Güven Erden
Çıkmaz sokağa girmiş gibiyim. Yolumu kaybetmiş birilerinin beni bulmasını dilemekten başka çarem yok gibi. En son yazdığım kitabın üstünden üç yıl geçti. Ama ben yenisine bir türlü başlayamıyorum. Son kitabımın satışı o kadar yüksekti ki son yılların en çok satan kitabı olmuştu. Okuyucularım sürekli yeni kitap hakkında bilgi almaya çalışsa da kimseye gerçeği söyleyemiyorum. Yayın evi alacaklı gibi sürekli ne zaman yayınlayacağız deyip duruyor. Ama ben bir kelime bile yazmadım. Daha doğrusu ne zaman başlasam yarım kalıyor. Bir türlü istediğim gibi gitmiyor. Yıllar önce gelen ilham perisi beni terk etti sanırım. Yada milyonların ahını aldım. Kitabım mutsuz sonla bitti diye. Hala okuyanlarla karşılaştığım da 'Abi sen Selvi'ye nasıl kıydın?' diyenler vardı. Bazıları hikayeyi gerçek sanıyor. Yada okuduklarından çok fazla etkileniyor. Hem Selvi'ye ben kıymadım. Kendisi intihar etmişti. Ben karakterlerime seçenekler sunuyorum, onlar kendi tercihlerini yapıyorlar. Selvi'nin de kendi tercihiydi intihar etmek. İstese affedebilirdi herkesi, ona yapılanları yok sayabilirdi. Ama o kolay olanı seçip intihar etmişti.. Ama şimdi karakter bile bulamıyorum ki seçenekler sunayım.. Kenan arayıp her zamanki mekanda olduğunu söyleyince yanına gittim. Kenan bu hayatta arkadaş, dost, kardeş diyebileceğim tek kişi. Ona güvendiğim kadar kimseye güvenmiyorum şu hayatta. Kenan'la liseden beri arkadaşız ve bir gün olsun yanlışını görmedim. İyi günümde de, kötü günümde de her zaman yanımdaydı. Bir tek o biliyor yeni kitaba bir türlü başlayamadığıma.
Meyhaneye geldiğim de Kenan her zaman oturduğumuz yere geçmiş, beni beklemeden başlamış bile. Yanına oturup boş duran bardağı doldurdum.
"İnsan misafirini beklemeden başlar mı?" desem de hiç oralı olmadı, bardağı kafasına dikti. "Siktiğimin dünyasında hepimiz misafir değil miyiz? Neyini bekleyeceğim?"
"Haklısın" deyip ben de diktim kafama. Sohbet eşliğinde kadehlerin sayısını unuttuk. Kafam yavaş, yavaş güzelleşse de aklım hala yerindeydi. "Benim artık yazmam gerekiyor. Herkes bir taraftan sıkıştırmaya başladı. Altı ay içinde yayınevine kitabı götürmem lazım. Ama ben bir türlü yazamıyorum." dediğim de bir süre düşünür gibi yaptı. Artık aklından ne saçmalıklar geçiyor kim bilir.
"Bak aklıma ne geldi?? Hani diyorlar ya 'tebdili mekanda ferahlık vardır' diye. Sen de mekan değişikliği yap. İstanbul'dan uzaklaş bir süre."
Gece boyunca Kenan'ın dediğini düşündüm. Aklıma yatmıştı aslında. Burada durdukça hiç bir şey yazamıyorum. Belki farklı bir yere gidersem kaybolan ilhamım gelirdi.
"Sence nereye gideyim? Madem bir fikir verdin devamını da getir." dedim. Keşke demez olaydım. "Adana'ya git.. Benim memlekete. Bak benim orada küçük bir evim de var. Git istediğin kadar kal orada."
Bir hafta düşündüm o günden sonra. Adana ne alaka desem de sonunda gitmeye karar verdim. Belki pamuk toplayan kızların, erkeklerin yaşadığı aşk hikayelerine denk gelirdim. Kim bilir belki portakal bahçesinde koklaşan çiftleri görür ilham alırdım. En kötü gezer dönerdim. Zaten battı balık yan gider modundayım. Altı ay içinde kitabı tamamlayıp yayınevine vermezsem yüksek bir tazminat ödeyeceğim. Yaptığımız anlaşma o zaman çok mantıklı gelsede, şimdi ne büyük salaklık yaptığımın farkındayım. Yazmadığım bir kitabın parasını yemek zevkli olsa da şimdi kapana sıkışmış gibi hissediyorum. Belki de bu yüzden yazamıyorum. Ben kitap yazmaya hayallerimi kağıda dökmek için başlamıştım. Şimdi ise para karşılığında hayallerimi satıyor gibiyim..
Adana’ya giderken içimde garip bir heyecan vardı. Ne kadar umutsuz olsam da içten içe bir şeylerin değişeceğine inanmak istiyordum. Arabayla geldiğime bin pişman olsam da Kenan'ın verdiği adresi navigasyona girip evi aramaya başladım. Gecenin bir yarısı, dışarda yağmur ve ben bilmediğim yollar da evi bulmaya çalışıyorum. Navigasyon sürekli aynı yerleri gösteriyor. Kaç kişiye sordum burada öyle bir yok diyor. Kenan'ı aradım "Senin verdiğin adrese ben emi.. Lan nerde bu ev bir türlü bulamıyorum" Telefonda konuşurken tarif etmeye çalılsa da yok. Söylediği hiç bir şey yoktu. En son yol kenarında gördüğüm kadının önünde durup.
“Affedersiniz, sanırım ben kayboldum da.. Bir saattir aynı güzergah üzerinde dönüp, dolaşıyorum. Cihangir Mahallesi 27. sokak. Şirin abartmanı arıyorum. Ama bir türlü bulamıyorum. Navigasyon sürekli farklı yerleri gösteriyor.." Kadın yüzüme sanki uzaylı görmüş gibi bakıp gülmeye başladı. Tuhaf biri olsada beni adrese götürebileceğini söyleyince kabul ettim. Ama ne yalan söyleyim anında pişman oldum. Bazen kafam duruyor sanırım. Kadının ne mal olduğunu sonradan fark ettim. Bir de geceyi benle geçirebileceğini söylüyor. Arabaya bindiği andan itibaren parfüm kokusundan nefes almakta zorlanıyorum. Bir de onunla birlikte olacağımı düşünüyor. O kadar düşmedim. Ucuz insanlarla asla işim olmaz benim.
Burası diyerek getirdiği yere önce kendisi indi. Teşekkür edip para uzattım. Maşallah hiçte hayır demedi. Zaten böylelerinden ne beklenir ki.. Sanırım hala bir umut benimle yatacağını düşünüyor diyecektim ki "Teşekküre gerek yok. Beni de evime getirdin." deyip merdivenlerden çıktı. Bir süre öylece bekledim. Neyi beklediğimi ben bile bilmiyorum. O kadının burada oturması, ne bileyim bir tuhaf geldi. Öyle bir kadının oturduğu yerde benim ne işim vardı.. Hem de Kenan'ın evinin tam karşısı. Arkasından bakarken hangi ışık yanacak diye bakmıştım. Öyle biriyle komşu olma ihtimali hiç hoşuma gitmedi. Kenan'ı arayıp bir güzel saydırdım.
"Kardeşim saçmalıyorsun. Sana ne karşı dairede kim oturuyor. Sen kendi işine bak. Hem güzelse o işide bedavaya getirirsin. Komşu, komşunun şeyine, pardon külüne muhtaçmış. Neyse işte boşver sen kitaba odaklan" desede. O iş sordu. Benim takıntılarım var. Ben o tür insanların olduğu yerde duramam. Pis insanlara tahammül edemiyorum.. Neyse bu gece kalır, yarın başka bir yer bulurdum. Ama yok... Eve girdim, girmesine ama bu kezde elektirik yok. Ulan Kenan Allah seni bildiği gibi yapsın. Sözde evi temizletmişti. Bir kez daha aradığımda "Yeter be kardeşim amma uzattın. Kadın temizliği yapınca şarteli kapatmış. Yerini ben de bilmiyorum" deyince yüzüne kapattım. Ellerim bile kapıya değmemek için geri çekilse de mecburen zile bastım. Kapı açılınca
"Kusura bakmayın rahatsız ediyorum ama elektrik yok evde. Daha doğrusu şarteller kapalıymış. Ama ben yerini bulamadım. Büyük ihtimalle sizin evdekiyle aynı yerdedir. Size zahmet gösterseniz olur mu?" derken kadının yüzüne bakmak dahi istemesem de mecburdum. Allahım nasıl bir kadın bu böyle, bir yerlerini göstermeye ne kadar da meraklı. İçeri adımımı atarken bile kadından korkmadım desem yalan olur. Şartelin yerini görür görmez teşekkür edip çıktım.
Eve geçip şarteli açtım. Neyseki evin içi gerçekten temizdi. Bu geceyi rahatlıkla geçirebilirdim.
Sabah gözümü açtığımda başımın ağrısından kafam çatlayacak gibiydi. Dün gecenin yorgunluğu sitresi bana baş ağrısı olarak dönüş yapmış gibiydi.
Mutfağa gidip dolapta bir şeyler aradım. Ne su var ne kahve. Kenan’ın ev dediği yer anca bu kadar olurdu zaten. “Temizlettim” demişti ama sanırım “tozunu aldırttım” demek istemiş. İnsan biraz da alışveriş yaptırır.
Camdan dışarı baktım. Güneşli bir Adana sabahıydı. Hava sıcaktı, çok sıcaktı. Daha sabahın dokuzu bile olmadan gömleğim ter içinde kalmıştı. “Yazmak için mükemmel bir şehir seçmişsin Kenan” dedim kendi kendime. Belki de yanmış bir beyinle daha yaratıcı olurdum, kim bilir? Akşam sanki hiç yağmur yağmamış gibiydi. Tuhaf bir şehir.. Akşam evin içini gezmediğim için en azından çıkmadan bir dolaşmak istedim. Zaten iki oda bir salon gez, gez bitmeyecek değil ya. Evin içi fena değilmiş aslında yaşanabilir cinsdendi. Mutfağın balkonuna çıktığım da bir süre öylece bakakaldım. Asla böyle bir manzara beklemiyordum. karşımda duran manzara beni birkaç saniyeliğine nefessiz bıraktı. Asla böyle bir şey beklemiyordum. Deniz manzarası, palmiye ağaçları, uzaktan duyulan martı sesleri… Akşamın o kasvetli havasından sonra sabahın bu berrak görüntüsü fazla güzeldi. Belki de Kenan haklıydı, belki de gerçekten “tebdili mekânda ferahlık” vardı.
Derin bir nefes aldım, tuzlu havayı ciğerlerime çektim. Evet deniz manzarası beklemiyordum elbette ama gördüğüm şey, denizden çok daha fazla dikkatimi çekti. Karşı balkon... Evet, dün gece ki o kadının balkonu. Şu an orada, elinde kahve fincanıyla durmuş, bana bakıyordu. Göz göze geldiğimiz an o kadar rahatsız edici bir sessizlik oldu ki, sanki tüm sokak sustu, sadece biz kaldık. Gözlerinde dün gecenin rahatlığı, umursamazlığı vardı. Sanki hiçbir şey olmamış, sanki gece arabamda bana ettiği teklifin üzerinden geçmemiş gibi gülümsedi.
“Günaydın komşu” dedi.
Benim gibi bir adam için o “komşu” kelimesi, küfür gibi geldi. Elimle selam verir gibi yaptım ama içimden, “Bu nasıl bir sabah lan, Adana’da güneş bile fazla açık saçık doğuyor” dedim.
Kahvemi yapmak için mutfağa geri döndüm ama kahve yoktu. Su yoktu. Ekmek bile yoktu. Kenan’ı arayıp bağırmamak için kendimi zor tuttum. Ama dayanamadım.
“Kenan!”
“Ne var yine sabah sabah?”
“Evde hiçbir şey yok!”
“E iyi ya, market var. Adana’da açlıktan ölen duymadım daha. Allah aşkına sürekli beni aramak yerine kitabını yaz, ilham gelir belki.”
“Senin ilhamın batsın!” deyip kapattım. Öyle hemen ilham geliyordu zaten. Balkonun manzarasını görünce burada kalabileceğimi düşünsem de o tuhaf kadını görünce fikrim değişti. Ben her sabah o kadının vücudunu görmek zorunda değilim. Ama şöyle bir gerçek var ki akşam ki o boya badana yaptığı suratının yerine bu halini görmek daha iyi.. Off Güven sana ne kadının yüzünden deyip kendime sinirlendim. Söz de buraya gelip kafa dinleyip ilham gelmesini bekleyecektim. Ama daha ilk günden pişman olup, sinir sitresin gelmesini sağladım. Tam benlik bir hareket..