7. BÖLÜM *YUMURTA

2269 Kelimeler
Telefona bakakalırken adamın dediklerini sindirmeye çalışıyordum. Okula girmeye hak mı kazanmışım? Ben? Hani, şu akademi mi? Seçmeler yüzünden, annemin son saniyelerinde yanında olamadığım akademi mi? Hayallerimi gerçekleştirebileceğim akademi mi? Hani şu, Türk usulü Apolyon'un bulunduğu akademi mi? Kaykayını çaldığım, bana piç diyen çocuğun okuduğu akademi mi? Bayılmasına sebep sayıldığım çocuğun bulunduğu akademi mi? 'He, Neva! He! O akademi! Yeter ya!' diye cırladı bilincim. Kendime gelirken hızla pufumdan kalktım. Ben şimdi akademiye girmeye hak kazandım öyle mi? Ne yapmalıydım peki? Odada volta atmaya başlarken seçenekleri sıraladım. 1. Eğer akademiye gidersem geleceğim değişebilirdi. 2. Annemin dileğini ve kendi hayallerimi gerçekleştirebilirdim. 3. Bu lanet hayattan kurtulurdum. 4. Ben Emre'den nasıl izin alacağım ya? Sahi güzel soru; ben Emre denilen mafya babasından nasıl izin alacaktım? Sırtımdaki dövmenin sızısını hissettim bir an. Ruhsal bir sızıydı. Ben onun malıydım ve her mal (!) gibi sahibimden izin almalıydım. Almasam ne olurdu ki? 'Ben izah edebilir miyim? Tek bir cümle söyleyeceğim! Kendi, öz babasını yirmi yerinden bıçaklamış bir adam söz konusu!' dedi bilincim gözlüklerini burnunun ucuna getirip bana iğrenirmişçesine bakarken. Kendi bilincimin haklı olmasından nefret ettim. Gözümü, karşı duvara yasladığım kaykaya dikip birkaç saniye düşündüm ama baktım ki işin içinden çıkamıyorum, derin bir nefes alıp ellerimi saçımın içinden geçirdim. Oflayıp kapının arkasına gittim ve sırt çantamı ve birkaç kıyafeti pufumun üstüne attım. Ellerimi belime koyup pufumun üzerindeki kıyafetlere diktim bakışlarımı. Kot, tişört ve kapüşonlu bir ceket. Kapının arkasında da aynı tarz kıyafetler vardı. Yeni kıyafetlere ihtiyacım var anlaşılan. Oflayıp sırtımdaki havluyu alıp giyinmeye başladım. Siyah dar kotumun üstüne kırmızı dar bir tişört ve onun üstüne de siyah ceketimi giydim. Çantamdan saç lastiği çıkarıp saçımı, tepeden dağınık bir topuz yaptım ve çantamı alıp yıkık dökük evimden yavru köşke doğru yola koyuldum. *** ''Ne demek çıktı ya!'' diye bağırdım kapıyı açan hizmetçiye. Bana alıkmışım gibi bakıp oflayarak nefesini dışarı verdi. ''Bas baya çıktı. Emre Bey, bütün gün evde pineklemiyor!'' diye cırladı. Boyundan fazla mı sesi var bunun? Ben seni yolarım kızım! Tam elimi kaldırıp saçına daldıracaktım ki arkamdan biri seslendi. ''Daha yeni çıktı Emre Abi! Arabasını garajdan daha yeni çıkarıyordu!'' dedi. Ona dönüp baktım. Galiba bahçıvan falandı çünkü kırmızı bisikletinin önündeki sepette çiçekler vardı ve bisikletten inmiş devrilmesin diye iki eliyle bisikletinin tutuyordu. Dışarıdan geliyordu ve kapıyı açması için korumayı bekliyordu. 'Bırak bisikleti izlemeyi! Daha yeni çıkmış Emre!' diye azarlayınca beni bilincim hızla kendime geldim. Merdivenleri üçer üçer atlayıp bahçeden içeriye girmeden çocuğun yanına gittim ve ona en tatlı gülümsememle baktım. ''Ödünç alabilir miyim?'' dedim bisikleti gösterirken. Şaşırmasını fırsat bilip bisiklete atladım ve pedallara yüklendim. ''Arabanın markası ne?'' diye geriye dönüp seslendim. ''Maserati!'' dedi aynı çocuk! Arabanın markasını duyunca bir an şok geçirdim ve bisikletim yalpaladı. Kendimi hemen toparladım ve sokakta hızla sürmeye başladım. Rüzgârın etkisiyle çiçeklerin kokusu burnuma doluyordu ve bu da hapşırmama sebep oluyordu. Vücudumu öne eğip rüzgâr dezavantajını azalttım. Köşeden hızla sağa döndüğümde doğruldum ve boş sokakta ilerleyen bir Maserati aradım. Siyah Maserati'yi görünce hızımı iyice arttırdım. Eğer bir sokak daha geçerse anayola çıkacaktı ve ona yetişmem imkânsız hale gelecekti. Profesyonel bisikletçiler gibi kalçamı kaldırdım ve pedallara daha da yüklendim. Kaldırıma çıktım ve arabayı iki-üç metre geçince arabanın önüne kırdım gidonu. Bisikleti arabanın önünde durdurup Maserati'ye baktım. Acı bir çığlık kulakları doldururken yaptığım aptallığın sonuçları aklıma yeni yeni geliyordu. Arabanın arkası öne doğru savrulurken Emre'nin gözlerine baktım ve gözlerimi kapattım. Emre'nin arabayı durdurması imkânsızdı. Çarpışma anını beklerken zihnimde sürekli Emre'nin gözlerini canlandırdım. Öfkeden koyulaşmış kahverengi gözler. Göreceğim son şey demek Azrail'imin gözleriydi. Gülümsedim. *** Çarpma bir türlü gerçekleşmeyince gözlerimi açtım. Sürücü koltuğunun kapısı hemen sol bacağımın yanındaydı ve havada yanık lastik kokusu vardı. Camdan içeriye baktım. Emre dümdüz bir şekilde önüne bakıyor ve derin derin nefesler alıyordu. Geniş omuzları ve göğsü hızla inip kalkıyordu. Gözlerim direksiyonu sımsıkı tutan ellerine kaydı. Yutkundum çünkü Emre kafasını korku filmlerinden çıkmışçasına yavaş yavaş bana çevirdi. Direksiyonu sıkan elleriyle boğazımı sıkacakmış gibi bakıyordu. Siyah gibi gözüken gözleri tabanlarımı kıçıma vura vura kaçmamı söylüyordu sanki. Dilim damağım kurumuştu ve nedense hava birden eksilere düşmüş gibiydi. Titredim Emre'nin bakışları altında. Bakışlarını benden ayırmadan emniyet kemerine uzandığını gördüm. Kasılan göğsünü görünce tekrar yutkundum. 'Aferin Neva! Tebrik ederim! Keşke araba çarpsaydı diyeceksin gibime geliyor!' dedi bilincim alarm çanlarını çalarken. 'Ne biçim bir bilinçsin sen? Ben onca şeyi yaparken çıt çıkarmıyorsun da iş işten geçtikten sonra gelip efelik taslıyorsun! Ya bir git ya!' dedim terslenerek. Emre'nin kapıyı açacağını anladığımda ayaklarımla bisikleti geri ittim. Kapıyı açıp karşımda Empire State gibi dikildiğinde tekrar yutkundum. Yutkunmaktan vazgeçip bir şeyler desem iyi olacaktı. Siyah ceketini çıkarıp sürücü koltuğuna bıraktı yavaş hareketlerle. Bense o ceketini çıkarırken gerilen kaslarını, ip gibi gergin dudaklarını izliyordum. Doğrulup bana baktı. Tekrar yutkunup derin bir nefes aldım ve beynime konuşabilmek için komut gönderdim. ''Şey! Ben, seni şey etmek için, şey edip şey edince bu şey oldu!'' dedim. Kendimi alkışlayıp ''Bravo! Bravo! Yürü be koçum! Harika bir konuşmaydı!'' demek isterdim ama onun yerine Maserati'nin altına yatıp Emre'nin üstümden geçmesini beklemek daha makul gözüktü gözüme. Emre, alaycı bir şekilde tek kaşını kaldırınca gözlerinde bir ışık dans etti. Kahverengi gözlerinde kehribar hareler dans ederken bir ateş sardı vücudumu. Az önce hava soğudu mu dedim ben? ''İn bisikletten Neva!'' dedi boğuk bir sesle. Dediğini ikiletmeden yaparken gözlerimi bir saniye olsun gözlerinden ayırmadım. Bakışları bisiklete kayınca gözlerini kıstı ve sonra tekrar bana çevirdi bakışlarını. Ne demek istediğini anlamak için bisiklete baktım. Sarılı, morlu ve beyazlı çiçeklerle doluydu sepet. Kafamın üstünde, tam bir karış yukarda ve hafif solda bir ampul belirdi. Yüzüme bir sırıtış yayılırken elimle sepetteki çiçekleri aldım. ''Bunlar senin için!'' dedim gülümseyerek ona uzatırken çiçek buketini. Şaşırdığını sadece gözlerindeki kehribar rengi noktaların yer değiştirmesinden anladım. '' Neden? Diye mi soracaksın? Söyleyeyim; arabanın önüne atlamadan önce sizin eve gitmiştim. Hizmetçiniz aç olduğunuzu söylediği için ben de 'Yazık! Aç aç işe mi gidilir?' deyip size bunları getirdim. Bir güzel, afiyetle yersiniz! Öküzlerin en sevdiği bitkilermiş!'' dedim yüzümdeki alaycı sırıtışı bozmadan. Kehribar noktalar donup kalırken gözlerimin önünde kahverengi gözler buz dağları ördü. Çenesini sıkarken gıcırdattığı dişlerinin sesini duyabiliyordum. ''Burnundan duman da çıkaracak mısın?'' dedim onu öfkelendirmekten sadistçe bir zevk alırken. Bilincim bana durmamı söylerken ben onun bana söylediklerinin intikamını almak istiyordum. Ona aşık olmayacakmışım, kelebek ömürlüymüşüm ha? Birden boğazımı sıkmaya başlayınca acı bir nefes verdim dışarı. Hangi ara hareket etti, boğazıma yapıştı takip bile edemedim. Gözlerimde siyah benekler uçuşmaya başlayınca elimdeki çiçekleri bırakıp Emre'nin bileklerine yapıştım. Nefessizlikten ciğerlerim yanıyor ve gözlerim git gide kararıyordu. Emre'nin öfkeden simsiyah görünen gözlerine diktim bakışlarımı. Tamam, hak etmiştim ama yalvarmayacaktım. O bunları hak etmişti. Bacaklarımdan ve ellerimden güç çekilirken tırnaklarımı Emre'nin ellerine geçirdim. Yüzü kasılınca içimde bir kıvılcım çaktı. Onu durdurabilirdim. Dizimi kaldırıp tam erkekliğine vuracakken birden beni bıraktı ve ben geriye doğru düştüm. Daha önce de başıma böyle bir şey gelmişti. Bisikletin üstüne düşünce zinciri bacağıma geçmişti. O zamanlar çok acımıştı. Şimdi de acıyacağı düşüncesiyle gözlerimi kapattım. Bileğimde Emre'nin uzun parmaklarını hissederken boğazıma sardığı gibi sıkıca tutuyordu bileğimden. Havada asılı kalırken birden beni çekince duramadım ve vücudum vücuduna yapıştı. Derin bir nefes alırken yine o koku doldu burnuma. Sigara, tıraş losyonu ve adını bilmediğim o parfüm. Vücudum gerilirken hızla geri çekildim. Boğazım acıyordu ve parmaklarının izinin çıktığından emindim. Bileğimi hızla çekip elinden kurtardım ve arkamı dönüp yürümeye başladım. ''Neva!'' diye seslendi arkamdan. Duymamazlıktan gelip yürümeye devam ettim. Bir an beynim ayaklarıma komut göndermeyi bıraktı ve ben yürümeyi unuttum. Boğazım hala sızlıyordu ve ciğerlerimin acısıyla gözlerim dolmuştu. Önümü görebilmek için gözlerimi kırpıştırdım ama fayda etmiyordu. Kolumdan tutulup aniden geriye doğru döndürülünce bileğim burkuldu ve ben acıyla bir çığlık attım. Emre birden beni kucağına alırken refleks olarak kollarımı omuzlarına doladım. Bileğimin sızısı da eklenince gözyaşlarım firar etmeye başladılar. Bu gün başıma neler gelmişti ya? Hiç de güzel bir gün geçirmiyorum. Sadece Emre'den akademiye gidebilir miyim diye izin alacaktım ama rahat durur muydum ben? Haklı olarak bana kızacaktı ama ben dilimi tutamamıştım. Üstüne üstlük bir de sakatlanmıştım. Hem, benim aklım neredeydi ki arabanın önüne attım kendimi? ''Kapıyı aç!'' dedi kulağıma doğru fısıldayarak. Gerilip sol elimle kapının koluna uzanıp açtım ve Emre'ye döndüm. ''Ben kendim binerim. Hem- sen çok fazla yakınsın! Çek şu sakallarını yanağımdan!'' dedim hiç düşünmeden konuşarak. Koltuğa beni oturtup kemerimi takarken vücutlarımız birbirine sürtünüyordu. Gözlerimi kapatıp bunun bitmesini beklemeden önce Emre'nin sırıttığını gördüm. Kapımı kapatınca gözlerimi açtım ve bisikleti yerden kaldıran Emre'ye baktım. Gözyaşlarımı silerken bir yandan da onu dikizliyordum. Bu adam, hormonlu falan mıydı? Bu ne boy? Bu ne kas? Kesin şişmedir bunlar! Kesin! Valla bak! 'Cidden mi Neva? Kucağında olduğun süre boyunca o kasları hissetmedin mi?'' dedi bilincim uzun bir aradan sonra. Haklıydı! Kasları taş gibiydi. Tamam, Neva! Düşünme bunları! Odaklan, izin alacaksın! Diyerek kendimi motive ettim. Bagaja, bisikleti koyduktan sonra sürücü kapısını açtı. Ona bakmamaya çalışarak ceketini koltuktan alıp arka koltuğa koydum. İşimi halletmemi bekledi ve sonra koltuğunda yerini aldı. Kemerini takarken bana baktı ve buz gibi bir sesle konuştu. ''En yakındaki eczaneye gidene kadar bana ne olduğunu anlatmazsan bu senin için hiç iyi olmayacak kelebek!'' dedi ve arabayı çalıştırıp gaza bastı. *** ''Ben yeni açılan bir akademiye başvurmuştum ve kabul edildim. Daha bu gün! Senden izin almak için eve geldim ama çıktığını söylediler. Bende seni yakalamak için bagajdaki bisiklete atladım ve işte ondan sonrası böyle. Sana öküz falan dedim, ayağımı burktum ve şu an da sana özet geçiyorum. Sen ise hiçbir tepki vermeden yola bakıyor ve beni merakta bırakıyorsun'' Baktım hala tepki yok saçmalamaya karar verdim. ''Evet, sayın seyirciler! Ünlü Emre Çevik, büyük bir ustalıkla Maserati Granturismo'yu trafiğe takılmadan ilerletiyor. Ve işte sarı ışık yandı. Acaba, Emre Bey duracak mı? Yavaşlıyor sayın seyirciler! Evet, evet yavaşlıyor! Aman tanrım! Durdu! Çünkü kırmızı ışık yandı!'' diye boş boş konuşurken Emre'nin bir tepki vermesini bekliyordum. Gözünü bile kırpmadan yola bakıyordu. Gülümsedim ve devam ettim. ''Yeşil ışığın yanmasına bir dakika varken; sizlere Emre Çevik hakkında on ilginç bilgi aktaracağım. 1. Ünlü Emre Çevik tam bir bay kibirlidir. 2. Kendisinin gülme kasları gelişmemiştir. 3. Kendisine aşık olacağımı sanıyor. Evet, doğru tahmin! Şizofrendir kendileri. 4. Koskocaman bedeni olmasına rağmen beyni ve kalbinin kapladığı alan %0,000001. 5. Bakışlarıyla cehennemin ateşini söndürebilir. Titanic'i batıran buz dağına sebebiyet verdiği düşünülüyor. 6. Yalnızlıktan korktuğu için etrafında bir sürü çalışanı var! 7. Bencil bir sadisttir sayın seyirciler. 8. İnsanların acı çekmesinden büyük zevk alır ve onlara malıymış gibi davranır. 9. Çalışanlarını damgalıyor. 10. Gay olduğu düşünülüyor. Emre Çevik hakkında Top10'dan bugünlük bu kadar sayın seyirciler! Yarın ya da beni ne zaman kızdırırsa artık en kısa zamanda bu maddelere yeni maddeler eklenebilir'' dedim elimde mikrofon varmış gibi bir spiker edasıyla konuşurken. Işığın yanmasına daha on dört saniye vardı. Emre'ye baktığımda onun da bana baktığını gördüm. Düşünceli bir ifade vardı yüzünde. Kesin deli olduğumu düşünüyordur. Ya da zihnimle uzaylıların oynayıp oynamadığını. Ne bileyim? Belki de beni malı yaptığı için hata yapıp yapmadığını düşünüyordur. ''Birincisi gay olup olmadığımı sana boş bir zamanımda kanıtlarım ama o akademiye gitmek için yapman gereken bir şey var. En iyi yaptığın şey; hırsızlık!'' *** Kafama yediğim yumurtayla gözlerimi yumdum. Yumurtanın sıvısı iğrenç bir yoğunlukla başımdan aşağıya akıyordu ve bu benim midemi bulandırıyordu. Etrafıma bakındım ve ayakkabılığı gözüme kestirdim. Dolabın kapağını açtığımda gülümsedim ve kucağıma alabildiğim kadar terlik çifti aldım. Terliğin tekini alıp bana yumurta atan- bir dakika! Durdurun akışı! Geriye alıyoruz! Ben bu hale nasıl gelmiştim? Ha! Tabi ya, Emre efendinin isteği üzerine. Bana verdiği adrese akşam saatlerinde gelip evdeki tüm ışıkların sönmesini bekledim bütün gece. Eğer akademiye gitmek istiyorsam; şifresini de verdiği bu evdeki kasadan, Emre efendinin adını taşıyan klasörü çalacakmışım. Işıklar sönünce bahçeyi gözlemledim. Görünürde kamera yoktu ama tedbir amaçlı yüzümü iyice saklamak için kapüşonumu önüme çektim. Bahçe duvarının etrafında ilerleyip evin arka tarafına geldim. Duvarda yukarı çıkabileceğim bir eğim ararken gözüme asmalar takıldı. Asmanın dallarını birleştirip beni kaldırıp kaldırmayacaklarına baktım. Sapasağlamdılar. Duvardan yukarıya kendimi çekerken etrafıma bakmayı da ihmal etmiyordum. Duvarın üstüne çıkıp bahçeyi gözlemledim. Köpek, koruma herhangi bir şey yoktu bahçede. Yine asmalardan yardım alarak bahçeye atladım. Gölgelerde kalarak eve doğru hızla ilerledim ve duvara sırtımı yasladım. Derin nefesler alırken akademinin buna değmesi için dua ettin içimden. Duvar dibinden ilerleyerek mutfak kapısına ilerledim. Mutfağın kapısını alyan anahtarımla açmaya çalışırken kulağımı kapıya dayadım 'klik' sesini duyabilmek için. Klik sesini duyunca doğruldum ve etrafımda dönerek sevinç dansı yapmaya başladım. Ellerimle havaya yumruklar savuruyor ayaklarımı yere vurarak dönüyordum. Dışarıdan gören birisi deli olduğumu düşünüp beni Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne vatana millete hayırlı olsun diye götürürdü. Kendime gelip kapıyı sessizce açtım mutfağa girdim. Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açılırken, burasının da benim evimden büyük olduğunu görüp moralim bozuldu. Mutfağı, buzdolabında bulunan mavi ekrandan gelen bir ışık aydınlatıyordu. Ekrana doğru ilerlediğimde üzerinde bir yazı yazdığını gördüm. 'ARKANA BAK :D' Birden ışıklar yanınca arkamdan ''Sürpriz!'' diye bir kız bağırdı. Arkamı dönmemle bana doğru uçan bir yumurtayı görmem bir oldu. Eğilip yumurtadan kurtulurken kız bağırmaya başladı. ''Sen kimsin? Evime girmeye nasıl cüret edersin! Oha! Kızmışsın bide!'' dedi açılan kapüşonumdan kız olduğumu anlayarak. Amerikan tarzı mutfaktaki tezgahın üstünden atlayarak kendime siper aldım. ''Kızım benle senin ne düşmanlığın var? Ne yaptım sana? Paraya ihtiyacın varsa şirketimin yardım fonuna baş vurabilirdin!'' diye bağırıp bir yandan da yumurtaları fırlatıyordu. Emre'nin bu kızla ne derdi olurdu ki? ''Ya, kızım bak! Ben sadece buraya biri için dosya almaya geldim!'' dedim kafamı kaldırıp onu görmeye çalışırken. Kafama yediğim yumurtayla gözlerimi yumdum. Yumurtanın sıvısı iğrenç bir yoğunlukla başımdan aşağıya akıyordu ve bu benim midemi bulandırıyordu. Etrafıma bakındım ve ayakkabılığı gözüme kestirdim. Dolabın kapağını açtığımda gülümsedim ve kucağıma alabildiğim kadar terlik çifti aldım. Terliğin tekini alıp bana yumurta atan kıza fırlattım. Terlikten kaçarken bağırıyordu. ''Hem suçlu hem güçlü! Acaba cephane değişimi yapabilir miyiz? Terlik daha iyi bir fikirmiş, keşke benim aklıma gelseydi. Zaten yumurtalarım da bitmek üzere!'' diye kendi kendine söyleniyordu. Kafamı yukarıya çevirip yakınmaya başladım. ''Allah'ım niye tüm deliler beni buluyor? Ben ne günah işledim? Neyin başıma bu gelenler? İlk Emre, sonra da bu çılgın kız!'' dedim. ''Emre mi dedin sen? Şu Emre! Çevik Emre!'' dedi kafasını tezgahın arkasından çıkarırken. ''Sen kimsin ki?'' dedim cephanemi yere bırakıp. ''Ben Elif Çevik! Emre'nin kız kardeşiyim!''
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE