3. Bölüm

1613 Kelimeler
Gözümü açtığımda yine uyku mu uyudum, yoksa sabaha kadar dayak mı yedim belli değil. Yataktan kalkarken tüm kemiklerim ağrıyordu. Zaten şu hayatta rahat uyandığım bir gün varmıydı ki? Gözlerim geçmişe daldı.. O günlerde bile rahat değildim. Belki de sadece o günlerin kıymetini bilemedim şu hayatta.. Ben o günleri kötü sanıyordum. Meğerse sadece o günlerim güzelmiş.. Mutfağa geçip kendime bir kahve yaptım. En ziftinden belki bu beni öldürürdü.. Balkona çıktım elimde kahvem. Akşam ki adamda balkonda. İnsanlık bende kalsın diyerek "Günaydın komşu" diye seslendim. Geri zekalı vebalıymışım gibi bakıyor. Ulan siz beni insan yerine koymuyorsunuz da acaba ben size insan gözüyle mi bakıyorum. Tüm erkeklerden nefret ediyorum... durduk yere kendimi sinirlendirmeye gerek yoktu. İçeri girdim. Kapıyı yüzüne çarpmamış olsam da, balkondaki herifin surat ifadesi kapıdan içeri kadar geldi. “Sanki sen paşa torunusun da ben ne olmuşum?” diye söylenerek kahvemi tezgâha bıraktım. Elleri titreyen bir insan, kahveyi bile rahat içemiyor be… Dolabın alt rafından sigaramı aldım. Bir tanesini yaktım. O duman, boğazımı yakarken iyi hissettiriyordu. En azından canımın nerede olduğuna dair bir iz bırakıyordu. Ben “fahişeyim” diyorum ya hani… İnsanlar sadece yatakta para kazandığımı sanıyor. Keşke o kadar basit olsaydı. Ben bedenimi satmıyorum. Ben kendi kendimi hayatta tutmak için zamanımı satıyorum. Erkeklerin pis bakışlarına, nefeslerine, yalanlarına tahammül ediyorum. Bir geceliğine onların kurduğu dünyada yaşamayı kabul ediyorum. Ama benim kendi dünyam var. Kimsenin dokunamadığı, kirletemediği. O küçücük dünyamda hiç bir erkeğe ihtiyacım yok.. Ama işte beni bile bana bırakmıyorlar ki.. Telefonu elime aldım. Yine Selman adisi aramış. Aradım açar, açmaz "Neredesin kızım sen? Neden açmıyorsun telefonu?" "Boş yapma Selman ne söyleyeceksen söyle kapat" diyerek kestirip attım. "Akşama hazır ol.. Güzelce giyin, süslen tak takıştır.. Akşama büyük bir iş var.. Adam seni beğenirse var ya köşeyi döndük yeminle.. Kızım bak var ya öyle, böyle zengin değil." konuşması bitince telefonu kapattım. Köşeyi dönecekmişiz?? O köşeyi bir dönüp senden kaçabilsem, ben o zaman göreceğim seni de şerefsiz... Telefonu kapattığımda içimdeki huzursuzluk katlanmıştı. Sanki midemin tam ortasında, sert bir düğüm var da her nefes alışımda daha da sıkılıyordu. “Büyük iş” diyor… Her seferinde büyük iş… Beni büyük yalnızlığıma iten her iş gibi… O büyük dediği işlerin sonunda olan bana oluyor.. Akşama doğru hazırlanmaya başladım. Duşa girdim. Soğuk su tenime değdikçe canım acıyordu. Banyodan çıktığımda aynaya baktım. Karşımda kime benzemeye çalıştığını dahi bilmeyen bir kadın… Sacıma fön çektim, makyaj yaptım. Kendimi güzel hissetmek için değil… Onların istediği gibi görünmek için. Onların pis hayallerine uygun olmak için… Kıyafeti giydim. Diz