4

1856 Kelimeler
Asya odasına girdiğinde, suratındaki şaşkın ve korkmuş ifade devam ediyordu. Yatağın üzerine bir çuval gibi yığıldı. Gözlerini, kahverengi mobilyalarıyla uyumlu açık kahve ve tüylü halısına dikti. Işıklarını açmaya korkuyordu. Dışarıdaki her kimse, onun odada olduğunu düşünerek oraya girebilirdi. Halbuki eve girdiği belliydi. İsteyen bir şekilde yarım bıraktığı işi tamamlayabilirdi. Ürkerek ve Allah'a dua ederek başını pencereye çevirdi. Kırık beyaz tülün ardından ayın ışığı vuruyordu. Bazı geceler bu görüntüye karşılık güzel bir müzik açar ve hayallere dalardı. Güzel hayallere... Bir gün evlendiğinde yaşayacağı o güzel günlere... Bazı geceler de kabuslarının ardından zangırdayarak bakardı ay ışığına. O gece de kabustan uyanmış gibiydi. Kollarını bedenine sarıp, neler olduğunu anlamaya çabaladı; ama başaramadı. Sonunda aklına telefonu gelince hızla çantasına elini daldırdı; fakat karışık çantada hiçbir şey bulamadığından içindekileri yere döktü. Makyaj malzemeleri, gözlük kutusu, cüzdanı, bozuklukları etrafa saçıldı. Her şeyi sabırsızca kenara itip telefonunu buldu. Onlarca cevapsız arama ve Sinan'ın mesajları vardı. Bir an önce onunla konuşması gerektiğini yazmıştı. Elinde telefon öylece oturdu birkaç dakika. Bu kadar önemli olan neydi? Korktuğu, onu korumak için çabaladığı durum neydi? Cevapları bulamayınca tekrar telefona bakma ihtiyacı duydu. Cevapsız aramalarda aşağıya doğru indikçe, Ali'nin de onu defalarca aradığını gördü. "Ali'nin bir parmağı var bu işte kesin! İşe de gelmedi, kavgadan sonra da hiç aramadı!" Ali sanki onun aramasını bekliyor gibi hemen açtı telefonu. "Asya?" "Nerdesin sen Ali? Bugün işe neden gelmedin?" sesindeki öfkeli tınıya engel olamamıştı. "Asya dün yediğim yumruk gözümü fena morarttı, sabah kalktığımda mosmordu. Selçuk Bey'den izin aldım. Beni otelde böyle görenler nasıl dalga geçecekti düşündün mü hiç?" İçini çekip devam etti. "Zaten sende triplere girecektin gelmek istemedim bende..." Onun sözlerinin gerçekliğini ölçmek için bekledi. Sinan'ı korkutanın o olup olmadığının şüphesini kovaladı. Yapmazdı herhalde. Genç adamın gözlerine yerleşen o büyük korkuya neden olmazdı. Ali'yi tanıyordu. Üstelik sesindeki sinir olmuş masumluk her şeyi açıklıyordu. "Evet girecektim; çünkü haklıyım Ali Bey. Gözünün morarmasını hak ettin biraz; ama neyse... Geçmiş olsun." "Sağ ol..." diyen adamın sesi tripli çıkmıştı. "Selçuk Bey'den nasıl izin aldın? Yumruklaştığını söylemedin herhalde..." derken imalı bir ses tonu vardı. "Söyledim tabii kızım, yalan söyleyemem ben öyle! Asya yüzünden geldi başıma ne geldiyse dedim!" "Dalga geçme benimle, umarım Selçuk Bey'e iyi bir yalan uydurmuşsundur, yarın seni böyle görmesini istemiyorum. Dua et öğrenmesin!" "Senin için dua etmeyeceğim!" "Neden? Bana trip atmanı gerektirecek bir durum yok Ali! Hiçbir şey yapmadım ve merak edip aradığımda da telefonumu açmadın!" "Açmam!" "Şimdi neden açtın?" "Daha fazla merak etme diye," derken trip atmayı bile eline yüzüne bulaştırdı. Sesi homurdanarak ulaşırken, dudaklarının büzüldüğünden emindi genç kadın. "İnan bana çocuk gibisin Ali! Neyse ki dünkü saçmalıklar kimsenin kulağına gitmedi! Umalım ki Timuçin Bey de bir şey söylememiş olsun." Asya onun ismini söyleyince dili adeta huylandı. Yanaklarını tatlı bir ısı sardı. "Her şeye maydanoz olmasın o! Patron diye sınırsız saygı gösterecek değilim!" "Ali!" "Yalan mı! Neyse, yarın için de izin aldım. Ankara'da bir akrabamın rahatsızlandığını ve oraya gideceğimi söyledim. Sayende yarın da evdeyim Asya!" "Benim ne suçum var şimdi? Sinirlendirme beni! Ne yaptıysan kendine yaptın." Genç adam kendini savunmakla meşguldü. Asya ise, artık onun ne dediğini algılayamıyordu. Kafasında daha başka şeyler dolaşıyordu. Sinan'ın geldiğini söylesem mi acaba? Görünüşe göre adamın bir şeyden haberi yoktu ve gözündeki morluğun sebebini irdelemesinler diye işe gelmemeyi tercih etmişti. Olayın muhasebesini yapıyordu genç kadın. Söylerse delibozuk arkadaşı gidip onu bulabilirdi. Hem zaten Sinan'ın peşinde birileri de vardı. Off! Bunu biriyle paylaşmazsam, deli olacağım! diye düşünüp, şu an en yakın olan insana durumu kendince açıklamaya çalıştı. Açıklamasının asıl sebebi, karşısındaki kişinin biraz dengesiz oluşuydu aslında. "Asya duyuyor musun sen beni?" "Duyuyorum, evet." Hızla durumu kurtardı ve ne sorduğunu adama bile unutturan bir soru yöneltti. "Sen Sinan'ı dün geceden sonra gördün mü?" Adamın sesi öfkeli çıkıyordu. "Hayır! Görmek de istemiyorum! Yoksa yarım kalan işi bitiririm!" "Yaa şey... Sinan'la az önce evin önünde karşılaştım ben." "Nasıl yani? Evine kadar geldi mi! Asya beni neden aramadın yaa! Oraya geliyorum hemen!" "Ali saçmalama otur evinde! Konuşmak istedi; ama ben gitmesini söyleyince üstelemedi. Sen de gördün mü diye bir sormak istedim." "Hayır görmedim. Asya doğru söyle bir şey yapmaya çalıştı mı? Korkuyor musun? Yanında kalabilirim!" "Korkmuyorum Ali. Dinlen sen. Gitti işte, tamam mı? Söylediğime pişman etme beni." Bir süre daha genç adamı sakinleştirmeye çalıştı. Baktı ki yine sınırlarını zorluyor, yorgun olduğunu söyleyerek telefonu kapadı. Yalan değildi. Zihinsel olarak ciddi anlamda yorgundu. Düşüncelerini toparlamak ve neler olduğuna bir anlam yüklemek için yatağına uzandı. Bir süre düşünceleriyle boğuştu. Pencereden aşağıya, Sinan tekrar geldi mi acaba diye bakmak istedi; ama korkusundan yapamadı. Kapısını kilitlemişti. Kendini bu şekilde güvende hissediyordu. En azından öyle umut etti. Yorgunluk gözlerini esir almıştı. Gözlerini kapamak üzereyken telefonu çalmaya başladı. Yükselen ses irkilmesine sebep oldu. Hızla ışığı yakarak nefesini kontrol altına aldı. Komodinin üzerindeki telefonu yabancı bir numarayı gösteriyordu. Telefon kapanana kadar ekrana baktı. Aklında birçok senaryoyla bekledi. Kabuslarının canlanmış olma ihtimalindan tırsıyordu. Şimdi tanımadığı bu numaraya cevap verirse, iğrenç bir sesin öleceği zamanı söyleyeceğini ve ışıkların kapanarak evde ayak seslerinin duyulacağını zannediyordu. Tüyleri diken diken oldu. Telefonun sustuğunu, tekrar çalmaya başladığında fark etti ve küçük bir çığlık attı. Yan odaya geçti ve dışarıyı gözledi. Sokakta hiç kimse yoktu. Saklanmış birileri olsa da göremezdi; çünkü ortalığı aydınlatan tek şey sokak lambasıydı. Korkuyla ne yapacağını bilemedi. Odasına döndüğünde sonunda susan telefonuna dikti gözlerini. Yatağına oturup uykusunun kaçışına öfkelenirken, telefonu tekrar çalmaya başladı. Ali'yi mi çağırsam? diye düşündü. Sonra başını sağa sola salladı hızla. Her şeye tek başına göğüs germişti. O gece de bir telefondan korkacak değildi! Hem fantastik filmlere bayılsa da, gerçekliğine asla inanmazdı! Bir kaç saniye bekledikten sonra açtı telefonu, karşı tarafın konuşmasını bekleyerek sustu. "Asya Hanım?" Küçük bir şokla ağzı bir karış açılan kadın kekeledi. "Aa-a, Ti-Timuçin Bey?" "Kusura bakmayın, gecenin bu saatinde arıyorum. Uyuyor muydunuz? "Eeee, yok, yok yatacaktım; ama... Bir şey mi oldu?" "Önemli bir şey yok, merak etmeyin. Bu saatte