1. Bölüm
Bir kitabın ilk cümlesindeki havayı solur gibi çevirdim kapı kolunu.
Önüme serilen odaya vuran gün ışığı, hayatıma açılan yeni bir başlangıcın haberini verir gibi vurmuştu yüzüme.
Birkaç saat önce;
İzmir yeni bir sabaha kucak açmıştı. Ege Denizi'nden vuran rüzgar, aşırdığı zengin iyot kokusuyla beraber denize kıyısı olan mimarlık fakültesine efil efil vuruyordu. Dersliğimizin açık penceresinden iyotlu temiz havayı içime çekerken bir yandan da hocanın anlattığı konuyu dinliyordum.
Ders nihayetinde son bulduğunda gözlüğümü çıkartıp boynumdan kayan fularımı düzelttim. Ayaklandım ve turuncu uzun eteğimi çekiştirip üzerimdeki kot ceketimi düzelttim.
Modanın dışına çıkarak rengarenk olmayı severdim. Bu yüzden renklerim sorgulanmazdı.
O sırada bana seslenen arkadaşlarımın sesini duydum.
"Ahu!"
İki sıra ötemde oturan Şule ile Hilal, sınıftan çıkmak için bana el işareti yapıyorlardı. Onları başımı sallayarak onayladığımda hep birlikte dışarı çıktık.
Adım, ailem ve arkadaşlarıma göre zarif kişiliğimden ileri geliyor ve tam da bunu yansıtıyordu. Mimarlik fakültesinde çizim kağıtlarıyla hayatını birleştirmiş üçüncü sınıf öğrencisiydim. Uzun sarı kıvırcık saçlarım, bir numara miyop yeşil gözlerim, her kokuya duyarlı bir burnum ve çok iyi duyan kulaklarım vardı. Bir de sahip olduğu her şeyin şükrünü bilip her durumda gülümseyebilen dudaklarım.
Kafeteryaya vardığımızda içeceklerimizi alıp boş bir masaya oturduk. Hilal karşımızda heyecanlı bir şekilde bir konudan bahsederken, ona çaktırmadan içimdeki dakikalarla savaşmaktaydım. Bir yandan da gözümün ve kulağımın biri kapıdaydı.
Hilal'in anlattığı konunun tam üçüncü dakika on sekizinci saniyesinde ondan iyice koptum. Çünkü kapıdan giren Boran'la birlikte aklım ve kalbim de gözlerimle kulaklarıma uymayı seçmişti.
Her anında birlikte olduğu yakın arkadaşları Ceyda ve Efe'yle birlikteydi. Onlarla kahvesini nasıl içmesi gerektiğini tartışıyordu. Gözlemlerime göre fazla kararsız biriydi. Efe onun bu huyuyla dalga geçerken Ceyda da onlara gözlerini devirmekle yetiniyordu.
O, aynı fakülteden bir üst dönemimdi. Beyaz tenine zıt bir şekilde kara kaşlı kara gözlüydü. Uzamaya meyilli simsiyah saçlarına yine haddinden fazla uzayan kirli sakalı eşlik ediyordu. Uzun ve fit ama yapılı bir görünümü vardı. Hepsiyle beraber o çok güzel bir bütündü.
Dudaklarımı zorlayan gülüşümü tutarken kızların anlamasından çekinerek kendimi toparladım; fakat kalbimi toparlamakta çok geç kalmıştım. Hakkında çok bir şey bilmesem de o benim üç yıldır kalbimi farklı şekillerde attıran tek adamdı.
Kızlara vermeye çalıştığım dikkatim, masamıza yanaşan Kemal'le birlikte tekrar bozuldu. Sınıf arkadaşımızdı, aynı zamanda da diğer bir sınıf arkadaşımız olan Ceyda'nın eski sevgilisiydi. Ceyda'yla üç yıldır yaşadıkları büyük aşklarını olaylı bir ayrılıkla bitirmişlerdi. İlişkileriyle ilgilenmesem de herkesin dilinde oldukları için bunları duymam zor olmamıştı.
"Merhaba," demesiyle olduğum yerde gerilirken kızlar da ona ters ters baktı.
"Yine ne var Kemal?"
"Sizi rahatsız ettiysem kusura bakmayın." Kemal de onlara ters ters baktı. "Ben buraya Ahu'yu görmeye geldim."
Bıkkınlıkla "Onlar gibi ben de rahatsız oluyorum." diyerek konuştum. "Daha ne kadar anlatmam gerekecek Kemal? Seninle çıkmak istemiyorum."
Kemal son üç aydır bana hep bu ve benzeri tekliflerle geliyordu. Onu reddetmekten dilim damağım uyuşsa da O vazgeçmek nedir bilmiyordu.
Şule "Duydun mu?" diyerek ona nispeten konuşurken Kemal'in suratı yeniden düşmüştü. Burada durduğu sürece konuşmaya devam edecekti, çünkü hep öyle yapardı. Bu yüzden başka bir şey demesine izin vermeden masadan kalktığımız gibi yanından geçip gittik.
Kafeteryadan çıkmadan önce Ceyda'yla göz göze gelmiştim. Bana bütün hıncıyla bakarken bakışlarında mantıklı bir anlam bulamadığım için ona cevap verme girişiminde bulunmadım ve kızlarla dersliğe geçtik.
Günün son dersinin de bitimiyle fakülteden çıkmaya hazırlandık. Kızlarla sınıfta ayrıldıktan sonra boşalmaya yüz tutan koridorda ilerliyordum ki önünden geçtiğim odayla duraksadım. Burası boş bir odaydı. Ceyda çoğu kez burayı kemanıyla birlikte meşgul ettiği için dolayısıyla Boran'ın da sık sık uğrak mekanı olmuştu.
Yarı açık kapıdan şuursuz bir istekle içeri girerken sadece ona dair bir şeyler görüp mutlu olmak istemiştim. Yaklaşan ayak seslerine kadar fazlasıyla rahattım. Ayak seslerine malum üçlünün gülüşme sesleri de eşlik edince, buraya gireceklerini anlayarak gittikçe yükselen tansiyonumla beraber ortada kalakaldım.
Odadan çıkarsam muhtemelen kapıda yakalanacak ve bu telaşla açıklamayı elime yüzüme bulaştıracaktım. Bu yüzden ilk bulduğum dolabın içine girerek ne yaptığımı bilemeden oraya saklandım.
Tahmin ettiğim üçlü odaya girdiğinde soluğumu tuttum. Dolabın küçük deliklerinden onları görebiliyordum. Efe, tişörtüne dökülen kahveyi temizlemeye uğraşırken bir yandan da ona gülen Boran'a söyleniyordu.
Ceyda'nın sesinin araya girmesi ikisinin de ciddileşmesine yetti. Boran kendini toparlayıp "Benimle konuşacağın önemli konu neydi Ceyda?" diye söze girdi.
Ceyda kapıyı kapatıp etrafa temkinli bir bakış atarken beni görebilecekmiş gibi gözlerimi daha da kıstım. Üçlü, karşılıklı oturduğunda Ceyda "Gördünüz mü kafeteryadaki manzarayı?" diye konuştu. "Nasıl da ilgileniyordu o kızla..."
Kemal'den mi bahsediyordu o? Kafeteryada onunla ilgili vuku bulan tek olay bizimki olduğuna göre o kız dediği de ben olmalıydım. Efe "Ahu da onunla ilgilenmedikçe niye bu kadar çok kafana takıyorsun ki?" diye çok mantıklı bir soru sorarken tahminlerimi de doğrulamıştı.
Dolaylı yoldan da olsa şuan dedikodum yapılıyordu. Boran'ın hakkımda ne düşündüğünü deli gibi merak ediyordum.
"Önemli olan Ahu'nun onunla ilgilenip ilgilenmemesi değil çünkü. Önemli olan," deyip birkaç saniye sustu Ceyda. "...onun bakışlarındaki hoşlantı duygusu." Bunu söylerken yüzünü acıyla buruşturmuştu. Kemal'i hâlâ unutamamış olmalıydı.
"Bu bakışlara alıştığını sanıyordum." derken Boran'ın ifadesindeki soğukluk gözümden kaçmadı. Kalp atışlarım söz konusu o olduğunda daha da hızlanırken Ceyda "Seven insan alışabilir mi?" diye mahzunca sordu. Bir tahminim daha doğrulanırken Ceyda'nın sesindeki tondan üzerime bir burukluk çökmüştü.
"Ne yapmayı planlıyorsun peki? Benimle ne konuşacaksın?"
"Ahu'yu kendine aşık etmeni."
Olduğum yerde donakalırken aynı donukluğu Efe ve Boran'da da hissetmiştim. Ceyda duruşunu bozmadan Boran'a yöneldi. "Okulda oldukça popülersin, yakışıklısın, karizmatiksin... Bunlar çoğu kızı kendine çekmen için her zaman yeterli sebepler oldu. Şimdi de yapamaz mısın?"
Boran kafa karışıklığıyla "Bunu neden yapmamı istiyorsun?" diye sorduğunda Ceyda, "Onun Ahu'dan iyice ümidini kesmesi için." diye cevapladı. "Başka birisine aşık olan bir kadını kim ister?"
Düşünceler, zihnime batan dikenlere dönüşürken Boran "İyi de sonrasında ne olacak?" diye konuştu. Ceyda rahat tavrından ödün vermezken "Orası da senin bileceğin iş." diye yanıtladı. "İster çıkar ve biraz eğlenirsin, istersen de ayrılırsın."
Ben, zihnime batan dikenlerden şikayetçi olurken başkalarının zihinlerinin tamamen dikenlerden oluştuğunu fark ediyordum. Bir kadın hemcinsi hakkında nasıl böyle acımasız olabilirdi?
O andan sonra Boran'ın cevabını beklemek; bir çölün ortasında biçare dudaklarımı havaya dikip bir damla yağmur suyuna medet ummaktı. Üzerinde yürüdüğüm buz kütlesinin bir sonraki adımına güvenmek; gittikçe bataklığa gömülürken, elime uzanan bir dal görebilmekti.
Fakat o dal bana hiç uzanmadı. Yağmur damlası düşmedi ve buz kütlesi kırılıp beni altındaki suyun içine hapsetti. Uzun bir sessizlikten sonra Boran'ın gülüşü duyuldu. "Sevdim bu işi. Uzun zamandır adam gibi bir eğlencem yoktu. Bu bir süre oyalar beni." Sesi keyif doluydu.
"O kızın kolay lokma olduğunu mu sanıyorsun?" Efe’nin sesi alaylıydı. "Tanıdığım kaç iddialı kişinin teklifini reddettiğinden haberin var mı senin?"
"Hiçbiri bir ben etmez. Bak gör, sadece birkaç günde nasıl tavlayacağım kızı..."
Efe inanamazca bir 'hah' sesi çıkardıktan sonra "Var mısın iddiasına?" diye sordu.
"Varım lan! Nesine?"
"Sen ondan bir randevu kap da, neyine istersen..."
Artık sesler yalnızca uzaktan duyulan bir buğudan ibaretti. Onlar, üzerime girdikleri bahsin ödülünü tartışırken bense sadece öylece oturmakla yetiniyordum.
İçine hapsolduğum dolabın küçük deliklerinden boğazıma kekremsi bir tat yayılıyordu. Kaynağı, dikenleşmiş zihinlerin masasına meze olmuş saf benliğimdendi. Hayır, hayır... Bu kekre tadın sebebi ben değildim. Sebebi; varlığımın üzerine kurulu aşağılık bir müzikalin plan kurucu ruhlarıydı.