üstü siyah elbise. Ayağımın altına o katil topuklar. Her kadının silahı sayılır ya… Benim ayağımdaki her adımda bir can eksiltir gibi. Kapı çaldı. Selman adisi gelmiş “Hazır mısın?” Allah’ım… Sanki düğüne gidiyorum. "He hazırım.. Görmüyor musun?" Arabaya bindim. Camdan dışarı baktım. Şehir aynı şehir… Kimse bilmiyor içimdeki cehennemi. Lüks bir villanın önünde durduk. "Sabaha kadar buradasın parayı peşin aldım. Merak etme senin payını vereceğim" desede "Payımı almadan girmem içeri. Adamla ben yatacağım, sen parayı alıyorsun.. Ver paramı yoksa gitmem" diyerek itiraz edince el mecbur verdi. Şerefsiz pislik, bir de payını vereceğim diyor. Ulan parayı kazanan benim ya zaten. Kaç kez parayı sabah vereceğim deyip akşamdan parayı yiyip bitirdi şerefsiz. Paramı alıp arabadan indim.. Kapı açıldı. Adamın yüzünü ilk gördüğüm an tüylerim ürperdi. Soğuk bakışlar… Sanki gözlerinin ardında yaşayan başka biri var. Gülümsedi ama o gülümsemede insanlık yoktu. "Geç içeri" diyerek kapıyı kapattı. İçeri girdik. Etrafa şöyle bir göz attım… Her yer steril, her yer pahalı. Ama insan kokusu yok. Sanki burası bir ev değil… Bir avluydu. Avlananların nefesini duyamadığın bir tuzak gibi. Beyaz koltukların üzerin de siyah bir leke gibi sırıtıyordum.. "Alev!! gerçekten alev gibiymişsin.. Yaktın beni.." diyen adam midemi bulandırdı. Şarap doldurdu bir kadehe. Beni izlerken, gözleri sanki tenimi değil… İçimi kazıyordu.. Bu bakışları çok iyi tanıyorum ben.. Elinde kadehle yüzüme bakarak “Ne düşünüyorsun?” diye sordu. "Hiç.." diyerek yalandan gülümsedim. Yalan mı söyleyeyim? Gerçeği bilince daha mı zevk alacak? Ne düşündüğüm onu ne ilgileniyordu.. “Ama ben senin ne düşündüğünüzü biliyorum.” dedim. Cilveli bir ses tonuyla.. Gülümsedi. Dilinin ucuyla dişlerini yaladı. “Neyi düşündüğümü sen nereden bileceksin?” Yaklaştı. Burnuma keskin bir parfüm kokusu geldi. Ama altından başka bir şey… Metal gibi… Ölüm gibi… Elimi tuttu, buz gibiydi. “Biliyor musun Alev…” diye fısıldadı, “Ben kadınların korktuğu anı severim.” Geri çekildim. “Korktuğumu nerden çıkardın? Neden korkayım ki?” desem de bu beden ne manyaklar gördüğü için korkmuyor değildim.. "Hmmm aferim sana, bence de korkma.. Daha seni korkutacak şeylere başalamadık." diyerek. Kolumu hızla tuttu. Tırnaklarını bile, bile tenime batırıyordu. Canım acısada sesimi çıkarmadım. Kolunu tuttuğu anda nefesim kesilir gibi oldu. Kendimi geri çekmeye çalıştım ama elleri demirden bir kelepçe gibiydi. Karanlık bir odaya doğru sürükledi beni. Ayaklarım yerde sürtünerek ilerledi. Her adımda yüreğim biraz daha sıkıştı. Işıkları açtı. Bomboş bir oda… Duvarlar bembeyaz ama içimdeki karanlık artık odaya sığmıyordu. Kapı arkamızdan kilitlendi. Sanki göğsümde görünmez bir el var ve beni içten içe boğuyordu. Adam bana döndü. Ceketinin düğmelerini yavaşça çözdü. O sakin tavır yok mu… En çok o korkutuyor zaten insanı. “Bak Alev…” dedi. “Buraya gelen herkes aynı hatayı yapar.” Ses tonunda bir oyun… Bir ciddiyet değil, bir zevk vardı. “Benimle pazarlık yapabileceklerini sanırlar.” Dudaklarımı ısırdım. Cevap verirsem her kelime zayıflığım olurdu. Adam elini cebine attı ve bir bıçak çıkardı. Bıçağı gördüğüm an boğazımdan istemsiz bir nefes kaçtı. Tamam… Bu başkaydı. Gözlerime baktı. Gözlerinin içi buzdan yapılmış gibiydi. “Ben korkuyu seyretmekten hoşlanırım.” dedi yavaşça. Bacağıma doğru adım attı. Ben bir adım geri… Duvar. Sırtım duvara çarptı. Parmak uçlarıyla yanağımı okşadı. O kadar soğuktu ki… Bıçağın metalinden bile daha acı veriyordu dokunuşu. “Şimdi söyle bakalım…” dedi. “Alev… gerçekten hiç korkmuyor musun?” Yutkundum. Nefesim çatallaştı. Gözlerimi dik tuttum ona, korku değildi o… Hayatta kalma çabasıydı. “Ben korkuyla doğdum.” dedim. “Senin yapacağın hiçbir şey beni şaşırtmaz.” Adamın dudakları gerildi. Bir gülümseme değildi bu… Avını gören bir canavarın yüz ifadesiydi. “Elbette.” dedi. “Sen daha önce hayatta kaldın, değil mi?” Bıçağı saçlarımın arasına soktu. Bir tutam saçımı kesip eline alırken gözlerini gözlerimden ayırmadı. “Bakalım bu gece yine hayatta kalabilecek misin?” Işıklar söndüğünde adamın hareketleri daha da soğuklaştı. Sözleri değil, bakışları işkence ediyordu, odanın içine yayılan sessizlik, yalnızca nefeslerimizin ritmiyle bölünüyordu. Önce sözlü taciz başladı alay, küçümseme, insanı içerden kemiren cümleler. Ardından daha kararlı, daha acı verici hareketler. Cebinden çıkardığı küçük aletlerle benliğimin sınırlarıyla zorladı. Tenimde çizikler oluştu, acı gerçekti ama odadaki asıl amaç saplantılı bir güç gösterisiydi, haz değil her iz, onun kontrolünü hatırlatıyordu. Daha öncede böyle manyaklarla karşılaşmış olsam da sonunun ne olacağını kesinlikle kestiremiyorum. Manyak bacağımı boydan, boya elindeki bıçakla çizip akan kanı diliyle yalamaya başladı.. Kendince bir şeyler mırıldansa da şu an kulaklarım hiç bir şey duymuyor gibiydi.. Yaptıkları, hareketleri saatler ilerledikçe dozunu artırdı.. Vücudum artık yaptıklarını kaldıramıyordu.. Bende bir insan evladıyım.. Yeminle bu kadarını hak etmiyorum.. Yıllar önce yaşadığım o karanlık gece geldi aklıma... O şerefsizde bunun gibiydi.. Defalarca tecavüz edip vücuduma izlerini bırakmıştı.. Hala bacağımda onun bıraktığı iz duruyor.. Kapatmak için çok uğraştım ama olmamıştı. Bende en son çare olarak oraya kocaman mavi bir kelebek dövmesi yaptırmıştım.. Elleri dövmemin üzerinde gezerken gözlerimden yaşlar akmaya başladı.. Her seferinde ölmek için dua etsem de orospunun duası kabul olmuyor... Ölmeyi bile beceremiyorum... Bedenim işkencenin her türlüsünü yaşadı.. Dövüldüm... Bıçak tenimde jilet gibi çizikler bıraktı.. İğrenç fantezilerinin hepsini üzerimde denedi.. Ama yine de ölmedim... Sabaha karşı daha fazla dayanamayan bünyem olduğu yere düşüp kaldı.. Gözlerimi zorlayarak açtığımda saat kaçtı, neredeydim hiç bir fikrim yoktu... Kafamı kaldırıp sağa, sola baktım kimse yoktu. Kapıyı açık görünce zorlanarak kalkmaya çalışsam da başaramadım. Sürünerek odadan çıkmaya çalıştım. Duvardan tutunarak bir kez daha ayağa kalkmaya çalıştım. Zorda olsa bu kez başarmıştım.. Korkuyla sessizce evden çıktım.. Arkamı dönüp baktığımda akşam ki o iğrenç yüzle göz, göze geldim.. "Tekrar görüşeceğiz kelebeğim.. Çabuk iyileş.." Allah belanı versin pislik.. Kapının önünde bekleyen taksiye binip uzaklaştım. Centilmen piç gitmem için takside çağırmış.. Selman'ı arayıp ağzıma geleni saydırsam da ağzımı açtıkça canım acıyordu.. "Allah senin belanı versin. Beni oraya öldürsün diyemi gönderdin? Hani anlaşmıştık böyle şerefsizlere göndermeyecektin?" desem de kime diyordum ki. Para için ölmüş anasını bile satardı.. Apartmanın önüne gelince taksiden zorla indim. "Abla yardım edeyim mi?" diyen sesle gözüm doldu.. Belki de hala insanlık denilen bir şey vardı.. Merdivenleri yavaş, yavaş çıktım.. Bacaklarım titriyordu her adımda.. Kapının önüne geldiğim de ayakta duracak halim kalmamıştı artık. Yere çöktüm çantanın içinden anahtarı bulmaya çalıştım. Sanki anahtar bana inat edercesine bir türlü çıkmıyordu. Anahtarı bulup son bir güçle ayağa kalkıp kapıyı açmaya çalışsam da ellerimin titremesiyle kapıyı açamadım.. Olduğum yere çöküp ağlamaya başladım.. Canımın acısına değilde kapıyı açamayışıma ağlıyordum.. Kapının soğuğu sırtıma değiyordu… Sanki o soğuk bile benden daha güçlüydü. Avuçlarımın içi terlemişti, anahtar hala elimdeydi ama parmaklarım arasında kayıp gidiyordu. “Ne kadar daha yaşayacağım böyle?” Sesim kısık bir fısıltıydı. Cevap veren olmadı… Her zamanki gibi. Başımı kapıya yasladım. Nefes almaya çalıştım, her nefes bir bıçak gibi ciğerlerimi kesiyordu. Gözlerimi kapattım… Belki de içerideki karanlığa sığınmak daha kolaydı. Ama karanlık beni hep buluyordu zaten. Derin bir nefes daha aldım. Bütün gücümle anahtarı çevirdim. Tık. O minicik ses… Sanki savaş kazanmışım gibi geldi. Kapıyı ittim. Ayaklarım beni taşıyamadı ve içeri yuvarlandım. Kapıyı kapatamadım. Kapı açık kaldı. Olsundu… Zaten kapalı bir kapının beni koruduğu ne zaman görüldü ki? Sürünerek içeri geçtim. Halıya damlayan kanın sıcaklığı dizlerimin altından hissediliyordu. Elimi koltuğa attım, kendimi yukarı çekmeye çalıştım. Ama kolumda bıraktığı morluklar izin vermedi. Yere çakıldım tekrar. Acıya artık tepki veremiyordum. Beden yorulur da acı yorulmaz mı? Boş çuval gibi oradan, oraya yuvarlanıyor hayatım.. Bedenim sanki huzura ermiş gibi bir rahatlık hissetti.. Hani hep bahsedilen o beyaz ışık bu kez bana göz kırpıp gel diyor gibiydi.. Gözlerim kapalırken kulağıma gelen sesi tanımasam da umurum da değildi.. "İyi misiniz?? Hanımefendi ses verin lütfen.. Ambulansı arıyorum."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE