1. DEFNE
Elindeki sarı bezle masanın üzerinde kalan kırıntıları hızlıca silip temizledi ve mutfak tarafına geçip bezi yıkayarak kenara bıraktı. ‘’Defne üç numara.’’ diyenin elindeki tepsiyi alarak üç numaralı masaya gidip siparişleri verdi ve yeni gelen müşterilerin masasına menüyü bıraktı.
Boşalan masayı gördüğünde o tarafa yönelip yiyeceklerden kalan boş tabakları alıp mutfağa götürdü ve tekrar elindeki sarı bezle gelip masayı sildi. Son gelen müşterinin yanına gittiğinde siparişleri not alıp hazırlanması için bildirdikten sonra beş numaralı masanın siparişlerini götürüp teslim etti.
Nefes almadan iki katlı kafenin içinde koşturuyordu. Engin yanına geldiğinde poşeti uzattı. ‘’Karşı kuaför.’’ deyince gözlerini devirip poşeti aldı ve kafeden çıktı.
Soğuk havada koşarak sokağın karşısına geçip kuaför dükkânına girdi. Normalde paket servisleri yoktu ama komşu dükkânlara böyle bir ayrıcalıkları vardı. Siparişleri bırakırken hesap için ödenen parayı aldı ve tabi verilen bahşişi.
Kafeye geri döndüğüne hesabı kasaya verip bahşişi de bahşiş kutusuna attı ve müşterilerle ilgilenmeye devam etti.
Akşam kapanma saati geldiğinde son temizliği yaptılar. Bugün maaş günü olduğu için bahşiş kutusunu açıp toplanan bir aylık parayı aralarında bölüştüler. Defne çantasını ve montunu alırken gelen bahşiş parasının küçük bir miktarını cüzdanına bırakıp geri kalanı göğsüne sütyeninin süngerinin olduğu yere sakladı.
Montunu giydikten sonra şapkasını takıp atkısını bağladı ve çantasını omzuna alıp kafeden çıktı.
‘’İyi akşamlar.’’ diyen arkadaşlarına el salladı. ‘’İyi akşamlar.’’ dedi ve kendi evine giden yolda yürüdü. Otobüs durağına geldiğinde kartın içindeki son parayı okuttu ve boş yer bulmanın rahatlığıyla oturdu. Bütün gün ayakta olmak yormuştu.
Yaşadıkları gecekonduya geldiğinde annesi güler yüzle karşılaşmıştı. ‘’Hoş geldin kızım.’’
‘’Hoş buldum anne. Dışarısı çok soğuk sanırım kar yağacak.’’ derken atkısını ve şapkasını çıkarmıştı.
‘’Çorba yeni pişti sıcak sıcak içersin için ısınır.’’
Montunu da çıkardığında odasına gitmek üzereyken, ‘’Defne!’’ diyen babasının sesini duydu.
‘’Efendim baba!’’ dedi geleceği bilerek.
‘’Getir.’’ diyen sesle eli öfkeyle yumruk halini almıştı ama geri cevap veremeyeceği için çantasından cüzdanını çıkarıp babasına götürdü.
Sefa Bey cüzdanı açıp içindeki parayı çıkardı. ‘’Bütün aydan payına düşen bu kadar mı?’’
‘’Evet.’’ dediğinde arkadan omzuna dolanan kolu itmeye çalıştı. ‘’Bıraksana ağabey.’’
Ardıç, kardeşini bırakmadan ceplerine elini attı ama boştu. ‘’Saklamadığına emin oluyorum.’’
‘’Kendi ailemden para mı saklayacağım?’’ diyen Defne’nin sesi oldukça inandırıcıydı.
‘’Senin işin belli olmaz.’’ Ardıç geri çekilip babasının yanına oturdu.
Sefa Bey kendi cüzdanını çıkarıp içinden aldığı parayı kızının cüzdanındaki paraya ekleyerek geri uzattı.
Defne paraya baktığında durumdan memnun değildi. Maaş kartı babasındaydı ve her ay bahşişlerden gelen parayı da istiyor sonrasında sadece yol parası olarak kullanacağı kadarını eline veriyordu. ‘’Baba biraz harçlık verebilir misin almam gereken ihtiyaçlarım var?’’ dedi.
‘’Ne ihtiyacın olacak yediğin önünde yemediğin arkanda!’’ diyen ağabeyiyle kendisini tutamadı.
‘’Kız çocuğuyum ben tamam mı senin aksine ihtiyacım olan şeyler var. Ne yapayım almak için dileneyim mi? Karın senden para istediğinde ihtiyaçlarını kendin gider mi diyorsun?’’
‘’Kavga etmeyin.’’ diyen babası cüzdanından bir miktar daha para uzattı.
Defne parayı aldıktan sonra odasına giderek kapıyı kilitledi. Göğsüne sakladığı parayı dolabının içine sakladığı bez keseyi çıkarıp diğer biriktirdiği paraların üzerine ekleyip ne kadar olduğunu saydı.
‘’Sizinle evden kaçıp gidersem en fazla beş gün rahat yaşarım sonra parasız kalırım. Maaşımı birkaç ay elime alabilseydim rahat rahat biriktirir sonra da kaçar giderdim.’’
Mutsuz halde bez kesenin ağzını bağlayıp tekrar sakladığı yere koydu.
Üzerindeki kıyafetleri değiştirmişti ki kapıya vurulan güçsüz yumruklarla kilidiyle beraber tamamen açtı ve o anda üç yaşındaki yeğeni çıplak halde arkasına geçip bacaklarına dolandı.
‘’Haya sakya beni.’’
‘’Kış günü üşüyeceksin bacaksız bu ne hâl?’’ diye gülerek yeğenini bacağından çekip kucağına aldı. ‘’Sen yine banyodan kaçtın değil mi?’’ derken banyoya doğru yürüyordu.
‘’Oğlum!’’ diyen Emel sitemle bakıyordu.
‘’Hadi bakalım anneye.’’ Defne boynuna dolanan kolları zorla çözüp yeğenini annesine verdi ve mutfağa geçti.
Annesi salata malzemelerin doğramak için yıkayıp hazırlamıştı. Elinden alıp yapmaya devam etti. Evin içi soba yanan yer dışında genel olarak soğuktu. Her yer ısınsın diye kapıları açık bırakıyorlardı ama fayda etmiyordu.
Havucu rendelerken olduğu yerde oynayıp duruyordu.
‘’Tövbe tövbe ne yapıyorsun kızım kendi kendine?’’ diyen annesiyle güldü.
‘’Isınıyorum işte annem valla işe yarıyor sen de dene hem belki böyle hareket ettikçe biraz kilo da veririm.’’
‘’Kilonun neyi varmış da vereceksin?’’
Defne rendelediği havucu salata kâsesine boşalttı. ‘’Kilomun neyi var biraz fazlası var anne. Benim gibilere balık etli diyorlar biliyorsun ama ben balık etli değil çalı gibi olmak istiyorum.’’
Annesi poposuna şaplak attı. ‘’Olduğun gibi kal ki kısmetin de iyi olsun. Ele gelmeyen kadını adam alıp ne yapsın?’’ Sözleri kızını güldürmüştü.
‘’Yok valla kısmet kim ben tanımıyorum tanışmayı da düşünmüyorum.’’
Katlanır masayı salonda açıp üzerine yemekleri taşıdı ve sobaya birkaç odun attı. Bütün aile bir araya geldiğinde yemek yemeye başlamışlardı.
‘’Ardıç haftaya işyerinden bir hafta kadar izin ayarla köye amcanın yanına gideceğiz.’’ dedi Sefa Bey.
‘’Hayır mı?’’ diye sordu Ardıç.
‘’Hayır hayır.’’
Emel konuşulanlarla biraz çekingen bir tavırla araya girdi. ‘’Baba işinize engel olmayacaksam ben de gelsem ailemi görsem olur mu?’’
Sefa Bey elini salladı. ‘’Olur olur bırakırız seni ailene dönerken de alırız.’’
Defne sessizce yemeğini yemeye devam ediyordu. Tabağındaki pilavı karıştırırken, ‘’Baba!’’ dedi kısık sesle.
‘’Ne oldu?’’ diyen babasının sesi sertti.
‘’Okul işini tekrar düşünsen…’’ der demez babasının bağırmasıyla susmuştu.
‘’Liseyi okumak istedin okudun neyine yetmiyor da hâlâ okul diyorsun?’’
‘’İşe devam ederim okulu açık öğretimden okurum.’’ dediğinde bu defa ağabeyi kızmıştı.
‘’Uzatma Defne hayır denildiyse o hayırı kabul edeceksin.’’
Daha fazla üstelememiş sessizliğine dönmüştü.
Yemek faslı bittiğinde yengesi bulaşıkları yıkarken kendisi de yeğeniyle oyun oynuyordu. Odanın içinde koşturup iyice yorduktan sonra uyuması için ağabeyiyle yengesinin odasındaki küçük yatağına yatırdı.
‘’Masal anlat.’’ diyen Eymen yattığı yerden halasına bakıyordu.
‘’Anlatayım ama gözlerini kapatıp öyle dinle.’’ Defne yatağın yanında yere oturup uydurduğu bir masalı anlatmaya başlamıştı. Masalın içindeki minik Eymen denizin altında balıklarla oyun oynayıp, yosunlarla ve deniz kabuklarıyla topaç çeviriyordu.
Anlatırken yeğeninin nefes alışverişlerinin değiştiğini fark etti. Susup bir süre bekledi. Uyuduğuna emin olunca üzerindeki örtüyü düzeltip odadan çıktı.
‘’Uyudu mu?’’ dedi mutfaktaki işleri bitiremeyen yengesi.
‘’Evet uyudu. Yardım edeyim mi?’’
‘’Yok bitmek üzere sen git dinlen zaten bütün gün işte yoruluyorsun.’’
Yengesine, ‘’Kolay gelsin.’’ dedikten sonra odasına gidip pijamalarını giyip yorgun halde yatağa yattı.
Her gün bir önceki günün aynısıydı. Sabah erkenden kalkıp işe gidiyor akşama kadar etrafta koşturup müşterilerle ilgileniyor akşam olunca eve geliyor yemek yiyor ve yatıp uyuyordu. Bu şekilde yaşamaktan bıkmıştı.
Üniversiteye gitmek istemişti ama babası izin vermemiş çalışacaksın eve para getireceksin demişti. Tabi kendisi bütün gün kahvede okey oynarken emekli maaşı yetmiyordu.
Ağabeyi de aynı babasının kafasındaydı. Bir benzin istasyonunda çalışıyordu ve aldığı paranın çoğunu sağda solda arkadaşlarıyla yiyip içip harcıyordu. Bazen ağabeyiyle evli olduğu için yengesine acıyordu.
Bir gün yeteri kadar para biriktirip evden kaçıp izini kaybettirmek istiyordu. Yine çalışır kendisini geçindirirdi ama gittiği yerde iş bulana kadar en azından birkaç ay yetecek parası olmazsa yapamazdı.
Kaçmak başlı başına büyük bir işti. Babası ve ağabeyi izini bulursa ya öldürürlerdi ya da öldürmekten beter ederlerdi. Bu yüzden hadi gidiyorum deyip gidemezdi ince eleyip sık dokuması ve mantıklı adımlar atması gerekiyordu.
~~~~
‘’Ağam.’’ diyen yaşlı adam içeri girdiğinde Ezel, ‘’Söyle!’’ dedi.
‘’Demir Bey’in oğlu dünyaya geldi.’’
Ezel eliyle dışarı çıkmasını işaret etti. Yanında oturan annesi sırtını sıvazlamıştı.
‘’Dokuz aydır sır gibi sakladılar cinsiyetini sanki öğrenince gidip zarar verecektin.’’
‘’Haklı olarak korkuyorlar anne ama beni üzen şey kendi kuzenimin beni tanıyamamış olması. Cidden doğacak bir bebeğe zarar vereceğimi nasıl düşünebilir?’’
‘’Baban bugün hayatta olsaydı, geldiğimiz durumu görseydi bu defada kahrından ölürdü.’’
‘’Ne yapayım anne?’’ diye bağırdı Ezel. ‘’Elimde olmayan bir durum için sen söyle ne yapayım?’’ Annesinin yanından çıkıp arabasına atlayarak yalnız kalabileceği tepeye çıktı. Önünde uzanan topraklarına bakarken sigarasını yakmıştı.
Göğsünü sıkan pençeden kurtulmaya çalışırken duyduğu araba sesiyle başını çevirdi. ‘’Geri dön!’’ diye bağırdı kardeşine.
Sugül, ağabeyini dinlemeden yanına gelip onun gibi arabaya dayandı. ‘’Buraya kaçmaktan hiç vazgeçmiyorsun.’’
‘’Bacak kadar boyunla karışma işime.’’
Kardeşi gülerek cevap verdi. ‘’On sekizimi doldurdum hatta ehliyetimi bile aldım yani büyüdüm işine karışabilirim.’’
‘’Gülsu!’’ dedi ağabeyi dişlerinin arasından.
‘’Tamam anladım gülme havanda değilsin.’’ Sugül sıçrayarak arabanın kaputuna çıktı ve oturdu. ‘’Ağabey zamanında neden annemle, ablamın teklifini kabul etmedin şimdi bunları dert ediyor olmazdın?’’
‘’Başlama sende! Kendi kardeşimi oğlundan ayırıp insanlara bakın bu benim oğlum diyecek değildim.’’
‘’Ablam bunu kabul etmişti.’’ diye diretti Sugül.
Ezel sigarasını yere attığında önlerinde uzanan toprakları gösterdi. ‘’Al işte Soydanların bütün toprakları bu kadar. Buradan bakınca bir avuç kadar fazla değil. Ne bu şekilde ne de bir çocuğum olduğunda o toprakları yanımda mezara götüremeyeceğim bu yüzden de kardeşimi kendi oğlunun halası konumuna düşürmeyeceğim. Bir daha sakın bana bunun konusunu açmayın.’’
Öfkeyle arabaya bindiğinde çalıştırınca Sugül üzerinden inmek zorunda kaldı ve giden ağabeyinin arkasından üzgün gözlerle baktı. Belli etmese de umrunda değilmiş gibi davransa da içten içe ne kadar önemsediğini iyi biliyordu.
O zamanlar yaşı küçük olsa da ağabeyinin çocuk sahibi olamayacağını öğrendiği gün nasıl yıkıldığını görmüştü ve bir daha eskisi gibi yüzü gülmemişti. Başka erkek kardeşi olmadığı için de ağalık elinden yavaş yavaş kuzeninin yenidoğan oğluna doğru kayıyordu.