Tanışma
"Hadi Sehrin. Geç kalıyoruz!"
Sıla boy aynamın önünde dikilirken üzerime dar paça kot, lacivert pantolonumu geçirdim. Onun üzerine de beyaz renkteki bluzlarımdan birini giydikten sonra Sıla'nın yanında ki makyaj masasına oturdum. Saçımı dağınık bir topuz yaparken Sıla onaylamadığını belirten bakışlar fırlatıyordu bana. "En azından makyaj yapamaz mısın Sehrin?" dedi yüzünü buruştururken. Ona aldırmadım. Makyaj yapmadığımı bilmesine rağmen ne zaman dışarı çıksak aynı şeyi tekrar etmeye devam ediyordu.
"Hayır." dedim sakince. O, rujuna bir katman daha sürerken siyah renkteki converse ayakkabılarımı geçirdim ayağıma.
"Bir Club'a gidiyoruz Sehrin. Cenazeye değil." deyince kıkırdadım. "Yeni mi açılmış bu Club?" dediğimde ilgisini aynadan çekip benim üzerime yoğunlaştırdı. "Evet, yanılmıyorsam 2 hafta olmuş açılalı. İsmine bayılacaksın!" Bu sefer ben ilgimi tamamen ona verdim. "Neymiş adı?" Kıkırdadı. "Sürpriz."
Ardından beni tekrar süzerek daha da yakınıma geldi. Sanki bir sır veriyormuş gibi eğildi. "En azından daha seksi şeyler giysen?" Gözlerimi devirdim. "Eğlenmeye gidiyoruz Sıla; fahişelik yapmaya değil." Sözlerime alındığımı belirtircesine kafasını aynaya çevirdi. Ama kısa sürede unutacağını biliyordum. Her şeyi kafasına takan biri değildi Sıla; benim aksime.
Üzerine mini bir kot etek ve göbeğini açıkta bırakan bir tişört giymişti. Tişörtünün üzerinde "Love or Money" yazıyordu. Göbeğine piercing taktırdığı için kendini piercing'ini göstermeye mecbur hissediyordu nedense. Sarı saçları maalesef ki boyaydı. Çakma sarışınlardan nefret etmeyi bırakıp aniden sarışın oluvermişti. Mavi gözleri gerçekti ve neden saçlarının da annesine benzemediğini düşünürdü hep.
Ben mi? Ben tam bir sıradanlıkla sınırlı kalmayıp asosyal olmayı kafasına koymuş biriyimdir. Ama ne yazık ki Sıla gibi bir arkadaşım olunca asosyal olmak pek olası olmuyordu. Gözlerim siyah ve saçlarım kahverengiydi. Sıla saçlarımın "siyah" olduğu konusunda inat etse de benim saçlarım kahverengiydi. Ve ben tam anlamıyla Kumraldım.
Club'a geldiğimizde ilk iş ismine bakmak olmuştu. Sıla doğru söylüyordu. İsmine bayılmıştım! İsmi Tılsım'dı. Ve bu Club daha önce beni sürüklediği diğer Clublere benzemiyordu hiç. Boğazın tüm muhteşemliği ile gözler önüne serildiği bir Club'dü. Manzara şehirdeki aydınlatmalarla daha çok anlam kazanmıştı ve benim gözlerim önüne mükemmel bir görüntü sunuyordu. Tam anlamıyla muhteşem. Hem de büyük harflerle.
Benim annem ve babam şehir dışındaki Holdinglerle ilgileniyor oldukları için dışarı çıkmak benim için çok kolay oluyordu ama Sıla nasıl izin alıyordu hiçbir fikrim yoktu.
Saat çoktan on ikiyi geçiyordu ve Club yeni açılmasına rağmen insanlar akın akındı. Işığın en az seviyede olduğu bir yere geçtik. Sıla korkumu bile bile mi böyle yapıyordu bilmiyordum ama bir şey söylemedim. Karanlık korkum vardı. Delirecek gibi oluyordum.
Sıla en son beni okulda bir yere kilitlemişti. Şaka yapıyordu güya. Ama o bana büyük bir hasar vermişti. Bir daha böyle büyük bir olay yaşarsam komaya girme ihtimalim cidden büyüktü. Evimde jenaratör kullanmama rağmen yine de korkuyordum. Öyle bir olay olursa yalnız ölecektim. Kafamı iki yönde salladım. Bunları düşünmem gereken yer bir bar olamazdı, değil mi?
Çantamı masanın altına bırakırken telefonumu Sıla'nın çantasına bıraktım.
Sıla kendisine Tekila söylerken ben portakallı bir meyve suyu istedim. Hayatımda hiç alkol almamıştım ve bunun böyle devam etmesini istiyordum. Sıla alkol almamamı fazla çok çocuksu bulsa da, Sıla'ya aldırmamam gerektiği çok uzun zaman önce öğrenmiştim.
Saat ikiye gelirken Sıla kendini çoktan arka fonda çalan şarkıya kaptırmıştı. Masamızın önünde kıvırtarak dans ediyordu. Sarhoş olmuştu ve sarhoş bir Sıla hiç çekilmiyordu. Kafasına dikmiş olduğu bir şişeyi elinden çektiğimde bana gözlerinden ateş püsküren bir ifadeyle bakınca sırıttım. Aldırmayarak şişeyi tekrar aldı eline. Şişe, diyorum çünkü bardaktan içme aşamasını çoktan geçmişti.
Yanımıza uzun boylu, sarışın bir çocuk yaklaştı. İlk önce Sıla'nın önünde dans ediyormuş gibi görünse de; resmen Sıla'nın vücudunu istila etmişti. Benim yanımda rahat edememiş olmalı ki Sıla'yı dans pistine doğru çekmeye başladı.
Kolunu tutsam da beni itti. "Bırak, şuan çok sarhoş." desem bile bana düşman bakışlar atarak Sıla'yı piste sürükledi. Sıla hiç rahatsız olmuşa benzemese de sarhoştu ve ne yazık ki ayık olan bendim. Onların peşinden piste koşarken, terli ve leş gibi kokan bedenlere değmemeye özen gösteriyordum. Sonunda onlara ulaşabildiğimde çocuk resmen Sıla'yı resmen taciz ediyordu! Sıla'yı çocuktan çekerek gerisin geriye yürümeye başlasam da çocuk bu seferde benim koluma yapıştı.
"Yerini almak istemiyorsan fıstık, bırak onu. Eğlenmek onunda hakkı." Sıla kıkırdarken çocuğa ters bakışlar atarak kolumu kurtardım.
"Sarhoş olduğunu görebiliyorsundur." Başımı yana eğdim. "Kör değilsen?" Çocuk öfkeli bir şekilde yanımızdan ayrılırken Sıla'yı masamıza çektim ve çantasını koluma geçirdim. Sıla hala dans etmeye çalışıyordu.
"Hadi Sıla, gidelim." dediğimde bana döndü. Gözlerinde düşmanca bir ifade belirmişti.
"Söylesene beni kıskanıyor musun?" dediğinde küçük çaplı bir şok yaşadım. "Her şeye sahibim." Vücudunu bana döndürdü. "Güzelim, seksiyim, dahası istediğim her erkeği baştan çıkartabilirim." Gözlerini kıstı. "Ama sen?" dediğinde ne zaman tuttuğumu hatırlamadığım nefesimi bıraktım.
"Sarhoşsun Sıla. Ne dediğini bilmiyorsun. Lütfen, hadi gidelim." Bana aldırmadan sözlerine devam etti. "Ama ben seni kıskanıyorum." Sesinin titremesi benim için sarf ettiği cümlelere aldırış etmeden onun için üzülmemi sağlıyordu.
"Benden güzelsin. Hem de hiçbir şeyini sergileme zahmetine girmemene rağmen!" Ayakta durmaya çalışırken zehrini akıtıyordu. "Beni sadece neden istediklerini biliyorsun. Ama sen?" Gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. "Seni seven bir sürü kişi var. Hem de onların isteklerini karşılayamayacak olsan bile!"
Eliyle gözyaşlarını gelişi güzel sildiğinde zaten akan rimelini iyice yüzüne bulaştırdı. "Ben diğerleri için tek gecelik bir ilişki gibi görünürken sen; ömürlük bir ilişki gibisin." Daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladığında, söylediği sözlere rağmen bana yaslanmasına izin verdim. Taksiye binerek onu evine bıraktım. Bende kendi evime geçerken yarın Sıla'nın hiçbir şey hatırlamayacak olmasını düşünüyordum. Bana söylediği hiçbir sözü hatırlamayacaktı.
Ama ben hatırlayacağım. Her zaman.
Sabahın ilk ışıkları ile uyandığımda başım çatlayacak sandım. Bir ağrı kesici aldığımda, telefonumun çalan iğrenç sesini duydum. Başım feci ağrıyordu ve şuan o ses bana bir ses sistemi ile çalınıyormuş gibi geliyordu. Dün Sıla'yı evine bıraktıktan sonra çantasını vermeyi unutmuştum ve iyi ki unutmuşum çünkü telefonumu onun çantasını koymuşum! Arayan numara Sıla'nın ev numarasıydı. Aramaya cevap vermek yerine telefonumun sesini kıstım. Kafamı toplamak adına elimi yüzümü yıkadım. Okulun açılmasına bir hafta kadar vardı ve okul alışverişi yapmak için dışarı çıkmam gerekiyordu. Normalde sıla ile gitmeyi planlamıştık ama onu aramak şuan benim içim hiçte iyi bir fikir değildi. Gerçi artık ona nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum ya, neyse.
&
Üzerime siyah bir şort ve beyaz askılı bir tişört geçirdim. Araba anahtarlarımı aramaya koyulduğumda başımda bir "Dank!" sesi duydum. Elimle kafama vurdum. Lanet olası çantayı dünkü Club'de unutmuştum. Normalde umursamazdım ama içinde ehliyetim, araba anahtarım ve annemin verdiği kredi kartları vardı. Derin bir "Off" çekerek merdivenlerden aşağı indim. Annem yemeklerimi ve temizliğimi yapması için bir yardımcı kadın tutmuştu. İki büyük Holding'in sahibiydiler. İlk Holding babam ve annem tarafından kurulmuş ve "Sehra Holding" adını almıştı. Babamın soy ismini Holding'in ismi olarak seçmesine annem aldırış etmemişti. Holdinglerden "Sehra Holding" İstanbuldaydı fakat o Holding'in başına bir yardımcı koyarak Ankaradaki Holding'in yanına gitmişlerdi.
Ankara da bulunan Holding'in adını "Sehra-Sayer Holding" koymuşlardı. Annemin soy ismini de eklemişlerdi. Bunun yanı sıra dedem Samet Sayer ölünce diğer bir Holding " Sayer Holding" de anne ve babama kalmıştı. Samet Sayer'in de Holding'i Ankarada olması Ankara'ya taşınmamız gerektiği anlamına geliyordu. Buna hemen itiraz etmiştim. Bütün hayatımı burada geçirdikten sonra benden yeni bir hayata başlamamı isteyemezlerdi. Burada yaşamak istediğimi ve bu kararımda kesin olduğumu dile getirmiştim. İlk önce itiraz etseler de sonradan kabul ettiler .Beni zaten çok umursadıkları yoktu. Aramızda sadece kan bağı vardı onun dışında hiçbir duygusal bağa sahip değildik. En sonunda yanıma çalışması için bir bayan vermiş ve ayda bir kez beni görmeye geleceklerini söylemişlerdi. Yani 9. sınıftan beri yalnız yaşıyorum. Son sınıfa geçmiştim ve hayatım tıkırında gidiyordu .En azından gitmeye çalışıyordu...
Gitmese bile en azından götürmeye çalışıyordum bir şekilde. En azından hayatımı tekrar baştan kurmak yerine burada kalabilmiştim. Öylesi benim için çok daha kötü olabilirdi. Zaten arkadaş edinme konusunda dünyanın en sosyal insanı sayılmazdım pek. Sadece annemi özlüyordum.
Anneme düşkün bir kızdım, neyse ki o kızına pek düşkün biri sayılmazdı. Bu durumun beni üzüp üzmediğini sorardı Sıla bazen. Bana özeniyormuş gibi gözükse de, aslında ailesinin yanında olmasından mutlu olduğunu ve hayatında tek onu mutlu eden detayın da bu olduğunu biliyordum.
Yine de Sıla'nın sorusuna olumsuz yanıt verirdim her zaman. Acılarımı ya da gözyaşlarımı birileriyle paylaşmaktan hiç hoşlanmazdım.
Bu yüzden annemin yanımda olmamasını hiç sorun etmediğimi en azından hayatımı istediğim gibi yaşayabildiğimi söyler ve geçiştirirdim onu. Çünkü zaten geçiştirmesem bile hayatımda değişecek bir şey olmayacaktı ki. Ona eve dönmesini onu çok özlediğimi söylesem, beni çocuk olmakla suçlardı. Ama ben zaten çocuk değil miydim?
Çocuklar annelerine ihtiyaç duymazlar mıydı? Önemli anlarında, sevindiği ve üzüldüğü şeylerde, anlatmak için annesinin yanına gitmezler miydi? Bunu gerçekten soruyordum; çünkü gerçekten anne kız anılarım yoktu. Bilmiyordum ki.
Her şeye rağmen beni burada bırakmalarına memnundum aslında, yani zaten babamla iyi geçinebildiğim pek görüldük şey değildi. Benden sebebini bilmediğim bir şekilde nefret ediyordu. Aynı şekilde bende ondan nefret ediyordum. Beni birkaç kez dövdüğünün haricinde bana bağırmalarını saymadım bile. Sarhoş olması bir şeyi değiştirmezdi benim için. Dışarıdan her ne kadar mükemmel bir aile tablo çizmeye çalışsa da gerçekleri bilmek canımı yakıyordu. Bu yüzden hiçbir erkeğe güvenemiyordum. Kimseye.
İnsan en güvendiği kişiye olan güvenini kaybettikten sonra, başka birine nasıl güvenebilirdi ki? Güvenebileceği ilk erkek onu hayal kırıklığına uğrattıktan sonra, başkalarına güvenmeyi nasıl bekleyebilirdi ki insan? Başarabilir miydi bunu?
Şuana kadar kimseyle çıkmamamın nedeni de buydu zaten. Kendimi birine sevdirmeye çalışmak yerine kendimi hep geriye çekmeye çalışsam da arkadaşlarım vardı. Birine aşık olmak bana o kadar uzaktı ki...
Aşk acıtır...Aşk acıtır, çünkü kimse gerçekten kimseyi sevemez.
İşte Sehrin Sehra'nın hayat felsefesi...
Kafamı iki yana salladım, bu benim olumsuz düşünceleri kafamdan atma yöntemimdi.
Kapıyı açmadan önce yanıma nakit para aldım. Bir taksi çevirip adresi vererek yola koyulduğumda düşüncelerimi sonraya sakladım. Her zaman üzülmek için biraz vaktim vardır benim. Çünkü ben Sehrin'im.
1 saatlik yolun ardından Club'a geldiğimde dünkü gösterişinden bir şey kaybetmemiş olsa da geceleri daha güzel göründüğünü düşündüm. İçeriye gireceğim sırada korumalar yolu kapattılar. Koyu bir teni olan ve izbandut gibi iri kıyım olan adam bana baktı. "15-16?" dediğinde anlamayarak "Ne?" dedim. Sıkıntıyla iç geçirip "Kimlik ufaklık. Kimlik." dedi. Ne güzel bir zamanlama dedim kendi kendime.
"Bende tam şuanda kimliğimi almaya geldim." Adam elindeki telsize kayıp bir çantadan söz etti ve onaylama gelince önümden çekilip geçmeme izin verdiler. Club tıka basa dolu değildi bu sefer. Sadece bir masada 7-8 arkadaş oturuyor gibi görünüyordu. Pek dikkatli bakmadan barmenin olduğu tarafa doğru yürüdüm. "Çantam?" diye sorduğumda kafasını salladı, gitmek üzereyken tekrar bana döndü. "Çantan ne renkti?" bunun bir kontrol olduğunu anladım. Gerçek sahibine ulaştırmak istiyordu.
"Siyah. Küçük. İçinde ehliyetim var." Adam onayladı ve çantamı bir sıra çekmeceyi kapatıp açtıktan sonra bana getirdi. Gerisin geri yürürken çantamı açıp içindekileri kontrol etmeye başladım. Ama birden birine toslayınca durmak zorunda kaldım. Kafamı kaldırdığımda aynı anda geri çekildim. Bu dün Sıla'yı taciz eden herifti. Kolumu tutup beni ilk girdiğimde gözüme çarpan gruba doğru götürmeye başladı. Bacağına tekme attım ama lanet herif durmuyordu. Çığlık atıp kurtulmaya çalışsam da kimse durdurmuyordu. Masada altı kişi oturan adamların yanına geldiğimizde durdu. Bağırdım ama ağzımı sıkı sıkıya kapatıp küçümsercesine bana baktı.
"Çığlık atman bir şeyi değiştirmez. Herkes buranın gündüzleri kapalı olduğunu bilir. Buraya gelenler sadece küçük bir eğlence arayanlardır." Gözlerim korkuyla büyürken elinden kurtulmaya çalıştım. Ama adam sanki ben duvarla mücadele ediyormuşum gibi bir hisle sarsılmıyordu bile. Sol eli bileğimi tutarken sağ eli göbeğimin üzerinden yukarı çıkmaya başladığında donup kalsam da hemen çözüldüm ve kasıklarına tekmeyi gömdüm. İstediğim kadar sert vuramamış olmalıyım ki adam ben daha kaçamadan sertçe bileğimi tutup beni kendisine çekti. Ben bağırıyor ve çırpınıyorken aniden biri beni belimden tutup bedenine yasladı .Omuzlarım korkuyla titrerken "O benimle." dedi. Sesi öfke saçarken aynı anda sakin çıkabilirdi? Kokusuyla beni serseme çevirirken belimi kurtarıp, kurtarıcıma baktım. Ve biraz daha yukarıya baktığımda sonunda gözlerine erişebildim. Ama o bana bakmıyordu. Sert duruşu bedeniyle eşleşiyordu. Bedeni tank gibiydi. Geçilmez.
Dar tişörtünden bile belli olan kasları sanki sınırlarını zorluyordu. İnce elmacık kemikleri suratının güzelliğine güzellik katıyordu. Kirli sakalı üzerinden görünen dudakları biçimliyken, kirpikleri bir örtü gibi dökülüyordu gözlerinin üzerine.
Ah, evet yakışıklısın.
Elini omzuma atıp beni kendisine çekmesiyle gerçek dünyaya döndüm. "O benimle." diye tekrar ederken kaşları meydan okurcasına kalkmıştı. "O benimle. Ve götün yiyorsa gel de al." der gibiydi. Adamın yüzü belirgin bir farkla değişirken çocuk omzumu sıktı.
"Ta-tamam. Bilmiyordum. Özür dilerim." diye resmen korkudan sıçarken adama bakakaldım. Çocuğun yaşı en fazla 21 olabilirken 27-28 yaşlarında görünen bu adamın nasıl ondan korkabildiğini çözemedim. Birkaç saniye daha oyalandıktan sonra kimseden ses çıkmayınca omzumdaki elden kurtuldum ve çıkışa doğru yürümeye başladım. Yanımda yürümeye başlayan çocuğa ters ters baksam da gitmedi. İstifini bozmadan göz kırpınca kalbim tekledi.
"Önemli değil, Esmer." Çocuğa gözlerimden ateş çıkan bir ifadeyle baksam da bana aldırış etmedi. "Ben Kumralım. Esmer değil." Islık çaldı. "Feci halde Esmersin." Dişlerimi sıksam da bir şey söylemedim.
Züppe piç. Sanki bunca yıldır kendimi tanımıyordum.
Yanımda yürümesini görmezden gelerek çantamı karıştırıp bir saç tokası aldım. Çantamı kapatıp kolumun altına aldım. Tokayı iki dudağımın arasında sıkıştırıp saçımı topuz yaparken bana anlayamadığım bir bakış attı. Ağzımdan tokayı alıp saçımı topladım .Ama arsız birkaç tutam yine dışarı fırladı. Ben etrafıma bakınıp taksi ararken onun beni izlediğinin bilincinde olarak kızarırken bozuntuya vermedim.
Onu izlemeye başladım istemeyerek. Pekala, bir yanım nefesi bile tehlike kokan bu çocuğu isteyerek de incelemek istemiş olabilir.
Lanet olası sürtük.
Çocuk kesinlikle "seksi" standartlarımın bile üstündeydi. Özelliklede elmacık kemikleri. Neden bilmiyorum ama tüm yüzünün güzelliğine rağmen elmacık kemikleri başımı döndürüyordu. Gözleri gece kadar siyahtı. Ve o gözler manalı bir şekilde kısılmış bana bakıyordu.
"Beni mi kesiyorsun Esmer?"
Utancımdan ölecek durumdayım çünkü gerçekten de onu röntgenliyordum.
Lanet olası bakışlarını üzerimden çekmemiş olması da cabası tabii. Benden cevap beklediğini hatırlayarak "Burada taksi falan var mı?" diye sordum. Sorusunu es geçmem kesinlikle onu kestiğimin ilk işaretiydi.
Neresinden çıkardığını görmediğim telefonunu kulağına götürdü ve fısıltıyla konuşmaya başladı. Yaklaşık yarım dakika sonra önümde bir taksi durdu. Arabanın kapısını açtım ve içeri girdim. Tam kapıyı çekecekken çocuk kapıyı tuttu.
"Buralara bir daha gelme. Bu senin yararına olur." Gözlerine boş boş bakmaya devam edince ekledi; "Tabii eğlence istemiyorsan."
Kapıyı sertçe örttü ve gitti.
Eve gittiğimde çocuğu hala aklımdan çıkaramamıştım. Nedenini anlayamadığım bir şekilde çocuk aklımdan çıkmak bilmiyordu.
Okulların açılmasından bir gün önce tam yatağa girmiş uyuyacakken kapı birden açıldı. İçeri Sıla ve Leyla girdi. Leyla belini geçen uzun saçlarıyla ünlüydü. Ayrıca sınıf ve okul birinciliğini elimden alan kişi ve de ayrıca en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Üzerlerindeki kıyafetlerden ne yapacakları anlamıştım. Yorganı yüzüme kadar çektim ve gitmelerini diledim. Ama ne yapayım, ben çok şanssız bir kızım.
Onlar kısacık etekleriyle tüm ilgiyi üzerlerine toplarken ben yine sade bir kot ve üzerine de bir kazak geçirdim. Birde kot ceketlerimden birini kaptığımda hazırdım. Onlar biralarını yudumlarken ben yine kola içiyordum. Alışkanlıklarımdan çok çabuk vazgeçemiyorum.
Bu sefer bir Bar'a getirmişti Sıla bizi .Sıla hala ne yaptığından habersiz en yakın arkadaşım rolünü sürdürüyordu. İkisi de şarkıya kendilerini kaptırmış bir o yana bir bu yana sallanıyorlardı.
Kolamdan bir yudum daha aldım ve saate baktım.
2'yi çeyrek geçiyordu. Harika.
Sıla dans edelim dediğinde Leyla hemen atladı. Bana sormadılar bile, sevmediğimi biliyorlardı.
Bir süre müzik eşliğinde sallandım bende masanın önünde. Uykum gelmeye başlamıştı bile. Gözüm birden elinde bir bardakla benim tarafıma doğru gelen adama kaydı. Babam yaşındaki herif bana sırıtarak bakıyordu. Aşağılık.
Ağır alkol kokusunu benim yanıma gelmeden çok önce almıştım. Bana sırıttı çürük dişlerini göstererek.
Elindeki bardağı sallayarak konuşma girişiminde bulundu. "Sejn süzel bir kıjsın. Bejimle zans etzene fıztık. " Türkçe öğretmenim bu vaziyeti görse işi bırakırdı. Ona aldırmadım ve gitmesini bekledim. Ama o ısrarla gitmemekte direniyordu. Aniden arkadan biri ona bindirince bardağındaki içki üzerime boca oldu.
"Seni orospu çocuğu! Üzerime içki döktün!"
Adam hala pis pis sırıtışını gizlemiyordu. Adamın kasıklarına vurdum ama adam bir saniyelik bükülmeden sonra sinirle ayağa kalktı ve üstüme yürümeye başladı.
Ah, lanet olası başım fena halde dertteydi. Ben geri çekilmek adına bir adım attığımda karşımdaki yaşlı moruk aniden bir iki metre öteye itildi. Karşıma gelen siyah gözler öfke saçıyordu. Kendime bela okudum.
"Bunu alışkanlık haline getirmeye başladığını düşünüyorum. Her seferinde seni kurtaramam Esmer."
Seni yakışıklı piç kurusu.! Yani dünyada başka hiçbir insan evladı kalmamış mıydı da, bu yakışıklı piç bana aynı günde iki kez denk gelmeyi başarabiliyordu?
Pekala en iyi ihtimali düşünecek olsaydık eğer bunun bir rüya olduğunu söylerdim. Ama konu ben olunca... ve eğer ben şanssız bir kızsam? Yani böyle bir ihtimalin olma olasılığı 1000'de -100 diyebilirim.
Gözlerini dikmiş bana bakarken sarhoş adamın ona doğru geldiğini gördüm, gözlerim irileşti. Onu uyaracaktım ki; adama arkasını dönmeden , deyim yerindeyse istifini bile bozmadan, dirseğini geçirdi. Adamın kesinlikle burnu kırılmış olmalı diye düşünmeye başlarken, hala bana bakmakta ısrarcı davranıyordu.
"Adamın burnu falan kırıldı herhalde." dedim seslice. Kaşlarını iyice çattı.
Lanet olası.
Gülümsemiyordu.
Gülümsemediği gibi beni gerecek kadar öfkeli bakışlarıyla bana bakmaya devam ediyordu.
"Bence daha önemli problemlerin olmalı." Üzerimdekileri gösterdi. Hay, lanet olası! Üzerim sırf içkiydi. Ceketimi alıp üzerime geçirdim. Gürültülü müziğe rağmen onu net duyabiliyordum. Suratında tek bir kas oynamıyorken, sanki mümkünmüş gibi kaşlarını biraz daha çattı. Bir şey söylememi bekliyordu sanırım ama ben gözlerine bakmayı sürdürürken gözlerini devirdi ve bana yaklaştı.
"Seni böyle yerlere gelmemen konusunda uyardığımı sanıyordum?" dediğinde gözlerini devirme sırası bana gelmişti.
"Bende sana cevap vermeyerek seni takmadığımı göstermiş olduğumu düşünmüştüm." İşte bu sözlerim yüzünün birazda olsa değişmesini sağladı: Şaşkınlık.
Ama sonra tekrar eski haline döndü. Her zaman ki haliydi canım : Öfkeli.
Beni kolumdan tutup arkadaki duvara yapıştırdı. Omzuma bastırdı."Uh, bu acıttı." Sözlerim dalga geçiyormuş gibi çıkmış olmalı ki iki elini birden omzuma bastırdığında daha çok canım yandı. Bunu dalga geçmek için söylememiştim oysaki.
"Bunu oyun mu sanıyorsun, ufaklık?" dediğinde burnumdan soludum. Normalde neremden soluyorsam artık. "Ben.." diye cümleye başlasam da devamını getiremedim. Tüm ışıklar biranda söndüğünde nefes alamadığımı hissederken, kalbim sıkışmaya başladığı anda aynı zamanda terlemeye de başladım .Ellerim çocuğun elini kavradığında çekmeye çalıştığını hatırlıyorum. "Dur. Gitme. Sakın, sakın beni bırakma. Şuanda olmaz." Gözlerimi sımsıkı kapadım. Yere yığılmamı engelleyen tek şey omuzlarımı tutan elleriydi. Sık nefes alışlarım arasında çocuğun elleri saçlarımı kavradı. "Hey, iyi misin?" sesi sakinleşmemi sağlıyordu. Ama çok konuşmuyordu ne yazık ki. "Akluofobi." dediğimde dudaklarını kulaklarıma yaklaştırdı. "O da ne?" Sesi sanki beni korkumdan uzaklaştırmak için yaratılmış gibiydi. Benim Metaforum. Bacaklarım titremeye başladığında soğuk bedenimi sarmıştı. Titrememi hissetmişti. Elleri omzumdan düşse de ellerini bırakmadım. "Lütfen.. Şimdi gitme. Bekle."
"Sakin ol Esmer. Buradayım. Ne olduğunu söyle?" Elleriyle ellerimi sardı. Çenem birbirine çarparken "Ka-karanlık kork..usu." diyebilmeyi başardığım. Bedeni kaskatı oldu. Belimi elleriyle sarıp beni kendisine çekti. Hala titriyordum ve en fenası nefesim kesilmeye başlamıştı. Bayılacaktım. Bu çok ender oluyordu ama sonunda eğer ışık olmazsa bayılıyordum. Kendimi kontrol edemiyordum. "Esmer beni dinle." Titremekle meşgulken ve aynı zamanda bayılmamaya çalışırken onu dinlememi nasıl bekliyorsa artık. "Sakin ol!" İşte tamda bu durumla ilgili bilgisi olmayan birinin yapacağı şeyi yapıyordu. Gülümsememin ardından ışıklar yandı. Gözlerim ışığa alışmaya çalışırken çocuğu gördüm; yüzünde ter damlacıkları belirmiş, kaşları yine çatıktı. Gözleri endişeli bakıyordu. Gözlerim karanlığı bulurken belime sarılmış elleri beni kendisine bastırdı.
Bayılmıştım.