aramamam gerekirdi biliyorum." deyip sesli bir iç çekişle kadını şaşırttı. "İşleri halledebildiniz mi? Bugün oyaladım sizi farkındayım." Beni bu yüzden mi aramış yani? Gecenin köründe? Hem o sesindeki tuhaf mahcubiyet ne? Sen nasıl bir insansın anlamış değilim! "Ben işlerimi bitirdim Timuçin Bey. İlginize teşekkür ederim." Birkaç saniye aklındaki soruyu karşıdaki adama yöneltmenin çaresini aradı. Bulamadı. Bu yüzden lafı dolandırmamayı tercih etti. "Şey, yanlış anlamazsanız telefonumu nerden buldunuz merak ettim." "Selçuk Bey ulaşamadığım bir zamanda sizi ararsam yardımcı olabileceğinizi söylemişti. Sizi merak ettim. Kusuruma bakmadınız umarım." Ne kadar da kibar konuşuyordu böyle. Sesinde ortaya çıkan çekince de adama karşı ilgisini arttırmıştı. Tezatlarla doluydu. "Yok... Rahatsız etmediniz. İlginize teşekkür ederim. Numaranızı kaydediyorum o halde. İşler konusunda da bir sorun yok, emin olabilirsiniz." Sessiz bir saniyenin ardından genç adam sakince onu cevapladı. "Pekala, sevindim. Iyi geceler o zaman." "Size de iyi geceler Timuçin Bey," Son kez perdenin ardına geçip bakındı. Görünürde güvendeydi; ama telefonu kapatarak avuçları arasına bastırınca yalnızlığının korkutucu şekilde çatırdığını fark etti. Gözleri hızla açıldığında, karanlık bir ormanda, sonbaharın sararıp ağaçlarından kopardığı yaprakların üzerinde geceliği ile yatıyordu. Etrafı aydınlatan tek şey ay ışığıydı. Hemen ayağa kalktı. Giydiği askılı geceliğine kum ve kurumuş yapraklar yapışmıştı. Saçları birbirine girmiş, siyah tellerin arasına otlar bulaşmıştı. Neredeyse bağırır cinsten aldığı nefes alış verişiyle etrafa göz gezdirdi. Tek başına, ileriyi göremediği bir ışıksız ortamda kalakalmıştı! Buraya nasıl gelmişti? Kim getirmişti? Nasıl uyanmazdı? "Allah'ım!" diyerek nefesi kesildi. Korku neredeyse kanını dondurmuştu ve hareketini engelliyordu. Sertçe yutkunduğunda boğazının kuruluğu tuhaf bir ses çıkardı. Başını sola çevirir çevirmez onu gördü! Kabuslarının sebebini, birkaç kez ölmesine neden olan kişiyi! Elinde baltasıyla ona bakıyordu! Asya'nın nefesi rahatsız edici bir gürültüye dönüştü. Bir adım geriye atsa ona zarar vereceğine inanıyordu. Korkmamaya çalıştı. Nefesini düzenlemeye, hırıltılarını susturmaya uğraştı. Ama o koca gövdeli, nefes alıp verirken omuzlarının gökyüzüne kadar uzanacağını sandığı şeyden korkusunu alıp güvenli bir yere saklayamıyordu! Tanıdık biriydi Asya için. Yıllardır aynı evi paylaşmış gibi rüyalarda buluşuyor ve kendi aralarında savaş veriyorlardı. Ne yapacağını biliyordu artık. O keskin baltasıyla boynuna nişan alıp sallayacaktı. Her defasında ölümünü hissediyordu genç kadın. Birçoğunun rüya olduğunun ayrımına varabiliyordu ilginç bir şekilde. Gece uyurken beynine verdiği komut onu uyarıyordu. Rüyalarının karanlık prensini görebilirsin, hazırlıklı ol! İçgüdüsel bir edayla ardını dönüp deli gibi koşmaya başladı. Her ne kadar onun bilinçaltında yaşayan ve oradan beslenen bir varlık olsa da kendini tutamadı. Arkasına dönüp baktığında, maskeli katil de onun peşinden geliyordu. Katil ondan daha hızlı, hatta özel bir gücü varmışcasına uçuyordu! Eğer Asya hızını arttırmazsa, adamın onu yakalaması an meselesiydi! Bir anda yanında onunla birlikte koşan birini fark etti. Arkasına baktığında katil de peşinden geliyordu. Asya şimdi kimden kaçıyordu? Yakalanma korkusu büyük bir taş gibi midesine gelip oturdu. Yani bedeni gittikçe ağırlaşıyor, bacakları titriyor ve koşması zorlaşıyordu. Başını çevirdiğinde katilin orada olmadığını gördü. Yaşları yanaklarını acıttı. Ardına döndüğünde onu gördü. İşte birkaç metre uzağındaydı! Geniş bedenini bir pelerinin içine sıkıştırmıştı. Hafifçe eğildi ve dikkatini yerdeki şeye verdi. Asya, ay ışığının sağladığı aydınlıkla, baltanın kana bulandığını gördü. Korkuyla kendini bir ağacın arkasına attı. Allah'ım kimi öldürdü şimdi bu? Beni de öldürecek! BENİ DE ÖLDÜRECEK! diye düşünürken, katilin ona baktığını gördü. Korkuyla dönüp kaçacaktı ki, katil birden gözleri önünde buharlaşıp yok oldu. Asya şaşkınlıkla olduğu yerde bekledi. Takırdayan dişlerini susturabildiğinde kurbanın kim olduğunu öğrenmek için oraya doğru yürümeye başladı. Yüreği pır pır ediyor, geri mi dönsem diye düşünüyordu. Gerçi nereye dönecekti ki? Bulunduğu yerin adını bile bilmiyordu! Üzerinde sadece pijamalarıyla kalakalmıştı! Yerde gözleri açık ve belli belirsiz nefesler alan birkaç insan olduğunu gördüğünde resmen bağırdı! Ay ışığı hiçbir şeyi saklayamıyordu. Kadının yüreğini parça pinçik eden, bedenini ve zihninin hor gören o acıyı, gördüğü suratlarla hissetti. Üst üste attığı çığlıklarla geriye doğru gitti ve ayağının büyük bir kayaya çarpmasıyla yere düştü. Elleriyle ağzını kapadı ve ağlamaya başladı. Yaprak hışırtısı çok yakınından geliyordu. Kalbi bedeninden fırlarcasına atışını sürdürdü. Ellerini korkudan beyazlayan suratından çekmek zorunda kaldı. Geleni görmek zorundaydı. Kaçışı yoktu. Yüzüne siper ettiği narin parmakları onu koruyamazdı. Geriye kalan tüm bedeni ortalıktaydı. Tekrar ölecekse en azından onun yüzünü görmeliydi. Gözlerini araladığında karşısında dikilen Timuçin'i gördü. Adam ona doğru eğildiği sırada uyandı! Gözlerini açtığında ilk işi kendine lanet okumak oldu! Timuçin'in eğilip onu öpeceğinden emindi. Bu fırsatı kaçırmış olmasına inanamadı! Sonra salaklığına yanarak yatakta yerini değiştirdi. Kabusunu o gününe yansıtmayacak olandı Timuçin. Buna seviniyor olsa da rüyasında gördüklerine bir anlam yüklemesi gerekiyordu. Hepsini bir araya getirdiğinde kurgusuz bir hikayeye benziyordu. Bunu çözmek için ya beynini yoracak ya da bir sonraki kabusunu bekleyecekti! Alnındaki teri parmaklarıyla silip bakışlarını pencereye çevirdi. Hava daha aydınlanmamıştı. Bir süre tavanı seyretti. Basit bir çizgide giden yaşamı zikzaklar oluşturmaya başladı! Timuçin'in gelişi... Sinan'ın ona bir şeyler anlatmak için çırpınışı... Sinan ve Ali'nin kavgası... Hassas olan beynine fazla gelmişti. Tekrar uykuya daldı ve en azından sonraki yarım saati biraz daha huzurlu geçirdi. Sabah uyandığında başı çatlayacak gibiydi. İki dünyada yaşayan fantastik güçlere sahip insanlar gibi hissediyordu kendini. Gerçekte böyle olsa belki hoş olabilirdi. Ama çektiği sıkıntıya değer miydi, işte onu bilemiyordu! Hiçbir başarının veyahut hiçbir kahramanlığın kolay yolu yoktu. Normal bir insana yaşatılan acıdan daha üstündü ızdırap. Dört dörtlük olmayan bir yaşamın daha da altındaydı varlıkları. Görünüşte mükemmel, ama içten yakmalı bir zehirdi esasında. Hem deli gibi arzulanan hem de korkuyla uzaklaşılan bir durumdu seçilmiş olmak. O yüzden ne istediğine yine karar veremeden üstündeki pikeyi attı. Mutfağa gidip kendine bir kahve yaptı. Televizyonu açtı. Kanalları gezmeye başlamıştı ki gördüğü bir haberle yerinden fırladı. Ekranda Sinan'ın fotoğrafı vardı ve öldüğü yazıyordu. Sinan dün gece boğazı kesilerek öldürülmüş ve kameralara göre maskeli birkaç kişi tarafından sokağa atılmıştı. Asya, yüreği gırtlağında ekrana bakakaldı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE