Karakol

1903 Kelimeler
Utanç asla tek başına yaşanan bir duygu değildir. Utanma duygunuzun sizi kuşatması için birinin daha orada olması gerekir. Bu kişi sizi daha fazla utandırmamak için yaşananları yaşanmamış da sayabilir; aksine, daha çok utanmanız için olayı sürekli kurcalayabilir de. Benim utançtan gebermemek için kimseye ihtiyacım yok ama bu saatten sonra onunla aynı ortamda yalnız kalmamaya, sıcaktan gebersem de camı açmamaya kararlıydım. Ne kadar başarılı olabileceğim meçhul lakin, annemdeki deve kininin birazı bile bendeyse bunu başarmamam için hiçbir sebep göremiyordum. O saçma gecenin ardından tam tamına üç gün boyunca onu görmemiştim. Bir yerde işime geldiğini düşünüyorken, bir yerde de onu görmemenin eksikliğini hissediyordum. Sanki hayatımın başlangıcından beri benimleymiş de, onu her gün görmeye alışmışım gibi. Saçmalık! Dün gece ise onun hakkında merak ettiğim bir çok şeyi öğrenmiştim. Halamla abim çardakta çay içerken yanlarına sokulmuş ve abimin ilk defa ben yanılarındayken düşünmeden konuştuğuna şahit olmuştum. Sanırım artık o da; hayatın bazı oyunlarını öğrenmem gerektiğini düşünüyor ve hala bir çocuk olmadığıma inanmaya çalışıyordu. Anlattığına göre ikisi de Hacettepe psikolojide aynı sınıftaymış. Buraya kadar biz de anladık diyebilirsiniz ama, ben anlatımda ayrıntı vermeyi sevenlerdenim. Her neyse. Ali en başından beri kriminal psikolog olmayı istiyormuş. Hatta iç işleri onun mezun olduğu yıl psikolog almayınca o da direk polis olmaya karar vermiş ve komiser yardımcısı olarak işe başlamış. İşte ne olduysa ondan sonra olmuş. Bir süre mesleğini güle oynaya yapan genç adam, görev yaptığı yere sonradan atanan Ayla isimli bir kıza tutulmuş. Ayla; onların tabiriyle çaylaklardan birisiymiş ve genelde sahaya çıkmaz, masa başında otururmuş. Ali'nin ona olan ilgisi hoşuna gitmeye başlayınca o da karşılık vermiş ve abimin söylediğine göre fırtınalı bir aşka yelken açmışlar. Ama bu olayda öyle bir ayrıntı var ki; bir insanın basiretinin göz göre göre nasıl bağlandığına şahit oluyor insan. Şöyle ki; ne Ali'nin annesi, ne görev arkadaşları ne de abim gibi kardeşim dedği dostlarının gözü bu kızı bir türlü tutmamış. Herkes onu uyarmasına rağmen ne gözü kimseyi görmüş, ne de kulağı bir nasihati duymuş. Gel zaman git zaman organize suçlar ekibinin yürüttüğü gizli bir operasyonu batırmış bu kız. Hem de en başından beri ilmek ilmek ördüğü bir planla. Operasyonun merkezindeki İlaç şirketinin sahibine içeriden bilgi szıdırmış ve baskının yapılacağı günü haber vermiş. Ama bunu öyle bir şeytanlıkla yapmış ki, herkes emin olmasına rağmen onu suçlayabilecekleri bir kanıt bulamamışlar. Ali o zaman bile savunmuş onu. Kanıt olmadığı için iftira attıklarına inanmak istemiş. Ta ki bir gün istifa edip kimseye haber vermeden ülkeyi terk edene kadar. Birkaç ay sonra ise, sanki onca şey yaşanmamış gibi ekip arkadaşlarına ve Ali'ye düğün davetiyesini göndermiş. Benim dinlerken bile yüreğim buruldu. Ali kim bilir yaşadıklarından sonra ne hale gelmiştir? İşte bu duyduklarımdan sonra ona karşı olan çekimimin bir hata olduğuna emin olup kendimi geri çekme ve bile isteye gözüne gözükmeme kararı almış bulunmaktayım. Kalbi bu kadar kırık, güveni bu denli yıkılmış bir adamın kalbinde aşkın acemisi bir kıza ancak can kırıkları batar. Ben o yaralara dayanacak kadar dayanıklı değilim ne yazık ki. Bu arada nihayet Meryem hanımlar da teşrif ediyor evlerine. Ah sen yokken neler oldu, bir bilsen Meryem... .... Öğlen arasında yemekhanede yediğim o ucuz ama dünyanın en doyurucu yemeğinin ardından çimlere yayılmış kemiklerimi ısıtırken birisi arkamdan yaklaşıp gözlüklermi kapattı. Evet, bence de canına susamış olmalı. Ve bu kişi dokuz canlı Baha'dan başkası olamaz. Çünkü gözlük camlarıma dokunulmasından nefret ettiğimi bile bile her gün aynı şakayı yapan kişi kana kana canına susamış olmalıydı. - Gördüğüm en gerizekalı insan evladısın Baha. - Ama yine de benden kopamıyorsun, kabul et. - Hamurunda sülüklük olduğu için olmasın o? - Kalbimi kırıyorsun Gülo. - Kafanı kırmıyorum ya, yat kalk ona şükret. Hem sen neredeydin bakalım? Neden gelmedin sabah derslerine? - Akşam Can'ın sınıf arkadaşları geldi. Oyuna daldık, zamanın nasıl geçtiğini anlamamışız. Uyuya kaldık hepimiz de anlayacağın. - Sınıf arkadaşları derken? Eve karı kız mı attınız oğlum? - Ben karı kızı tercih ederdim ama hepsi saçlı sakallı devrimci arkadaşlardı. Ben beynimi yıkarlar sandım ama onlar da senin benim gibi boş beleş insanlarmış. - Kendi adına konuş. Burada boş beleş birisi varsa o da sensin. - Sırf bu aşağılamaların yüzünden sana sunacağım teklifi geri çekiyorum o zaman. - Allah aşkına çekme. Uyuyamam geceleri. - Geç dalganı bakalım. Salih hoca öğleden sonraki dersi iptal etmiş. Asistanı da onunla birlikte olacağı için ders boş anlayacağın. Hayvan barınağına gidelim diyecektim ben de bir köpek sahiplenmek istiyordum. Belki bana fikir verirdin Hem hayvanlar seni seviyor. Ne buluyorlarsa artık bu soğuk suratında? - Sen ciddi misin? Gerçekten sahiplenecek misin? Ya ona iyi bakamazsan Baha? - Kızım kendimi hazır hissetmesem zaten buna kalkışmam. Can da hevesli hem. Bize de arkadaş olur fena mı? Zaten apartmanda başka köpek besleyenler de var, bize karışacaklarını sanmıyorum bu yüzden. - E daha ne oturuyorsun kalksana be adam. Hadi gidelim de alalım bir tane yavru. Ama bak beni de dahil edeceksiniz ekibe. O Can'dan hiç haz etmesem de sırf onu sevmek için bile olsa size gelebilirim. Ben de onun sahiplerinden biri olabilir miyim Baha? Arada ben de vakit geçirebilirim değil mi? - Kızım madem bu kadar heveslisin al sen de bir tane. Neden benim köpeğime sulanıyorsun? - Sanki bilmiyormuş gibi konuşma be. Annemin astımı var, o yüzden eve hayvan sokamıyoruz heralde. Yoksa annem de dahil hepimiz bayılırız hayvanlara. - Neyse hadi bu seferlik affettim seni. Amfiden alacağın bir şey yoksa kalk da gidelim madem. Bu nalet kurumun yeşil sahaları bile beni boğuyor. Baha aslen Manisa'lı çiftçi bir ailenin üç çocuğunun en küçüğüymüş. İki yıl üst üste istediği puanı alamayınca üçüncü yıl mecburen felsefe yazmaya karar vermiş. Amacı biraz da uzun dönem askerlikten yırtıp bir an önce hayata atılmakmış elbette. İşte bu yüzden bir anlık gafletle yazdığı bölümden hiç bir zaman zevk alamamış Baha. Kampüsün uçsuz bucaksız yeşillikleri bile hapishane gibi geliyor haliyle. Ama bendeki yeri bambaşka Baha'nın. Halimden anlar, susması gerekiyorsa suskunluğumu, gülmek gerekiyorsa kahkahalarımı, eğer ağlamak gerekiyorsa da omuzlarını yüksünmeden paylaşır. Eminim şimdi de halimdeki garipliği anlayıp, ben onunla paylaşana kadar kafamı dağıtmak istedi ve bu yüzden barınağa gitme fikrini ortaya attı. Biliyor çünkü, beni bir barınak dolusu hayvanın arasında dolaşıp onları teker teker sevmekten başka çok az şeyin mutlu edeceğini. Çantam ve kitaplarım zaten yanımda olduğu için derhal fırladım oturduğum yerden. "Ben hazırım" diye çığırmamla yüzünü buruşturdu haspam. Elini uzattı onu kaldırmam için ama bu tuzağa bir daha düşmeyecektim. Geçen sefer beni çekeyim derken az daha kolumu kırıyordu çünkü. Ne düşündüğümü anlayınca uzatmadan kalktı ayağı. Kampüsün dışına çıkana kadar ikimiz de sessizdik. Biraz daha yürüyüp belediyenin tesislerine giden otobüsün durduğu durakta bekleyecektik. Hava her zamanki gibi pırıl pırıldı. Bu sene İstanbul'a kış gelmeyecekti sanki. Boş olan durakta banka oturup beklemeye başladık. Sonra fark ettim ki sadece benim değil, onun da anlatmak isteyip de anlatamadığı bir sıkıntısı vardı. Ne kadar kötü bir arkadaştım ben. Onun şefkatli hallerine öyle alışmıştım ki, sürekli sırtımı yaslamaktan oun sıkıntılarını görememiştim. Kendimi affettirmem gerekiyordu. - Anlatmayacak mısın? - Neyi? - Var bir şeyler sende. Farkındayım kaç zamandır ama bir türlü sormaya fırsatım olmadı. Sakın sorumsuz belleme beni. - Yok be kızım. Canını sıkmaya değmez, boşver. - Boş vermem Baha? Sen ne zaman benim dertlerimi boş verdin? Bu dostluk karşılıklı değil mi? - Öyle de, yapabileceğin bir şey yok ki. Canını sıkacaksın durduk yere. - Hele sen bir anlat bakalım. Canımın keyfini ben bile kestiremiyorum bu aralar. Sıkılır mı sıkılmaz mı Allah bilir artık. - Deniz'i mühendislik fakültesinden bir çocukla gördüm üç gün önce. Benim ona olan hislerimi bilmiyormuş gibi gözlerimin içine baka baka tuttu çocuğun elini. O it de bari onu umursasa. Ama her halinden belli gönlünü eğlendirip bırakacak, biliyorum. Neden böyle Gülfem? Neden siz kadınlar size değer vermesi imkansız olan adamlara gönlünüzü kaptırıp sizi gerçekten seven adamları görmezsiniz bir türlü? Sanki aklımı okumuş da yarama parmak basmıştı. Bilmeden yapmıştı belki bunu ama içimde bir yerlerde kesif bir suçluluk duygusu belirdi birden. Şimdi de ben kendi dertlerimle onun canını sıkmamak için susacaktım. - Var sende de birşeyler. Kokusunu alıyorum merak etme. Ama sen anlatana kadar gelmeyeceğim üzerine. Ancak, biraz daha bu suratla dolaşırsan etrafımda benden çekeceğin var Gülo. Bunu sakın aklından çıkarma. Tahammülüm yok kızım, biliyorsun işte. Sevmiyorum surat asan insanı. - Yok bir şeyim merak etme. Mevsimsel sanırım. Geçer bir zaman sonra. Söz, sabrını taşırmayacağım. Otobüs geldi ve neredeyse balık istifi dolu olan araca zorla sığışıverdik biz de. Kımıldanmak şöyle dursun, soluk almak bile lüks sayılırdı. Neyseki yolumuz uzun değildi de canımızı vermeden inecektik. Yaklaşık on dakika sonra indiğimizde ikimiz de aynı anda derin bir nefes aldık. Nefes almak büyük nimetti azizim. Barınağa vardığımızda ise içerisinin sandığımızdan da kalabalık olduğunu farketmem uzun sürmedi. Ne çok hayvan sever vardı, maşallah. İnşallah hevesleri geçici değildir dedim içimden. İnşallah o canları kendilerine alıştırıp da yeniden sokağa terk etmezler. Baha henüz nasıl bir şey aradığını bilmiyordu. Onu görünce anlarım ben diyip durdu yol boyunca. Onun anlayışına göre Baha onu değil, o Baha'yı seçecekti. Biz de bu niyetle dolaştık barınağı boydan boya. Hepsini sevmeye çalıştım. Kimi çok hırçın, kimi ürkek, kimi de benden bile insana yakındı. Öyle tatlı oyunlar yapıp kendilerine hayran bıraktırıyorlardı ki, insanın hiç ayrılası gelmiyordu bu yerden. Biraz ilerledikten sonra arka ayaklarının üzerinde zıplayan tatlı mı tatlı bembeyaz bir köpek yavrusu gördük. Sonradan öğrendiğimize göre Maltese'miş ırkının adı. Annesi doğumda ölünce sahibi bakamam diyip dört yavruyu da barınağa bırakmış. Diğer üçünü çoktan sahiplenmişler. Bir tek bu güzellik kalmış geriye. Baha'ya bir işve bir cilve yapıyor görmeniz lazım. İşte o zaman tam anlamıyla anladım ne demek istediğini. Dostu onu çoktan seçmişti. Bize de bu karara saygı duymaktan başka çare kalmıyordu haliyle. Kararımızı verip bizimle ilgilenecek bir yetkili arayalım derken iyice kalabalığa karışmıştık. İnsanlara çarpa çarpa yürümek hoş olmasa da başka çaremiz yoktu. Ama bana çarpan beden az kalsın yere seriyordu beni. Dönüp bir "pardon" bile demedi. İnşallah Baha görmemiştir diyecektim ki çoktan geç kaldığımı fark ettim. Adamın arkasından gidip omzuna dokundu. "Bkasana birader. Az önce bir genç kızı ezdin geçtin, durup bir özür dilemeyecek misin?" dedi. Acaba uzatmasa mıydık Baha, adam sanki hiç dost canlısı birisi değil. "Sana mı soracağım birader. O da önüne baksaydı o zaman. Hem bak, sapasağlam, bir şey olduğu da yok. Hadi çek arabanı, işim gücüm var." Yapma be adam. Basma şu çocuğun yörük damarına. "Çekmezsem ne olur lan? Onu da mı ezer geçersin? Bu kızdan özür dileyene kadar hiç bir yere gitmek yok. " Son insani cümleler bunlar oldu. Sonra da vahşet girdi devreye. Önce adam Baha'yı savurdu, sonra Baha yumruklarını. İkisi de çığlıklarımı, yalvarışlarımı duymadı. Değil etraftaki çoluk çocuğu, hayvanları bile ürkütmüştü bu kavga. Sonra iş büyüdü ve güvenlik görevlileri devreye girdi. Sanırım bu münakaşanın sonu karakolda bitecekti. Başına gelmeyen bir bu kalmıştı Gülfem. Macera arıyordun ya hani, al sana macera. Tahminlerimde yanılmadım. Önlü arkalı iki ekip otosuyla en yakın karakola götürülüyorduk şimdi. Telefonlarımızı da almıştılar. 4'e çeyrek kala durağa varan Samatya dolmuşundan inmeyince merak ederlerdi beni. Önce köşedeki kuaförün önüne attığı masada sigara kahve keyfi yapan Sevtap abla, sonra da ekmek almak için uğramayınca İsmet amca. Annem arardı, ekmek al diye. Ben annemin telefonunu hiç açmamazlık yapmamıştım ki. Araçlar durdu ve yanımıza hizalanan memurlar eşliğinde karakola girdik. Baha ile o adama kelepçe takmışlardı. Baha'nın bu haline ağlasam mı gülsem mi bilemedim. Gözleri bana değince ne düşündüğümü anlamış olacak ki; "Gül gül, tutma içinde. Kelepçeler yakışmış değil mi? Bak buradan çıkınca ne yaptıralım biliyor musun, kelepçe dövmesi. Bir yarısı bende, diğeri de sende olsun. Bakar bakar gülersin ömrünce." Tutamadım kendimi tabii. Fikri de hoşuma gitmemiş değildi. Ben gülmeye başlayınca o da dağılan suratına aldırmadan gülmeye başladı. Biz öyle nerede olduğumuzu unutmuş gülmeye devam ederken tanıdık bir ses bıçak gibi kesti gülüşlerimi. - Sizi bu kadar çok güldüren şeyi gerçekten merak ettim. Şöyle geçelim de ifadenizi alayım küçük hanım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE