7

2275 Kelimeler
Asya, cezveden taşan kahveye kıpırtısız bakıyordu. Son on dakikadır eli ayağına dolanmıştı. Cezveyi sinirle suyun altına tutup içini temizleyip tekrar kahve koydu. Hızlıca pişsin diye hamle yaptıkça eline yüzüne bulaştırıyordu! Adamı bekletip, bir kahveyi bile pişiremiyor, şuna bak demesini istemiyordu. Gerçi pişiremiyorsam da ona ne ya, diyerek kendi kendine de kavga ediyordu. Sonunda kahveyi pişirdiğinde, büyük bir mutlulukla fincanlara koydu ve tepsiye yerleştirdi. Genç kadın salona girdiğinde, Timuçin'i pencereden dışarıyı seyrederken buldu. Birkaç saniye elindeki kahvelerle onu seyretti. Bu adam oturmayı sevmiyor herhalde, diye düşünüp sessizce güldü. Onu sürekli ayakta ve genelde pencere kenarında görüyordu. Bu durumu düşünmek, onu eğlendirmişti. Ama bu adamın güzel görünmediği anlamına gelmiyordu. Geniş gövdesiyle penceresini kaplarken, sert omuzlarını dikizlemek alışkanlık halini almıştı. Biraz daha ilerleyince, genç adam onun geldiğini duymuş olacak ki kadına doğru döndü. Sert yüz hatları daha da taşlaşmış, mavi gözleri atılmayı bekleyen okları andırıyordu. Bu genç kadını istemeden ürküttü. Onun yine neye kızdığını anlayamamak gittikçe canını sıkıyordu. Kahveyi verirken morali bozuldu. Bu yüzden de tedbirsizce davrandı. Eğilirken gömleğinden ve otururken eteğinden verdiği frikiğin hiç farkında olmadı. Kahvesini alıp oturduğunda, Timuçin'in ona baktığını gördü. Adam alalen göğüslerine, oradan da bacaklarına baktı. Göz göze geldiklerinde utanmaz bir edyala kahvesinden bir yudum aldı. "Kahveniz çok güzel olmuş Asya Hanım." Genç kadının boğazı kurudu. Yutkunmakta o kadar zorlanmıştı ki, kahvesiyle sesini ıslatmasaydı, kurumuş boğazından tiz ve anlaşılmaz bir ses çıkacaktı. Bu bakışlar heyecanlandırdığı gibi de çok utandırmıştı. "Afiyet olsun Timuçin Bey." "Çalışan bir bayana göre marifetleriniz fazla sanırım." "Aslında çok sayılmaz. Zaman buldukça mutfakla uğraşıyorum." İltifata karşılık gülümsedi. "Bir gün yemeğinizi de yerim öyleyse." deyince Asya'nın kaşları belli belirsiz havalandı. Bir saniye kadar kahvesine baktıktan sonra durumu kurtardı. "Memnun olurum tabii ki." Timuçin, kadını kendi hayal dünyasında bir süre yalnız bıraktı ve salonu incelemeye koyuldu. Hoşlandığı kadının nasıl bir evde yaşamaktan keyif aldığını merak ediyordu. Açık kahve tonundaki mobilyayla oturduğu beyaz koltukların uyumlu olduğunu düşündü. Krem rengi halının üzerinde kahverengi yapraklar motiflenmişti. Küçük bir vitrini vardı ve içine daha önce aldığı Onur Belgesi'ni, paraşütle çekindiği bir fotoğrafı ve ailesi olduğunu düşündüğü eski bir fotoğrafı koymuşu. İçeri doğru uzanan koridorda birkaç odanın bulunduğuna ve evin büyük göründüğüne kanaat getirdi. Birden bu evden hoşlandığını düşündü. Genç adama sıcak bir hissiyat verdi. Alnının çatısını hafifçe sağa yatırarak genç kadına baktı. Belki de orayı sıcak yapan bir şey değil, biriydi. Timuçin her şeyin yolunda olduğunu gördüyse de bırakıp gidemiyordu. Gecelerdir aklını kurcalayan bir kadın vardı. Çapkınlığıyla dillerde dolaşan adam, ilk kez bir kadına kur yapmıyor, ondan da yakınlaşmaya maruz kalmıyordu! Görmek için tutuştuğu, gördüğünde gitmeyi şiddetle reddettiği duygularıyla yaşamaya başlamıştı! "Sanırım yalnız yaşıyorsunuz Asya Hanım?" "Evet." "Aileniz nerede? Burada tek başınıza zor olmuyor mu?" Genç kadının içi hüzünle kaplandı; ama eskisi gibi büyük bir yokluk çekmediğinden ses tonu sıradandı. "Ailemi çok önceden kaybettim. Birkaç akrabam dışında kimsem yok." Timuçin konuşamadı. Asya'nın suratına bakakaldı. İstese, teknolojinin elverdiği kadarıyla kadının soyağacını çıkarabilirdi; ama gizemli gördüğü bu kadını araştırırken fazla detaya inmedi. Asya'nın bunu hak ettiğini biliyordu. O anlatacak, Timuçin kah şaşıracak, kah üzülecek, kah sevinecekti. Genç kadın üzülürken kendi uzun vadeli gelecek planını oluşturduğunun bilincinde değildi. Düşündüğünden daha güçlü yerleşiyordu bu kadın tenine. "Çok üzüldüm, başınız sağ olsun." "Teşekkür ederim." "Neden oldu peki? Bir kaza mı?" Sonra hızla ekledi. "Sizi üzmek istemiyorum, basit bir merak. İstemezseniz konuyu kapatabiliriz." Onun hakkında bir şeyleri merak etmesi Asya'ya gizli bir sevinç verdi. Ama en son isteyeceği şey depremden bahsetmekti. Lafı her açıldığında duvarlar arasına sıkışıyordu. Bir toz bulutunun etrafını sardığı, korku üstüne eklenen bir korku... Derin bir nefes alıp, "Bu konuyu başka bir zaman konuşmayı yeğlerim. Kısacası, kader diyelim." dedi. Timuçin, "Kadere inanmam." diye lafı yapıştırınca Asya ona baktı. "Ben inanıyorum." Adam gülümseyerek inanç meselesini kapadı. "Farklı fikirleri bir arada tutmanın tek yolu saygıdır. Sohbetin devamı için de bu yola başvuracağım," dedikten sonra kahvesinden içti. Daha sonrasında sohbet havasındaymış gibi kadına birçok soru yöneltti. Asya ise sorular mı ona ağır geliyordu, yoksa soran kişiyle mi alakalıydı, bunu düşünüyordu. Buna cevap veremeden yeni bir soruyla karşılaşmıştı bile. Ve hiç hoşlanmadığı bir yere geldiğini düşünerek içini çekti genç kadın. "Paraşütle atlamak hayli hoşunuza gitmiş olmalı. Vitrin kadınlar için önemlidir. Annemden bilirim. Oraya özel şeyleri koyarlar." Genç kadın gülüverdi. "Aslında vitrinden pek hoşlanmam!" İçine acı çöreklense de sakladı. Deprem sırasında vitrinle koltuk arasında kalmıştı. Eğer koltuk olmasaydı belki de ezilecekti. "Ama özel şeyler için gerekli olduğunu düşünmeye başladım." Vitrinin içindeki paraşütlü fotoğrafına baktı. Saçlarını sıkı sıkıya topuz yapmıştı. Gözlerinde gözlük, suratında adrenalin yüklü bir gülüş vardı ve halinden hayli memnundu. "Marmaris'te yaşayıp da Fethiye'deki paraşütle atlamamak olmazdı." "Yükseklik korkusu olmayanlar için güzel olmalı." Asya içten, "Müthiş bir deneyim!" dedi. Kadının kendini bıraktığı o anlarda, Timuçin'in içi zangırdadı. "Siz daha önce denemediniz sanırım." "Dürüst olmak gerekirse, aşağı inerken yüzümün şekilden şekilde girmesini istemem. Benim bir ağırlığım var." Elinde olmadan güldü. "Sizi orada kimse görmez." "Benim bilmem yetmez mi?" dedikten sonra hoş ve tok bir ses çıkardı. Asya içini çekti. "Hayatın bize sunduğu her fırsatı değerlendirmek durumunda değiliz. Seçim hakkımız var." "Kesinlikle." Kahvesini bitirip sehpaya bırakırken koltuğun altında gözüne bir şey ilişti. Asya onun neye baktığını merak ederek eğildiğinde Ali'nin önceki doğum gününde aldığı gümüş bileklikle karşılaştı. Geçenlerde öfkelenip onun hediyelerini atmak için toplamıştı. Salondaki kurutulmuş çiçeği almak için girdiğinde elinden düşmüş olmalıydı. Hemen ayaklandı ve bilekliği olduğu yerden çıkardı. İstemsizce açıklama istediğinde bulundu. "Şey, Ali'nin hediyesiydi. Buraya düşmüş." Boş bardakları kapıp mutfağa götürdü. On saniye kadar oyalandı ki, adam bu ayrıntıyı unutsun. Ali mevzusunun açılmasını istemiyordu. Fakat koltuğa geçer geçmez Timuçin'in saklı bir saldırısına maruz kaldı. "Ali'yle Üniversiteden tanıştığınızı söyledi Selçuk Bey. Yıllardır süregelen bir dostluğunuz var sanırım." Derin bir nefes aldı. "Ali benim Üniversite'den yakın bir arkadaşım. Ankara'da iş bulmakta zorluk çektiği için buraya geldi." Yalan! Ali, okul bittikten sonra başının etini yemişti onun, ben de geleceğim, beni de aldır oraya, ben burada yapamam artık, hem hiç arkadaşım da yok, zaten sen tek başına ne yapacaksın ki, asılan falan olur şimdi, olmaz aklım kalır. Genç kadın onu işe aldırırken patronuna bir yalvarmadığı kalmıştı. Mülakatsız alınmıştı ne de olsa. Son zamanlarda, Keşke başımın etini yemesine izin verseydim, diye düşünüyordu; çünkü artık tüm hayatını yiyordu ve doyacağa da benzemiyordu. "Ali Bey'in sizi arkadaştan daha öte gördüğü açık ama." Neyi merak ediyordu bu adam? Aralarında bir şey olduğuna dair şüphesi mi vardı? Bacak bacak üstüne attı. Asya'nın ona meydan okuduğunu; fakat kadının bunu anlamadığını fark etti. Timuçin'in kadınları anlamak konusunda gayet açık bir algısı vardı. Ama kadının bacak bacak üstüne atmak deyimini yerine getirmesiyle aklı da uçup gitti. Eteğinin kenarından iç çamaşırını gördüğünde, mavi gözleri hafiften kararmaya başladı. İç çamaşırın rengine karar verirken, kadının sesiyle kendine geldi. Gözlerini kırpıştırarak ona baktı. "Ali'yle yıllardır güzel bir dostluğumuz var, bana düşkün olması duygularının başka türlü olacağı anlamına mı gelir?" Yalı kazığı gibi adamın karşısında dikilip Ali'yi korumaya çalışıyordu. Birçok aptallığına şahit olsa da Timuçin'in her fırsatta onu eleştirmesi artık üzüyordu. Timuçin, kadının kendinden emin duruşu ve meydan okuyan surat ifadesine hayranlık besledi. Az önce gördüğü manzaraya, bir de onun hırçın hali katılınca genç adamın beyninden midesine doğru ılık ılık bir şeyler aktı. "Zor kadınsınız Asya Hanım. Ve bu size fazlasıyla güzel kılıyor." diyerek aralarındaki ilişkiye cesaret kazandırdı. Onu arzuladığını saklamayacaktı. Bu uzaklık Timuçin Gündoğan için fazlasıyla saçmaydı. Neden kur yapamıyordu? Neden kadına her bakışında büyüleniyordu? Bunların cevabını veremese de gözleri rahat durmuyordu. Gülümseyen yüzü birden gerilirken dudaklarını hafiften yalayıp birbirinden ayırdı. Bir şeylerle baş eder gibi, elleriyle bacaklarını sıkıyordu. Gözlerini kadının gözlerinden çekip, boynuna, oradan göğsüne, en son da ona inat edermiş gibi görünmekte ısrarcı olan çamaşırına odaklandı. Kendine yaptığı bu işkence hoşuna giderken sadistliğini tekrar kanıtladı. Zarar vermeyi ne de çok seviyordu. Ama bu bir kadına haksızca zarar verdiği anlamına gelmiyordu. Yine de tatlı olan bu işkencenin bir sonu olmalıydı. Genç kadın onun şaşırtıcı iltifatı ve bakışlarına hızla inip kalkan göğsüyle karşılık veriyordu. Bu bakışları altında daha fazla kalamayacağını ve içerideki havanın da ısındığını düşünerek ayaklandı. Adam onu gözleriyle yerken, kelimelerin ağzından nasıl döküldüğünü anlamadı. "Başka bir şey ister miydiniz?" Başka bir şey? Aslında bir kahve daha ister misiniz olacaktı. İstemsizce dudaklarını yaladı. Bakışlarını dudaklardan ayıramadı. Evet, istediği bir şeyler vardı. Sadece, "Teşekkürler." diyebildi. Söylemek ve yapmak istediği çok şey vardı. Pasif kalmayı yeğledi. Onun bu suskunluğundan yararlanan genç kadın balkona çıkıp serinlemiş geceden derin bir nefes çekti. Yine de üstündeki sıcaklıktan kurtulamıyordu. Elini sallayarak yüzüne, gerdanına hava gelmesini sağladı. Mutfağa girip ellerini tezgaha yasladı ve kısa süreli derin düşüncelere daldı. Bir şeylerin ağırlığı ve güzelliği altında ezildiği açıktı. Sık aldığı nefesler ve kapalı göz kapakları bunu ispatlıyordu. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordu; ama arkadan gelen kibar bir öksürük sesiyle kendine geldi. Genç adamı kapığının eşiğinde ona bakarken buldu. Ne gülümsüyor ne de kızıyordu. Gözlerinin mavisi giz dolu siyahlara gömülüydü. Adam bir adım atınca, geriye çekildi. Sırtını tezgaha yapıştırdı. Kaçacak yer arıyordu. Ellerini tezgaha yasladı. Timuçin zorla gülümserken, artık gitme vaktinin geldiğini düşündü. Belli ki arzuladığı kadın hazır değildi. Halbuki o kara gözlere baktığında duygularına o an karşılık alacağına emindi. "Sizi merak ettim." Duraksadı. Asya'nın konuşmasını bekledi. "Ben gideyim artık; geç oldu. Siz de yatmak istersiniz." "Ee, kusura bakmayın, farkında olmadan burada işe dalmışım. Otursaydınız biraz daha, lütfen..." Gitmesini hiç istemiyordu. Aptal gibi davranıyordu, farkındaydı; ama gitmesin istiyordu. Belki... Belki, burada kalırdı? Bu ihtimali düşünmek tüm bedenini uyuşturdu. Tezgahı biraz daha parmakları arasına sıkıştırdı. Genç adamın düşüncesi ikisini de zorlamamak olacaktı. Kendine kalsa, o dakikada kadına sahip olurdu. Siyah saçlarını parmakları arasına dolar, burnunu pürüzsüz teninde gezdirir, yumuşak olduğuna ikna olduğu dudaklarını usulca öperdi. İncecik belinde avuç içlerini değdirir ve ikisini de yakmaya hazırlardı. Yüreği adeta kanatlandı. Bir ses yükseldi çırpınan kanatlar arasından. Onu uzaktan görmek ve iyi olduğunu bilmek yeterli. Gerçekten bunu, o mu düşünüyordu? Sağduyusuna inanamadı. Sesli bir soluk aldı. Konuşurken tekledi. "Çok teşekkür ederim, gitsem iyi olacak. Selçuk Bey'le görüşeceğim mevzular vardı." Dış kapıya ilerlerken ayakları geri gitmesi için direniyordu. "Kahve için çok teşekkür ederim. Davetinize karşılık ben de sizi yemeğe çıkarmak isterim." "Davet sayılmaz gerçi; ama memnun oldum gelmenize. Müsait olduğunuz bir zamanda yemek yemek sevindirir." Timuçin memnun olmuş bir şekilde gülümseyip kadına iyi akşamlar dileyerek asansöre bindi. Asya adamın arkasından bir süre asansörü izledi. Sonra kapıyı kapatarak dış kapıya sırtını yasladı. Bedeni o kadar sıcaktı ki, heyecanı o kadar yakıyordu ki, kapının soğuğundan yararlanmak istedi. Salona geçtiğinde, adamın oturduğu berjele geçti. Bir süre tavanı seyretti öylece. Kapanan gözleri burnuna ulaşan mayıştırıcı sezişle açıldı. Kokusu sinmişti. Eve, adamın kokusu sinmişti. Sert bir baharat kokusu, insanı hipnoz edebilecek güçte bir koku... Bunu fark etmek kadında müthiş bir arzulama hissi yarattı. Nasıl fark etmedim bu kokuyu, nasıl, nasıl? diyerek içine çekiyordu tüm nefesiyle. O gece, orada uykuya dalmayı tercih etti. Timuçin arabasına binmeden ardını dönüp ışığı henüz sönmemiş eve baktı. Yukarıda tüm güzelliğiyle duran bir esmer varken, o gecenin çekicilikten uzak esmerliğinde odasına gitmek için hareketlenmişti. Odasına gitmek... Bir bara, eğlenilecek bir ortama değil de odasına... "Ah be güzel kadın, sen ne yapıyorsun bana böyle?" deyip içli bakışlar attı. Çok yakın zamanda kalbinin kaynadığı sıcaklığı, bedeniyle Asya'ya da aktarmak için heyecanlı bir bekleyişe hazırlandı. Ertesi sabah uyandığında, erkenden dolabının karşısına geçti. Tek tek tüm elbiselerini denemiş, içine sinmeyince bu sefer eteklerine ve gömleklerine saldırmıştı. Kıyafetleri yatağını doldurmuş, aradığını bulamadığı için sinirden biraz odanın içinde dolanmıştı. Birçok kıyafeti olmasına rağmen hiçbir şey bulamıyordu. Zaten iki etek, iki gömlek olsa şu an milyon kere evden çıkmıştım! diyerek kıyafetlerini yere fırlatarak kendini yatağa attı. İşe bu kadar hevesli gittiği tek gün yoktu. Genelde başarmak ve kendini geliştirmek için gidiyordu. İdealist bir görüş açısına sahipti. Bunu babasından aldığını düşünüyordu. Babası bir öğretmendi. Ona her zaman, okumasını ve kendini ilerletmesini tembihlemişti. Bir insan ne kadar okursa o kadar aydınlanır, oturduğun yerden dünyayı keşfe çıktığını düşünsene kızım... deyince genç kadını kitaplarla dost etmişti. Ama o gün ilk kez farklı bir heyecanla otele gitmeyi istiyordu. İçi içine sığmayan, midesinde kelebeklerin birbirine çarpmasına neden olan harika duygu için! Ne giyeceğine karar vermek için yerdeki çaput parçalarını son kez inceledi. Yerinden kalkıp beyaz elbisesini üzerine tuttuğunda, aradığını bulduğunu düşünerek hızla giyindi ve makyajını yapmak için banyoya koşturdu. Otele gittiğinde gözleriyle etrafı taradı. Biraz ilerde onu görünce içi kıpır kıpır oldu. Bir gözü orada, bir gözü önünde odasına kadar yürüyebilmişti. Genç adam, Selçuk Bey'le odada konuşuyordu. Genç kadın ilgiyle onu izlerken saçlarına ve kalın kollarına gözü takıldı. Böylesine rahat bir şekilde dikizlemek güzeldi; çünkü etrafında ajitasyon yapan bir Ali yoktu! Sinan'ı, ailesine teslim etmek için Ankara'ya gitmişti. Yine de Ankara'ya onunla mı gitseydim diye düşünmeden edememişti. Sinan'ın ailesi için çok zor bir durumdu. Kendinde bu sorumluluğu görmüştü; ama Ali, gelmemesi için ısrar etmişti. Genç adamın son günlerdeki tek mantıklı cümlesi; "Gelme sen, ben teslim eder, yardımcı olur dönerim. Sen kötü olursun..." olmuştu. Tam o sırada, Timuçin'in odadan çıktığını gördü. Düşünmeden hızla kalktı ve yanına gitmek için hareketlendi. Ne diyeceğini bilmeden sadece yürümeye başladı. Mıknatıs gibi çekiyordu sanki adam onu. Ama gördüğü şey ile yerine çakılıp kaldı. Ayşe, adamın yanına gülerek geldi ve bir şeyler söyledi. Söylediği her neyse, adamı eğlendirmiş olacak ki gülmeye başladı. Ayşe'nin kahkahasıyla kapıdan uzaklaştı ve köşeye saklanarak öldürücü bakışlarla onları izlemeye başladı. Kendine hakim olmaya çalıştı. Yoksa adamdan hesap soracaktı. Hakkı varmış gibi! Bir süre sonra dışarı hareketlendiler. Ayşe kalçalarını kıvıra kıvıra gidiyor, kolunu da adama sürtüyordu. Timuçin gülümsemekle yetiniyordu. Gözden kaybolduklarında, Asya saklandığı yerden çıkarak kollarını aşağı sarkıtıp olduğu yerde bekledi. Yüreği artık şahlanmıştı! Yüzü sinirden pancara benzedi. Ellerini yumruk yaptı. Adamı yakaladığı yerde boğmak ister gibi bir hali vardı. Ne yapmaya çalışıyorsun Timuçin Gündoğan! Aptal herifin tekisin sen, aptal, aptal! Sonraki birkaç saati gözleri kapıda bekledi. Odasından çıkıp, tuvalete bile gitmemişti geldiklerini göremem diye. Dosyalar onu, o da kapıyı bekliyordu. Kendine hakim olamayıp bir dosyanın kapağını açtı. Okumadan bir diğerine geçerken söylendi. "Hani bu adamın işi vardı! Hani arsa alacaktı, hani eğlence merkezi yaptıracaktı! Tabi canım biz varız burada, beyimiz keyif çatsın, biz hallediyoruz nasılsa! Otelin sahibisin sen, istediğini yap!" diye mırıldandı kendi kendine içi acıyarak. Okuyamadığı dosyaları düzeltip, kenara fırlattıktan sonra topuklarını yere vura vura otelden çıktı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE