Bölüm 1: Lina’nın Yeteneği ve Çocukluk Yaraları
I - Hayaletin İlk Görünüşü
Hava kararmıştı. Gökyüzü, mor ve lacivertin arasında sıkışıp kalmış bir boşluk gibiydi. Rüzgâr usulca estiğinde, ağaçların dalları birbirine sürtünüyor ve kuru yapraklar çimenlerin üzerinde hışırdıyordu.
Küçük kız, bahçenin en karanlık köşesinde, çıplak ayakla duruyordu. Toprak nemliydi ve ayaklarının altında serin bir his bırakıyordu.
Fakat o üşümüyordu.
Gözlerini loş sokak lambasının aydınlatamadığı bir noktaya dikmişti. Orada biri vardı.
Önce siluetini gördü. Adamın gövdesi vardı ama belli belirsizdi, tıpkı buğulu bir camın ardındaki şekil gibi. Yüzü karanlığa karışıyordu; yalnızca gözlerinin olduğu yerde derin bir boşluk hissediliyordu.
Kız, nefesini tuttu.
Bir adım attı.
Adam başını ona çevirdi.
Bir anda midesine korkuyla bir yumru oturdu. Gözlerinin içine bakamıyordu. Çünkü gözleri yoktu.
Derin, dipsiz bir boşluktu orası.
Ve o boşluktan, korkunç bir sessizlik akıyordu.
Kızın gözleri büyüdü, kalbi hızla çarpmaya başladı. Arkasını döndü ve eve doğru hızla koşmaya başladı. Toprak, çıplak ayaklarının altında kayganlaşıyor, çimenler ayak bileklerine dolanıyordu.
Kapıya varıp içeri daldığında, kalbi neredeyse göğsünden fırlayacak gibiydi.
II - Annesinin İnançsızlığı
Mutfak, sıcak çay kokusuyla doluydu. Masanın üzerindeki lambanın sarı ışığı, odanın köşelerinde hafif gölgeler bırakıyordu. Kız, sandalyeye oturmuş, küçük ellerini birbirine kenetlemişti.
Annesi, çayını karıştırırken sordu:
“Ne gördüğünü söyledin bana?”
Kız, boğazının düğümlendiğini hissetti. “Birini… dışarıda.”
“Biri mi?”
Başını salladı. “Ama… o bir insan değildi.”
Annesi kaşığını sertçe bardağın kenarına vurdu. Sıcak çaydan ince bir buhar yükseldi.
Kaşlarını çatıp kızını süzdü. “Seni korkutacak hikâyeler uydurma.”
“Anne, ben yalan söylemiyorum! O adam ölüydü!”
Bir anlık sessizlik…
Sonra annesi sandalyesini hafifçe geriye çekti. Kız, gözlerindeki değişimi fark etti. Korku. Ama korktuğu şey, kızının söyledikleri değildi.
Kendisiydi.
“Bana bir daha böyle şeyler söyleme.”
“Anne—”
“YALAN SÖYLEME!”
Küçük kız irkildi. Annesinin sesi mutfağın duvarlarına çarpıp yankılanırken, içerideki lamba bir an için titredi.
Annesi yavaşça ayağa kalktı ve mutfağı terk etti.
Kız, oturduğu yerde kaldı. Boğazı düğümlenmiş, içindeki sıcaklık sönmüştü.
O an anlamıştı. Bu dünyada yapayalnızdı.
III - Çocukların Dışlaması
Yaşadığı kasaba küçük ve sakindi. Tek katlı evlerin çatılarında televizyon antenleri yükselir, dar sokaklar taş döşeliydi. Park, kasabanın tam merkezinde yer alıyordu. Paslanmış salıncaklar, çizikleri solmuş bir kaydırak ve zemini kökleri dışarı taşmış ağaçlarla kaplıydı.
Küçük kız, salıncağın biraz ilerisindeki banka oturmuş, ayakkabılarının uçlarını yere sürtüyordu.
Uzaktan kahkahalar duyuluyordu.
Salıncakta bir grup çocuk hızla sallanıyor, bazıları çimenlerin üzerinde koşturuyordu. Oyun oynuyorlardı. Birbirlerine gülümsüyor, bağırıyor, şakalaşıyorlardı.
Ama o, uzaktan izlemekle yetiniyordu.
Sonra birinin yaklaştığını fark etti.
Siyah saçlı bir çocuk… Çocukluk aşkı.
Kızın gözleri parladı. Heyecanla yerinden doğrulmak istedi ama hemen arkasında başka çocukların geldiğini fark etti.
Birisi kıkırdadı.
“Ona yaklaşma.”
Başka biri fısıldadı:
“Lanetli değil mi?”
“Duyduğuma göre hayaletlerle konuşuyor.”
Çocukluk aşkı duraksadı. Gözlerinde bir an için bir tereddüt belirdi. Küçük kızın kalbi hızlandı. Belki de... belki de onunla kalmayı seçecekti.
Ama sonra, çocuğun yüzüne ince bir gülümseme yerleşti.
Soğuk, uzak bir gülümseme.
“Sen korkunçsun.”
Çocuklar kahkahalarla gülmeye başladı.
Ve o an, küçük kızın içinde bir şey kırıldı