bc

Gülfem

book_age18+
1.8K
TAKİP ET
17.4K
OKU
family
HE
brave
bxg
highschool
musclebear
addiction
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Kapı üzerinde anahtarların rahatlıkla bırakıldığı, gençlerinin parklarında dilediğince vakit geçirdiği, mahalle maçlarının heyecanını yaşatan, imece kışlık hazırlığı yapan ve herkesin her şeyini herkesin bildiği bir mahalle hikayesi. Tabii büyük aşklar, büyük umutlar, büyük hayal kırıklıkları da bu mahallenin sakinleri arasında. Gülfem'in sıcacık hikayesini okumaya hazır mısınız?

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Bestekar Hakkı...
Theseus adındaki ünlü komutan, komutasındaki gemi ile sayısızca savaşa girmiş ve girdiği her savaştan büyük zaferlerle çıkmış. Theseus, çok ünlü ve değerli bir komutan olduğundan bu komutanın gemisi de çok değerli bir tarihsel sembol haline gelmiş. Bu nedenle bu gemi Atinalılar tarafından Demetrius Phalereas dönemine kadar korumaya alınmış ve korumadaki geminin gövdesinin çürüyen eski kalasları ya da yıpranan eski bütün parçaları, yerine daha sağlam yenileri konularak değiştirilmiş. Böylece değişen eski parçalardan yeni bir gemi daha tasarlamış. O kadar ki yeniden inşa edilen bu gemi ya da onarılan parçalarla yapılan yeni gemi, filozoflar arasında şeylerin kimliklerine ilişkin mantıksal sorunun canlı bir örneği hâline gelmiş: bir taraf geminin aynı kaldığını iddia ederken diğer taraf onun artık aynı gemi olmadığını söylemeye başlamış. Peki çürüyen her parçası değiştirilerek korunan bu gemi, son parça da değiştirilince, artık Theseus’un gemisi midir, yoksa başka bir gemi midir? Diyeceksiniz ki bir insan konuya direk bir paradoksla neden girer? Girer efendim. Türkçe öğretmenliği okumak isterken, kodlama hatasıyla Felsefe bölümüne yerleşen her fani; gün içinde yaşadığı her olayı bir paradoksla kıyaslar. Mesela ben; mütemadiyen her hafta Sevtap ablanın güzellik salonunun önünden geçerken, üzerinde farklı bir saç kesimi ya da renk görmek isteyen kadınların camekana yansıyan heyecanını görünce ister istemez bu paradoksu düşünüyorum. Hafta içi rutinim öyle sabit ki; sabah 8'de evden çıkıp 9'daki dersime yetişmek için insan üstü bir çaba harcadıktan sonra, beynimin her bir hücresine kürek işçiliği yaptırıp, saat 4'te yorgun argın eve dönüyorum. Saat 3:45'te indiğim Samatya minibüsü yeni durağına harekete geçtiği anda annem mutlaka "Gelirken iki ekmek al." diye arıyor. Oysa aramasına hiç gerek yok. Bu benim için o kadar şartlanmış bir davranış ki; aramasa bile ayaklarım mutlaka semt fırınını buluyor. Bu mesele de ister istemez aklıma orta direk Türk filozoflarının kurduğu bayat ekmek paradoksunu getiriyor. Evde ekmek olmasına rağmen alınan sabit sayıdaki taze ekmek; daha önce var olan ekmeğin daha fazla bayatlamaması için poşetinden hiç çıkarılmıyor ve böylece ekmeklikteki bayat ekmek sayısı hiçbir şekilde değişmiyor. - İsmet amca iki tane bıçaksız verir misin? - Gülfem yine rengin atmış be kızım. Ne menem bir okulmuş bu. İki senede soldun gittin resmen. - Yüzdük yüzdük bağırsaklarına geldik İsmet amca. Buradan dönüş olmaz. - Ne diyim o zaman, Allah güç kuvvet versin. Hadi babana selam söyle. Akşam kahveye çıkarsa haber etsin. - Baş üstüne, kolay gelsin Zülüf. - Sağolasın ablam. Zülüf bizim mahallenin biriciği. İsmet amca bir gece fırını yakmaya gelirken parkta bulmuş onu. Eski bir ana kucağının içinde aç, susuz ağlayıp dururmuş. Bizim hamur yürekli İsmet reis bırakmamış o günden sonra Zulüf'ü. Hanımı da bağrına basınca mutlu mesut bir hane olmuş evleri. Zulüf nereden geldiğini bilir ve asla da durumundan şikayet etmez. Haklı olarak onu karanlık bir geceye terk eden ana babadan hiçbir umudu kalmamış Zulüf'ün. Biz ona Zulüf diyoruz ama asıl adı Zülfikar. İsmet amcanın erken yaşta kaybettiği babasının adıymış, onunla yaşatmak istemiş rahmetliyi. Evimiz fırını dönünce ilk sokakta kalıyor. Sokağımızın adı Bestekar Hakkı Sokak. Tarihi yapıların koruma altında olduğu, sakinlerinin genellikle iki, üç katlı ahşap evlerde oturduğu, Arnavut kaldırımlı şirin bir sokak. Burada yaşayanlar genelde dede mirası olan evlerde otururlar. Bu vesileyle hem onların hem de anne babalarının çocuklukları bu sokakta geçmiştir. Biz de haliyle baba dedemden kalma üç katlı, kiremit renkli yadigarda yaşıyoruz. Annem, babam, benden 5 yaş büyük olan öğretmen abim ve hiç evlenmemiş olan halam Nalan. 5 kişilik mutlu bir aileyiz. Annem ve babam Samatya meydanında bir balık restoranı işletiyor. Halam ise Halk eğitim merkezinde dikiş nakış öğretmeni. Abim Samatya lisesine bu yıl, PDR öğretmeni olarak atandı. Ben ise anladığınız üzere İstanbul Üniversitesinin Fen Edebiyat Fakültesinde zihihin kürekçisi yetiştiren Felsefe bölümünde okuyorum. Okula başladıktan sonra oldukça değiştiğimi iddia edenler oldu. Ama ben kendimi bildim bileli, sorgulayan ve okumayı seven birisiydim. Artık yüzümde doğuştan bir parça gibi duran kemik çerçeveli gözlüğüm de bunun bir kanıtıydı zaten. Size bunları anlatırken çoktan bizim evin sokağına dönmüşüm bile. Saate baktığımda ne kadar oyalandığımı düşünsem de neredeyse yine aynı saatlerde eve vardığımı fark etmiştim. Bazen bu tekdüze hayattan sıkılıyordum. İsyan ya da şikayet gibi algılanmasın söylediklerim fakat; sanki hayatımda büyük bir eksik varmış gibiydi ve ben bu eksiğin ne olduğunu bulmadan devam edemeyecek gibi hissediyordum. Annemin magazinden duyduğuna göre buna "tükenmişlik sendromu" deniyordu. Abime göre ise sıkı bir sopayı hak ediyordum. Evet yanlış duymadınız; bunu gençlere danışmanlık yapan abim söylüyordu. İşin şakası bir yana, çocukluk arkadaşım Meryem sanırım bu durumum için en doğru teşhisi çoktan koymuştu. Ona göre bendeki tek eksik hayal kurma becerisiydi. Kendisi gibi hayalperest birisi olmadığım için sürekli suratı asık gezdiğimi ve eğlenmeyi bilmediğimi idda ediyordu. 'Dost acı söyler' mottosu; onun benimle ilgili düşüncelerini yüzüme vurma hakkını bulduğu bir aracı gibiydi. Sabah evden çıkarken çantamı değiştirdiğim ve biraz da geç kaldığım için anahtarımı evde unutmuştum. Bu gerçek aklıma gelince sıkıntılı bir nefes aldım. Tek umudum annemin restorana henüz gitmemiş olmasıydı. Abim okuldan sonra mutlaka restorana uğrar ve dükkanın eksiklerini gidermek için babama yardım ederdi. Ondan da bir hayır çıkmayacağını bildiğimden, elimdeki tek umuda sarılarak zili çaldım. Bir süre bekledim ama kapı açılmadıkça yüzüm giderek düşüyordu. Bir kez daha çalıp yeniden beklemeye başladım ve nihayet annemin terliklerinin parkede çıkardığı o tanıdık ses kulaklarıma ulaştı. - Geldim, geldim! Aaa Gülfem, almadın mı anahtarını sen annecim? Ben de Nurhan geldi sandım. Uğrayacağım dedi ses yok, baban da arayıp duruyor nerede kaldın diye? - Sabah acele çıkınca unutmuşum anne. Allah'tan evdesin. Öyle yorgunum ki o yolu tekrar yürüyüp restorana gidemezdim. - Belli zaten yine rengin atmış senin. Doğru söyle kahvaltıdan sonra lokma koymadın ağzına değil mi? - Fırsatım olmadı anne. Ama kurt gibi acıktım. Var mı evde bir şeyler? - Nurhan gelecek diye aceleyle kek çırptım, bir de patates salatası yapayım diyordum yanına. Tam malzemeleri doğruyordum ki sen geldin. Hadi git üzerini değiştir de gel. Ben de bu arada bir tabak hazırlayayım sana. - Vallahi çok iyi olur annem. Hemen geliyorum yanına. Bu arada Nurhan abla neden geliyormuş ki, halam da evde yok. - Anlamadım ki kızım, sesi bir garipti. Abla sana çok önemli bir şey danışmam lazım dedi, ben de meraklandım açıkçası. Acaba yine abisi ile mi bir sıkıntısı var bilemedim ki. Nurhan abla halamla yaşıttı. Hatta ikisi yıllardır çok iyi iki dosttu. Tıpkı benimle Meryem gibi. Başından daha önce talihsiz bir evlilikk geçen Nurhan ablanın abisi ile arası pek iyi değildi. Daha doğrusu abisinin ikinci eşi bu durumun baş sorumlusuydu. Yıllardır babasından kalma evde sorunsuz yaşayan kadın, Ahmet abinin ikinci kez evlenmesiyle bütün huzurunu kaybetmişti. Ahmet abi oldukça varlıklı birisi olmasına rağmen; yeni karısı Nurhan ablanın oturduğu evi ona çok görüyor, ve bu vesile ile eşi ile kardeşinin arasını sıklıkla açıyordu. Odama çıkıp üzerime kıyafet seçtikten sonra, kapının arkasında asılı olan bornozumu alıp kendimi banyoya attım. Artık Ekim ayına girmiş olmamız rağmen havalar hala sıcaktı. Duşta ne kadar oyalandım bilmiyorum ama çıktığımda Nurhan ablanın sesi geliyordu. Bir dakika; ağlıyor muydu o? Elimdeki havluyu başımı gelişi güzel sarıp aşağı indim. Sesleri mutfaktan geliyordu. İlk etapta acaba özel bir şeyi böler miyim diye düşünsem de onun içli içli ağlamasına kayıtsız kalamadım. - Ne oldu anne? Nurhan abla iyi misin sen? Birine bir şey mi oldu? Ben böyle telaşla konuşunca Nurhan abla oturduğu yerden kalkarak boynuma sarıldı. Ağlamasına omuzlarımda devam ediyordu ve bu durum benim giderek endişelenmem için yetmişti. Sonunda annem yüzümün halinden anlamış olacak ki araya girdi. - Hadi oturun ikiniz de şöyle. Kızım sen de ağlama artık, ölümden başka her şeye çare vardır bilmez misin? El birliği ile bir yolunu bulacağız sen içini ferah tut yeter ki. - Nasıl bulacağız abla, duymadın mı ne dediğimi? Kadın sonunda namusumu da diline doladı. Ben nasıl bakarım abimin yüzüne bundan sonra? Hem Allah bilir onu nasıl dolduruyor şimdi. - Ah Ahmet ah! Gitti de nerden buldu o şeytanı, nasıl gözünü boyamasına müsaade etti? Akıllı bir adam bilirdim ben onu, meğer aptalın önde gideniymiş. - Abla emin değilim ama bu kadın Suna yengemle abimin arasını da iftira ile bozmuş olabilir. Yengem evden giderken öyle bir ilenmişti ki abime inan hatırlayınca hala içim ürperir. Bu kadın abimin başına iş açacak bak gör. Ben hala konunun ne olduğunu anlamamış olsam da sebebinin tahmin ettiğim kişi olduğunu çoktan fark etmiştim. - Neler olduğunu bana da anlatacak mısınız, yoksa hala gözünüzde çocuk muyum? - Ne çocuğu ablacım, kocaman genç kız oldun artık. Elbette senden saklayacak değilim. Sen de anlamışsındır meselenin Emel denen o çirkef kadın olduğunu. Bu gün kapıma dayanıp ne dedi biliyor musun? Onun kardeşini ayaratmayı bırakacak mışım. Hakkım olmayan şeylerden elimi çekmezsem ondan çekeceğim varmış. Yahu ben onun kardeşini ömrümde bir kere ya gördüm ya görmedim. Bu bana söylenecek şey mi Allah aşkına? Dulum diye yıllardır başımı önümden kaldırmadan yürüdüm ben büyüdüğüm mahallede. Hiç mi vicdan denen bir şey yok bu kadında Gülfem? Ya abimi de inandırırsa bu yalana? Ne olur ozaman biliyor musun, abimle aramdaki o incelmiş bağ da kopar gider artık, yapayanlız kalırım. - Abla söylediklerin çok ciddi şeyler. Gerçekten insana hiç istemediği şeyleri yaptırabilecek bir kadına benziyor. Manipüle gücü söylediğin gibiyse önlemini alman lazım. - Ne demek istediğini anlamadım ama nasıl önlem alacağım ben Gülfem? Kadın bildiğin şeytan. - Bunu biraz düşünelim abla. Yarın haftasonu biliyorsun okulum yok. Biz halamla akşam sana gelelim ve bu işi etraflıca bir konuşalım. Bakalım ne yapabileceğiz. Ama şundan eminim ki, daha fazla geç olmadan Ahmet abinin gözünü açmamız şart. - Sen akıllı kızsın Gülfem. Sana güveniyorum. Abla sen de bana yardım edersin değil mi? Şeref abi ile arkamda dursanız yeter. Anam babam gibi kıymetlisiniz benim için. Annemin gözleri dolmuştu çünkü bahsettiği kişilerin ölümünü dün gibi hatırladığından emindim. Nurhan abla ve Ahmet abinin ailesi biz çok küçükken sobadan zehirlenerek ölmüşlerdi. Ölen sadece anne babaları değildi üstelik. Halamın unutamadığı aşkı Mehmet abi de o gece anne ve babasıyla can vermişti. Ahmet abinin küçüğü, Nurhan ablanın da üç yaş büyüğüymüş Mehmet abi. Halamla çocuk yaşta tutulmuşlar birbirlerine. Herkes evlenecekleri gözüyle bakıyormuş onlara. Ahmet abinin şehir dışında, Nurhan ablanın da bizde kaldığı bir kış gecesinde sobadan sızan gaz, onları bu hayattan koparmış.15 yıldır dinmeyen bu acı, bütün mahallenin içini yakmaya devam eder. Haliyle annem de onları kaybettikleri geceye dönüp hüzünlenmekte haklıydı. Onlar geçmişe, ben de durumu nasıl düzelteceğime dalmışken dış kapının zili doldu kulaklarımıza. Üçümüzün de birbirimize kısa bir an bakışının sebebi kimseyi beklemiyor oluşumuzdandı. Annem abimin de benim gibi anahtarını unutabileceğini düşünüp ayaklanmıştı ki, onu durdurup ben kalktım yerimden. Bu zamanda gelen münasebetsiz kimse, bu asık suratımı da çekmek zorundaydı. Bize yabancı kimse gelmez rahatlığı ile başımdaki havluyu bile umursamamıştım. Ama kapıyı açar açmaz karşımda gördüğüm yabancı, bu umursamazlığın nasıl büyük bir hata olduğunu yüzüme vuracak kadar insan üstü bir varlıktı...

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

HÜKÜM

read
223.9K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
521.9K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook