6.PARAŞÜTÇÜ ASKER

2310 Kelimeler
Arzu sabah uyandığında neredeyse öğlen olmak üzereydi. Tatil gününü fırsat bilmiş uzun saatler uyumuştu. Kabarmış, her bir buklesi bağımsızlığını ilan etmiş kıvırcık saçlarını karıştıra karıştıra odasından çıktı. Annesi yıkanmış çamaşırları tepeleme doldurduğu seleyle balkona gidiyordu. ‘’Günaydın ballı sütüm.’’ dedi esneyerek. ‘’Günaydın Arzu’m kızım.’’ dedi Meryem Hanım içten sevgi dolu sesiyle. ‘’Bugünü unutmadın değil mi?’’ ‘’Unutmadım.’’ Arzu buluşmayı önemsemeden esnemeye devam ederek banyoya girdi. Gece uyurken sıcaktan terlemişti rahatlayabilmek için duş almalıydı. Yıkanıp çıktığında kıvırcık saçlarını hizaya sokabilmek için uzun uzun uğraşması gerekiyordu. ‘’Utanın kendinizden.’’ dedi saç buklesini tutup çekerek. ‘’Paraşütle atlayan tadı belirsiz asker bile o yükseklikten rüzgarların arasından geçti bir tel saçı bile şapkasından dışarı çıkmamıştı siz ise her türlü konforu sunmama rağmen kafanıza göre takılıyorsunuz.’’ Kremiydi, saç spreyiydi derken sonunda kabarıklığı belli bir seviyeye indirip şekil vermeyi başardı. Mutfağa girdiğinde hızlıca tost yapıp meyve suyuyla yiyerek karnını doyurmaya başladı. Annesi çamaşırları asmış, yemek yapmak için mutfağa girmişti. ‘’Kızım, çocuk seni tanısın diye pembe elbise giyecek dedim.’’ ‘’Ne?’’ diye feryat etti Arzu. ‘’Anne kaç yaşındayım pembe elbisesi mi kalmış? Çocuk dediğin adam bana bakıp ‘Bu daha çocukmuş’ diyerek arkasına bakmadan kaçsın istiyorsan gitmeyebilirim hiç sorun değil.’’ ‘’Ne bileyim kızım sabah babaannen aradı işte tanışacağın çocuğun annesi yanındaymış oğlum nereye gelsin, saat kaçta gelsin, Arzu’yu nasıl tanır diye sordurdu bende o an aklıma ilk geleni söyledim.’’ Arzu meyve suyundan içti. ‘’İyi nereye gideceğimi bana da söyle.’’ ‘’Senin tatlı yemek için sürekli gittiğin Ay Çöreği pastanesini söyledim. Bildiğin yer olursa rahat edersin diye düşündüm.’’ ‘’Peki.’’ Kahvaltısını bitirdiğinde odasına girdi. Dolabının kapağını açıp kıyafetlerine bakmaya başladı. Pembe olmasa da pudra renginde bir elbisesi vardı. Erkekler için renkler ana renklerden ibaretti bu yüzden aradaki farkı anlayacağını pek sanmıyordu. Üzerindeki kıyafeti elbisesiyle değiştirip seçtiği küpeleri kulağına taktı. Kıvırcık saçları omuzlarında salınıyordu. Geç uyanmıştı ve hafta sonu gezmek için dışarı çıkan ailelerin oluşturduğu trafikte pastaneye gitmesi uzun sürerdi. Parfümünü sıktığında yanına alacağı çantanın içine telefonunu, cüzdanını ve olmazsa olmaz kulak tıkacını koydu. ‘’Annem ben gidiyorum.’’ dediğinde Meryem Hanım, kızını yolcu etmek için mutfaktan ellerini kurulayarak geldi. ‘’Arzu’m, strese girdiğini hissedersen hemen kalk dön eve kendini zorlama olur mu?’’ Arzu tebessüm etti. ‘’Merak etme annem kendimi zorlayıp hafızamı kaybedeceğim bir duruma girmem.’’ Sandaletlerini ayağına giydiğinde asansöre ilerledi. Sıcak hava yakıcıydı. Güneş gözlüğünü gözüne taktığında dolmuş durağına kadar yürüdü. Gideceği yere götürecek dolmuş için yarım saat beklemişti sonrasında da hep olduğu gibi tıkış tepiş otobüse binip ayakta gitmek zorunda kalmıştı. Pastaneye geldiğinde geldiği zamanlarda oturduğu masanın boş olduğunu görünce yüzünde memnuniyet ifadesiyle hemen gidip oturdu. Bu masa en köşede kalan yerdi bu yüzden içerideki seslerden de uzakta kalıyordu. Garson geldiğinde, ‘’Hoş geldiniz.’’ diyerek menüyü bıraktı. ‘’Bir arkadaşım gelecek siparişi o zaman veririz.’’ diyerek garsonu gönderdi. Etrafına bakınırken farkında olmadan ayağını hissettiği stresle sallamaya başlamıştı. Hayatında ilk defa tanımadığı bir adamla buluşacaktı. Ne konuşacaklardı, nasıl sohbet edeceklerdi? Ya çok çirkinse? Ter kokuyorsa? Pisse? Kılları deliğinden fışkıran göbeği varsa? Yemek yerken ağzını şapırdatıyorsa? Konuşurken küfür ediyorsa? İçki içip kumar oynuyorsa? ‘’Düşünme Arzu gelince görürsün.’’ diyerek derin bir nefes alıp telefonundan saate baktı. Geç kalmayayım derken erken gelmişti. Selim üzerini giymeden önce kremini göğsündeki morlukların üzerine sürdü. İlk günün koyu rengi yoktu ama iyileşmesi için daha zaman vardı. ‘’Oğlum geç kalma.’’ diyen annesinin sesiyle iç çekti. ‘’Vakit var Saadet’im yetişirim.’’ dedi. Bugüne kadar hiçbir kıza alıcı gözle bakmamıştı. Asker olma aşkıyla büyümüş, kendisini bu yönde eğitimlerine adamıştı. Böyle bir mesleğe sahipken evlenmek doğru da gelmiyordu. Gittikleri görevlerin ne kadar süreceği belli olmuyordu, aylarca evden uzakta kaldığında annesi yolunu beklerdi ama karısına bekle demek ona haksızlık olurdu. Gittiği görevlerden dönebileceğinin hiçbir zaman garantisi yoktu. Göğsünde taşıdığı morluklar bir gün canını alacak bir kara deliğe dönüşebilirdi. Kot pantolonunun üzerine tişörtünü giydi. Saçlarının şekle girmesi için eliyle düzeltmesi yeterli olmuştu. Parfümünü sıkıp odasından çıktığı anda annesiyle karşı karşıya geldi. ‘’Düşman askeri gibi kapıma pusu mu kurdun Saadet sultan?’’ dedi gülerek. ‘’Kaçma diye nöbete durdum.’’ dedi annesi de aynı şekilde karşılık vererek. ‘’Kaçmıyorum söz verdim gidip çayımı içip geleceğim.’’ Annesinin omzuna kolunu attı. Yanında boyu kısa kalıyordu. ‘’Gel de hayırlı haberle gel.’’ Saadet Hanım arabanın yanına kadar oğluyla yürüdü. ‘’Ay Çöreği Pastanesini biliyor musun?’’ ‘’Bulurum.’’ dedi Selim. ‘’Üzerine de pembe elbise giyecekmiş.’’ ‘’Pembe?’’ Selim gülmüştü. ‘’Tamam annem pastaneden çıkınca da parka gideriz.’’ Saadet Hanım, arabaya binen oğluna baktı. ‘’Kızı kaçırayım diye olmayacak şeyler söyleme sorar öğrenirim.’’ ‘’Söylemem annem.’’ Selim üzerine basa basa konuşmuştu. Arabanın kapısını kapattığında annesine el sallayıp gaza bastı. Yolda giderken Navigasyondan pastanenin adını yazıp aratarak yol tarifini aktifleştirdi. Cebinde ailesinden gizli kullandığı diğer telefonun bir titreşimle çalmasını ve görev gelmesini beklemişti ama gelmiyordu. O çayı içmeye mecbur kalmış gibi görünüyordu. Pastanenin olduğu sokağa girdiğinde araba için park yeri araması gerekmişti. Bulduğunda park edip dışarı adım attı. Pastaneye girdiğinde etrafına bakınmaya başladı. Pembe elbise giyen birine bakınıyordu. Annesinin beğendiği kızın biraz kilolu olacağını düşünüyordu. Televizyonda izlediği programlarda gördüğü her kilolu kızı nasıl övdüğünü biliyordu. Bakınmaya devam ederken köşedeki yuvarlak masada oturan genç kızı fark etti. Üzerindeki elbiseye baktığında pembeydi. Başı pencereden dışarıya dönüktü. Kıvırcık saçları yüzünü tamamen kapatmıştı. Mesleğinin verdiği adımlarının sertliğiyle masaya yaklaştı. Soru soran sesi, ‘’Arzu?’’ dediğinde genç kız duyduğu sesle ağzında oluşan tadı hissetti ve başını çevirip adını seslenene baktı. Birbirlerini gördüklerinde tanımışlardı. Arzu oturduğu yerden kalkarken şaşkınlıkla, ‘’Paraşütçü asker!’’ dedi. Selim’in tek kaşı havalandı. ‘’Meraklı fotoğrafçı!’’ diyerek karşılık verdi. Birkaç saniye süren şaşkınlığın verdiği bir sessizlik oluştu. Selim kendisini Arzu’dan daha hızlı toparladı. Ani değişen hava durumlarına alışkındı. Elini uzattığında, ‘’Selim.’’ dedi. ‘’İsmim paraşütçü askerden daha güzel gibi.’’ ‘’Öyle gibi.’’ diyen Arzu yüzünde tebessümle uzanan eli tutup sıktı. ‘’Arzu bende ismimi tercih ederim ve meraklı değilim sadece işimi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum.’’ Elini geri çektiğinde, ‘’Oturalım mı?’’ dedi. Selim başıyla onayladığında yuvarlak masada karşılıklı oturdular. Garson bir kez daha geldiğinde Selim, ‘’Ne istersin?’’ diye karşısındakine sordu. ‘’Çay yeterli.’’ Selim, garsona ‘’İki çay biri demli olsun.’’ diyerek siparişi verdi. Bir dakika içinde çayları gelmişti. Arzu karşısındakine biraz alıcı gözle baktı. Boyu oldukça uzundu, bedeni yapılıydı ve bunun mesleği için aldığı eğitimlerden kaynaklı olduğunu düşünüyordu. Bakışlarında, duruşunda, hareketlerinde hatta konuşmasında otoritesi belli oluyordu. Yakışıklı yüzü tıraşının etkisiyle pürüzsüzdü. Kahverengi gözlerinin rengi açık bir tondaydı. ‘’Ee şimdi ne olacak?’’ diye sordu çayından bir yudum içip. Selim, soruyu sorana baktı. Annesinin beğendiği kızlardan sonra Arzu beklediğinden farklıydı. Kilolu değil zayıftı, kıvırcık saçları hareketleriyle beraber dalgalanıyordu, konuştuğunda yanağındaki gamzesi çukurlaşıyordu ve yeşil gözleri güneş ışığının etkisiyle cam gibi parlıyordu. İtiraf etmesi gerekirdi beklediğinden güzeldi. Önündeki demli çayını havaya kaldırdı. ‘’Annelerimize söz verdik senin içinde uygunsa bitene kadar sohbet edelim devamına sonra karar veririz. Zorla gelme durumun varsa da hemen kalkalım beğenmedik, anlaşamadık deriz bu defter açılmadan kapanır.’’ ‘’Fazla açık sözlüsün.’’ dedi Arzu ağzındaki tatla. Hangi yiyeceğe ait olduğunu bulamadıkça delirecekmiş gibi hissediyordu. ‘’Lafı dolandırmayı sevmem. Bir kelime bazen bin cümleye bedeldir. Az laf çok hareket.’’ ‘’Laf dolandırmak bazen iyidir.’’ diyerek karşılık verdi Arzu. Selim cevap vermek için düşünmeye ihtiyaç duymamıştı. ‘’O senin mesleğinin uzmanlık alanı. Bir cümlelik haberi yüz cümleyle evire çevire anlatmak sıkıcı olmalı.’’ Arzu’nun yüzünde gamzesini belli eden bir tebessüm daha belirdi. ‘’Az laf çok hareket de senin mesleğinin uzmanlık alanı olmalı.’’ ‘’Öyle.’’ dedi Selim itiraz etmeden. Arzu çayından bir yudum daha içtiğinde, ‘’Paraşütle atlamak dışında neler yapıyorsun?’’ diye sordu. ‘’Görev ne derse onu yapıyorum.’’ ‘’İlgilendiğin bir hobin yok mu?’’ dedi bu defa Arzu. Selim başını olumsuz yönde salladı. ‘’Keyfine işler için vaktim olmuyor.’’ Arzu çayından bir yudum daha aldığında bardağın içindeki kırmızı sıvı yarıya inmişti. ‘’Tanımadığın biriyle ne konuşulur bilemedim soracağım soru bitti. Yani bir hobim var deseydin belki oradan sohbeti ilerletirdik.’’ Sözler diğerini güldürmüştü. ‘’Ben sorayım o zaman bu pembe aşkının sebebi var mı?’’ Arzu’nun bakışları üzerindeki kıyafete çevrildi. ‘’Annemin kurbanıyım normalde kullandığım bir renk değil.’’ derken gülüyordu. ‘’Seni ilk gördüğümde de pembe renkli bir elbise giymiştin o yüzden merak ettim.’’ ‘’Üzerimdeki pantolon ve tişörtün pembe olmadığına eminim.’’ Arzu gösteride karşılaştığı gün üzerindeki kıyafetleri düşünüyordu. ‘’Paraşütün altında kaldığın günden değil karşılaştığımız ilk günden bahsediyorum. On yaşındaydım sanırım sende sekiz yaşındaydın. Mahallede düğüne gelmiştiniz kaybolmuştun evimin bahçesinde annenle baban seni bulana kadar biraz sohbet etmiştik.’’ Arzu hatırlamadığı anlarla oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. O günü biliyordu ama anılarında yoktu. Girdiği atak nedeniyle hafızası yaşadıklarını kaydetmemişti. ‘’Üzgünüm hatırlamıyorum.’’ dedi sonra konuyu başka yöne çekmek için, ‘’Ama senin hafızan iyiymiş üzerimdeki kıyafetin rengine kadar hatırlıyorsun.’’ dedi. ‘’Bütün mahalleyi alarma geçiren birini hatırlamamak mümkün değil ama evet bu konularda hafızam iyidir.’’ Bilerek bayılmasını dile getirmedi. Hatırlamıyorum dediği an bu konuyu kendisi de kapatmıştı. Arzu cevap vermedi. Hafıza kaybı konusuna girmek istemiyordu henüz erkendi. Çayından bir yudum alırken Selim, ‘’Sohbet işini pek beceremedik.’’ dediğinde yüzünün şekli değişti. Çayını şekerli asla içmezdi, içemezdi ve Selim konuştukça ağzında bala benzer tatlı bir tat oluşuyordu. Yüzünün aldığı şekli genç adam fark etmişti. ‘’Bu kadar tatsız bir insan olduğumu da seninle oturana kadar anlamamıştım.’’ ‘’Aksine fazla tatlısın.’’ dedi Arzu hissettiği tadın etkisiyle ve o anda söylediği lafın nereye gittiğini fark etti. Göz göze geldiklerinde Selim’in bakışlarındaki şaşkınlık belliydi. ‘’Yanlış anlama o anlamda söylemedim yani sen tatlı değilsin sesin tatlı yani sesin tatlı derken tadı tatlı…’’ Daha fazla saçmalamamak için durup derin bir nefes aldı. Kıvırcık saçını eliyle geriye taradı. ‘’Açıklayayım derken iyice batırdım.’’ Selim gülmeye başlamıştı. ‘’Tatlı mıyım değil miyim karar ver?’’ ‘’Bende sinestezi var. Ne olduğunu biliyor musun?’’ ‘’Hayır ilk defa duydum, O ne?’’ Selim’in aklı babasının söylediği hastalık durumuna gitti. Aklı karışıyor derken bunu mu kastetmişti? Anlık karar değiştirmeyle ilgili bir rahatsızlık mıydı? ‘’Beynim normal insanlardan biraz farklı çalışıyor. Sağlık durumumu etkileyen bir hastalık değil de nörolojik bir farklılık olduğu söyleniyor. İnsanlar konuşunca sesleriyle tatlar algılıyorum. Mesela annem konuşurken ağzımda ballı süt tadı beliriyor.’’ Selim’in iki kaşı aynı anda havalandı. ‘’Garipmiş dersem fazla kaba mı konuşmuş olurum?’’ ‘’Hayır dünyada örnekleri var ama nadir görülen bir durum bu yüzden insanlar bilmiyor aldığım tepkilere alışkınım.’’ Selim çayının son yudumunu içti. ‘’Tatlı olan tadımı merak ettim. Tam olarak hangi yiyeceğim?’’ ‘’Bilmiyorum.’’ Arzu omuz silkti ve çayının son yudumunu içti. ‘’Gösteri yaptığın günde aynı tadı almıştım hâlâ da aynı tadı alıyorum ve hangi yiyecek olduğunu bulamıyorum. Hiç yemediğim bir yiyeceğin tadını duyumsayamam ama seninle beraber gelen tadın kaynağı sır gibi saklı.’’ Garson yanlarına geldiğinde elindeki tepside iki çay vardı. ‘’Tazeliyeyim mi ağabey?’’ dediğinde Selim başıyla onaylayınca boş bardakları alıp çay dolu bardakları bırakıp gitti. ‘’Bu tatlar insanlardan aldığın enerjiye göre mi şekilleniyor ona göre kendimi bir yere konumlandırayım?’’ Arzu gülünce gamzeleri parıldadı. ‘’Hayır beynim bunu neye göre belirliyor hiçbir fikrim yok. Mesela babamı çok severim ama onun sesi sadece sesten ibaret sonra üniversitede bir hocamız vardı. Çok tatlı bir kadındı, çok severdim, derslerine istekle girerdim ama o ders boyu konuştukça benim ağzımda çiğ et tadı oluşurdu bütün ders boyu kusmamak için kendimi zor tutardım.’’ ‘’Bugüne kadar aldığın en garip tat neydi?’’ Sinestezi durumu Selim’in ilgisini çekmişti. Arzu bir süre düşündü. ‘’Söylerim ama sonra midem bulandı diye şikayet istemiyorum.’’ derken gülmesi gittikçe genişliyordu. ‘’Kolay iğrenen biri değilim.’’ Selim oturduğu yerde dikleşti. ‘’Babaannem ile dedemin yaşadığı köyde bir kadın vardı. Köy yerlerini bilirsin girdiğinde ağır bir tezek kokusu oluşur ve o kokuyla sanki tadını ağzında hissedersin.’’ Selim söyleneni başıyla onayladı. ‘’İşte köydeki kadın konuştukça o tat ağzımda beliriyordu ama kokuyla aldığın tattan daha yoğun şekilde gelirdi. Çocukken annemler birkaç bayram bayramlaşmak için zorla götürdüler her defasında kadının evinin ortasına kusunca bir daha ısrar etmediler.’’ İkisi de karşılıklı gülerken ikinci bardak çayları da bitmişti ve devamında önlerine birer fincan kahve gelmişti. Arzu keyifle anlatmaya devam ediyordu. ‘’Ortaokulda sınıfımızda bir çocuk vardı. O konuştukça benim ağzımda pamuk şeker tadı belirirdi. Teneffüslerde peşinden ayrılmazdım benimle konuş diye yakasına yapışırdım.’’ Selim kahvesinden bir yudum aldı. Arzu’nun söylediklerinden sonra konuşmasını onun çayını, kahvesini içmediği anlara göre ayarlamaya başlamıştı ve Arzu bunu fark etmişti. ‘’Bugüne kadar duyduğun en saçma soru olacak ama o tatları hissetmek karın tokluğu sağlıyor mu?’’ Arzu eliyle kulağını çekip masaya vurdu. ‘’Allah korusun öyle olsaydı insanlar konuştukça ben kilo alırdım sonra dünyanın en obez insanı olurdum.’’ ‘’Ben karın tokluğu için çalışmak zorunda kalmazsın diye düşünmüştüm ama burada da kadın erkek arasındaki düşünce farklılığı devreye girdi.’’ ‘’Sanırım öyle oldu.’’ Arzu kahvesinden bir yudum aldığında yanından geçen garsondan çok sevdiği suflelerden istedi. ‘’Peki sen? Neden askerlik gibi zor bir meslek seçtin? Raziye babaannem, anneme göreve gittiğinde aylarca gelmediği zamanlar oluyor demiş.’’ ‘’Sebebini hiç düşünmedim ama başka bir meslek bana göre değildi.’’ ‘’Aylarca gelmediğin zamanlar sınır dışına mı gidiyorsun? Kendi mesleğimden az çok biliyorum bir şeyler.’’ ‘’Evet gerektiğinde.’’ Arzu, Selim’in konuşmalarından sonra gelen suflesinden büyük bir kaşık yedi. ‘’Peki anladım sende iş konusunda ağzı kilitli olanlardansın kapatıyorum bu konuyu.’’ ‘’Sizler arkanızı döner miydiniz?’’ Selim gülerek sormuştu. ‘’Mesleğin paraşütle atlamadığın sürece haber değeri taşımıyor bu yüzden ilgilenmiyorum.’’ Konuşmaları ilerledikçe ilerlemişti. Sohbetleri güzel bir şekilde ilerlemişti. Hava karardığında, ‘’Eve dönmeliyim.’’ dedi Arzu. Tahmininden daha fazla oturmuştu. ‘’Ben bırakırım tek gitme.’’ Selim, Arzu’ya fırsat vermeden cüzdanını çıkarıp hesabı ödedi. Pastaneden çıkıp arabanın yanına vardıklarında Selim ön tarafın kapısını açınca genç kız, ‘’Teşekkür ederim.’’ diyerek açılan kapıdan içeri oturdu. Yola çıktıklarında Selim ev adresini öğrenip o yönde ilerledi. Yol boyu konuşmaktan çok sessiz kalmışlardı. Apartmanın önünde duran arabayla Selim cep telefonunu çıkarıp yanındakine uzattı. ‘’Senin içinde uygunsa daha sonra tekrar bir çay içmek için telefon numaranı verir misin?’’ Arzu telefonu aldığında numarasının yarısını yazıp duraksadı. Hafızasını kaybettiği atakları söylememişti. Annesinin uyarıları zihninde yankılanıp duruyordu ama söylemeye cesaret edemiyordu. Selim ile konuşmaktan hoşlanmıştı gerçeği söylediğinde üç yıl önce terk edildiği gibi terk edilmekten korkuyordu. ‘’Kendini zorunlu hissetme.’’ dedi Selim duraksadığını fark ederek. Arzu düşüncelerini geri itip kalan numaraları tuşlayıp telefonu sahibine verdi. ‘’İyi akşamlar.’’ diyerek kaçarcasına arabadan inip apartmana girdi. Gerçeği bir sonraki buluşmasında söyleyecekti. Tabii söyleyebilirse!
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE