Tüm vücudum sızlarken, ayakta sabit durmaya çalışmak gerçekten de zordu tramvayda. Üstelik tıklım tıklım dolu olduğu ve her durakta beş kişi inip on kişi bindiği için bu daha da zor oluyordu. Kübra'nın evi uzak olduğu için metro ile gitmesi gerekiyordu. Beni durağıma bırakmış ardından da vedalaşıp kendi yoluna gitmişti.
Yüzüme bir kez gözü değen biri dönüp bir daha bakıyordu. Dışarıdan dayak yiyip dudağı patlamış, gözü morarmış birine benziyordum ki de öyleydim. Gözüm buz torbası sayesinde şişmemişti ama morarmıştı. Yarın ilk ciddi makyajımı yapacaktım anlaşılan.
Sonunda ineceğim durağa vardığımda açılan kapılardan en yakınına kendimi zar zor atıp kalabalıktan sıyrılarak tramvaydan indim. Evime sadece birkaç sokak kalmıştı ama yorulmuştum. Hem bedenen hem de ruhen. Okulun ilk günü, yeni düzen, yeni insanlar, yeni yaşam.
Hala açık olan büyük bir market görünce sabah kahvaltı hazırlarken evde fark ettiğim eksiklikleri almaya karar verdim. Girişte bulunan alışveriş arabasına kurs çantamı koyup; aklımda duran listedeki eksikleri de koymak için reyonlar arasında ilerlemeye başladım.
Markette benim dışımda görebildiğim üç müşteri daha vardı ve aceleleri yokmuş gibi reyonları inceliyorlardı. Umursamayarak işime döndüm ve alışverişimin ardından kasaya yöneldim. Ücreti ödeyip cüzdanımı çantama koydum ve kasiyerin poşetlediği malzemeleri alıp marketten ayrıldım. Vücudumun sızısına taşıdığım yüklerin ağrısı da eklenince; attığım her adımla birden yığılacakmış gibi hissediyordum.
''Hey, hanım efendi! Bir dakika bekleyin!'' Arkamdan duyduğum erkek sesiyle bana seslenilmiş olma ihtimali ile arkama döndüm. Bana doğru koşan birini görmemle gergince etrafıma bakındım. Karşı kaldırımda yürüyen birkaç kişi ve fazla samimi ilerleyen bir çift vardı. Bulunduğum kaldırımda ise duvarın hemen bitişiğinde tekir bir kedi vardı. Yani bana seslenmişti. Bakışlarımı, önümde soluklanmak için duran gence çevirdiğimde aklımda soru işaretleri dönüp duruyordu. Soluklanırken hafif eğilmişti ve bu da yüzünü görmemi engellemişti.
''Bana mı seslenmiştiniz?'' diye sordum yeterince soluklandığına karar vererek. Elimdeki poşetler ilk aldığımdan da ağır gelmeye başlayınca yere bırakmak için eğildim. Bu sırada gördüğüm ve birden aklıma dolan şeyle nefesimi tuttum. Aklıma sonunda kurs çantam gelebildiğinde çocuğun elinde onu görmem gerekiyormuş demek ki.
''Bu benim çantam!'' diye heyecan ve telaşla bağırdım hızla doğrulup sol elimin işaret parmağıyla çantamı gösterirken. Genç tepkime şaşırmış bir şekilde bana baktığında şaşırma sırası bendeydi. Bugün kantinde rengini tahmin etmeye çalıştığım çocuk şu an karşımdaydı. Gözlerimi koyu renk gözlerinden ayıramazken az önce bağırırken gür çıkan sesim birden kaybolmuştu. Hatta galiba nefes bile almıyordum.
Beni bu hale getiren neydi ki? Çantamı unutmuş olmam mı, onu unuttuğumu fark etmeden onu bulmam mı? Çantamı bana getiren kişinin bugün, öküzün trene baktığı gibi bön bön bakarken yakalandığım genci görmem mi? Evrenin benimle alıp veremediği bir şey vardı kesinlikle. Yüzümün kızardığına yemin edebilirdim. Onu tanıdığım andan itibaren bir heyecan ve utanç sarmıştı bedenimi ve bu da kızarmama sebep oluyordu.
Hissettiklerim yüzünden kızarmıyorsam bile nefes alamadığım için de kızarıyor olabilirdim. Şaşkınlıktan bu hale gelmem saçmaydı.
''Şey, tahmin etmiştim elinizdeki poşetlerden.'' Sesini işitmemle tenim karıncalanırken sesinin tonunun ne kadar hoş olduğunu düşündüm. Yumuşak ve kalındı. Pürüzsüz bir tınısı vardı ve maddeye bürünse tende ipek gibi bir his bırakırdı.
''İyi akşamlar o zaman.'' Çantamı poşetlerin yanına bırakıp doğrulduğunda kendime gelebilmiştim sonunda. Beynim ve vücudum işlevini geri kazanırken açlıkla derin bir nefes aldım. Almaz olaydım. Öksürmeye birden başlamamla aldığım nefesin de bir anlamı kalmamıştı. Kendimi bugün yeterince rezil etmedim mi, ha evren?
''İyi misiniz?'' Sorduğu soruya elimi kaldırıp kafamı sallayarak onay verdim. Sonunda öksürüğüm dindiğinde titrek bir nefes aldım.
''Kusura bakmayın. B-ben teşekkür ederim her şey için. Size de akşam akşam zahmet verdim. Tekrar özür dilerim.'' Arada kekelesem de kurabildiğim mantıklı cümleyle kendimi tebrik ettim. Sonunda evren!
''Ne demek. Tekrar iyi akşamlar.'' Arkasını dönüp gidecekken birden telaşlanıp çok saçma bir şey yaptım. Birden kolunu tuttum. Ben tuttum. Nehir Mira BÜYÜKYILDIZ! Tanımadığı birine kendi rızasıyla tensel temas kurmuştu korkuyla. Neden korkmuştum ki? Gideceği için, bu kısa an biteceği için mi? Çok saçmaydı.
''Sizi tanıyor muyum?'' Şaşkınlığıma dudaklarımdan birden dökülen kelimelerim sayesinden bir yenisi daha eklenirken; bugün ne kadar daha kendimi şaşırtacaktım acaba?
Genç temasımdan irkilerek kolunu sertçe çekip, elimin boşluğuna düşmesine sebep olurken; bir iki adım geriye adım atarak benden uzaklaşmıştı. Bana korku ve şaşkınlıkla bakarken ben daha da şaşkındım. Bu tepkisi beni bozguna uğratırken utancımdan gözlerim yanmaya başlamıştı bile.
''B-be-ben özür dilerim.'' Sesim cılız çıkarken gözlerinde gördüğüm bakışla ne hissedeceğimi de şaşırdım. Kötü bir niyetim yoktu ki! Kendimi açıklamam gerekiyordu. Onunla aynı okuldaydım sonuçta ve bana yardım etmişti.
''Ben-''
''Benim gitmem gerekiyor. İyi akşamlar.'' Arkasını dönüp geldiği gibi koşarak yanımdan uzaklaşırken; gözlerinde gördüklerimden, ne hissedeceğimi bilemez halde arkasından bakakaldım. Gözlerimin sızısına daha fazla dayanamayıp gözyaşlarıma özgürlüklerini verdiğimde vücudumdaki tüm güç çekilmiş gibi sendeledim. Acilen eve gitmem ve bu kısa anın verdiği hasarı atlatmam gerekiyordu.
Çantamdan telefonumu, ellerim titreyerek zar zor çıkardığımda gözyaşlarım arasından Barış'ın ismini bulup aradım.
''Barış, evin iki sokak aşağısındayım. Çabuk gel.'' Telefon açılır açılmaz titreyen ve çatlak çıkan sesimle konuştum ve Barış'ın ''Hemen geliyorum!'' demesini duymamla kapatıp; telefonumu elimde tutup sıkarak güç almaya çalıştım.
Ben bunu neden yapmıştım ki? Neden? Neden kendimi rezil etmek için özel bir çaba harcıyordum ki? Neden normal değildim? Ne olurdu sadece teşekkür etsem? Hem neden onun gideceğinden korkup böyle saçma bir hareket yapmıştım ki ben? Gitse ne olurdu ki! Teşekkürü mü etmiştim sonuçta değil mi? Neden? Neden? Neden!
* * *
''Uyumak istiyorum!'' Barış'a söylediğim bu iki kelime ağzını açıp kapamasına sebep olmuştu. Onu endişelendirdiğimi, korkuttuğumu biliyordum ama konuşacak halim yoktu. Elindeki poşetleri yere bırakıp ellerini beline koydu.
''Peki, ben sana süt ısıtıp getireyim. Sen üstünü değiştir.'' Bir şekilde benim ağzımdan laf almaya çalışacaktı. Zorlamamın manası yoktu. Kafamı onaylar anlamında sallayıp elimdeki çantamla odama yöneldim. Odamın ışığını açmadan, elimdeki çantayı kenara koyup sırt çantamı yatağımın üstüne attım ve direk banyoya girdim.
Üstümdeki kıyafetlerden ani bir kararla kurtulup duş almanın bedenime iyi geleceğini düşündüm. Düşüncelerimi şu ana kadar kovmakta iyiydim ama yatağa girdiğim an beyni işgal edeceklerine emindim. Suyu ılığa ayarlayıp, hızlıca aldığım duşun ardından günün yorgunluğunun üstüme çöktüğünü hissetmemle esnemem bir oldu.
Bornozuma sarılıp saçımı da havluya sardıktan sonra çıkardığım kıyafetleri ayırıp makineye attım. Çantamda bulunan kirlileri hatırladığımda odama dönüp çantayı da kaptığım gibi tekrar banyoya girdim. Makineye çantadaki kirlileri de attığımda çalıştırdım ve çantayı kirli sepetin üstüne koydum. Banyoyu temizlemeyi diş fırçalamaya geleceğim zaman yapmayı düşünerek ellerimi lavaboda yıkadım.
Odaya üstümü giyinmek için döndüğümde Barış'ı elinde tepsiyle yatağımda otururken gördüm. Bakışlarını halıya dikmiş, sanki halıda bulunan desenlerin bir anlamı varmış gibi bakıyordu. Banyonun kapısını kapattığımda daldığı yerden çıkıp bana baktı.
''Biraz daha iyi misin kardeşim?'' Sorduğu soru burnumun sızlamasına sebep olurken kendi öz abilerimden daha çok sevdiğim kuzenime baktım. Abimler ben doğduğumdan beri bayramlar hariç eve uğramıyorlardı. Bana bir kere bile 'kardeşim' dediklerini hatırlamıyordum. İyi ki yanımda Barış vardı şu an! Aileden birine, beni seven birine şu an çok ihtiyacım vardı. Aileden olanlar bizi biz olduğumuz için kabul ederlerdi.
Gözlerim dolarken kafamı sonun hayır anlamında iki yana salladım ve elindeki tepsiyi komodinin üstüne bırakıp kollarını bana açmasını izledim. Hiç beklemeden kolları arasındaki yerimi alırken gözyaşlarım da kendilerine firar etme hakkı vermişlerdi.
''Şıştt! Ne oldu benim biriciğime? Kim üzdü seni? Gözündeki morluğun ve dudağındaki yaranın kurstan olduğunu tahmin ediyorum. Yoksa biri sana zarar mı verdi?'' Barış'ın kollarının söylediği cümleyle kasılması üzerine kafamı iyice boyun girintisine gömdüm.
Ağlamam durmazken nasıl anlatacağımı bilemez bir halde öylece susmuştum. Barış, omuzlarımdan tutup sarılmamızı bozarken endişe ve korkuyla bana bakıyordu.
''Ne oldu birtanem?'' Şefkatli sesini duymamla ne olacaksa olsun artık diyerek titrek bir nefes aldım ve başladım bugün başıma gelenleri anlatmaya. Barış benim abimdi. Annem, babam, Barış. Benim için en önemli insanlardı, kan bağımın bana verdiği en değerli kişilerdi. Diğerleri benim için birer yabancıydı.
''Nehir'im sen buna mı taktın kafayı? Böyle şeyler normal birtanem. Yeryüzünde çeşit çeşit insan var. Eşsiz kişilikleri, bambaşka düşünceleri ve karakteriyle hepimiz birbirimizden farklıyız. Uzat bakayım ellerini.'' Dediğiyle şaşırsam da ikiletmeden söylediğini yapıp tırnak kontrolü yapan öğretmenim aklıma gelirken ellerimi uzattım.
''Bak ellerine şimdi? Parmakların bir mi? Aynı uzunluktalar mı? Ya benimkiler?'' Kendi elini de benim ellerimin yanında uzatırken dudağım sızlasa da gülümsedim. O haklıydı.
''Sen eşsizsin. Senden bir tane daha yok bu dünyada! Benden de yok. O çocuktan da. Neyi, niçin yaptığını sadece o bilir. Senin; neyi, niçin yaptığını senin bilmen gibi. O çocuğun bir suçu yok. Biri tam sen arkanı dönüp gidecekken kolunu tutsa, sen ne yapardın? Hem o çocuğun bu tepkiyi vermesinin altında yatan asıl sebebi bilmiyorsun ki?
Sen onu bunu bırak da, seni ilk defa bu kadar cesur gördüm. Hayırdır?'' Barış'ın aniden konuyu değiştirmesiyle gözlerimi iri iri açarak ona baktım. Bu ne şimdi?
''Acaba sen bölümünü mü değiştirsen? Psikoloji mi okusan? Öğretmenlik pek sana göre değil. Hem de Türkçe Öğretmenliği.'' Konuyu o çok alay ettiğim bölümüne getirirken kaşlarını çatmasıyla nefesimi verdim.
''Ne demek istiyorsun sen? Ne varmış benim bölümümde?'' Dedikleriyle konuyu değiştirmiş olmamın verdiği rahatlamayla yaramı acıtmadan gülümsedim.
''Sen daha doğru düzgün konuşamıyorsun bile. Diksiyon desen sıfır. Hem sen çocukları da sevmezsin ki!'' Yaptığım açıklama baştan sonra yalandı.
''Ağzına bir vururum, bir daha konuşamazsın bile! Zıkkımlan da yaz, zıbar! Hata bende be! Çocukları sevmezmişim. Ben sana katlandım ya, daha ne olsun!'' Komodinin üstündeki tepsideki sütü bana uzatırken dedikleriyle dudaklarımdaki gülümseme büyüdü ve pişmiş kelle gibi sırıtmaya başladım. Onu deli etmeyi seviyordum. Sütü alıp bir dikişte içtiğimde gözlerimi kısarak gülümsedim.
Barış bana ters ters bakıyor sinirini harlı tutmaya çalışıyordu ama nafileydi. Beni çok seviyordu. Bunu biliyordum. Yataktan kalkarken uzattığım bardağı aldı ve tepsiye koydu. Tepsideki kremi yeni fark ederken beni bu kadar düşünmesi beni mutlu etmişti.
''Şımarıyorum ama!'' dedim ağzımı yayarak.
''Diğer gözünü de ben mi morartsam acaba? Böyle, tek gözün pek de simetrik değil. Neyse al şu kremi de yatmadan önce hem dudağına hem de gözünün etrafına sür. İyi geceler maymun!'' Dedikleriyle afallarken; yüzüm artık nasıl bir ifade aldıysa kahkaha attı ve el sallayarak odamdan ayrıl.
Ailem normal değildi ki ben normal olayım!