem’e akıp gitmişti… Bizi fark ettiklerin de yatmış oldukları yerden kalktılar elimizde ki çıkınları aldılar. Evimize doğru yürümeye başladığımız da havlama sesiyle adımlarımızı hızlandırdık… Yine köpeğe işkence yapanların gelmiş olmasının korkusu için de koşmaya başladık…
Evin önün de biri çocuk, biri genç kadın iki kişi duruyor yaşlı bir adam da evin kapısını zorluyordu. Kerem “ Ne oluyor orda siz kimsiniz” Diye bağırdığın da telaşla geri çekildiler genç kadın öne çıktı “Bizim olduğumuz yerde yiyecek bulamıyoruz, toprak çorak sebze yok. Burayı boş sandık, toprakta her tür sebzeniz var”
“Burası bizim evimiz, ne isterseniz alabilirsiniz sonra gidin”
“Verdikleriniz bitince ne yapacağız?”
“İçinizden biri gelir hem bitkilerin bakımına yardım eder, hem de sebzelerden istediğini alır gider”
Çalışma şartıyla sebze alacaklarını duyduklarında sevinmişlerdi. Bahçeye götürdük, aşırıya kaçmadan istedikleri sebzeleri almalarına izin verdik. Sonuçta burası bizim değildi, yarın onlar da olmayabilirdi, biz de olmayabilirdik. Sevinerek gittiklerin de “Neden toprakları bereketsiz? Burada her dalda onlarca meyve sebze varken onlar da niye yok?”
Kerem, bilmiyorum der gibi omuzlarını kaldırdı, giden insanların arkalarından bakıyordu “ Burada yaşasalar, bir sürü yiyecek var.”
“Tanımıyoruz”
“Biz birbirimizi tanıyormuyduk, yarın ne olacağımız belli değil”
“Geri çağıralım, küçük çocuk bizimkilerle arkadaş olur” Kerem arkalarından koşmaya başladı… Çok geçmeden geri geldiğin de yanın da kimseler yoktu…
“Neredeler?”
“Yetişemedim, sanki yok olmuşlar. Daha ileriye de gidemedim”
“Bu kadar çabuk yürümelerine imkân yok, biri çocuk, biri yaşlı”
“Burada hiçbir şeye şaşırmamayı kısa süre de öğrendim. Yarın geldiklerin de kalmalarını söyleriz”
KEREM
Hasret üzgündü ayni benim gibi, bir vardık bir yoktuk… Bu gün içimin sıkıntısından patlayacak gibiydim. Çocukları kaybetmek Hasret’i kaybetmek ölümden beter olurdu.
“Çocuklar buraya gelin, Hasret sende gel konuşmalıyız” Dediğim de merdivenlere oturdular, karşılarına geçtim. “Siz çocuklar bu gün biz ne dersek ne gösterirsek onu yapacaksınız, Hasret veya ben alınırsak kendinize bakmayı öğrenmeniz gerekiyor. İlk olarak biraz evvel gelen kişileri aramıza almak istesek de birden yok oldular. Yetişemedim yarın gelirlerse bizimle birlikte yaşamalarını isteyeceğim. Bir büyük gelene kadar ateşle fazla uğraşmayın, biliyorsunuz ev tahtadan yapılmış en ufak kıvılcım yanması için yeterli. İyiler olduğu kadar kötülerin de olduğunu biliyoruz Fahri amca defalarca söyledi… Asla birbirinizden ayrılmayın Mert ben gidecek olursam evin erkeği sen olacaksın, her an tetikte ol. Burada hiçbir şey bozulmadığına göre Hasret birkaç çeşit yemek yapar… Bizler gitsek de kısa süreli de olsa sizi idare eder. Hadi bakalım kalkın ilk sebzeleri toplayarak işe başlayalım, sonra yakacak toplamak gerek”
Üçü de bana bakıyordu, benim gözlerim sadece Hasret’i görüyordu. “Kerem ben fena oluyorum” Dediğin de yüreğim koptu, yüzü kireç gibi olmuştu olduğu yere yığılıverdi. Tanrım çok erken ne olur gitmesin… Nefes alıyordu kucaklayarak odaya götürüp yatağına yatırdım, kollarımın arasından bırakmak istemiyordum. “Mert su getir çabuk” Belki güzel gözlerini yine açardı…
Baygınlığı, çok uzun sürmüştü. Mert’in getirdiği suyla yüzünü yıkadım, su buz gibi olunca uyanır gibi oldu. “Ah Hasret mahvediyorsun beni”
Kollarımdan çıkmaya çalıştı başaramayınca başını tekrar göğsüme yasladı “Niye böyle oluyorum, birden içim kaydı sanki. Ölüyormuyum Kerem?”
“Bilmiyorum canım bilmiyorum”
“İşlediğim günahlarım varsa Allah affetsin beni”
“Böyle konuşma lütfen Hasret böyle gidecekmişsin gibi konuşma”
Elini uzatıp yanağımı okşadı “Şaşkın adam bu gün olmazsa yarın, yarın olmazsa bir sonra ki gün gideceğiz. Üzülme hem sen beni bulmayacakmısın?”
Yanağımda ki elini sıkıca tuttum “Her nereye gidersen git seni bulacağım. Allah işlediğim günahlarım varsa beni de affetsin. Dileğim sen nereye gidersen beni de oraya göndermesi… Cennetse cennet, cehennemse cehennem”
“Benim dileğim de senden hiç ayrılmamak, hadi kalkalım çocuklara nasıl yaşamaları gerektiğini göstermemiz gerek”
“Biraz dinlen iyi değilsin”
“Sen böyle dedikçe daha kötü oluyorum”
“Söz dinle, seni kollarımın arasından bırakmaya hazır değilim” Dediğim de gözlerimin kapanmasına engel olamadım. Son fark ettiğim ışık parlamasıydı…
****
MERT – ZACHRİEL (Anı ve hatıraların meleği) GÜLBAHAR-ZAZEL (Ani ölümlere karşı insanları korur)
“Zachriel niye uyuttun Hasret’le Kerem’i”
“Bir an önce Baş melekle konuşmalıyız Zazel… Nereye gideceklerini öğrenmeliyiz”
“Bize söyler mi?”
Evin kapısını sıkıca kapatıp etrafını mühürledim kötü veya iyi hiç kimse eve giremeyecekti. Tekrar kanatlarıma ihtiyacım vardı… Silkindim işte yeniden gökyüzünün mavilikleri arasındaydım, çok geçmeden Zazel’de yanım da uçmaya başladı. Baş melek hangi bulutun üzerin de dinleniyordu, ilk bunu bulmamız gerekti… Sağda solda irili ufaklı beyaz bulutların üzerin de sayılmayacak kadar çok melek vardı… Konuşuyorlar, uçuyorlar devamlı hareket halin de kanatlarını çırpıyorlardı… Yüzlerce binlerce ak kanatlı melekler.
“Zachriel baş melek orada”
Zazel’in eliyle işaret ettiği yere baktım… En büyük bulutun üzerine uzanmış dünyayı seyrediyordu. Çevresin de ondan daha küçük olan meleklerle muhabbet halindeydi. Bulutun üzerine indiğimiz de saygıyla diz çöktük.
“Kaçaklar nihayet geldiler” Dediğin de birkaç çocuk melek gülüştü, başımı kaldırıp sert gözlerle baktığım da hemen sus pus oluverdiler… Baş melek eliyle gitmelerini işaret edince birden hepsi havalandı… Kanat sesleri, çıkardıkları rüzgârla buluttan ufak bir parça kopup dağıldı. Havalanan melekler o bulutta toplandılar.
“Anlatın bakalım isteğiniz nedir?”
“Biz insanlarla birlikteydik”
“Yasaklamama rağmen gittiniz, yine emirlerimi çiğnediniz”
“İnsanları seviyoruz, onlarla yaşamak hoşumuza gidiyor”
“İnsanlarla yaşamanızı niye yasaklamıştım?”
“Bizi öldürmeye çalışmışlardı”
“Hatırladığına sevindim delikanlı, sırf kendini değil kızı da tehlikeye atıyorsun”
Zazel ben konuşamadan ayağa kalktı “Ben kendi isteğimle gidiyorum, hem birbirimizi koruyoruz. Lütfen efendim bu insanlar çok iyi…”
“Biliyorum haberim var… Hayvanlara, yaşlılara ve çocuklara davranış şekilleriyle birçok defa denendiler. Sırf kendilerini değil başkalarını da düşünüp ellerindekini paylaşıyorlar, merhamet gösteriyorlar… Bencil değiller sevgiyi çok iyi biliyor çevrelerine yansıtıyorlar”
“Zamanları geldi mi? Nereye gidecekler öğrenmek istiyoruz”
“Size bunu söylemeye yetkim yok… Takdir yüce Allah’ındır”
Baş melek eliyle git işareti yapınca Zazel’i kolundan çekerek öne geçtim tekrar diz çöktüm.
“Yalvarıyorum efendim, yardım edin… Geçen gece Dişi insan çok kötü oldu, Zazel olmasaydı sanırım öldürülecekti… Bu gün yine fenalaştı kendi eceliyle ölümü olmayacak kötülük çevresin de. Böyle iyi insanların savaşlarla, cinayetlerle, kötülüklerle dolu dünya da yaşayıp iyilik aşılamaları diğer insanlara örnek olmaları gerekmez mi?”
“Şimdi gidin ben sizi bulurum”
“Birde efendim”
Baş melek hiddetle ayağa kalktı “Ne var Gülbahar, insanların taktığı isim hoşuma gitti”
“Bende sevdim de”
Baş melek Zazel” Diye gürleyince kanatlarımın korkudan pörsüdüğünü hissettim. “Şey efendim bu dişi ve erkek birbirlerini sevmeye başladılar”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
“Aşk işte aşk, adına aşk diyorlar… Birbirlerini görünce kanları ısınıyor, kalpleri hızla atıyor hep birbirlerine bakıp izliyorlar. Dokunmadan duramıyorlar, vücutların da yağmur bulutların içinde ki elektrik gibi çakmalar oluyor. Ben derim ki”
“Sen hiçbir şey diyemezsin”
Baş meleğin asasını kaldırdığını gördüm“Yine de onları birlikte gönderinnnn” Sözüm bitmeden, kanat çırpmamıza gerek kalmadan evin önünde ki çimenlerin üzerinde iki seksen yatıyorduk. Daha toparlanıp ayağa kalkmadan baş melek başımızın ucunda bitiverdi.
“Görelim bakalım şu insanoğullarını” Deyince sevinerek ayağa kalktım, hemen kapıyı açtım. Devasa kanatlarıyla içeriye girmesi mümkün değildi… Birden evin tüm duvarları yok oldu. Hasret ve Kerem birbirlerine sarılmış şekilde uykudaydılar… Hemen yatağa zıpladım Hasretin elini tuttum, Zachriel de Kerem’in elini tuttu…
Baş melek bir süre onları seyretti, birden yok oldu geri gelmesi göz açıp kapayıncaya kadar ki an gibiydi.
“Gidecekler”
“Nereye?”
“Yaşamaya dünyaya dönüyorlar, daha vakitleri gelmemiş”
Zazel sevinçle elleriyle birlikte kanatlarını çırpmaya başladı “Ne güzel evlenirler, bebekleri olur”
“Orada dur küçük hanım burayı asla hatırlamayacaklar bu yüzden zihinlerin de buraya ait ne varsa silinecek… Aşkları da buna dâhil olacak. Birbirlerini hatırlamayacakları için bu dediğin olmayacak”
Zazel’in sevinci sönerken… Birden kendimi baş meleğin ayaklarının dibine attım “Lütfen efendim, her duyguyu yaradanımız bu insanların içine vermiyor mu? Geçen gün birbirlerine eğer yaşarsam beni bul dediklerini duydum. Erkek olan seni bulacağım hep seveceğim bile dedi. Nasıl bu güzel duyguyu içlerinden alırsınız?” Dediğim de eliyle başıma dokundu, başımdan kanatlarımın ucuna kadar titrediğimi hissettim…
“İkisi birden dönüyorlar vedalaşın ve cezaya hazır olun”
“Ceza mı?”
“Sözümü dinlemediğiniz için yüz yıl insanlara yaklaşmama cezası alacaksınız” Kanatlarını açıp gökyüzün de uçmaya başladığın da ev eski haline gelmişti… Hemen bir elimi Hasret’in kalbine diğerini Kerem’in başına koydum…
“Çabuk ol Zazel benim yaptıkları mı yap” Zazel’de bir elini Kerem’in kalbine koyup diğer elini Hasret’in başına koydu…
“Dediklerimi tekrarla. Birbirinizi bulana kadar aşk nedir bilmeyin, diğer yarınızı arayın… Birbirinizi gördüğünüz an da sevdiğiniz olduğunu anlayın.”
“Siz ne yapıyorsunuz” Diye gürleyen sesi duyduğumuz da İşimiz bitmiş Hasret’le Kerem birbirlerinin kolların da yok olmuşlardı…
Baş melek bizi önüne kattığın da öfkeli olsa da biz çok mutluyduk… Zazel’ le el ele tutuşup göğün maviliğine karıştığımız da Baş meleğin gürleyen sesi kulağımıza kadar geldi ”Cezanız iki yüz sene oldu”
Zazel kıkırdadı “Aman iki yüz sene dediğin nedir ki göz açıp kapayana kadar geçer” Dediğin de bende kahkahasına katıldım…
Gökyüzün de uçmak, gökkuşağını kaydırak olarak kullanmak, bulutlar üzerin de yatıp yuvarlanmak çok çok güzeldi… Biz daha bin yaşına gelmemiş çocuk meleklerdik yaramazlık yapmaya oyun oynamaya hakkımız vardı. Yanımdan geçen meleklerden birinin kanatlarını çekince en sevdiğimiz oyun olan kovalamaca başladı…
*****
Uyku uyuyamıyordum bir haftadır, kısa süreli uyku bana yetiyor sanki uyursam oğlumu kaybedecekmiş gibi hissediyordum. Oturduğum koltuktan kalktım, Cihan yine eve gitmemiş iki büklüm olmuş şekil de koltukta uyumaya çalışıyordu.
Hale ile Özgür biz yanın da kalalım siz dinlenin deseler de her seferin de reddetmiştim. Hale’in yardımcıları olsa da iki çocuğuyla ilgilenmesi gerekiyordu. Oğlumun saçlarını okşadım evlat sevgisi dünyanın en güzel sevgisiydi. İki yavrum içinde canını ver deseler bir saniye düşünmeden alın derdim. Yatağının yanın da ki sandalyeye oturdum… Hala kıpırtısız yatıyordu, elimde ki peçeteyle yüzünü sildim. Yanağından öperek oğlumun ilaç ve hastane kokularının arasında ki kendine has kokusunu almam uzun sürmedi. Bir kez daha öptüm ömrümün sonuna kadar öpsem oğluma doyamazdım. Elini tuttum, yanağıma görürdüm… Birden elimi kavradığın da çığlık çığlığa bağırmamak için kendimi zor tuttum… Yanlış görmüyordum, Allah’ım hala elimi tutuyordu…
“Cihan uyan Cihan oğlumuzun eline bak” Dediğim de Cihan’ın uyanıp yanımıza gelmesi bir oldu, oda kapısını açarak “Doktor yokmu” Diye bağırdığın da sevincimden gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Ruhum yanıma gelerek bana sıkıca sarıldı ayni sevinç gözyaşları onunda yanaklarından süzülüyordu. Kapı hızlıca açılarak, doktorlar, hemşireler içeri girdiler. Yanından uzaklaşmak elini bırakmak zorun da kaldım. Cihan’ın kolların da duvara dayanmış şekilde oğlumun muayenesini izliyordum. Gözlerimi ondan ayıramıyordum… Doktor “İstem dışı hareket etmiş olmalı” Dediğin de “Hayır Kerem uyandı oğlum uyandı… Bir daha bakın elimi sıktı” Diye bağırdım, Cihan başımı sıkıca göğsüne yasladı “Sakinleş Firuzem uyanacak, oğlumuz uyanacak ben sana inanıyorum” Dediğin de cılız bir sesin “Anne” Dediğini duymak korkuyla kasılmama neden oldu… Hayır, ruh olarak gelmesini kaldıramazdım yüreğim bu acıya dayanamazdı “Anne”
“Firuze hanım bakın oğlunuz kendine geldi” Doktor gülümsüyordu, iki elimi ağzıma görürdüm inanamıyordum oğlum o güzel gözlerini açmış şaşkınlıkla bakınıyordu. Hemşireleri, doktorları ittim…
“Oğlum döndün, bize geri döndün”
****