5

3894 Kelimeler
Asya kendini berbat hissediyordu. Kabuslarla gerçeklerin birbirine girdiği anlardan biri olmuştu yine. Rüyasını anlamlandırmak için kendine zaman ayırmak isterken arkadaşının gizemli ölümü kadını tepetaklak etmişti. Selçuk Bey üzgün çalışanına bir baba şefkatiyle sarılarak, "Kızım, başın sağ olsun. Sabah Ali aradı. İyi misin?" "Sağ olun..." Genç kadın derince aldığı soluğun ardından dürüst davrandı. "Nasılım, bilmiyorum. Yani pek bir şey hissettiğimi söyleyemem. Sadece şoktayım!" "Çok yakınınız değilmiş galiba. Ama tanıdık olması bile yeterli oluyor bazen insanı etkilemesi için. Bu çocuğa bunu kim reva gördüyse çekecek, cezasını bulacaktır." Tanımak şöyle kalsın; küçük bir sohbet, yüz yüze gelinen bir an, hatta gözlerin bir araya gelişi... Kişileri birbirine bağlayan etkenlerden olabiliyordu. İnsanoğlu her ne kadar aksini gösterip ispatı için çabalasa da duygusal varlıklardı. Birkaç dakika önce nefes alan kişinin nefesi kesildiği anda farklı duygular ve fikirlere bürünebiliyordu. En basiti ise şuydu: Az önce konuştum, yüzlerimiz karşılaştı ve gözlerimiz iletişimde bulundu. Ve şu anda bunların hiçbirini yapamayız. Çünkü O yeryüzünden olmayacak. Toprak altında izi kalacak. Hüzün kaplasa da içini, düşünceli müdürü karşısında gözlerine hafif bir parıltı gelmiş ve canlılık oturmuştu. Selçuk Bey'i babası gibi seviyordu. Ailesini kaybedeli hayli olmuştu ve onların hasretini hep çekiyordu. Saklamaya çalıştığı, kendine bile itiraf edemediği acıları vardı genç kadının. Ailesiz yaşamak, en yakını olan teyzesinin mesafeleri onun duygularını almış gibiydi. Bazen zor hissediyordu hüznü. Ölümü... Yüzünde gölgeler düşürmüyor değildi duyduğu her yakın ölüm; ama karalar bağlayacak kadar da derinden yaşamıyordu. Böyle zamanlarda kendini çok şanslı hissediyordu. Selçuk Bey gibi bir müdürü vardı. En azından iş yerinde huzurluydu. Çok zor durumda kalırsa, kapısını çalacağı bir büyüğü vardı. "İnşaallah Selçuk Bey. Sağ olun..." Sonra dayanacak bir beden hissetmek istemiş olacak ki, adama yaklaşıp sıkıca sarıldı. Burnunun sızlayan direğini görmezden gelerek adama sıkıca sarıldı. Selçuk Bey kolundan tutup kendine çevirdi genç kadını. Bir süre şefkatle baktıktan sonra, "Yalnız gitme kızım. Personellerden birini ayarlayayım ben. Yanında bulunurlar." Ali'nin Marmaris'te olduğunu bilmiyordu yaşlı adam. Personellerden biri Ali'yi görürse sıkıntı çıkardı. Bunun farkında olan genç kadın, "Yok sağ olun. Ben hallederim, diğer türlü daha ağır gelir bana, lütfen ısrar etmeyin." "İçim hiç rahat etmiyor seni böyle tek bırakmayı... İşin bitince eve git biraz dinlen. Beni de mutlaka ara!" "Teşekkür ederim." Adama gülümsemeye çalışmıştı elinden geldiğince; ama o kadar zor olmuştu ki bu. Sanki tüm enerjisinin dudaklarının kıvrılmasına harcamış gibi yoruldu birden bedeni. Asya adımlarını yavaş atıyordu. Hareket etmekte zorlanıyordu sanki. Fazla etkilenmemiş gibi görünse de; şaşkınlık, bedenini ele geçirmişti. Üstündeki elbiseyi dolaptan nasıl aldığını ve nasıl giydiğini hiç bilmiyordu. Bir oturup düşünse, bunu kafasında bir tartsa, o bölümü bulamayacağından korkuyordu. Yavaş adımlarının başka bir nedeni daha vardı. Bu, kadının gözlerinden anlaşılabilirdi. Etrafına dikkatlice bakıyordu. Aradığının nerede olduğunu inanılmaz merak etmişti. Dün gece, aralarında geçen konuşma samimiyet kokuyordu ve o konuşmadan sonra karşılaşmalarının bu şekilde olması kadını biraz daha sıkmıştı. Daha doğrusu, henüz karşılaşmamış olmaları... Heyecanından içi içine sığmıyordu. Gözleri onu arıyor, onunla karşılaşmak istiyordu ve... yanından ayrılmayı hiç istemiyordu... Hemen sonra ona güvenmemesi gerektiği düştü zihnine. Onu tanımıyordu. Dün gece ilgili davranmış olması demek, her koşulda aynı olacağını göstermezdi. Üstelik öyle insanlar vardı ki; dengesiz davranışlarla ün salmış, bugün söylediği yarına uymamış ve sevginin tadını alamamış... Üstelik Asya onun için kimdi ki? İzmir'de kim bilir kaç sevgilisi vardı? Buraya geldiğinden beridir kaç tek gecelik ilişki yaşadığını nereden anlayacaktı? Kendi kendine hayaller dünyasında dolanıyordu. Otelin önünde bekleyen taksiye bindiğinde, kucağına koyduğu çantasına sıkıca sarıldı. Duygularının bir ismi yoktu. Karşısındaki kişinin de etkisi fazlaydı. Gözlerini otele dikti. Uzun süre baksa, sanki her şeyi çözebilecekti. &&& Dün gece hiç uyumadı. Otelini gambazlamak için uğraşan çetenin elebaşını, yani rakip otelin sahibini, kiraladıkları depoya indirmişlerdi. Otelden çıktıktan sonra dairesine ulaşmış, planlarını devreye sokmak için çalışırken aniden gelen telefonla fırlamıştı. Timuçin Gündoğan, oteller zincirinin sahibi ve kaçakçılıktan para indiren adam... Marmaris'te açılan küçük otelinin barı için her şeyini bırakıp gelecek değildi. Depoda hızlı hızlı ilerlerken birden durdu. Sandalyenin üzerinde dağılmış adama baktı. İşte sebebi karşısında duruyordu. Marmaris'teki otel, onun sigara parasıydı. Ama hırs adama her şeyi yaptırırdı. Sakinim desen de, bir vuruşta dikelirdi sinirlerin. Kurudu gözyaşlarım, diye mırıldandığında acı, benliğinin eşiğinden giriverirdi. Güvenirdin sağlığına, malına da, tek bir rüzgarla domino taşları gibi onlar yıkılıverirdi! Hiç ölmeyecek gibi yaşardın da, kesildi mi hayat damarın ellerin bomboş gidiverirdin. Hırs da böyledi işte. Ne varlığı görürdü göz ne de kaybedilecek olanları çoğu zaman. Kimine göre fazlası zarardı kimine göre kendisi... "Merhaba Seyit Bey!" diye bağırdı. Yaşlı adam onun sesini duyar duymaz başını hızla çevirdi. Gözlerindeki merak ve korkuyu okuyabiliyordu. Ne yalan söylesin, bundan hoşlanıyordu. Doğru ifade etmek gerekirse hep hoşlanmıştı. Artık anlamını bilemediği ve açıklayamadığı bir his onu tüm bunlardan uzaklaştırıyordu. Sıkılmışlık, umursamazlık, vicdan veyahut hepsinden güçlü olan aşk... Genç adam yavaş adımlarla ilerledi. İçerideki gerilimin dozunu bedenindeki baruta ekleyip yoğuruyordu. Bir kibrit çakılsa, hepsinin patlayacağı aşikardı. "Nasılsın Seyit Bey?" Adamın önünde durup ellerini beline yerleştirdi. Başını hafifçe yatırıp onu süzdü. Ondan en az yirmi yaş büyük olduğu şişmiş ve morarmış yüzüne rağmen belliydi. "Görünüşe göre fena değilsin, ha?" Adamın derin nefeslerine karşılık, "Sakin ol biraz." dedi. "Bu kadar stres, yaşını başını almış biri için hiç iyi değil." Acınası bir hale bürüdüğü suratı anında vahşi bir yaratığa dönüştü. Adamın önünde eğiliverdi ve ilk işi boğazına yapışmak oldu. "Ama sen stresi çok seviyorsun anlaşılan Seyit Bey! Benim evime girmeye cesaret ettiğine göre!" Yaşlı adamın ona yalvarmak için çırpınmayışı gözünden kaçmadı. Buna pek alışkın olduğu söylenemezdi. Yalvarışların çoğunu, adamların boğazını aceleyle kesip ortadan kaybolduğu için duymuyordu. Ama o gün bekledi. Onu Marmaris'e kadar getiren, birkaç günlüğüne de olsa İzmir'deki işlerini yarım bıraktıran, değerli zamanından çalan bu adamdan bir şeyler bekledi. Baktı ki olmayacak tek hamleyle ağzındaki bantı çekip aldı. Bir inleyişin ardından ortam tekrar sessizliğe büründü. "Seni duyamıyorum Seyit efendi! Bana bir açıklama yapmayacak mısın?" Adamın suskunluğu sinirini bozmaya başlamıştı. Yavaşça ayaklandı. "Senin için İzmir'den geldim. Bir teşekkürü bile çok görüyorsun bakıyorum da..." Karşısında öksürmeye başlayan adamı bekledi. Kendini toparladığı halde gözlerini dikip bakmakla yetindi. Timuçin bağırdı ve elinin tersiyle bir tokat patlattı. Adamın yüzü resmen deponun öbür yanına savrulurken dudağının patlamasıyla kanı etrafa saçıldı. "Konuşsana be it! Otelimle işin neydi? Bu kadar otellerin arasından neden benimkini seçtin? Konuş yoksa hemen şimdi keseceğim gırtlağını!" Seyit Bey'in suratı gerildi ve kesik kesik gülmeye başladı. Karşısındaki veletten ürkecek değildi. Onun kim olduğunu elbette biliyordu.Timuçin Gündoğan bir şeyleri yanlış yapıyordu. Seyit Karahan'ı unutmak gibi... Timuçin'in şaşıran suratına karşılık, "Neden güldüğümü merak ediyorsun değil mi?" diye sordu. Beklediği gibi genç adamdan yanıt gelmedi. "Sana şunu söyleyeceğim çocuk. Biz de bilirdik seni bok kokulu bir depoya kapatmayı; lakin delikanlı gibi işimiz halledelim istedik. En azından elimizi kana bulamazdık." Timuçin'in çatılan kaşları altındaki şok ifadesine sırıtarak baktı. Ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğu sandalyede hafifçe öne gitti. "Sana daha kolay yoldan anlatayım. Rekabet, piyasanın içinde birbirini görünmez bıçaklarla öldüren insanların bir kavramıdır. Ben seni batırmayı başarsaydım Marmaris'teki ayağın yok olmuş olacaktı. Kaybedersem de benim işim sarpa saracaktı. Neden yaptığıma hiç gelmeyelim istersen. O kadarcıktan da anlarsın herhalde. Buranın en güçlü oteli benim. Senin yaptırdığın bar müşteri kaybetmeme neden olacaktı, o kadar. Şimdi," deyip sırtını yasladı. "İstersen öldür beni. Korumasız gezdiğimi düşünmüyorsun herhalde. Ben buradan sağ çıkmazsam eğer, senin de ipini çekerler acımadan." Timuçin'in adeta nutku tutuldu. İlk kez biri ona kafa tutuyordu. Üstelik öldür beni, diyebilecek kadar cesaretli davranıyordu! Ne diyeceğini şaşırdı. Hırsıyla adama vursa güçsüz; vurmadan bağırırsa küçük düştü diyeceklerdi. Birkaç saniye öylece kalakaldı. Hemen sonra hiçbir şey yapmadan ardını dönüp uzaklaşmaya başladı. Depodan çıkarken adamlarına, "Hiçbir yere ayrılmayın. Ben gelene kadar başında bekleyeceksiniz!" deyip çıktı oradan. Arabasına atlayıp bir süre amaçsızca dolaştı. Adamı öldürmek niyetiyle girdiği yerden hayat dersi alarak çıkmıştı adeta. Hiç böylesiyle karşılaşmamıştı. Genelde korkak ve canını bağışlaması için her şeyi yapabileceğini, hatta ona iğrenç cinsel ilişkiler teklif eden adamlarla burun buruna gelmişti; ama böylesiyle asla... Korkusu, onu öldürmek için hamle yapmaları değildi. Kolay kolay başkasının kurşununa hedef olmazdı. Sadece çok ama çok şaşkındı. Arabasını rastgele bir yere çekti ve başını kaldırdı. Dikkatli gözlerle etrafına bakındığında nerede olduğunu görerek afalladı. Asya'nın evinin önündeydi! Onunla ilgili birçok şeyi merak ediyorsa da henüz araştırmamıştı. Tek bildiği adı, soyadı, telefon numarası ve adresiydi. Birden bire yaptığıyla panikledi. Onu evinin önünde görürse tepkisi nasıl olurdu? Halbuki Timuçin için olağandı. Buradan geçiyordum uğradım, demek bu denli zor olamazdı. Başını sertçe direksiyona vurunca kornayı çalmış bulundu. Kısacıktı, ama telaşlandı. Hızla gaza bastı ve evi görebileceği, ağaçlarla kaplanmış gizli bir yer buldu kendine. Olan bitene bir anlam bulamayınca, en iyi şeyin kadının evini dikizlemek olduğuna karar verdi. Işığı bir süre sonra kapanmıştı. Yorgun olmalı diye düşündü. Beynini kullanamadığı anlarda telefonu eline alıp onu aradı. Kısa bir konuşmaydı. Kapatma tuşuna bastıktan sonra içi öfkeyle doldu. O akşam Ali ve Sinan canını fena sıkmıştı! Böyle güzel bir kadını kendi egoları için üzmek bencillikti! Bunları düşündüğüne inanamadı; ama hisleri bu yöndeydi. Üstelik bir adamı ilk defa bir zebani gibi korkutamamış, oyuncak arabalarla oynayan çocuk gibi hissetmişti kendini. Burun delikleri açılıp kapandı. İntikam için davranmalıydı. Ama babasının bir sözünü hatırladı. "Plansız iş yapma..." Derin soluklar alırken direksiyon parmakları arasında kırılacaktı. Göğsünün kalkış ve iniş hızı arttı. Arabasını çalıştırıp gaza bastı. &&& Ali'yle hastaneye gittiklerinde, cesetin üzerine beyaz bir örtü serilmişti. Asya polisi arayıp Sinan'ı tanıdığını söyleyince, bir de onun teşhis etmesini istemişlerdi. Kadın cesete yaklaşınca, boğazı ve gözleri yanmaya başladı. Etraf görünmez zehirli bir duman tarafından esir alınmış gibiydi. Psikolojik olduğunu biliyordu; ama adeta onun kokusunu alıyordu. Burnunun içi acımaya başladı. Cansız ve ruhsuz halde yatan birinin kokusu.... Midesi ağzına gelip bir an duraksayınca, Ali koluna girdi. "Kendini zorlama istersen, ben bakarım." Asya başını hayır anlamında salladı. "Asya..." "Israr etme Ali, bakmak istiyorum. Kendi gözlerimle görmek istiyorum. Gerçekten o mu, kendime bunu ispatlamak istiyorum." Her şeyin birikip üzerine geldiği o günlerde bir şeylerin yanlış anlaşılmasını diliyordu içten içe. Cesete yaklaştığında doktor örtüyü kaldırdı. Genç kadın, Sinan'ın bedenine yapıştırılmış gibi görünen; fakat bağımsız olan kesik başıyla karşılaştığında kıpırtısız kaldı. Adamın yüzündeki o ifade... Gözleri ve ağzı kocaman açılmış, ölümün şokunu hala cansız bedeninde taşıyordu. Midesine karşı gelemedi ve hızla ilerleyip kusuverdi. Ali, onun fenalaştığını görür görmez bir şişe su kapıp koşturdu. Genç kadının avuçları arasına döküp ferahlamasını sağladı. Asya'nın başını göğsüne bastırıp iğrenç görüntüyü görmesini engelledi ve hızla koridora çıktılar. Bir süre hiç konuşmadan yeri izledi ikisi de... Polisler ifade vermeleri için şuneye götürdü. Ali, kadının biraz zamana ihtiyacı olduğunu söylese de, Asya kabul etmedi. Bir an önce ne gerekiyorsa yapmak ve bu işten kurtulmak istiyordu. Gerçi aç köpekler gibi minik bir huzursuzluk bekleyen kabusları onu ne denli rahat bırakacaktı tartışılırdı. Beyni kabus dolu bir havuzdu sanki! Her gün musluklar daha çok açılıyor ve kabuslar hızla dolup, onun taşması için uğraşıyordu! Genç kadın, sorgu odasında elleri kucağında öylece oturuyordu. Gözlerini masaya dikmişti. Zihni karışık bir halde, nereye getirildiğinden bile haberi yoktu sanki. Asya her zaman güçlü ve olgun olmayı başarmıştı. Ailesini kaybettiğinde, akrabaları tarafından istenmediğinde, hayatına yalnız devam etmeyi kabullendiğinde... Ama uzun süredir ilk kez omuzları eğilmişti. Her insanın bir kırılma noktası vardı. Kapı açıldığında, ifadesiz gözlerini kaldırıp içeri giren genç polis memuruna dikti. Adam hallice uzun ve zayıftı. Yakışıklı yüzüne oturttuğu ciddiyeti açıktı. Elinde bir bardak ve bir şişe su taşıyordu. Yine de onu görünce, sert olan hatları gevşedi. Kadının karşısına oturarak, bardağı masaya koydu ve içini suyla doldurdu. "Asya Hanım... Ben Cem. Davayla ben ilgileneceğim." deyip koyu gözlerini genç kadına doğrulttu. Karşılık alamayınca devam etti. "Nasılsınız? Ceseti görünce fenalaştığınızı duydum." Asya, onun 'ceset' ve 'fenalaşmak' kelimelerini bu kadar rahat söylemesine şaşırmıştı. Mesleği gereği alıştığına kanaat getirerek üzerinde durmadı. "İyiyim, teşekkürler." "Pekala... Sorgu sırasında su içebilirsiniz." Asya başını belli belirsiz sallayınca, adam hazır olduğuna karar verdi. "Asya Hanım, maktulun arkadaşınız olduğunu söylemişsiniz ve sizi rahatsız ettiğini. Doğru mudur?" "Evet doğru. Aslında rahatsızlık sayılmaz, sadece duygularını belirtmişti." "Daha sonra," derken cebinden çıkardığı küçük bir deftere notlar almaya başladı. "Dün gece evinize kadar geldi, öyle mi?" "Evet." "Daha önce gelmiş miydi?" "Hayır." "Takip etmiş olabilir yani." "Bilmiyorum." "Adresi vermiş olabilir misiniz? Yani evinizi nasıl bulmuş olabilir merak ediyorum." Genç kadın beynini zorlamaya uğraşırken, beyni ise dış dünyayla alakasını tamamen kesme peşindeydi. Asya'ya hiç yardımcı olmuyor, ona gerizekalı damgası vurmak istiyordu. Suçsuzdu ve ona sunulan soruları en doğru şekilde karşısındaki adama aktararak katilleri bulmak istiyordu. Ama durmuştu. İflas etmişti. Hayat onun için artık çok zordu. Yaşaması öldüren cinsten bir dünya... İroni dolu bir gezegen. "Ben hatırlayamadım." deyip kaşlarını çattı. Defterin üzerinden kadına bakan Cem, onun suratındaki ifadeyi görür görez kalemini masaya bıraktı. Olabildiğince sakinleştirici bir ses tonuyla, "Sizi suçlamak için burada değilim Asya Hanım. Teknik olarak bunu söylemem yanlış. Bir soruşturmada herkes suçlu konumdadır. Ama size baktığımda her şeyden habersiz bakışlar görüyorum. Sakinliğinizi koruyup bana neler hatırladığınızı söyleyin lütfen. Böylece size bir daha rahatsız etmeyelim." Kabullenmekten çok çaresizlikten başıyla onayladı. "Sohbetlerimiz arasında evimin Marmaris'in hangi köşesinde kaldığını söylemiş olabilirim. Burada neler yaptığımızı ve nasıl yaşadığımızı sık sık konuştuk elbette." Cem notlar almaya devam etti ve Asya'yı hiç duymamış gibi yönünü çevirdi. "Ali Bey'le kavga ettikleri doğru mu?" Kadın afallayarak adama baktı. Deminden beri bitkin olan bedeni tekrar atağa geçmişti. "Ali'den mi şüpheleniyorsunuz?" "Lütfen sadece sorularıma cevap verin." "Ben... Ben ne söyleyebilirim ki size!" Koyu gözlerini kadına kaldırıp büyük bir ciddiyetle konuştu. "Bu yüzden buradayım Asya Hanım. Sizler ne söyleyeceğinizi düşünerek aklınızı yormayın diye. Ben sorularımla söyleneceklerin listesini çıkarıyorum. Şimdi, sorumu tekrarlıyorum. Ali Bey'le kavga ettikleri doğru mu?" "Aralarında bir tartışma çıktı evet; ama onun yaptığına inanmıyorum." "İnsanları aklamak yerine sorularımla temas içinde olun lütfen," deyip defterine birkaç şey daha karaladı. "Tartışmanın sebebi neydi?" Belli ki özel hayatını dökmek zorundaydı. Yanakları haifçe kızarsa da konuştu Asya. Çünkü konuşmadığı her an için bu polis memuru sinirlerini hoplatıyordu! "Sinan benden hoşlanıyordu." Kollarını masaya dayayıp bakışlarını kadına diken Cem merakla konuştu. "Bak şu işe..." Dişlerini sıktı. "Ali'nin de duyguları arkadaştan farklı ve küçük bir tartışma yaşadılar." "Paylaşılmayan kadınlardan biri de sizsiniz öyleyse..." Kendini daha fazla tutamadı. "Ya da duruma başka yönden bakmalı Cem Bey. Paylaşılmayan kadınlar yoktur bence. Egolarına yenik düşen erkekler vardır. İnanın bana savaş sadece onlardan dolayı çıkar. Siz de erkeksiniz. Söylesinize bir kadın için hiç kavga etmediniz mi? Bu sizi ne yapar? Ben söyleyeyim isterseniz. Bu sizi genel olarak erkek yapar. Gerisini bilemem..." Suratı renkten renge giren Cem, karşısındaki kadının duru güzelliği ve sesi karşısında onu rahatlıkla ezebileceğini düşünmüştü. Yaşadığı utanç kızgınlığa dönüştü ve sertçe, "Çenenizi sadece ben isteyince çalıştırın!" dedi. Ne derse desin Asya bir kere ipi tutmuştu. Güvenini geri kazanmıştı. Ali'yi suçlaması ve acılı gününde onu bu denli zorlaması duruşunu dikleştirdi. Yaklaşık bir saat soru cevap şeklinde geçti. Bahçeye çıktığında bedeninde tonlarca yük hissediyordu; ama Ali'nin sorgusu gereğinden uzun sürünce telaşlandı ve kendi derdini unuttu zavallı kadın. O sırada yakınına gri bir jeep park etti. Lüks Grand Cherokee güneşin altında ışıldıyordu. Ondan daha çok parlayan ise, arabadan inen sahibiydi. Bu kişi, Asya'nın içinde bir yeri titretmeyi başardı. Timuçin, arabasını tek tuşla kilitledi ve gözlerine geçirdiği siyah gözlüklerinin ardından kadının esmer tenini süzdü. Giydiği siyah tişört, omuzlarını göründüğünden daha geniş gösteriyordu. Saçlarının kıyısına vuran güneş onları parlatıyordu. Yürüyüşü kendine güvenli ve dayanılmazdı... Bir kadının hayranlıkla gözlerini dikmemesi ise imkansızdı. Asya büyülenmiş gibi adama bakakaldı. Arkadaşının hunharca katledildiğini, şüpheli olduğunu ve perişan bir halde polis merkezinin önünde beklediğini unutmuştu. Terledi. Elini çaktırmadan kaldırdı ve şakaklarına uğrayan ter damlacıklarını sildi. Bunun sebebi kesinlikle Temmuz ayının sıcaklığı falan değildi. Vicdan azabı çekmeliydi. Ali içeride sıkıntılar içinde yanarken, Asya'nın harareti bambaşkaydı. Koşullar hiç adil değildi. Timuçin tepesinde durarak onun güneşini kesti. Ama gözleri, ışıldayışını; beyni kilit altındaki kalışını sürdürüyordu. Gözlüklerini çıkaran genç adam konuştu. "Asya Hanım, başınız sağ olsun. Nasıl oldunuz?" Gözlerindeki kaygıyı görebiliyordu. Onu merak etmişti. Belki de ilk defa alaylı ya da umursamaz bakmıyordu. Önemsiyordu. Evet, onu önemsiyordu. Genç kadının kalbi hızlandı. Ona sarılmak istedi. O geniş ve güçlü omuzlarda sarsılarak ağlamak... Bunu düşündüğü için kendinden utanmıştı; ama böyle hissediyordu. Hislerine yasaklar koyamaz ya da onları öldürüp sonsuzluğa gömemezdi. Ne yapayım öleyim mi?! Bu güçlü kollarda olabilir, ölebilirim burada... diye düşünürken gün geçtikçe niyeti bozduğunu anladığından yanakları kızardı. "Asya Hanım, iyi misiniz?" diye koluna dokundu Timuçin. Asya artık hiçbir şey duymuyordu. Koluna sarılmış adamın iri eline baktı uzun uzun. Kendini kaybetmesi an meselesiydi. Parmakları hem uzun hem de kalındı. Tutuşundaki kuvvet bile başını döndürmeye yetmişti. Transa geçmişcesine koyu gözlerini kaldırdı ve adamın sıcak bir yaz gününü andıran mavi gözlerine baktı. Onu beğeniyordu. Beğenilmeyecek gibi değildi ki zaten. Kalbi paldır küldür içinde atarken, uzun süredir rutinliği içinde boğulduğu yaşamını değiştirme fırsatını yakalamak üzereydi. Timuçin'in bakışlarındaki her ne olursa olsun; iyilik, kötülük, korku, arzu, zarar verme... Ona baktığında kuvvetli bir çekimle salınıyordu. Timuçin'in de kadından bir farkı yoktu. Çok yeni tanışmışlar, birkaç cümle dışına çıkmamışlar ve sadece gizli bakışlarda buluşmuşlardı. Asya ona kur yapmamıştı! Ama aklından çıkaramıyordu işte... Zihnini boşalttığı anda aklına ilk hücum eden O oluyordu. Marmaris'te çapkınlıkla ilgilenmeyeceğini söylese de yapamamıştı. Timuçin, Asya'ya dokunmak istiyordu. Boşta kalan elini de diğer koluna sardı. Kendine engel olamadığı bir anda parmaklarıyla okşamaya başladı. Söylemek istediği şeyler vardı. Basit gibi görünen sözcükler. Kadınları ayartmak için dile getirdiği süslü kelimeler... Ama ağzından çıkmıyordu. Çünkü Timuçin Gündoğan kalpten hissediyordu. Ufacık bir sahtelik içermeyen düşüncelerini, diliyle birleştirip havaya bırakması çok zordu. Yutkundu. Ona bitik bir halde bakan kadın için telaşlandı ve hafifçe sarstı."Asya Hanım, iyi misiniz?" Yanıt alamayınca bir kez daha sarsarak maviliklerini kadına yaklaştırdı. Koyu kahve kaşları çatılmıştı. "Bana cevap vermezseniz sizi hastaneye götüreceğim!" Asya, kendi gözleri kadar yakın mavi gözler yüzünden boğazında bir kalp atışı hissetti. Kafasını eğdi yere. Heyecanı midesine oturmuş, dalga dalga bedenine yayılmıştı. Öyle bir coşkuydu ki damarlarındaki, mantığını yok ediyordu. Sonunda bakışlarını kaldırabildi. "İyiyim Timuçin Bey..."dedi zayıf ses tonuyla. Timuçin gözlerini kadının gözlerinden ayırmadan ellerini çekti. "Bir şey oldu sandım." "Biraz daha iyiyim." "Ali Bey sorguda mı hala?" "Ali sorguda, ondan şüpheleniyorlar galiba..." Başını sağa sola salladı. "Ne oldu anlamadım. Sinan dün kapıma dayandı, bir şeyler geveledi. Konuşmak istiyordu... Sonra..." Sesi titreyerek, "Sabah kalktım, televizyonda gördüm..." dedi. Timuçin ona şefkatle baktı. Pürüzsüz esmer yüzünü ellerinin arasına alıp, onu sakinleştirmek istiyordu; ama yapamazdı, en azından şimdilik... "Merak etmeyin, suçlu bulunacaktır." "Peki sebebi ne olabilir? Sinan bizden başkasını tanımıyordu ki burada." Timuçin kendini tutamayarak kadının yanına oturdu. Konuşurken sesinin yumuşacık çıktığından bihaberdi. "Bilmiyorum..." Yaşlı gözlerinde zaman harcadı. "Belki de birkaç serserinin kurbanı olmuştur." "Nasıl yani?" "Burası turistik bir yer. Parasını almak isteyen birkaç vicdansızın elinde kalmıştır belki de..." Asya suratını buruşturdu. "Ben bu ihtimali hiç düşünmemiştim." deyip dudaklarını acıyla büzünce, Timuçin'in bakışları oraya indi. "Hayat böyle Asya Hanım. Tuhaf şeyler duyarsınız, ama kendinize konduramazsınız. Bu yüzden çok şaşırırız. Çünkü kötü şeylerin başımıza gelmeyeceğine inanırız." Asya lafı yapıştırdı."Kötü anlar yaşamış olmalısınız." Ve Timuçin'i şaşırttı. "Bunu nereden çıkardınız?" "Belki cesurca gelecek ama ben insanların gözlerine baktığımda anlıyorum." Adam kirpiklerini kırpıştırdı. "Öyle mi? Hiç yanıldığınız olmadı mı?" Genç kadın gülüverdi. Perperişan görüntüsünün üzerine binen gülümseyiş tıpkı bir yeniden doğuş gibiydi. "Bir bakışta anladığımı söylemedim ki. Sırlarını, iç organlarından daha da geride saklayan insanların bile kendilerini ele verdikleri bir an vardır." "İma ettiğiniz şey... Yani şu anda kendimi ele mi verdim?" Asya sustu. Daha fazla sürdüremedi; çünkü bu kadarına bile nasıl cüret etmişti bilemiyordu. Timuçin Gündoğan'ın yanında nefesini bile zor alırken onunla hayat hakkında münakaşaya girmesi inanılır gibi değildi. Genç kadın arkadan gelen sesle irkildi. "Asya!" Ali burnundan soluyarak onlara doğru geliyordu. Tam yanlarında durup, cevap bekler gibi bir kadına, bir adama baktı. Asya hızla ayaklandı ve adama yaklaştı. Kollarını uzatıp onun ellerini yakalamak istese de yapamadı. Normalde arkadaşını sarıp teselli ederdi. Ardında gözlerini dikmiş bir Timuçin varken bunu yapamazdı. Ciddi bir ilerleme kaydetmişken bunu kaybetmeyi göze alamıyordu. "Ali iyi misin? Tamamen bıraktılar demi seni?" derken korkuluydu. "Geçmiş olsun Ali Bey. Ayrıca Başınız sağ olsun..." derken sesinde otoriterlik vardı Timuçin'in. Her şeyi bastırmaya yetecek güç yayıyordu sanki etrafa. "Evet bıraktılar. Yanlışlıkla beni tutuklayacaklardı, ama zaten siz de ifade vermişsiniz Timuçin Bey, değil mi?" derken öfkeyle Timuçin'in suratına bakıyordu. Asya şaşkınlıkla Timuçin'e döndü. Timuçin, onun şaşkın ve meraklı gözlerini gördüğünde, hiç istifini bozmadan güçlü sesini yükseltti. "Evet, sabah ifade için beni de çağırdılar. Çünkü benim yanımda çalışan iki elemanım bulmuşlar... Arkadaşınızı..." "Sadece bulmuşlar mı?" Ali'nin öfkesi gibi, Asya'nın da merakı artıyordu. Timuçin'in yüzü anında çarpıldı ve "Sen ne demeye çalışıyorsun be?" diye sordu. Ali yönünü bu defa Asya'ya çevirdi. "Sinan sana gelmeden önce yine kulübe gitmiş. İçmiş bir güzel, sonra..." Timuçin'e sert bir bakış attı, bundan sonraki kelimelerini tükürürcesine konuşacaktı."Timuçin Bey'in adamlarıyla konuşmuş, daha doğrusu tartışmışlar ve sana gelmiş..." Bu sefer Timuçin'e dikmişti gözlerini. "Sonra da kafası kesilerek öldürülmüş..." Asya'nın dehşete düşmüştü resmen. Timuçin, ona kafa tutan çalışanına hayranlık duysa da öfkesinden kurtulamadı. "Ağzından çıkanı kulağın duysun! Ben ifademi verdim; ama nedense beni senden daha çok tuttular!" "Sen- sen! Benimle böyle konuşamazsın!" diye üstüne atılacaktı ki, Asya araya girdi. "Ali kendine gel! Sen de duydun, Timuçin Bey de suçsuz..." gözlerini Timuçin'e çevirdi. Timuçin'in gözlerinin içi öfkeyle yanmaya başladı. Ağzını burnunu kırıp, köşeye atacağım şimdi şunu! diye düşünerek, ellerini sıktı. Saygısızlığını arttırıyor oluşunun yanında, Asya'nın bakışlarının deforme olmasıydı tüm öfkesi. Az önceki gibi dikmemişti karalıklarını ve Timuçin'in içi alevlendi. "Asya Hanım evinize gidin ve dinlenin. Ali Bey'in sinirleri bozulmuş, kiminle, hangi üslupla konuştuğunun farkında değil. Bunu anladığında geç olmaz umarım." Ali sinirle içini çekti, ağzını açmış bir şey diyecekti ki, "Ali lütfen gidelim artık. Kötü hissediyorsun belli ki kendini. Lütfen..." Yalvaran gözlerini görünce Ali de pes etti. Haddini aştığını hiç düşünmüyordu. Adamdan ve onun Asya'ya yakın olmasından hoşlanmıyordu. Yine de zor bir gün olmuştu, bunun icabına daha sonra bakabilirdi. "Peki... İyi günler Timuçin Bey." diyerek, Asya'yı da bileğinden yakaladığı gibi yürümeye başladı. "İyi günler Timuçin Bey..." diyebilmişti genç kadın. Ne kadar yanındaki adama ayak uyduruyormuş gibi gözükse de, aklı arkada kaldı. &&& Odasına girer girmez ilk işi duşa girmek oldu. Boynunu sağa sola sallayıp kaslarını rahatlattı. Suyu açıp üzerini çıkarırken aynadaki yansımasıyla karşılaştı. Ellerini lavabonun kenarına yaslayarak yüzünü inceledi. Uzun kirpiklerini, siyah saçlarıyla tezat oluşturan mavi gözlerini... Kendini ikiye ayırırdı Timuçin ve bedeninin de buna göre yaratıldığına dair yüksek bir inancı vardı. Mavi gözlerinin berraklığı, güzelliğini gösteriyordu. Büyük bir delikten dönerek akan su gibiydi bakışları. Kadınların ilk görüşte ürktükleri, hemen ardından hipnoz olmuşcasına uzak kalamadıkları iki mucizeydi adeta. Siyah saçları ise gizemi simgeliyordu. Her telinde büyük bir sır yatıyordu adeta. Büyük günahlar, verilen büyük acılar... Karanlığını saklıyordu orada. Babasının kirli işlerini miras almıştı şimdiden. Her işine koşturuyordu başlarda. Daha on altısında eline tutuşturulan silahı hatırladı. Şöyle demişti babası; "Bu hayatı neden yaşadığımı sorgulama evlat. O işe girersen yollarımız ayrılır. Tek evladımın bana sırt dönmesini istemem." Timuçin'in gözleri silahta, kulağı babasında, ona sunulan yolu tartmakla meşguldü. Seçim hakkının olmadığını biliyordu. Bunu dile getirdiği an ilişkileri çatırdayacaktı. Daha o yaşında babasının güven delisi olduğunu biliyordu. Minik bir şüphe adamın hislerini dağıtmaya yeterdi. Silahı aldı ve başını kaldırdığında babasının gururlu yüzüyle karşılaştı. "Aferin oğlum. Bugün ölsem gam yemem. Benim gibi delikanlı ve adam gibi adam bıraktığım için mutlu göçerim." Genç adam başını eğip gözlerini yumdu. Ailesine düşkünlüğünden ötürü bu işi gerçekten yapmak isteyip istemediğini sormamıştı kendine. Belki de ilk kez sorguladı. Çünkü aklına yine Asya gelmişti. Öylesine saf geliyordu ki ona, bir rüya gibiydi adeta. O güne değin iyilikle karşılaşmamış bir adam için gerçek olamayacak kadar hoştu. Çevresindeki hangi kadın yanakları kızararak bakmıştı ki ona? Ürkek gözlerini kaldırmıyor muydu hoşlantıyla... Timuçin'e kafayı yedirecekti! Her zaman dile getirdiği damarlarında akıp giden siyah kanı düşündü. Marmaris'te karşılaştığı ışık hem karanlığını dağıtıyor hem de vücudunda dolanıp duran kanın rengini değiştiriyordu. Mantığını ve hayvansal içgüdülerini her zaman önde tutsa da, kaslı göğsünün altındaki hergele kalbini görmezden gelmeyecekti. Asya'yı gördükçe daha kuvvetli atıyordu. Ellerini, yüzünü ve saçlarını sıvazlayıp ensesinde birleştirdi. Üzerine çöreklenen yorgunluğu atmalıydı. İfadesiz gözlerini sağına çevirdi. Çamaşır sepetinin yanına atılmış kanlı gömleği süzdü. Susmak... Ardını dönüp gitmek... Bir günahı daha sahiplenmek evladı olmuşcasına... Kararsızlık... Hiç yaşamadığı bir durum... Konuşmayı çılgıncasına istemek, itiraf etmek ve ağzının sıkı sıkıya kapalı kalması... Gömleği yerden alıp çöp kutusuna fırlattı. Sıcak duşun altında bir süre öylece bekledi. "Asya..." diye mırıldandı kendi kendine. Diri ve parlak esmer teni düştü yine aklına. Ve uzun siyah saçları... Sonra, her şeyi anlatan o siyah gözleri... Öylece, içindeki huzur ve huzursuzluk karışımı bir duyguyla uyuyup kaldı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE