Bölüm 1: İki Yabancı
Ah!
Yağmurla karışmış toprak kokusu. Gözlerini kapatıp tüm ciğerlerini bu kokuyla doldurdu. İnsanı en derinlere götürmüyor muydu? Saflığın kokusu olur muydu? Eğer bir koku verilecekse mutlaka bu olmalıydı. Hepimiz topraktan gelmedik mi? En saf halimizle oradan oluşmadık mı? Peki Su, kendimizi en kirli en kötü hissettiğimiz anlar da suyla temizlenmedik mi? Kim yıkandıktan sonra hala kirli olduğunu düşünmüştür ki? En büyük günahlarımızdan sonra bile suyun bizi temizleyeceği düşüncesinde değil miyiz? Bu iki muhteşem şeyin birleştiği şey saflıktan da öte olmalıydı… Yağmur sesi tüm müzik aletlerini bastıracak kadar muhteşemdi. Koltuğuna uzanmış, camları sonuna kadar açmış, esen rüzgâra aldırmadan üstünde ki ince elbisesiyle yazdan kalma bir gün yaşıyordu. Hele ki bu havaya bir de fırından gelen Elmalı tart kokusu eklenince tüm güzellikler bir araya toplanmış oluyordu. Fırından gelen sesi duyunca açtı gözlerini, en sevdiğiydi Elmalı tart ve yanında sıcacık bir kahve.. Üstünde bir taş varmışçasına yatan bedenini kaldırmakta biraz zorlandı. Üşüdüğünü hissetmiş olacak ki yerde duran hırkasını görünce üstüne geçirdi. Görmeseydi eğer aklına gelecek miydi? Ayağına batan cam parçasıyla irkildi. Yavaşça koltuğa oturup ayağına baktı. Çok derin değildi, bir deyimle tereyağından kıl çeker gibi çekti. Etrafa baktı, çöplükten farksızdı. Gerçi her zaman bu kadar dağınık değildi, tamam dağınıklık vardı ama bu bambaşkaydı. Yediği cipsler, patlamış mısırlar, peçeteler, çikolata kağıtları hatta birkaç çikolata parçası, şişeler… Ah tabi ya! Dün gece kırılan bira şişesiydi şu an canını yakan. Canı yana yana kalktı ayağa. Sekerek gitse de sonunda mutfağa erişti. Fırını açtığında o gelen kokuyu tek nefeste çekti içine, çıplak elleriyle tepsiyi tuttuğunda ellerinin yanacağını düşünmüştü ama umrunda olmadığı belliydi. Bir Elmalı tarta kavuşmak için ne badireler atlatmıştı. Tepsiyi tezgahın üzerine bırakıp tartından bir ısırık aldı. Muhteşem bir şeydi bu. Belki de yapabildiği en güzel şey bu olduğu için bu kadar seviyordu. Aldığı tadın zevkine varamadan telefonunun sesini duydu bir yerlerde çalıyor ama sanki derinlerden geliyor gibiydi. Gözleri dolaba takıldı. Dolabın içinden geliyordu bu ses. Yavaşça eğilmesine rağmen hızlı bir hamleyle dolabı açtı. Tencerenin içinden mi yok artık, telefonunun orada ne işi vardı? Arayan kişi baya ısrarlı arıyordu. Neden orada olduğunu düşünmeyi bırakıp eline aldığı telefonu kulağına götürmesi bir oldu. Efendim bile diyemeden karşıdaki taraf konuşmaya başlamıştı bile.
‘’Bir sürü yaralı geldi, hemen hastaneye gelmen gerek.’’ Tekrar cevap veremeden telefon suratına kapanmıştı bile. Elinde ki telefona bir süre baktıktan sonra pantolonunun küçücük cebine sığdırmaya çalıştığı telefon her an düşebilecek gibiydi, eline aldığı bir dilim tart ve kahveyle odasına yöneldi. Senem Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuş, okullarının hepsini dereceyle bitirmiş ve mezuniyetinin ardından teklif aldığı en iyi hastaneye başlamıştı bile. Ayrıca saygın bir aileden gelmiş bir kızdı. Herkesin hatırının geçtiği Fatih Acar’ın kızıydı Senem. Ama o babasının soyadıyla değil kendi başarılarıyla bir yere gelmek isteyen bir kızdı. Babasına en çok ihtiyaç duyduğu zamanlardan birinde, bir pazartesi sabahında tüm gazete manşetlerinde şu haber yer alıyordu. ‘’Pazar günü ailesiyle kahvaltı ederken uğradığı silahlı saldırı sonucu ağır yaralanan Fatih Acar‘ın durumu resmiyetini koruyor.’’ Yakınları bu durumu bile kabullenememişken çok geçmeden yeni bir haber çıkmıştı bile ‘’ Fatih Acar hayatını kaybetti ‘’ Senem 10 yaşındaydı o zamanlar, İpek ise daha 5 Senem farkındaydı çoğu şeyin en sevdiği adamı kaybetmişti ama olması gerekende daha sakin duruyordu. İçinde kopan fırtınaları ondan iyi kimse bilemezdi fakat acısını herkese karşı değil de içerisinde kendi kendine yaşayan biriydi. Babasının cenazesinde karar vermişti doktor olmaya. Kendisi gibi babasına doyamayan çocuklara bir umut olabilmek adına. Yıllarca araştırılmasına rağmen katili bulunamamıştı. Fakat Senem araştırmaktan hiç vazgeçmemişti. Ölümünün üstünden yıllar geçse de saygınlığını yitirmeyen bir yaşam sürmüştü. Annesi Semra Acar eşini kaybettikten Sonra kendini kaybetmiş Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine kaldırılmıştı. Senem her gün onu ziyaret edip bilinci yerinde olmasa da babasıyla geçirdiklerini güzel günlerden bahsediyor, evlilik yıldönümlerini ve onlar için özel olan her günü annesiyle beraber kutluyordu. İpek ise Senem'in tam aksine sorumsuz üniversiteyi bile zar zor bitirip yurt dışına gitmiş arada bir telefon eden yıllardır ülkesine uğramamış yaptığı her hatayı ablasının düzeltmesini bekleyen bir kızdı.
Odasına vardığında etrafı göz ucuyla süzdü, diğer yerlerden bir farkı yoktu. Birinin bu evi temizlemesine ihtiyacı vardı, eli telefonuna gitse de bir süre daha böyle yaşayabilirim düşüncesiyle omuz silkti ve dolabına yöneldi. Kısa ince elbiselerinden siyah olanını giyip üstüne elbisesiyle aynı boyda kahverengi ceketini giydi. Ceketinin üstüne düşen sarı saçlarını toparlayarak dış kapının orada bulunan boy aynasında kendini bir süzüp evden çıktı.
…
“Efendim, isteğiniz üzerine Beykoz da ki evin temizliği bitti.’’
Adam hayli rahat görünen tekli koltuğa oturmuş, elindeki kadehin tadına bakarcasına minik yudumlar alırken arkasındaki kadına hiç ses etmeden sadece eliyle iki parmağını oynatarak çekilebilirsin işareti yaptı. Dışardaki hava sinir bozacak biçimde yağıyordu. Birkaç saat önce yağan kar yerini şiddetli yağmura bırakmıştı. Adam minik adımlarla pencere kenarına gitti ve camı açarak cam kenarında bulunan karları elinde biriktirerek top haline getirdi. Kartopu normalde gülümseyen bir surat oluştursa da adamın surat ifadesi gayet ciddiydi. . Elindeki topu pürüzsüzleştirmek için o kadar uğraştıktan sonra evin ön tarafında bulunan adamlardan birinin arkasına isabet alarak tam boynundan vurmuştu. Canı acımış olacak ki, eliyle boynunu tutup geriye doğru dönüp yukarı doğru baktı.
“Darbeyi nereden alacağın hiç belli olmaz. Önünü görebilirsin, önemli olan arkadan gelecek hamleyi görüp kendini koruyabilmekte."
Adam pür dikkat dinliyordu. Dinlemekte zorundaydı hem bunun için bir dünya para alıyordu hem de ters bir şey yaptığında cezasını canıyla ödeyebileceğini biliyordu. Derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti. “ Eve gidip tüm hazırlıkları bitirin. Akşam her şey kusursuz olmalı. “
Elinde biriktirdiği karlardan diğerinden daha ufak yaptığı kartopunu da bir hamleyle tekrar adamı isabet alarak fırlattı. Bu sefer sağ omzundan vurmuştu. Sinirlenince alnında çıkan damarlar yine belirginleşmişti. “Geri zekalı! Daha önünü kollayamayan adamlara canımızı emanet ediyoruz! “ diyerek camı sertçe kapattı. Buz gibi havanın içeri dolduğu odada farklı bir koku daha geliyordu. Tatlı bir kokuydu. Bu kokuyu hiç sevmiyordu ama ne olduğunu çıkaramıyordu. Mutfağa doğru ilerlerken kenarda bulunan sehpaya çarptı. Kenarları cam olan sehpa pantolonunu yırtmış ve bacağını biraz çizmişti. Vurmanın etkisiyle canının acısını umursamadan mutfağa ilerledi. Giderken istemese de içine derin derin kokuyu çekip ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Mutfağın kapısına geldiğinde yan tarafta masanın kenarında bulunan elma kabuklarını fark etti. “ Elmalı Tart “ diye burnunu bükerek mırıldandı. Oldum olası sevmezdi zaten elmayı ve onunla yapılan şeyleri. Kapıdan giren adamın elindeki listeyi alarak oturduğu koltuğa doğru ilerledi. Göz gezdirdikten sonra buruşturarak şöminenin içine fırlatıp adama döndü. ‘’Arabayı hazırlayın çıkıyoruz.’’
…
Hızlı adımlarla ilerlerken duraksadı. Eline baktığında fark etti çantasını evde unuttuğunu. Sinirli bir şekilde kendine söylenirken hiç yapmayacağı bir şey yaptı ve etrafına bakmadan karşıya geçmeye çalışırken hızla gelen bir arabanın önünde buldu kendini. Adam’ın yavaşlamaya çalıştığı yerde oluşan lastik izlerinden belliydi fakat duramamıştı. Arabadan inen beyaz gömlekli oldukça yakışıklı olan adamlardan bir tanesi hızla kadının yanına vardı. Kadın ne olduğunu anlamaya çalışırken etrafını bulanık görüyor gel-git yaşıyordu. Yakışıklı adam yakışıklılığının aksine küstah bir tavırla ‘’İyi misiniz? Siz kadınlar neden böylesiniz etrafınıza bakmak hiç aklınıza gelmiyor mu? Şimdi bütün günüm seninle uğraşmakla geçecek ‘’ dedi sesinde ki ton çok sinirli geliyordu. Aslında kolları arasında yatan kadın kadar kendi de suçluydu hız sınırlarını aşmıştı.
Senem’in ağzından birkaç kelime dökülmüştü hem de ondan hiç beklenmeyecek sözler. ‘’ Hayvan Herif. ‘’
Adam bir an duraksadı hangi kadın ona bu sözleri söylemeye cesaret edebilmişti? O bunu söylemeye cesaret eden insanların sözünü bile bitirmeden cezasını vermişti. Arkadan gelen bir sesle irkildi.
‘’ Abi Kadını hastaneye götürmemiz lazım. ‘’
Adam kolları arasın da yatan kadını incelemeyi bırakıp kaslı kollarıyla bir hamle de yerden kaldırıp arabaya ilerlerken uzun saçları adamın kollarının arasından dökülüyordu. Arabanın kapısına vardığında öndeki adama ‘’ Bizim Hastaneye gidiyoruz. ‘’ dedi.
Arabanın arka koltuğuna oturup kadını kucağına yatırırken elinde ki anahtarı yanında bulunan adamlardan birine uzatmıştı. Birkaç saniye için de arabanın kalkış sesi yankılanmıştı kulaklarında. Kucağında yatan kadını incelerken ‘’Dur!’’ dedi. Ani frene basılmasıyla ön koltuğa doğru istemsizce hareket etmişti. ‘’Geri zekalı senin yüzünden kadına bir şey olacak. Çok yavaş gidiyorsun. Ben kullanacağım. ‘’ dedi. Aslında adam 70 le gitmesi gerek yolda 100le gidip hız sınırı aşmıştı bile. Belki de kadına bu kadar odaklanmasıydı onu rahatsız eden şey.15 dakika sonra hastaneye vardıklarında, onları kapıda bekleyen kalabalık bir sağlık ekibi vardı. Arka kapıyı hızla açıp kucağına aldığı kadını sedyeye yerleştirmesi saniyeler almıştı. Kafasına aldığı darbelerle şoka girmiş olan kadın kimi zaman görüyor hiçbir şey söyleyemiyor, kimi zamansa duyuyor fakat göremiyordu. Hastanenin kapısında beklerken oldukça rahat bir tavır sergiliyordu. Az önce çarptığı kadın ölebilirdi ama o bununla ilgilenmiyordu zaten o birçok kişinin ölümüne sebep olmuş biriydi. Çok geçmeden iyi haberi de almıştı zaten.
‘’ Melih Bey sadece birkaç kırık var. Endişelenecek bir şey yok. ‘’
Sahiden endişeleniyor gibi mi duruyordu. Doktor da bu söylediğinin mantıksızlığının farkına varmıştı ama hayli geç olmuştu. Onu daha çok şaşırtan şey ise gerçekten bu kadına bilerek mi zarar verdiğiydi, onun yaraladığı kişileri tedavi edip işkence çektirmek için bu hastaneyi kurdurduğunu biliyordu fakat getirdiği kişiler genelde erkek olurdu. Bir kadına zarar verecek kadar mı gözü dönmüş biriydi. Kendi de bazen bu suça destek olup o hastanede çalıştığı için kendine kızsa da ay sonu aldığı para bu düşüncelerden sıyrılmasına sebep oluyordu. Kadını görmek hastaneye girmek için bir hamlede bulunurken takım elbiseli adamlarından biri ‘’ Adam bulunmuş abi gitmemiz gerek. ‘’ dediğinde adam sağ ayak topuğunu ani bir hareketle çevirerek arabaya doğru ilerlerken arkasın da bulunan adama eliyle gel işaretinde bulundu. Koşar adım yanında biten adama ‘’Burada kal ve kadına göz kulak ol. Kimseyi aramasın.‘’ emrini vermişti. Hastane onlarındı güvenliydi fakat yanında güvendiği adamlarından birinin bulunması onu daha da rahatlatacaktı. Henüz öğle vakitlerinde olsa da onun için hayli uzun bir gün olmuştu neredeyse 2 gündür uykusuzdu ve az önce ki yaşananlar olmasa evinde uyuyor olacaktı. Şuan bu arabanın sert koltuğu bile ona yumuşak gelip kendini bırakmak üzereyken durduklarını hissetti. Arabanın kapısını açıp dışarı adımını atmadan önce temiz hava uykusunu biraz dağıtmak için yeterli olmuştu. Eski bir depo önünden kendi adamları sıralanmış onu bekliyordu. Hızlı adımlarla deponun kapısına vardığında kolları sandalyede bağlı, burnu kırılmış, acı içince inleyen, gözleri kandan gözükmeyecek hale gelmiş bir adam vardı. Acısı yüzünden okunmasına rağmen biraz sonra sarf edeceği kelimeler hayli cesurca idi.
‘’Buradan çıktığım an Melih İymen bana bu yaşattıklarını kat ve kat ödeteceğim sana.’’
Adam dudaklarına götürdüğü sigarayı yakarken dudak kıvrımları yükselmiş gülümsemeye başlamıştı. Bu küçük gülümsemeyle sigarasını eline aldıktan sonra büyük bir kahkahaya bırakmıştı. ‘’Buradan çıkacağını gerçekten düşünüyor musun? Senin gibi sıradan bir adama göre büyük laflar ediyorsun. ‘’ dedi gözlerinde ki alaycı bakışla.
‘’ Biricik kız kardeşini yatağa atan birine sıradan demek haksızlık olmuyor mu?’’ İşkenceden her yeri kan revan içinde olduğu halde karşısında ki adamı kışkırtmak istercesine konuşuyordu. İstediğini başarmıştı da alaycı bakışların yerini bir anda ateş bürümüştü. Adamın sözleriyle belinden çıkarttığı silahın tetiğini çekmesi arasınnda 10 saniye bile yoktu, tüm mermiler adamın kafasının içine saplanmıştı bile. Kendi canından çok değer verdiği kardeşine olan sevgisi bir anda taş kesen kalbinde öfkeye dönüşmüştü. Elinde bulunan sigarayı öldürdüğü adamın üzerinde söndürürken eline aldığı telefonun ucunda kardeşi ‘’Abi ‘’ diyordu. Sesinde ki boş ve imalı bir tavırla ‘’Hemen Türkiye’ye dönüyorsun.’’ Deyip alacağı cevabı beklemeden kapatmıştı. Kardeşi üvey olmasına rağmen hiçbir zaman onu kendinden ayrı tutmamıştı. Öz kardeş sevgisi nasıl oluyor onu bile bilmiyordu ama etrafında gördüğü kardeşlerden daha iyi anlaştıkları kesindi. Telefonunu cebine koymadan tekrar titremesiyle eline yöneldi bakışları. Zaten elinde olan telefonun
2.kez çalmasını beklemeden kulağına götürdü.
‘’Abi nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama buraya gelsen iyi olacak. ‘’ Kıza bir şey olduğu düşüncesi aklına gelse de karşısında ki adamın bunu umursamayacağını bildiği için hemen söyleyeceği düşüncesiyle kafasında ki fikir anında kaybolmuştu.
‘’ Söyle. ‘’ dedi sadece buz gibi nefesiyle.
‘’Ben kadını biraz araştırdım. Bugün çarpmıştık ya hani. Şuan bizim hastanede yatan.’’ Oyalamak istediğinden mi yoksa nasıl söyleyeceğini bulmak için mi zaman kazanıyordu Melih'i hiç ilgilendirmiyor aksine sinirlenmesine sebep oluyordu.
‘’Bir daha sorduğumda cevap verecek bir dilin olmayacak.’’ Cümlesinde ki tehdit adamın hemen konuşmasını sağlamıştı.
‘’ Babanızın katilinin kızı!’’